Büyülü Göbeklitepe, Tarihi Sokaklar, Yepyeni Bir Müze... Kendinize Bir İyilik Yapın ve Urfa'yı Ziyaret Edin!
Nefes kesici bir hafta sonu geçirdim, arkadaşlar. Urfa öyle güzeldi ki; üstümdeki büyüsü geçmeden sizlere de anlatmak, bu güzelliği paylaşmak, becerebildiğim kadar da kendi gözlerimden göstermek istedim.
Göbeklitepe'yi çok uzun zamandır görmek istiyordum. Nasıl istemem; sonuçta inancın tarihinin ve dolayısıyla da kaynağının bildiğimizden çok çok çok daha geride olduğunun kanıtıydı! Daha tarım yapmaya dahi başmadan önce, toplama-avlama yöntemiyle hayatta kalmaya çalışırken bile inanmışız ve inandıklarımız adına kayaları yerlerinden oynatmışız!
Kısacası; şu dünyada sahip olunabilecek en eğlenceli duygu, merak sahibi biri olarak neredeyse yıllardır 'Göbeklitepe de Göbeklitepe' diye çevremin başının etini yiyordum. Resmi açılışın sık sık ertelenmesi, süren çalışmalara bağlı olarak bazen ziyarete açık bazen ise kapalı olması vesaire vesaire gibi pek çok şeyden dolayı bir türlü gidip görememiştim.
Bu hafta sonu nihayet gördüm :)
On bin yıl önceki atalarımızın yaptığı gibi, kalkıp Gökbeklitepe'ye gittim ve onlar gibi hacı oldum!
Kış kasvetini hala üzerimizden atamadık, gündem iç karartıcı ve durumlar pek iyi değil, değil mi?
Urfa'ya göz koymuştum bir kere! Ama öncesinde mesafe biraz gözümü korkuttu. Sanki at tepesinde yük taşıyarak gidiyormuşum gibi...
Ne saçma! Atlayıp uçağa gidiyoruz işte; Muğla'ya, İzmir'e gitmekten farksız sonuçta. Neyse, mesafeyle ilgili nazlanmalarımın tamamen tembellikten uydurulmuş bahaneler olduğunu kabul edip bileti, oteli ayarladım ve hafta sonu için Urfa planımı yaptım.
Bu sürekli görmeyi istediğimiz ama mesafeden dolayı ertelediğimiz seyahatler; kalkıp gitmediğimiz sürece 'denk gelmeyecek'! Kalkıp gitmek lazım.
Urfa'ya cuma gece yarısı vardım. Yoğun yağmurla ve otobüs duraklarının önündeki işte bu kocaman duvarla karşıladı beni :)
İstanbul taksicileri ile sınanmış bir büyük şehir insanı olarak, taksiye bindiğimde kafamdan 'Aman yabancı olduğumu belli etmeyeyim, dolandırır şimdi yok yere!' gibi düşünceler geçiyordu. Taksici ise beni otelimin önüne getirdiğinde, uzattığım paranın küsüratını almayıp, ısrar ettiğimde de 'Siz misafirsiniz, olur mu hiç, lütfen' diyerek utandırdı beni.
Şehir merkezinde bir çok konak otel var... Bu konak oteller dururken gidip şu "modern ve pahalı" olanlarda kalmak kötü bir seçim olur!
Ben Elçi Konağı Otel'de kaldım. Açıkçası Urfa'nın bana ilk sürprizi de bu oldu. Sabah uyanıp odamdan çıktığımda, otel işletmecisinin 'konağı gösterme' teklifi, meğer ufak çaplı bir turistik geziymiş!
Altında Balıklı Göl'e kadar uzanan kocaman bir tünel olan, bir bölümünde yerde İsa peygamber ve melekler mozaikleri, tepesinde bir gözlem kulesiyle... Meğer 500 yıllık bir konakta kalıyormuşuz! Öğrenince şok oldum.
Gözümü açar açmaz, daha doğru düzgün iki adım dahi atmadan bana tarih sunan bu şehrin beni sandığımdan daha çok şaşırtacağını işte o zaman anladım.
Bakın bu konak, ilerideki sağdaki kapı tünelin bulunduğu mahzene inen merdivenlere açılıyor.
Yandaki ise gözlem kulesi; Hristiyanlar tarafından saldırı durumunda gözcülük yapılması içinmiş... Vay be!
Balıklı Göl ve eski çarşı dedikleri şehir merkezi, yürüyerek bu bölgeye çok yakın... Spor ayakkabılarınızı geçirip, kafanıza göre tin tin yola koyulmalık.
Balıklı Göl efsanesini bilirsiniz; her dinde önemli büyük olan Hazreti İbrahim'in atıldığı ateşin suya dönüşme hikayesi...
Bu gölün bir mucize eseri oluştuğu rivayetinden mi, çevredeki dini öğelerden mi bilemiyorum gerçekten de çok huzur verici bir enerjisi var çevresinde. Tüm kalabalığa rağmen, sanki gerçekten de içinizdeki ateş, serinlik ve huzur oluyor :)
Ben Balıklı Göl'den tam hayalimdeki karşılığı aldım doğrusu!
Tabi hava durumuna bağlı olarak da biraz: Hayaller - Gerçekler
Hava birazcık yağmurluydu fakat yine de ortalık oldukça kalabalıktı. Rengarenk kıyafetli kadınlar, selfi çekmek için gelen gençler, dua eden yaşlılar ve balıkların varlığından dahi çığlık çığlığa sevinecek coşkuyu bulan çocuklar :) Balıklı Göl herkesi mutlu ediyor.
Gitmişken balıkları da mutlaka besleyin çünkü iyi şans getiriyormuş!
Balıklı Göl'deyken kafanızı kaldırdığınızda Şanlıurfa Kalesi'ni göreceksiniz... Hah işte, ona doğru yürüyün!
Oturmaya gelmediniz sonuçta! Yürüyerek göreceksiniz her yeri... Ama, oturmak demişken! Gölün çevresinde çok tatlı çak bahçeleri var. Oturursanız mutlu olursunuz. Sonra ise Kale'ye doğru marş marş. Çünkü bu kale yaklaşık 814'te Abbasîler tarafından yaptırılmış, eski ve farklı bir rivayete göre de Hazreti İbrahim'in bağlanarak fırlatıldığı iki sütunu kapsıyor.
Kaleye girilmiyor, biz gittiğimizde kapalıydı en azından. Ama çevresine doğru yürürken Urfa'nın kuşçularının ayaklarına zil taktığı güvercinlerin sesli uçuşuna şahit olabilirsiniz. Ayrıca bu mekan ve çevresi mağaralar ile, o meşhur heykellerin çıkarıldığı bölge oluyor...
Millattan önce 10.000 yıl öncesine deşmek için Kale civarından müzeye gidiyoruz şimdi...
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi yenilenmiş... Öyle şahane olmuş ki!
Sizi adeta tarihin içinde uzun, hem de çok uzun bir yolculuğa, bir maceraya çıkarıyor.
Bölgeden çıkan, replika olmayan orijinal parçaları sunmadan önce, dile kolay 10.000 yıl öncesinin ne olduğunu, insanlığın durumunu, hatta çevreyi ve bitki örtüsünü dahi sergiliyor.
Nefes kesici derece başarılı...
Ha bu arada; hala Müze Kart edinmediyseniz, bu Urfa gezisi bunun tam zamanı. Çünkü bu müzeye girerken 12, Göbeklitepe'ye girerken ise 30, Göbeklitepe'deki bir gösterimi izlemek için de 10 lira vereceksiniz. Bunu hesapladığınızda Müze Kart çok daha hesaplı oluyor.
Bu bölgeden çıkarılan bazı parçalar İngilizler tarafından alınmış. Fakat dünyanın en eski heykeli, orijinal haliyle tam karşınızda duruyor!
Siyah obsidyen taştan gözleriyle hala dimdik!
Bu 11.500 yıllık sanat eserinin keskin bakışları, üzerinde bir kolyesi ve alt kısımlarında da kırıldığı için net olmayan muhtemel bir iktidar sembolü penisi var.
Göbeklitepe ile bulunanlardan sadece biri...
12.000 yıl öncesinden başlayıp İslami döneme kadar bir geçit oluşturan bu müzede, Bizans dönemine kadar bir çok vahşi hayvan figürü var.
Solda gördüğünüz Leopar (Kurt ya da yaban domuzu da olabilir) kafası, Göbekli tepe için sadece bir 'teaser'! Göbeklitepe'nin kendisi zaten vahşi hayvanlarla çevirili...
Bu kısımda heyecanını kaçırmamak için fazla detaya girmiyorum. Ama tarımdan ve yerleşik hayata geçişten önce dahi hayvan figürlerinin bol bol yapıldığını belirtelim. Derken yerleşiyoruz, tarım yapmaya başlıyoruz ve sağdaki gibi eserler üretmeye başlıyoruz....
Tek amacın hayatta kalmak olduğu zorlu yaşam koşullarında bile insanlar çocuklarına oyuncak yapmaktan vazgeçmemiş <3
Kendilerine güzel kolyeler yapmaktan ve kap kacak etrafına süslü desenler çizmekten de... Ne durumda olursak olalım, insan ruhu güzelliği ve şefkati hep içinde barındırmış belli ki!
Sergilenen bazı eserlere ise biraz fazla anlam yüklenmiş gibi... Örneğin bu solda görünen kaplar!
Müze açıklamasında bu kapların 'ilk asgari ücret' temsili olduğu söyleniyor. Yani şöyle, insanlar tüm gün çalıştıktan sonra bu kaplar ile yiyecek-tahıl alıyorlarmış. Fakat ben bizzat Göbeklitepe'de çalışmış bir arkeolog ile derhal olayı sorguladım ve bu teorinin aslında çok da kesin olmadığını öğrendim. Biraz çarpıcı olsun diye vurgulanmış sanırım. Sonuçta, sadece kap işte! :)
Sağ tarafta gördüğünüz kadehler ise muhtelemen ritüelistik anlamlara sahip. Çünkü alt kısımları düz değil, dolayısıyla yere konamıyorlar - iki tane kulp olması da kadehin elden ele verilmek amaçlı yapıldığını gösteriyor. Yani muhtemelen herkesin birer yudum alıp bir diğerine uzattığı, şarap, ayin-tören-şölen gibi anlamları olabilir! Paylaşmışlar, ne hoş!Sizin için güzel olanları seçtim ve yine heyecanını kaçırmamak için bu kısımları geçiyorum; tarım ile beraber öğütmek için düzenekler de sergileniyor. Hepsi orijinal...
Ve insanların dilekleri, duaları... İnsan hep umut etmiş!
'O kapılar açılsın lütfen' büyüsü solda, kullanmak isteyen olursa diye bırakıyorum! :)
Bir diğer büyü de Tanrıça ile aranızı düzeltmek için. Büyü-dua ayrımının pek olduğunu söyleyebilir miyiz, emin değilim... Biraz felsefi bir tartışma olur bu!
Nazar ve cinlerle olan, bitmek bilmeyen savaşımız!
Cinlerden ve nazardan korunmak için iki ayrı dua bunlar da! Tü tü tü! Gözü olanın gözü çıksın!
Helenistik dönemle birlikte de işin içine biraz magazin karışmaya başlıyor!
Eros ve Psyche bu müzenin gözde çifti!
Şaka bir yana... Bir çok figürün yanında en sık görülen Eros ve sevgilisi Psyche. Sergilenenlerin içinde Psyche'nin Eros ile beraber ve mutlu olduğu iki eser varken; neredeyse on tane de Psyche'nin tek başına olduğu ve ağladığı heykeller var. 'Aşk acıtır!' diye bir yoruma varmadan önce ise bu ağlayan Psyche heykellerinin nerede bulunduklarını göz önünde bulundurmak lazım: Mezarlıklarda.
Yani Katolik mezarlıklarında çok fazla görülen ağlayan melek figürünün orijinal hali. Belki aşık oldukları insanı yitirenler, mezar için ağlayan Psyche'yi uygun görmüşlerdir. Bilemeyiz.
Müzenin heyecanını daha fazla kaçırıp spoiler vermeyeyim, gerisini gidin görün!
Şimdi bir diğer tavsiyeme geçiyorum: Yürüyün. Ulu Cami'yi bulmaya çalışın ve mutlaka kaybolun. Pişman olmayacaksınız.
Bu tarihi sokaklar profesyonel kameranızı yanına almadığınız için pişman olmanıza sebep olacak sadece.
Bu sokaklarda ufak dükkanlar, bazı dernekler ve bir çok insanın da evi var.
Dolayısıyla gezerken ve güzel fotoğraflar çekmek isterken bir taraftan da orada yaşayan insanların olduğunu hatırlayın ve günlük hayatlarını taciz etmediğinizden de emin olun derim. Turistik bir ilgi ile karşınızda gördüğümüz güzelliklere biraz zarif davranalım.
Bu sokaklar terrrrrtemiz, zira her sabah mahalle sakinleri evlerinin önündeki taşları hortumla suyla yıkıyor. Dolayısıyla mis kokulu sokaklardan geçerken tarihi unutuyorsunuz.
Bu tatlı derneklere üye olmadan nasıl durduk, bilemiyoruz! :)
Klişe olacak fakat gerçekten: Urfa halkı o kadar yardımsever ve misafirperver ki!
Adres sormaya dahi çekindiğimiz büyük şehir insanlarından sonra; yolda aptal aptal bakınarak arandığınızı görünce size yaklaşıp gitmeniz ve mutlaka görmeniz gereken yerleri kendileri tavsiye veren, tarif eden Urfa halkı...
Adeta evine misafir almışçasına, hoş geldin diyor, mutlaka görmen gereken yerleri anlatıyor, Urfa halkı Urfa ile gurur duyuyor.
Urfa emin ellerde, arkadaşlar. İstanbul gibi, Ankara gibi sahipsiz değil.
Şehirde yemek tavsiyesi vermiyorum bile... Özellikle sokak tatlıcıları MU-AZ-ZAM !
İtiraf edemeyeceğim kadar çok cevizli sarma yedim. Pişman değilim.
Sokaktaki köşe başındaki ciğercilerde ise İngiliz arkadaşlar, 2 sterline (17 liraya) açık köpüklü ayranlı, salatalı, her şeyli etler yediklerine inanamıyorlardı. Lezzetten ağlıyorlardı.
İki kişi son derece nezih, lezzetli bir restoranda başlangıçlarımızdan tutun tatlımıza, kahvemize kadar yiyip içtiğimizde ise 150 liradan az bir hesap ödedik.
Ertesi gün Göbeklitepe yolu...
Göbeklitepe için turlara mahkum değilsiniz artık!
Hava alanı Havaş otobüslerinin kalktığı yerden sabah saat 10'da Göbeklitepe otobüsleri de kalkıyor ve kişi başı beş liraya tam Göbeklitepe girişine götürüyor.
Aynı otobüs 12'de geri dönüyor -ki iki saat Göbeklitepe için yeterli.
Girişteki gösterim gerçekten nefes kesici... Bu kısmı es geçmek hata olur!
Göbeklitepe'ye girişten önce bu gösterimin biletleri ayrı satılıyor. Kesinlikle ama kesinlikle girmenizi öneririm.
Önce sevgili Klaus Schmidt'in çalışmalarından tutun, köylüler ile röportajlarına kadar kazı sürecine dair her şey; ardından ise bu muhteşem görsel şov var...
Sadece azıcık ucundan heyecanlanmanız için bu görselleri sunuyorum. Dahası Göbeklitepe'de!
Şimdi... Gelelim o efsanevi yere... Böyle görseller sayesinde Göbeklitepe ile ilgili farklı beklentiler oluşabilir.
Ben örneğin, çok daha büyük olacağını tahmin ediyordum. Bir Stonehenge kadar olmasa da; en azından Efes tapınakları kadar olacakmış gibi... Göbeklitepe, daha küçük. Daha da önemlisi, henüz tamamen ortaya çıkarılmamış. Çevrede hala kazılar devam ediyor.
Çevresindeki platformun altında kalan dahi bazı taşlar var.
Neden platform taşların üstünde, niye daha geriden yapılmamış; henüz bilemiyoruz. Sevgili Çiğdem Schmidt de bu konuda sitem etmişti ve dökülen betonun kötü bir fikir olduğunu açıkça belirtmişti; fakat ilerleyen zamanlarda yenilemeler yapılacağını umuyoruz.
Göbeklitepe'nin taşlarının üzerinde akrepler, kertenkeleler, kartallar ve leoparlar var.
Bu hayvan figürlerinin koruyucu olarak konulduğu söyleniyor. Bir ihtimal elbette...
Mutlaka bir rehberden öğrenin, çalışanlar ile konuşun, Klaus Hoca'nın anılarını, süreçte yaşananları, ufak detayları dinleyin!
Çünkü Göbeklitepe ilk görüldüğünde heybetiyle aniden çarpan değil; baktıkça içine çeken bir girdap gibi.
Muazzam bir enerjisi var. Tepede, şöyle bir baktığınızda Suriye'deki dağların bile göründüğü tepede; bizden binlerce yıl önce yaşamış, bizim gibi anlam aramış - inanmış - adanmış ve çılgıncasına arzulamış ruhlar ile toprak ananın koruduğu anılarıyla hala duruyor.
Her şeyi bildiğimizi sandığımız anda çıkan ve dünyayı sarsan Göbeklitepe; kim bilir daha nice sürprizler saklıyor koynunda...
Mutlaka gidip görülmeli!
Peygamberler, dinler... Kısacası inancın şehri Urfa'da, her arayan için bulunacak bir şey var. Bize de anlatmak düşüyor :)
Kalplerimizde inanç hep vardı!
Yorum Yazın
Gökçe'den retrosuz dolunaysız ketosuz içerik. Gitmek isteyenler için öncesinde faydalı bilgiler, emeğinize sağlık :) Tarihin ilk adımları gezi planımız.
İşte benim memleketim...
urfalılar misafir severler, sıcak insanlardır, yemekleride ayrı bir güzeldir zaten tarihini anlatmaya gerek yok gidip görmek gerek ama tek üzücü kötü yanı ur... Devamını Gör