Özetle tek bir şey söylemek gerekirse 1 haftada ağlamaktan, antidepresan kullanmaktan, Emre'nin 'sence arayayım mı?', 'önce o arasın', 'ne yapıyor acaba bu sarı gecelerde', 'gitti gideli İstanbul daha siyah bana', vs. demelerinden içimiz şişti. Yanınıza yumuşak yastığınızı, -11 derecede balkonda oturmak için polar battaniyenizi, içip içip eski sevgiliyi aramaya çalışan Emre'yi durdurmak için kas gücünüzü hazır ederek girişin bu işe. Emre'nin bu kadar içli, hüzünlü, sıfat tamlaması kokan şarkılar yapmasının altında yatan ana sebep gündelik hayatında sürekli birilerinin gidişini düşünüyor olması ve bunun getirdiği yarı depresif kişilik bozukluğu. Haliyle bu durumda olan bir adama 'kalk da makineyi boşalt', 'içtiklerini makineye diz', diyemiyorsunuz. Adam orada 'sarı gecelerin hüznüyle yoğrulup, karanlığın siyahına boyanırken' sizin ütülenecek bir şeyin var mı diye sormanız abes kaçıyor.
Ama bütün bunları saymazsak Emre çok depresif biri... Evet Emre komik, neşeli, hareketli, canlı, bomba gibi biri değil. Eğer öyle olsaydı eminim ki 'patlarırım sarıyı hoplatırım karayı' diye bir şarkı yapabilirdi ama bu mümkün görünmüyor. Çünkü Emre, bulaşık makinesinde ters konan kapağın üzerinde biriken bulanık durulama suyuna bakıp 'sensiz bulanıklardayım, huzursuzum' diye söz yazabilecek duygusal olgunluğa erişmiş biri. Gündelik yaşamını nasıl idame ettiriyor derseniz, ağlayıp gözyaşlarını yalıyor demek isterdik ancak öyle değil, bildiğin beyti, kuzu şiş, gerdan, mumbar götürüyor yani, orada hiç sıkıntı yok. Sıkıntı sarı gecelerde (2. gün evin ışığını tasarruflu ampul ile değiştirdim, bana mısın demedi. Geceler sarı olarak kalmış aklında)
Sonuç olarak duygusallık içinde boğulayım, ölünce beni köyümün sarı gecelerinin karanlık ayazında zincire vursunlar diyenlerdenseniz Emre Aydın sizin için harika bir ev arkadaşı olacaktır. Ama azıcık güleyim deseniz vallahi gitarı kafanızda parçalar demedi demeyin. Hepinize bol sarılı geceler.