Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Kılıçdaroğlu'ndan Zaytung'a 'Zeytin' Çağrısı
Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İşte Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satır başları:
Kimseye el avuç açmadılar. Fabrikaları demiryollarını söylemedim. Osmanlının borçlarını sonuna kadar ödediler. Ne zaman 4 Haziran 1944. Bizim ekonomik ve siyasi tarihimizin dönüm noktasıdır bu tarih ve bir tarih daha 22 Eylül 1947. merkez bankası bir açıklama yapıyor, 176 ton altın vardır diyor. Düşünün, bir ülkeyi ayağa kaldırıyorsunuz, köylüyü perişan eden aşar vergisini kaldırıyorsunuz, uçağınızı yapıyorsunuz. Anadolu’nun her tarafına fabrikalar götürüyorsunuz. Yolsuzluk yapanları da yüce divana gönderiyorsunuz. Mustafa Kemal, dört ayrı dosya halinde göndermiştir. Bu ülkenin insanları Mustafa Kemal’e şükranla bağlanmasında ne olsun?
“ŞİMDİ DE SEVMEYENLER VAR. ONLARDA ALLAH KORKUSU YOK”
Biz Mustafa Kemal Atatürk’ü böyle biliyoruz, tanıyoruz. Bütün dünyada böyle biliyor. Bu nedenle bütün dünya Atatürk deyince saygı duyuyor. Şimdi de sevmeyenler var. Onlarda Allah korkusu yok. Bütün mal varlığını bu ülkeye adadı. Hayatı savaş meydanlarında geçti. Böyle bir insanı yüceltmemiz kadar doğal ne olabilir? Mustafa Kemal’in Türkiye’si bugünkü Türkiye’den daha görkemli daha iyi olmalıydı. Madenlerimizi daha iyi çalıştırmalıydık. Kendi uçağımızı 1925 – 35’te yaptık şimdi kendi uçağımız bile yok. Çağdaş uygarlığı yakalamak için hep beraber çalışacağız, haramilerden bu ülkeyi kesinlikle temizleyeceğiz.
Maden faciaları oluyor. Sadece bizde bu kadar yoğun maden faciası oluyor neden? Çünkü devlet akılla yönetilmiyor. Çünkü devlet ön yargı ile yönetiliyor. Madenci misin, aşağıya mı ineceksin, sabah inerken eşinle çocuğunla helalleş çünkü akşam öleceksin. Böyle bir anlayışla yönetilmez. Ermenek’te 28 Ekim’de bir facia oldu biliyorsunuz. 12 gün sonra iki işçimizin naaşına ulaşıldı. Şimdi 16 işçi için çaba harcanıyor. Daha önce Şili’de böyle bir olay olmuştu. 69 gün yer altında kaldılar. O zaman Ömer Dinçer açıklama yapmıştı “Şili’de 69 gündür yer altındalar, Türkiye’de olsaydı biz üç günde çıkarırdık” demişti. Hala ulaşılamıyor. O zaman yapmamız gereken nedir?
Biz yapacağımızı şöyle yaptık. 6 Kasım’da Türk İş’i Hak İş’i DİSK’i sendikaların yöneticilerini ve uzmanlarını, TMMOB’i uzmanlarını topladık. Hep beraber oturduk bu facialar nasıl önlenir diye karar verdik. Uzun bir tartışmamız oldu. Tartışma sonrasında dünyaları siyasi düşünceleri farklı olan bu grup 10 madde üzerinde uzlaştı. Ve ben bunu bir basın toplantısıyla açıkladık. Tekrar açıklamak istiyorum.
'HAVZA SİSTEMİNE GEÇİLMELİ'
Bir, maden işyerlerinde taşeron işçi olmamalıdır.
Maden iş yerlerinde kiralık iş sistemi olmamalıdır.
İş yerlerinde mutlaka sendikalaşmanın önü açılmalıdır. 12 Eylül darbe hukuku sendikalaşmayı öldürdü. Şu örneği verdiler bana, sendikanın olduğu iş yerinde iş kazası oranı yüzde 8. Sendikanın olmadığı yerde iş kazası oranı yüzde 92.
Kesinlikle maden iş yerlerinde uluslararası standartlar olmalı. Eğer yer altında çalışan işçilere saygı gösteriyorsak onların geleceğini güvence altına almak istiyorsak 176 numaralı sözleşme gelmeli.
Kesinlikle havza sistemine geçilmeli.
'ALMANYA'DA 3 AY BİZDE 3 GÜN'
Yer altı maden işletmelerinde denetim bağımsız organlar tarafından yapılmalı. Şimdi denetim nasıl alınıyor? Denetim raporları ilgili sendikaya mutlaka gidecek.
Yer altında çalışanlar için mutlaka yaşam odaları olmalı. Şili’de 69 gün sonra işçiler sağ olarak çıkıyorsa bizim ne eksiğimiz var?
Maden işleri genel müdürlüğünün taşra örgütü mutlaka kurulmalı.
Eğitim ve uygulama mutlaka yer altında olmalı. Almanya’da bir maden işçisi yer altına inmek için üç aylık eğitim almak zorunda. Bizde süre üç gün. Son 30 yılda Almanya’da maden kazalarında ölen işçi sayısı üç. Bizde sadece Soma’da 301 kişi.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konseyi olmalı ve bu konsey özerk olmalı.
Diyorlar ya efendim şu CHP var ya hep eleştirir, hiçbir öneri getirmez. Şimdi bakınız hükümetin yapması gerekeni biz yaptık. Sendikaları topladık, mühendisleri çağırdık, oturduk konuştuk tartıştık 10 maddede anlaştık. Kanun teklifi haline getirin, önce kuruluşlara göndereceğiz, onayı aldıktan sonra kanun teklifimizi TBMM’ye vereceğiz.
'DAVUTOĞLU ABİSİNE DANIŞACAK ÖNCE'
Davutoğlu’na seslenmek istiyorum. Senin görevini ben yapmak zorunda kaldım kusura bakma. Sen bu önerileri getir, biz de getirelim. Artık yer altındaki ölümlere son verelim. Görevimizi yapalım. Davutoğlu bunları yapar mı? Abisine danışacak önce, abi gideyim mi gitmeyeyim mi diye.
Aramızda Yırca Köyü sakinleri, mağdurları da var. Mustafa Kemal Atatürk, “köylü milletin efendisidir” diye tanımlamıştı. Üretiyorlar, çalışıyorlar, vergilerini ödüyorlar. Onları korumak hepimizin ortak görevidir. Yırca sakinleri de kendi topraklarını korumak istediler. Size bu olayın öyküsünü anlatacağım. Yırca sakinlerinin arazilerine zeytin bahçelerine nasıl göz konulduğunu anlatacağım.
10 Mayıs 2014, bakanlar kurulu bir karar alıyor. Yırca köylülerinin arazileri acele kamulaştırılacaktır diyor. Şimdi bir şeyin ivedi kamulaştırılmasının kuralları yasaları vardır. Yurt savunmasını gerektiren bir olay olabilir veya kanunlarında olağanüstü haller vardır, o nedenle acele kamulaştırma kararı alırsınız. Deprem olmuştur, insanların iskan edileceği yerler vardır kararı alırsınız. Üç, bakanlar kurulunca gerekli görülen hallerde karar alırsınız. Kamu yararı varsa alacak, yoksa alamayacak. Bunlar kararı aldılar. Havuz medyası adına çalışan iş adamı adına karar aldılar. Yırca köylülerini, zeytini gözden çıkardılar. Havuz medyasına para aktaran adama vereceğiz dediler.
1 Eylül’de iptal kararı için Danıştay’a gidildi. Dendi ki, bizim tarlalarımızı zorla alamazsınız, adalet arıyoruz dediler. Bu arada firma köylülere 19 Eylül’e kadar süre verdi. Buraları boşaltın dedi, zorla gelip boşaltacağız.
'70 YAŞINDAKİ YIRCALI AMCANIN SÖYLEDİĞİ ÇOK İLGİNÇTİR'
17 Eylül gecesi, 19’u beklemeden baskın yaptılar. Ama baskında başarılı olamadılar çünkü orada CHP’nin milletvekilleri vardı. 16 Ekim’de Yırca köylüleri dediler ki devlete gidelim. Manisa valisine gittiler. 70 yaşındaki Yırcalı bir amcanın söylediği çok ilginçtir:
“Askere çağırdınız geldik, vergi istediniz verdik, elektriği üç gün geç ödesem elektriğimi kesiyorsunuz. Madem siz devletsiniz, şimdi bize sahip çıkmayacaksınız da ne zaman sahip çıkacaksınız” bunu söylüyor.
Orada kalıyor, çünkü iktidarın gözünü para hırsı bürümüş. Onun derdi başka. 7 Kasım 2014 sabahı baskın düzenleniyor, 6 bin zeytin ağacı kesiliyor arkadaşlar. 6 bin zeytin ağacı onlarca ailenin gelir kaynağını yok etmek demektir. Bugün gazetelere bakın Yırcalı kadınlar avuçlarında zeytin taneleri. Diyorlar ki bunu bizim elimizden almayın diyorlar. Onu alacaksın elinden ne olacak? Soma işçisinin yaptığı açıklamayı unutmadık. Tarımda çalışıyorduk tarımı öldürdüler, mecburen yer altında çalışıyoruz. Getirmek istedikleri nokta bu.
Baltalı çetelerle 6 bin ağaç katledildi. Bunun mücadelesini hep beraber vereceğiz. Danıştay yürütmeyi durdurma verdi, onlar önceden haber aldılar, katliamı yaptılar.
“ZAYTUNGÇULARA MESAJ GÖNDERİYORUZ”
O zeytini benim adıma sökülen alana dikecekler. Bu hükümetin nasıl iki yüzlü hükümet olduğunu göstermek için güzel bir veri var elimde. Bir taraftan gidip zeytinleri keseceksin, sonra çıkacaksın televizyonlara çıkıp bir kamu spotu yayınlayacaksın. Ne diyor orada “çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak için haydi Türkiye tarım arazilerini koruyalım” tam bir komedi değil mi? Zaytungçulara mesaj gönderiyoruz.
1939’da zeytin için özel kanun çıkıyor. Şimdi size bu kanunun 20’nci maddesini okuyorum. “Zeytinlik sahaları içinde, bu sahalara en az üç km mesafede zeytinyağı fabrikası hariç, zeytinliklerin gelişmesine mani olacak kimyevi madde, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz, işletilemez”
Devamında bir madde daha var
“Zeytincilik sahaları daraltılamaz. Zeytin ağacı kesilemez ve sökülemez”
Açıkça suç işlemişlerdir. Bu ülkenin namuslu savcılarını göreve davet ediyorum. Bu yasa yürürlükteyken 6 bin zeytin ağacını yok eden yetkililer hakkında soruşturma açılmasını istiyoruz, yürekli bir savcı istiyoruz, köylünün hakkına sahip çıkacak bir savcı istiyoruz. Köylünün günahı ne? Kendi toprağına, tapulu toprağına sahip çıkıyor. Vergisini veriyor, askere gidiyor. Vergiyi niye veriyor? Vergiyi veriyor ki bu ülkede aç insan, işsiz insan kalmasın. Bunlar ne yapıyorlar? Vergiyle kaçak saray yapıyorlar.
Büyük saray yapıyoruz, kaçak saray yapıyoruz bu bizim itibarımız. Bak bir şey doğru, hırsızlar için güzel bir itibar olur bu itiraz yok. Ama o saray bu ülkenin itibarı değildir o saray.
Kuzey Kore, görkemli bir sarayı var, itibarlı bir ülke mi? Hiç ilgisi yok.
ABD’nin başkanının oturduğu beyaz ev. Kaçak saraydan altı kat küçük. Bu demektir ki Erdoğan ve Davutoğlu’na göre Amerika itibarsız bir ülke, biz onlardan altı kat daha itibarlıyız. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Almanya başbakanı bir apartman dairesinde oturuyor, zavallı gariban. İtibarı sıfır herhalde.
Kremlin sarayı… Eski bir saray. 12 tane kremlin sarayı yapabilirsiniz. Gariban Rusya perişan olmuştur herhalde.
Elize Sarayı, 30 tane Elize sarayı yaparsınız bununla.
Bir katrilyon 370 trilyon para gömüldü orada. Zeytin üreticisinin alın teridir, madencinin alın teridir, işçinin alın teridir. Devlette görev yapanların alın teridir. Sana o parayı devleti yönet diye verdik, kendine kaçak saray yap diye vermedik o sarayı. Sarayla itibar mı olur? İtibarlı devlet baştan açıkladık, Mustafa Kemal Atatürk’ün devletine niye bütün devletler itibar ediyordu?
Çankaya dağ evi. Tek söylediği var, oraya köşk yapacaksanız bir tek ağaç kesilmeyecek diyor. Tek şart o. Yalova, bir ağaç kesilmesin diye köşkü yürüttüler. Gidin açın Amerika’dan Rusya’dan Japonya’dan okuyun gazeteleri, herkes bunlarla dalga geçiyorlar. Yolsuzluğun itibarı olabilir mi? Kul hakkı yemenin itibarı olabilir mi? Bin odalı saray. Herhalde bir odaya birisi bir odaya birisi oturursa bunlar 20 yıl sonra falan buluşurlar herhalde. Bu sarayı daha dolduracaksınız. Daha başlangıç, adam koyacaksınız, mobilya koyacaksınız bunun içine.
Gülüyoruz ama… Güleriz ağlanacak halimize. Adalet ve kalkınma partisine oy veren vatandaşlarıma sesleniyorum. İnanıyorum sizin de vicdanınız sızlıyordur. Oturalım düşünelim. Bu memleket iyi mi yönetiliyor, kötü mü yönetiliyor.
Yöneticiler zenginleşip halk fakirleşiyorsa itibarsızlık vardır orada. Böyle bir şey olmaz. Bakın ben size bizim itibar karnemizi söyleyeyim. İnsani gelişmişlik endeksi 181 ülke arasında 169’ncuyuz. Malezya bizim önümüzde. Cinsiyet eşitliği bakımından 142 ülke arasından 122’nciyiz. İyi yaşam arasında sonuncuyuz. Sen kalkmışsın kendine helal parayla kaçak saray yapıyorsun.
EBUZER’İ ÖRNEK GÖSTERDİ
Ebuzer, sahabenin en önde gelen insanlarından birisidir. Dünya malına tamah etmemiştir. Fakir fukaranın yanında olmuştur. Mazlumların sesi olmuştur. Adıyaman’da da kendisinin makamı vardır. Cesareti dürüstlüğü nedeniyle bilinir ve sevgili peygamberimizin de övgüsünü kazanmıştır. Ebuzer, peygamberimizin vefatından sonra aynı tutumu sergilemiştir “ne zaman yoksulluk bir kapıdan girerse, din başka bir kapıdan çıkar gider”
“MUAVİYE, EBUZER’E TAHAMMÜL EDEMEDİ”
Bu hadisi tekrar tekrar dile getirdim. Fakat dönemin yöneticisi Muaviye, Ebuzer’e tahammül edemedi ve onu sürdü. Muaviye Şam’da kendisine yeşil saray inşa ediyordu, bizzat inşaatın başında duruyordu, kendi sarayının görkemli olması için çaba harcıyordu. Ebuzer bu saraya gitti ve Muaviye’ye aynen şunları söyledi “ey bu sarayı kendi paranla yapıyorsan israftır, halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir”
Davutoğlu ve Erdoğan için tekrarlıyoruz. Bu kaçak sarayı halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir, kendi paranla yapıyorsan israftır. Bunu ancak firavunlar yapar biliyorsunuz.
Seçime gideceğiz hepimizin sorumlulukları var. Mescidi Aksa’ya çirkin bir saldırı yapıldı. İsrail askerleri postallarıyla girdiler. Arkadaşlarımız kınadı biz de kınadık, dünya da kınadı. Hangi inançtan olursak olalım, bütün inanç merkezlerine saygı duymak insanlık görevidir. Bunlar da kınadılar. Birisi çıktı dedi ki, o kutsal topraklarda İsrail postalını ellerine vereceğiz dedi. E git ver bakalım, elinden tutan mı var? Boyundan büyük laflar söylemeyeceksin. Ne diyordu Davutoğlu? Bizim gücümüzü test etmesinler diyordu. E hadi test ettiler ne oldu? Yine oturdun oturduğun yerde kalıyorsun.
Şunu söylüyoruz, hiçbir kutsal mekanda asker postalı istemiyoruz bir. Türkiye cumhuriyeti topraklarında yabancı asker postalı istemiyoruz iki.
Bu topraklarda peşmergenin ne işi var? Benim topraklarımı çiğniyorlar? AKP’ye oy veren yurttaşlarıma sesleniyorum. Elini vicdanına koy ve düşün. Benim topraklarımda, benim askerim varken, peşmergenin buraya gelmesine hangi gerekçeyle izin veriyorsun? Şu anda devlet yok. Başbakan yok. Cumhurbaşkanı da yok. Diyorlar ki koltukların boş olduğunu söylüyor Kılıçdaroğlu. Evet söylüyorum, o koltukta oturanlar teslim alınmışlar, onların görev yapmaları mümkün değildir. Ülke yönetilse, kendi bakanı çıkıp diyor, alan hakimiyetini kaybettik diyor.
Senin cumhurbaşkanlığı koltuğunda ne işin var? Sen niye orada oturuyorsun? Koşa koşa gittiler İmralı’dan yardım istediler, ne olursun talimat verin olaylar olmasın. O nedenle söylüyorum, devleti bu hale sokanlardan benim görevim olduğu kadar senin de görevindir bu.
14-15 Kasım tarihleri arasında birinci dünya savaşının yüzüncü yılı nedeniyle toplantı düzenleyeceğiz. Biz tarihe not düşmek istiyoruz çünkü biz CHP’yiz. Biz geçmişimizden ders alıp geleceğimizi belirlemek istiyoruz. Çünkü biz halkın partisiyiz, herkes bunu böyle bilsin.
Sondakika.com