Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Dur, Vurma, Bir Düşün, Tel Ebyad Nere? | Fehim Taştekin | Radikal
Herkesin eli yüreğinde. 1 Kasım’a kadar daha neler göreceğiz diye soran sorana. Suriye’ye girmek gibi bir çılgınlık olur mu? Hava puslu. Tam da saatler belirsizliğe ayarlanmışken Türkiye’nin Tel Ebyad’da Kürt mevzilerine ateş açtığı haberleri geldi.
Suçlama IŞİD’e karşı gösterdiği direnişle efsaneleşen Rojava’nın savunma gücü YPG’den: “Türk ordusu 24 Ekim’de saat 19.00-21.00 arasında A4 silahlarıyla, 25 Ekim’de saat 02.00-04.00 arasında MG3 silahlarıyla sınır hattındaki YPG mevzilerine saldırı düzenledi.”
TSK sessiz, hükümet de. Ama tehdit aleni. Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefete vururken Suriyeli Kürtleri tehdit etti:
“Bunlar kendi çıkarlarını düşünüyor ve bunun için de gerekirse PKK ile gerekirse DAEŞ ile iş birliği yapabiliyorlar. Tel Ebyad'da yaptıkları bu değil mi? Tel Ebyad'a DAEŞ giriyor, daha sonra DAEŞ oradan çıkıyor ve Tel Ebyad'a bu defa PYD giriyor. Hepsi kolektif bir oyun. Peki, orası kime ait, yüzde 95'i Arap ve Türkmen, yüzde 5 Kürt. Dert orayı kantona dönüştürmek ve ilan ettiler kantonu.
Karanlık Büro: C5 | Nedim Şener | Posta
Hrant Dink cinayetinde devlet görevlilerinin ihmal, kusur ve kasıtlarıyla ilgili soruşturma tamamlandı, iddianame yazıldı. Dün basına yansıdı; Hrant Dink cinayeti planlandığı 2006’da Trabzon’da Emniyet Müdürü, öldürüldüğü 2007 yılında da İstihbarat Dairesi Başkanı (İDB) olan Ramazan Akyürek ile aynı dönemlerde C Şube Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer’in hakkında ‘kasten öldürme’ iddiasıyla müebbet hapis cezası istendi.
İddianamede suçlanan isimler arasında şu andaki İstihbarat Dairesi Başkanı Engin Dinç, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in isimleri de var. İddianamede Hrant Dink’in öldürülmesinin ‘araç suç’ olduğu yazılı.
‘Amaç suç’ ise Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları başlatmak için zemin hazırlamak. İstihbaratçılar başından beri öldürüleceğini bildikleri Hrant Dink cinayetine sırf Ergenekon operasyonunu başlatabilmek amacıyla göz yummakla suçlanıyor.
Kabataş Tacizcilerine | Abdülkadir Selvi | Yeni Şafak
Gezi olaylarının dumanının tüttüğü günlerdi.
11 Haziran 2013 Salı günüydü.
O dönem Başbakan olan Erdoğan AK Parti grup toplantısında, “Çok önemli bir yakınımın gelinini, Başbakanlık Ofisimin yanında, yerlerde süründürdüler, kendisini çocuğunu taciz ettiler” dedi.
Erdoğan konuştuktan sonra gazeteciler olarak hepimiz bu olayın peşine düştük.
Çabalarım sonunda Başbakan'ın sözünü ettiği olayın Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu'nun gelini olduğunu öğrendim. Maruz kaldığı çirkin saldırıyı kadın gazetecilerle paylaşan Zehra Develioğlu'na ilişkin elde ettiğim bilgileri yazdım. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na 05.06.2013 tarihinde yaptığı şikayet başvurusuna ulaştım. Şikayet dilekçesindeki beyanlarından yararlanarak genç bir annenin maruz kaldığı çirkin muameleye dikkat çekmeye çalıştım.
O zaman Star Gazetesi yazarı olan Elif Çakır da Zehra Develioğlu ile röportaj yaparak çirkin saldırıyı sütunlarına taşıdı.
Polis Vurdu, Polis Araştıracak | Ayça Söylemez | BirGün
Dilek Doğan’ı evine girip vuran polisle ilgili soruşturmada, o polisin meslektaşları, belki de arkadaşları görev alacak.
Dilek’in vurulduğu baskınla ilgili kamera görüntüleri, balistik incelemesi, evdeki eşyalar gibi deliller Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı polislerin elinden geçerek savcılığa iletilecek.
Hatta olayın tanıkları da polisler olacak.
Yani Dilek’i vuran polise açılan soruşturmanın davaya dönüşmesi ve sorumlunun ceza alması için gereken deliller, yine polisler aracılığıyla yargıya ulaşacak.
Ulaşacak mı peki? Hasan Ferit Gedik’in kanlı gömleği bulundu mu?
Bu soruşturmada görev alacak olan polislerin kaçı, basına (Anadolu Ajansı’na) “evde çatışma çıktığını, ev sakinlerinden birinin polisin silahına sarılıp tetiğe bastığını, Dilek’in ağabeyi tarafından vurulduğunu, hatta intihar bombacısı olarak arandığını” sızdırdı?
Avukatları, savcılığa yaptıkları şikâyette haberleri “yalan” diye tanımladılar:
Back To Future: AKP Devletçi Oluyor | Ege Cansen | Sözcü
Konumuz “yerli ve milli otomobil” palavrası. Bu konuda daha önce iki makale yazdım. Bir daha yazmam diyordum. Ama anlaşılan daha çok yazacağım. Çünkü bu proje yüzde 100 gayri iktisadidir. Halkın 40 milyon doları heba olmuştur. Bundan sonra da daha çok parası çarçur olacaktır. Bu projenin zararı sadece kendine olmayacaktır. Korkarım bu proje, sırtını devlete dayamış olmanın yaratacağı “haksız rekabet” ile Türk otomotiv sanayisinin gelişmesine ciddi sekte vuracaktır.
LEVENT KIRCA DERDİ Kİ: YOKSA İZAHI, VARDIR MİZAHI
Benim yazılarımda “vallaha bu işe aklım ermedi” tarzı bir ibare yer almaz. Çünkü şöyle düşünürüm. Eğer bir işe aklım ermediyse, o konuda bir şey yazmamam gerekir. Okur benden acizlik ifadesi değil, açıklama bekliyor derim. Yok, bu ibareyi tersten kullanıyor, yani “aklım çok iyi eriyor, ama yapılan yanlıştır” demek istiyorsam bunu da doğrudan söylerim.
Arınç Yolları Ayırdı | Nazlı Ilıcak | Bugün
Bülent Arınç’ın konuşması, zamanlaması ve muhtevası itibariyle önemliydi. Benim tek eleştirebileceğim husus, bugüne kadar suskun kalması. Mamafih ara sıra memnuniyetsizliğini belli eden sözler sarf etti ama ilk defa bu kadar açık konuştu. Siyasete ara vermesini, Tayyip Erdoğan’la arasına buzdan duvarlar girmesiyle anlattı. “Birlikte siyaset yaptığınız insanlarla aranıza buzdan duvarlar girmişse, ara vermenin zamanı gelmiştir. Bir rüzgâr araya girip arkadaşlarınız yeni arkadaşlar bulursa, size düşen şey bir kenarda kalmak, yeni arkadaşlarla yola devam etmesini temin etmektir.”
Bülent Arınç, belli ki Erdoğan’ın yeni çevresinden rahatsız. Nitekim “Yola çıktıklarını, yolda bulduklarınla değişirsen, işler yürümez” diyor. Hatta, lâfı Kerbelâ’ya getirip, yol ayrılıklarının ne büyük acılara sebebiyet verdiğini de hatırlatıyor.
Attığım Kahkahanın Arkasındayım | Akif Beki | Hürriyet
Cumartesi sabahı Urfa'dan İstanbul'a dönüyorum, saat 7 suları.
Havaalanı yolunda telefonuma davrandım, bir de ne göreyim, Twitter adresim magma gibi küfür kaynıyor. Sanki ‘küfürlerinizi ikiye katlayın’ emri aldıkları bir rüyayı kazibeden, bir yalancı rüyadan kalkmış mübarekler. Volkan çukurundan beter paralel ağızlar, kızgın çamurlar püskürüyor üzerime. Uyanır uyanmaz bu kadar formda sövebilmek için hem sağlam bir sinkaf edebiyatı dağarcığı hem de çok iyi bir ‘muhabbet fedailiği’ terbiyesi lazımmış.
Ben böyle idmanlı, böyle jilet gibi küfürbaz trolkanlılarla karşılaşmamıştım evvelce. ‘Benim’ diyen trol halt etmiş yanlarında.
‘Yargılanacaksın’ naralarına ‘Bu kahkahanın hesabını vereceksin’ diye başlayan küfürnameler eşlik ediyor.
Seçkin birer ‘muhabbet fedaisi olmak üzere’, güya ‘vurana elsiz, sövene dilsiz’ şiarıyla yetiştirilmiş ‘altın nesil’ mensupları bunlar. Bayramlık ağızlarını açmış, en sunturlusundan küfür, hakaret, tehdit yağdırıyorlar.
İçlerinden birine bir fiske mi vurmuşum? Hayır...
Ya birine sövmüş olabilir miyim? O da hayır...
Bu ipinden kurtulmuş trol çetesi niye hırlıyor öyleyse sabah sabah? Bismillah daha kahvaltı sofrasına oturmadan, yemeden-içmeden ne diye köpükler saçarak saldırıyor bu ağzı bozuklar peki?
El cevap: Kahkaha atmışım...
Size Oy Yok! | Nilay Etiler | Evrensel
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Yenildiğini anlamayanlar yüzünden 1 Kasım 2015’te tekrardan seçime gidiyoruz.
Davutoğlu, bir bomba daha patlarsa AKP’nin oylarının tek başına iktidar düzeyine gelebileceğini söyledi. Kanla besleniyorlar derken ne demek istediğimize işte bir örnek!
Sandık da taşısalar, katliamlar da yapsalar, kendilerinden olmayanları içeri de atsalar AKP’ye oy yok!
Çünkü…
Enerji enerji diye diye, memlekette ne ağaç bıraktılar ne doğa, Yırca’da da yaptıkları gibi. Karadeniz’de kendi halinde akan dereleri HES yaptılar, Hopa’da sel felaketi oldu. Deprem bölgesine nükleer santral kuruyorlar, hem de hukuk tanımadan yalan dolanla. Kömür madenlerini rödovansa verdiler, madeni çıkaracak şirkete bir de termik santral kurma avantası var. Ne yerin altındaki madencilerin maden kazaları ölmeleri, ne de yerüstündeki halkın, çoluk-çocuğun kömür santralinin tozuyla zehirlenmesi umurlarında değil.
O yüzden canına kastettiğiniz madenciden, yetiminden, dulundan, suyunu çaldığını Karadeniz köylüsünden, zeytin ağaçlarını söktüğünüz Ege köylüsünden, nükleer santrale direnen Mersinliden size oy yok!
AKP gelene kadar Türkiye’de sağlık sistemi yokmuş gibi, “Sağlık sistemini biz kurduk” dediler. Sağlık hizmetlerini piyasalaştırdılar, hastaları müşteri sağlık çalışanlarını köle yaptılar.
Gıda Ürünlerine Elbise Giydirdiler | Güngör Uras | Milliyet
Şimdilerde meyve-lerin görünüşü kanlı canlı. Günler geçse de pörsümüyorlar, çürümüyorlar.
Halbuki eskiden sebzeler ve meyveler daldan koptu mu, kısa sürede pörsür, çürürdü.
Şimdi çürümüyorlar çünkü meyve ve sebzeler daldan koparılır koparılmaz mumlanıyor. Yüzeyleri kimyasallarla kaplanıyor.
İşin kötüsü, meyveler ve sebzeler yıkansa da bu mumlar ve kimyasallar suyla temizlenemiyor. Yüzeyde kalıcı oluyor. Örneğin, elma kabuğuyla yenildiğinde, limonun kabuğu ezilerek limonata yapıldığında veya limon kabuğu çaya atıldığında mumlar, kimyasallar mideye giriyor, kana karışıyor.
Mumluyoruz
Meyvelerde, sebzelerde erken bozulmanın nedeni, kabuklarındaki hücreler vasıtasıyla solumaları, solurken enerji kaybetmeleri, olgunlaşmanın devam etmesi.
Dilek Doğan Cinayeti | Kıvanç Koçak | Birikim
Ekim ayının ortalarında, farklı adreslerle birlikte Dilek Doğan’ın ailesiyle yaşadığı eve de baskın yapan polis yakın mesafeden Doğan’ı göğsünden vurdu.
“Evimize 4 polis ayakkabılarıyla girdi. Kızımı vuran polise ‘galoş giyin’ dedik. Onlar da ‘giymeyiz’ dediler. Sonra silahı bize doğrulttu. Bir anda kızımı vurdular. Kızımı öldü zannettim. Polisler panikleyip dışarı kaçmaya başladılar. Evde kesinlikle bir çatışma olmadı. Kızımız vurulduktan sonra polislerle itiş kakış yaşadık. Benim beş tane çocuğum var. Dilek benim tek kızım. Umarım sağlığına kavuşur.”
Babası yaşananları böyle anlatıyordu. Doğan, sağlığına kavuşamadı, hayatını kaybetti. Bu esnada Doğan’ın evinde, ailesinin gözü önünde katledilmesine laf söyleyenlerin karşısına kendisinin “canlı bomba”, “terörist”, “DHKP-C’li” olduğu iddiaları konuldu. Ki bu, aslında ilk defa yaşadığımız bir durum değil: Berkin Elvan ekmek almaya gitmiyordu, Ali İsmail Korkmaz masum değildi, sokağa çıkma yasağı nedeniyle gömülmesine izin verilmeyen derin dondurucuda bekletilen Cemile Çağırga Cizre’de evinin önünde oyun oynamıyordu… Uzatın uzatabildiğiniz kadar.