onedio
Görüş Bildir

DenizBank Haberleri

DenizBank ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. DenizBank ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

En Başarılı Türk Takımı: Vakıfbank
VakıfBank, Şampiyonlar Ligi şampiyonluk kupasını 3. kez kazanma hedefinde başarılı olamazken, Dinamo Kazan karşısında aldığı mağlubiyet bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki tek yenilgisi oldu. Avrupa Voleybol Konfederasyonu (CEV) tarafından düzenlenen DenizBank Avrupa Kadınlar Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finalleri'nde Rus Dinamo Kazan'a yenilen VakıfBank, Avrupa ikinciliği ile yetinmek zorunda kaldı. Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de düzenlenen organizasyondaki ilk maçında dün, bir diğer Türk temsilcisi Eczacıbaşı VitrA'yı 3-1'lik skorla geçen VakıfBank, finalde Dinamo Kazan'a yenilmekten kurtulamadı. Bakü'ye Şampiyonlar Ligi'nin son şampiyonu unvanıyla gelen VakıfBank, zirvedeki yerini bu kez Rus temsilcisine kaptırdı. Avrupa kupalarının en başarılı Türk takımı- VakıfBank, bugüne kadar elde ettiği başarılarla Avrupa kupalarındaki en başarılı Türk ekibi olarak dikkati çekiyor. Tarihinde, 2 kez Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan ekip, birer kez de Top Teams ve Challenge kupalarında şampiyonluk elde ederken, geride kalan sezonda ise Uluslararası Voleybol Federasyonları Birliği (FIVB) Dünya Kulüpler şampiyonu olarak dünyanın zirvesine çıktı. Şampiyonlar Ligi'nde 2011 yılının şampiyonu olan ve bu kulvarda kupa kaldıran ilk Türk ekibi olarak tarihe geçen VakıfBank, 2013 yılında bu başarısını bir kez daha tekrarladı. Daha önce bu kulvarda 1998 ve 1999 yıllarında Avrupa ikincisi olan ekip, 2006 yılında ise 4. sırada kendisine yer bulmuştu. Top Teams Kupası'nda 2004 yılında, Challenge Kupası'nda ise 2008 yılında adını zirveye yazdıran VakıfBank, CEV Kupası'nda ise 1991, 1992 ve 2000 yıllarında üçüncülük elde etti. FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonası'nı geçen sezon kazanma başarısı gösteren VakıfBank, 2011 yılında bu organizasyonu 2. olarak bitirmeyi başarmıştı. Sezonu tek yenilgiyle kapattı- VakıfBank, Şampiyonlar Ligi şampiyonluk kupasını 3. kez kazanma hedefinde başarılı olamazken, Dinamo Kazan karşısında aldığı mağlubiyet bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki tek yenilgisi oldu. Atom Trefl (Polonya), Dinamo Romprest (Romanya) ve Gent Dames (Belçika) ekipleriyle yer aldığı C Grubu'nu 18 puanla lider tamamlayan ve maçlarında yalnızca 1 set kaybeden VakıfBank, 12'li play-off etabında Azerbaycan'ın İgdisadchi Bakü takımını iki maçta da 3-0'lık skorla 6'lı play-off etabında ise Fransa'nın Cannes ekibini iki maçta da 3-1 mağlup ederek Dörtlü Finaller'e kaldı. VakıfBank, Dörtlü Finaller'deki ilk maçında Eczacıbaşı VitrA'yı yenmesine karşın, finalde Dinamo Kazan'a karşı mağlup olmaktan kurtulamadı. VakıfBank'ın Avrupa başarıları VakıfBank takımının Avrupa kupalarında bugüne kadar elde ettiği başarılar şöyle: 1998 Şampiyon Kulüpler Kupası1999 Şampiyon Kulüpler KupasıSporx
Halkbank, Voleybol Tarihi'ne Geçti
DenizBank Erkekler CEV Şampiyonlar Ligi ikinciliğini elde eden Halkbank, 2. kez Türk voleybol tarihine geçti. DenizBank Erkekler CEV Şampiyonlar Ligi ikinciliğini elde eden Halkbank, 2. kez Türk voleybol tarihine geçti. Türk temsilcisi, geçen yıl elde ettiği CEV Kupası şampiyonluğunun ardından, ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi'nde gümüş madalya kazanarak büyük bir başarıya imza attı. Ev sahibi Halkbank, Avrupa Voleybol Konfederasyonu (CEV) tarafından TVF Başkent Salonu'nda 22-23 Mart tarihlerinde düzenlenen Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finali'nin yarı finalinde Polonya ekibi Jastrzebski Wegiel ile karşılaştı. Rakibini 25-21, 25-19 ve 25-19'luk setlerle 3-0 yenen Türk temsilcisi finalde Rus Belogorie Belgorod ile eşleşti. Dünyanın en iyi takımları arasında ilk sıralarda gösterilen Belogorie Belgorod'a 18-25, 25-22, 16-25 ve 25-27'lik setlerle 3-1 yenilen Halkbank, gümüş madalya elde etti. Halkbank, Türk voleybol tarihinde Şampiyonlar Ligi finali oynayan ilk takım olmasının yanı sıra Türkiye'ye ligdeki ilk madalyasını da kazandırdı. Türk voleybolu böylece, 2011-2012 sezonunda Polonya'da düzenlenen Dörtlü Final'e katılan Arkas Spor'un 4'üncülüğünün ardından Halkbank ile çıtayı yükselterek yeni bir gurur yaşadı. Hem ligde hem de Avrupa kupalarında istikrarlı bir performans sergileyen Halkbank, geçen sezon da CEV Kupası'nda şampiyonluk elde etmişti. Organizasyon tam not aldı Halkbank, organizasyon anlamında da Türkiye'ye bir ilki yaşattı. Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finali'ni ilk kez Türkiye'ye getiren ekip, son derece başarılı geçen iki günün ardından yerli ve yabancı tüm katılımcılardan tam not aldı. CEV Başkanı Andre Meyer ile Kıdemli Başkan Vekili Aleksandar Boricic, ligin ana sponsoru DenizBank'a, Türkiye Voleybol Federasyonu'na ve Halkbank ekibine başarılı organizasyondan dolayı her fırsatta teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Şampiyonlar 2000-2001 sezonundan itibaren düzenlenen Dörtlü Final'de kupayı kazanma başarısı gösteren takımlar şöyle: 2000-2001 Paris Volley (Frasa) 2001-2002 Lube Banca Macerata (İtalya) 2002-2003 Lokomotiv Belgorod (Rusya) 2003-2004 Lokomotiv Belgorod (Rusya) 2004-2005 Tours VB (Fransa) 2005-2006 Sisley Treviso (İtalya) 2006-2007 VfB Friedrichshafen (Almanya) 2007-2008 Dynamo-Tattransgaz Kazan (Rusya) 2008-2009 Trentino (İtalya) 2009-2010 Trentino (İtalya) 2010-2011 Trentino (İtalya) 2011-2012 Zenit Kazan (Rusya) 2012-2013 Lokomotiv Novosibirsk (Rusya) 2013-2014 Belogorie Belgorod (Rusya)Sporx
Fizy'nin Dijital Ajansı Pharos Oldu!
Türk kullanıcıların faydalandığı popüler hizmet, bu önemli isimle güçlerini birleştirdi! Pharos , dünyada en çok tanınan Türk internet girişimlerinden biri olan ve The New York Times tarafından ' Yeni yılda denenmesi tavsiye edilen üç internet sitesi ' arasında gösterilen fizy 'yi Nisan 2014 tarihi itibariyle müşteri portföyüne kattı. Pharos Digital, bundan böyle, 2011 Mashable Ödülleri'nde ' Dünya'nın En İyi Müzik Servisi ' ödülünü kazanan fizy'nin dijital dünyadaki iletişim rotasının belirlenmesine katkıda bulunacak. fizy'nin dijital pazarlama ve sosyal medya süreçlerini yönetmeye başlayacak olan Pharos Digital, yaratıcı pazarlama projeleri ile AIG, Akbank, Arby's, Aymarka, BNP Cardif, Burger King, Denizbank, Huggies, Odeabank, Petrol Ofisi, Popeye's, Pronet, Sbarro, Soyak, Turkcell Superonline, Vodafone ve Yeditepe Üniversitesi Hastanesi gibi birçok büyük markaya da hizmet sunuyor.
190 Milyon Liralık Kayıp Meclis Gündeminde
CHP, 190 milyon liralık kaybı gündeme getirerek, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'a, 'Bu değişiklik, çeşitli suistimallere açık olduğu 17 Aralık süreciyle ortaya çıkan kamu bankalarının kârlılığını artırmak, kamu bankalarının daha fazla kredi verebilmesi ve kritik seviyedeki rasyolarını düzeltmeleri için mi yapıldı' diye sordu. İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) ve Doğal Afet Sigortaları Kurumu'nun (DASK), Kamu Haznedarlığı Tebliği'ne dahil edilmesinden sonra, her iki kuruma mevduatlarını yalnızca kamu bankalarında tutma zorunluluğu getirilmesi soru önergesi oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, Başbakan Yardımcısı Babacan'ın yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığına yazılı soru önergesi verdi. Umut Oran, Babacan'a şu soruları yöneltti: *Hazine Müsteşarlığı ile Maliye Bakanlığı’nın Kamu Haznedarları Tebliği’nde değişiklik yaparak, İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) ve Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) mevduatlarının üç kamu bankasında tutulması zorunluluğu mu getirildi? Bu değişikliği neden yaptınız?*Değişiklik talimatı Recep Tayyip Erdoğan’dan mı geldi? Siz de bu değişikliğe olumlu baktınız mı?*İSF’nin bugün itibariyle mevduat büyüklüğünün 7 milyar TL, DASK’ın ise 2,5 milyar TL olduğu doğru mudur?*İSF ve DASK’ın toplam 9,5 milyar TL’yi bulan mevduatlarının Türkiye'nin en büyük 10 bankası (İş Bankası, Ziraat Bankası, Garanti Bankası, Ak Bank, Yapı ve Kredi Bankası, Halk Bankası, Vakıflar Bankası, Finansbank, Denizbank, Türkiye Ekonomi Bankası)  içerisinden en yüksek faizi veren bankada tutulması uygulamasından neden vazgeçildi?*Bu müdahaleniz serbest piyasa ekonomisi kurallarına aykırı değil midir?*Mevduatın, en yüksek faizi veren banka yerine üç kamu bankasından birisine yatırılacak olması nedeniyle, İşsizlik Sigortası Fonu'nda yıllık 140 milyon, DASK'ta ise 50 milyon TL’lik kayıp yaşanacağı bilgisi doğru mudur? Yıllık olarak toplamda 190 milyon TL’lik kamu zararına yol açacak bu düzenlemenin sorumlusu kimdir? Doğacak bu kamu zararı kimden, nasıl karşılanacaktır?*Bankalar, toplamda 9,5 milyar TL’yi bulan bu iki büyük mevduatı kapmak için yarışıp, piyasa faizinin de 2 puan üzerinde, çıkılabilecek en yüksek faize çıkarak bu parayı bünyelerine katmaya çalışmasının sakıncası ne idi, eski sistemden neden vazgeçildi?*Bu değişiklik, çeşitli suistimallere açık olduğu 17 Aralık süreciyle ortaya çıkan kamu bankalarının kârlılığını artırmak, kamu bankalarının daha fazla kredi verebilmesi ve kritik seviyedeki rasyolarını düzeltmeleri için mi yapıldı?*İşsizlik Sigortası Fonu’nun, milyonlarca çalışandan kesilen primlerle oluşturulması karşısında, yıllık 140 milyon TL kaybı yol açacak bu değişiklik öncesinde herhangi bir işçi-işveren sendikası, konfederasyonundan görüş aldınız mı, aldıysanız hangi görüşler tarafınıza ulaştırıldı?
5. Uluslararası İstanbul Opera Festivali Perdelerini 'Attila' ile Açıyor
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından organize edilen ve Denizbank’ın ana sponsorluğunda 2010 yılından bu yana seyirciyle buluşturulan Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 5′inci yılında da yerli ve yabancı topluluk ve sanatçıların yer aldığı muhteşem bir programla İstanbulluların karşısında olacak. Festival, 3 Haziran’da, Ankara Devlet Opera ve Balesi yapımı, G.Verdi’nin ünlü opera eseri “Attila” ile seyirciyi selamlayacak. Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’nün 2014 sanat sezonunda prömiyerini yaptığı ve her temsili kapalı gişe oynayan eser, Zorlu Center PSM’de sahnelenecek. Ünlü rejisör Andrejs ZAGARS’ın Ankara Devlet Opera ve Balesi için sahneye koyduğu eserde; Attila’nın, Roma’yı işgali sırasında kendisine esir düşen Odabella’ya olan aşkı ve Odabella’nın intikam planları anlatılıyor.haber kaynağı: sanatrehberi.info
"1 Haziran'da Taksim'in Halka Açılması İçin Abdullah Gül, Erdoğan'ı İkna Etti"
Can Dündar, medyaya yönelik baskılara ilişkin 'Medyada toplu istifaların olmaması, medyanın yüz karasıdır' ifadesini kullandı “Gözdağı” belgeseliyle adından söz ettiren gazeteci Can Dündar, Gezi Parkı eylemlerinin başlamasının hemen ardından 1 Haziran’da 'Taksim'in halka açılması için Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan'ı ikna etti. Ve polis çekildi' ifadesini kullandı. Can Dündar, “Medyanın bu kadar kuşatma altına alındığı bir dönemde “biz bu baskıya dayanamayacağız” deyip, topluca ayrılan bir ekibin çıkmaması hepimiz için yüz karasıdır. Biz bunu NTV’de yapabilirdik. NTV gibi haberciliğin yüz akı olmuş bir kanalın iktidarın eline teslim edilme sürecinde “burası aynı zamanda izleyicilerin ve çalışanlarındır” deyip, orayı komple terk edebilseydik tarihe geçerdik. Milliyet gibi bir gazetenin başka bir patron altında iktidara teslim edilmesi sürecinde “biz buna razı değiliz” deyip topluca çıkabilseydik, tarihe geçerdik” ifadelerini kullandı. Diyarbakır’da Türk bayrağının indirilmesine ilişkin konuşan Dündar, “Gezi bu kadar öfkeyle bastırılmasa belki bugün bayrak olayını da farklı karşılıyor olabilirdik. Çocuğu bile bu kadar dövsen şımarır, komşunun camlarını taşlar, evine bayrak asar. Bu tür refleksler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin milliyetçiliğin tırmanacağı bir döneme girmesi kötü bir refleks. Ama bu da konjoktürel ve geçici bir şey. Bunun bedelini hükümet de ödeyecek. Ödemeye de başladı. Bu kadar şiddetle barışçıl bir gösteriyi bastırdığın zaman barış sürecinin kalmayacağını görmen lazım” dedi. Medya Tava’dan Neslihan Akdaş’a konuşan Can Dündar’ın söyleşisi şöyle: Gözdağı Belgeseli'ni göstermek isteyen televizyonlar oldu mu? Ana akım medyadan teklif geldi mi ya da gelir mi yayınlamak için? Tahmin ettiğin gibi ana medyadan gelmez. Halk TV, Ulusal TV, İMÇ göstermek istedi. Ama doğrusu evde tek başına izlensin istemiyorum şimdilik. Parklarda, toplu gösterimlerde insanlar bir şeyler paylaşarak izlesin. İnsanların da efor sarfetmesini istiyoruz izlemeleri için. Gezi de öyleydi. Evinden, TV’nin başından çık, insanlarla birlikte ol duygusu. O yüzden bir TV kanalına da vermedim. ' Gözdağı’nda daha önce paylaşılmamış, ilk kez izlediğimiz görüntüler de var değil mi? Çağrı yaptık, insanlar görüntülerini bizlerle paylaştı. Belgeseldeki gözünü kaybeden insanların vurulma anları ilk kez yayınlandı. Çoğu amatör kameraydı zaten. O gençler de kendilerini anlatma fırsatı buldu ilk kez. Bir detay daha vardı belgeselde, gözden kaçmasın. “1 Haziran’da Taksim'in halka açılması için Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan'ı ikna etti. Ve polis çekildi' diyordunuz perforede. İlk kez yüksek sesle söylendi. O da kulis bilgisi. Taşları yerine koyunca Erdoğan’ın sonradan çıkıp “Arkadaşlar böyle diyor” sözlerinden aslında şüphelenmemiz lazımdı Cumhurbaşkanı’nın devreye girdiğini , işin kötü gittiğini fark edip Erdoğan’ın parkı açması için ikna etmesini. Parkın açıldığı dakikalarda ordaydım. Polis aniden çekildi. Bunun arkasında kulis olduğunu öğrendim ve bunu belgesele koydum. Belgeselde BDP bayraklı gençlerle, Atatürk posteri taşıyanlar birlikte halay çekiyordu. Gezi neden değerli, o sahneleri izleyince tekrar hatırladık. Çünkü “birlikte yaşayabiliriz”i göstermişti bize. Ancak daha geçen hafta Lice’de bayrak krizi yaşandığında Gezi eylemlerine katılan, destek olan bir grubun sessiz kaldığına hatta bayrak üzerinden politika yapıp kışkırttığına şahit olduk siyasetçisinden gazetecesine. Bu ikiyüzlülük değil mi? Gezi benim yaşamak istediğim ülkeydi. O yüzden değerini, hikmetini zaman içinde daha iyi anlayacağız. İşte bayrak krizi patlayınca anlıyorsun değerini. Oradaki ortaklık duygusu çok özel bir duyguydu. Belgeseli biraz da bu yüzden umut havasında bitirdim. Gezi’ye söz söylemeye kıyamıyorum. Buradan büyük bir parti çıkmayacağını biliyorduk. Omurgası olan bir politik hareket değildi. Bir refleks, bir itirazdı. İtiraz mesajını iki kesim aldı. Biri biz. Böyle bir potansiyelimiz, gücümüz varmış, bir arada durabiliyormuşuz. Bir de iktidar aldı; bunlar bir araya gelip bana posta koyabiliyor duygusu. İki taraf da bu duyguyla yaşayacak. Ve bu ikisi Türkiye’nin önünü açacak. Ben en azından bir yıla göre çok daha umutlu bir noktadayım. Gezi’nin üstüne çok ağır gittiler, bu kadar şiddetle bastırmaya çalışırsan o zaman hareket başka bir şekle bürünüyor. Bazen milliyetçilik oluyor, bazen şiddet oluyor, bazen yılgınlık, çekilme, eve kapanma oluyor. Gezi bu kadar öfkeyle bastırılmasa belki bugün bayrak olayını da farklı karşılıyor olabilirdik. Çocuğu bile bu kadar dövsen şımarır, komşunun camlarını taşlar, evine bayrak asar. Bu tür refleksler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin milliyetçiliğin tırmanacağı bir döneme girmesi kötü bir refleks. Ama bu da konjoktürel ve geçici bir şey. Bunun bedelini hükümet de ödeyecek. Ödemeye de başladı. Bu kadar şiddetle barışçıl bir gösteriyi bastırdığın zaman barış sürecinin kalmayacağını görmen lazım. Önümüzde zorlu bir dönemeç daha var Türkiye için; Cumhurbaşkanlığı seçimi. Yerel seçim öncesi yaşanan kaos ortamı nükseder mi? Tansiyon yine yükselecek mi? Edilgen aktörler değiliz artık, etken aktörleriz. Biz itiraz edersek iyi şeyler olacak, ne yapsak olmuyor deyip çekilirsek kötü şeyler olacak. Erdoğan’ın baştan beri çok istediğini biliyoruz o mevkiyi. Ardını da garantiye almak istiyor. Muhalefetin bir ortak aday çıkarabileceğini düşünüyorum. Bir şans var mı, var. Toplumun bir kez daha nasıl göbekten ikiye yarıldığını göreceğiz. Her kim olursa olsun Türkiye’nin ortak cumhurbaşkanı olmayacak. Cumhurbaşkanı gelsin, toplumu kucaklasın; ordu gelsin hepimizin ordusu olsun; polis gelsin bizi sevsin; Meclis halkın meclisi olsun... Bunlar olmadı. Eskiden devletten bekliyorduk şimdi artık devletin suçlu olduğu gördük. Kendi içimizde nasıl uzlaşırız, bunun yollarını görmemiz gerek. Toplumsal hareket başlangıcı için iyi bir nokta. Peki seçim öncesi Cemaat kanadından yeni ataklar bekliyor musunuz? Cemaatin geçen bir yıl içinde çok şey öğrendiğini düşünüyorum. Sırtını devlet gücüne dayamış, iktidarla kol kola para kazanan bir dini topluluktan şu an Türkiye’nin en büyük düşmanı haline dönüştü. Ciddi bir travmadır. “Hadi aslanım ne istersen ye, iç” denen bir çocuğu, bir anda sokağın ortasına atıp, vatan hainisin deniyor. Cemaatin de dönüşeceği bir sürece giriyoruz. Düne kadar devletin nimetlerini nasıl paylaştırırım derken şimdi beni ne zaman evden alacaklar diye bekleyen bir anarşiste dönüştü. Çok eziyet ettiler, zamanında ellerindeki gücü kötüye kullandılar, birlikte çalıştılar. Günahsız insanların günahını aldılar. 28 Şubat’ta neyle karşılaştılırsa şimdi Erdoğan’dan aynı muameleyi görüyorlar. Ancak 31 Mart öncesi Cemaat’in yayınladığı tapeler beklendi heyecanla, paylaşıldı, haber yapıldı. Cemaat bel altı vururken, tapeleri haber yapmak doğru muydu? Şurda yanlış yaptık. Bütün yolsuzluğu biz ortaya çıkarmak zorundaydık. Türkiye medyasında bir satır yolsuzluk ortaya çıkmadı 10 yıl boyunca. Bunun günahı hepimizin boynunda asılı. Biz TV’nin karşısında oturarak ya da internetin başına geçip tapeleri bekledik. Günah oydu. Ama gelenleri görmemezlikten gelmek de ayrı bir günah olacaktı. Bir kısmımız onu da yaptı kendince etik nedenlerle ya da korkudan. Ben artık o noktadan sonra zaten ilk günahı yaşamış ve ikinci günaha ortak olamayacağımı düşünüp hepsini yayınladım. Peki 10 yıldır siz neden yolsuzluk haberi yapmadınız? Özeleştiri dediğim o. Birkaç şey var. 80 döneminde de gazetecilik yaptım. Milli Güvenlik Konseyi’nden bile haber sızardı, gizli oturumlardan haber sızardı. Burada nasıl bir menfaat şebekesi yaratıldıysa en ufak bir sızma olmadı. Taktir etmek lazım, o çıkar zincirinden en ufak bir halkanın bile çözülmesine izin vermediler. İkincisi bizde de yayınlanacak bir mecra yok diye yılgınlık oldu. Bu işler iyi niyetli bir gazetecinin “ben şuna bakayım” demesiyle olmaz. İçerden sızma olur ya da araştırma ekipleri kurarsın medya içinde, git araştır dersin. Bizde öyle gazetecilik kalmadı. Bunu da yapamadık. Kimsenin buna da enerjisi yoktu, böyle bir iklim de yoktu medyada. Bu nedenlerle biz o tapelere mecbur kaldık. Onlar olmasa bugün bütün bu hırsızlıktan da haberdar olamayacaktık. Şimdi ne yapacaksınız? Artı 1, 5 ay sürdü. Sizin öngörünüz neydi, ne kadar sürecekti Artı 1’de maceranız? Ve ilk gittiğinizde daha önce maaşlarını alamayan, sansüre uğrayarak kanaldan ayrılmak zorunda kalan meslektaşlarınız tarafından da eleştirildiniz. Türkiye’nin kritik bir döneminde, 5 ay gazetecilik yaptık. Yapılabileceğini de gösterdik. Bunun çok sürmeyeceğini de biliyorduk. Haluk Şahin beni uyarmıştı; “İki şey olacak; yayınınıza müdahele edecekler ve para alamayacaksınız” diye. İlki hiç olmadı. İkincisine maalesef yenildik. Arabanın benzini bitti ama arabadan memnunduk. En genelinde bir deprem oldu ve medya altında kaldı. Biz o enkazın altından “kimse var mı” diye bağıran insanlardık. O yüzden çok lüks arayacağımız bir durum yok. Bulduğumuz her alandan soluk almaya çalışıyoruz. Artı 1, toprağın altından soluk alabildiğimiz borulardan biriydi. Ama bu kadar yetti. Bu enkazın kalkması çok vakit alacak. O yüzden kimse karşıma geçip de “sen de neden oradan nefes aldın” demesin. Yarın başka bir yer bulacağız, oradan nefes alacağız. Ben asıl enkaz altındaki, meslektaşlarım için üzülüyorum. Yutkunmak çok zor. O arkadaşlarım için üzülüyorum. Biliyorsun ama yazamıyorsun. Belgeseli yaparken medyada çalışan birçok arkadaşımız “elimizde görüntüler var kullanamadık, size verelim” dediler. “İçerdeki çapulcular” diyorum ben onlara. Hem taktir ediyorum, hem üzülüyorum. Benim fikrimi sorarsanız kalabilen kalsın medyada, mücadelesini gizli ya da yüksek sesle verebilen versin. Ayrıca bugün yutkunarak işine devam eden pek çok medya çalışanının geçim derdi, okutmak zorunda olduğu çocuğu, ödemek zorunda olduğu kredileri var. Medyanın bu kadar kuşatma altına alındığı bir dönemde “biz bu baskıya dayanamayacağız” deyip, topluca ayrılan bir ekibin çıkmaması hepimiz için yüz karasıdır. Biz bunu NTV’de yapabilirdik. NTV gibi haberciliğin yüz akı olmuş bir kanalın iktidarın eline teslim edilme sürecinde “burası aynı zamanda izleyicilerin ve çalışanlarındır” deyip, orayı komple terk edebilseydik tarihe geçerdik. Milliyet gibi bir gazetenin başka bir patron altında iktidara teslim edilmesi sürecinde “biz buna razı değiliz” deyip topluca çıkabilseydik, tarihe geçerdik. Milliyet de farklı bir noktada olurdu bugün. Bunları yapamadığımız için içerde iyi niyetli arkadaşların çabasını takdir etmekle yetiniyoruz. Ama bunu yapabilseydik farklı bir yerde olurduk. En azından bir iz bırakabilirdik. Peki bunu yapmayı arkadaşlarınızla denediniz mi? - Denedik, olmadı. Tek tek yolunduk. NTV’de de konuştuk, Milliyet’te özellikle ben de konuştum. Kimlerle konuştunuz? - Olmamış bir şey için isim vermenin anlamı yok. Kiminin aklına yattı, kiminin kendince gerekçeleri vardı, geçim derdi vardı. Kimi buradan bir yere varamayacağımız düşünüyordu. Kimisi “bilmem kim ayrıldı, değer mi onun için” durumuna girdi. Kişisel husumetleri, zaruretleri aşıp da kitlesel bir tavır koyamadık ne yazık ki. Bu tavır koyulsaydı sistem tökezlemeyecekti, sonuçta patron da değişmeyecekti. Milliyet’i başka bir yerde kurabilirdik. Zor olurdu ama olurdu. Milliyet değil adı Zilliyet olurdu. Tüm Milliyet yazar kadrosuyla ayrılsaydı içi boşaltılmış bir gazete olacaktı orası. Türk medyası toplu hareket edebilme yeteneğini kaybetti. Artı 1’e başlarken bir kaç aylık maaşınızı peşin aldığınız konuşuldu medya kulislerinde... İlk gün, patronla, arkadaşlarımız parasını almadan hiçbir yönetici almayacak diye konuştuk. Ben içeridekilerin parası ödenmeden bir kuruş almadım. Orada çalışanlar da çok iyi biliyor. Ve bugüne kadar meslek hayatımda hiç yapmadığım tuhaflıklar yaptım. Reklamverenlere gidip, kendimizi anlattık. Bunların yıllarca bir gazetecinin işi olmamasına gayret ettim. Ama ne yazık ki Türkiye’de burjuvazi yok, zenginler var. Elini taşın altına koymaktan çekinen, korkan bir kesim var. Çok sınırlı destek geldi. Bu kadar ağır baskının olduğu bir yerde direnmek de zor tabii. Bunlar cesur çocuklar deyip, alttan destek olanlar da oldu. Bu da sevimsiz. Böyle bir dönemde gerçek gazetecilik yapmak istediğinizde öyle mayın var ki, hiçbirine basmamak mümkün değil. Bant geliyor; kullanırsak kullanılır mıyım duygusu. Patron maaş ödemiyor böyle devam edersek sömürüye ortak mı oluruz duygusu. Bütün o mayınlı arazilerde yürüdük. Benim de alacaklarım var. Hukuki bir süreç başlayacak. Şu an yaz tatilindesiniz diyelim. Eminim ki medyada görüşmeleriniz devam ediyordur. Yeni yayın döneminde belki de yeni bir kanalda karşımıza çıkacaksınız. Şu an artı 1’i almak isteyenler var. Görüşmeler var. Bize de soruyorlar bu görüşmeler sırasında kanala geri döner misiniz diye. Benim bir önyargım yok çıktım, bir daha dönmem diye. Alan kişiye bağlı. O özgür ortamı tekrar yaratabilirsek, insan sömürüsüne dayanmayan bir sistem olursa neden olmasın. Orada ya da başka bir yerde devam edebiliriz. O enerjim var. Olmazsa da üzülmem. Bir belgesel yaptım, o bana iyi geldi. Benim kaçış alanlarım var. Yeni bir kitaba başladım. Sürpriz, heyecan verici bir kitap. Roman değil. Beni çok heyecanlandıran bir şeye kapıldım. İçim içime sığmıyor. Ama şunu görebiliyorum artık merkez medyada olamayacağım. Yine kulislerde Aydın Doğan’la görüştüğünüz konuşuluyor. Hatta 32. Gün için size teklif geldiğini duyduk. Var mı böyle bir teklif? Aydın Bey'le 3 ay önce Artı 1’in D-Smart’a alınması için görüştük. Sağ olsun esirgemedi. 32. Gün’ü Umur ( Birand) götürüyor zaten. Mehmet Ali Bey'in vefatından sonra 32. Gün için adım geçti, ben de sonradan haberdar oldum. Ancak şu an benim Doğan Grubu’nda olmam Aydın Bey için de zor. Siz Doğan Medya’da olmak ister misiniz? Hürriyet’te ya da Kanal D’de? Ben yazımı yazabileceğim her yerde olmak isterim. Zaman mı olmuş, Akit mi, Milliyet mi... Ben yazdığıma bakıyorum. Artı 1’e de öyle başlamıştım. Artık eskisi gibi şuraya da gidelim, emekli olalım dediğimiz dönemler bitti. Yanımıza sandalyemizi alıyoruz, koyduğumuz yerde konuşup, iniyoruz. Televizyonda haberleri izliyor musunuz? Ana haber izlemiyorum. Sabahları izliyorum biraz. Meraklı olduğum günler şöyle bir bakıyorum. İnternetten, Twitter’dan takip ediyorum gündemi. Tuhaf bir şey oluyor; ekranın altından bant geçer ya. Öyle bir bant geçmeye başlıyor bunca yıl sonra. Haber izlemenin eğlenceli yanı bu; neden bunu ilk haber yaptılar, burada ne demek istediler, neden şu görüntüyü kullanmamışlar. Eğlenceli ama boşa vakit harcamak. Ekrandaki iyi niyetli arkadaşların gözlerinden anlıyorsun ne demek istediğini. O sırada rejiyi düşünüyorsun. Bize bıraktığı tortu bu oldu galiba. Mehmet Ali Birand’ın ardından ana haberler de değişti. Uğur Dündar ve Ali Kırca da yok artık ekranda... Genç, dinamik, muhabirlikten gelen haber spikerleri var karşımızda. Onları nasıl buluyorsunuz? Birand yorumunu esirgemeyecek kadar özgüven ve cesaret sahibi bir adamdı. Zaman zaman aşırı dengeleri kollamaya çalıştığı için eleştirirdim ama her şeye rağmen doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilecek bir adamdı. Bugün çok azımız buna sahibiz. Birand’ın döneminde de çok vardı ama bugün aman kırıp döker miyiz dönemi daha fazla var. Seyircinin görmediği kulağımızdaki şeffaf kulaklık, rejiye bağlı. O rejide bir takım konuşmalar oluyor. O rejideki konuşmalar size bedelleri hatırlatıyor. Çıkarıp atarsanız hesap-kitap bu kez öbür kulağınızdan giriyor. Nolur, patron, hükümet ne der? Bunların sayısı artmaya başladıkça ekranda olanların dili dolanmaya başlıyor. İnsanlar aynı anda konuşup, aynı anda dinleyemez. Reji fazla konuşuyor. Ekran önündekiler daha az konuşabiliyor. Birand gibi daha fazla konuşan birilerine ancak reji susunca görebiliriz. Kendimi de katarak söylüyorum onun kadar cesur yorum yapamıyoruz, tavır koyamıyoruz. Bir anchorman tavır koymak zorunda mıdır? Bunu haber seçiminden anlıyorsun. Sorduğu sorudan anlıyorsun. Bizim meslekte yasaklı konuk kabul edilemez. Ama şimdi bakıyorsun “bunu çıkaramayız biz” denince kapanıyor konu. Birand en imkansızı ile başlardı. Biz ben en alttan başlıyoruz, bu korkaklık içimize sirayet etti. Yeniler içinde çok iyiler var. Eksik saymak istemem. Nazlı (Çelik), müthiş bir ekran yüzü; Serdar (Cebe) okuldan öğrencim, Birand’ın bayrağını iyi taşıyor; Fatih (Portakal) çok iyi ekranda, çok rahat. Mesleğe de yeni bir soluk getiriyorlar. Ama kuşatılmışlığın havası hissediliyor haberlerde. Gazetelerde takip ettiğiniz köşe yazarları var mı yeni nesil ya da sizin kuşaktan? Ot ve Birikim’de daha iyi yazarlar okuyorum. Oralara yöneldim desem. Kendimi de katarak söyliyeyim, bugün ne yazdı diye koşarak gazete alıp takip ettiğim biri yok. İtiraf edeyim ben de dahilim bu listeye. Kimin ne yazacağını tahmin edebiliyorsun ertesi gün. Sürprizimiz kalmadı. Kendi cephelerimize çekildik, oradan ateş ediyoruz. Ana medyadan ayrılış sırasında olsun, artı 1’de olsun tüm bu süreç boyunca kırıldığınız, sizde hayalkırıklığı yaratan insanlar oldu mu? Oldu. Beni çok şaşırtan arkadaşlarım oldu. Daha cesur olmalarını beklediğim, daha düzgün tavır sergilemelerini beklediğim, birçok arkadaşım beni şaşırttı. Bir kısmının arkadaşım olmadığını fark ettim, bir kısmı koltuğa, vaade, korkuya teslim oldu. Onlar adına üzüldüm, kendi adımı da üzüldüm niye daha önce fark edemedim diye. Gençken insanlar daha cesur olabiliyor, ama yaş ilerledikçe bedel daha da artıyor. Vazgeçmek zor oluyor, daha güçlüye yakın duruyorsunuz. Ama uzun dönemde neyi kaybettiğini göremiyor insan. Öyle bir körleşme de yaratıyor. İnsanlar sizi gördüğünde yüzünü çevirmeye başlıyorsa onun kaybı kaybedeceğiniz paradan daha fazla. Yine isim soracağım size, kırgın olduğunuz isimleri! - İsim vermeyeyim. Birlikte hareket edebilmeyi umduğum birçok arkadaşımın bir kısmının inanamayacağım yazılar yazması, inanamayacağım kararlar alması, bir kısmının beklediğim kararı alamaması, bir kısmının en yakın arkadaşlarının işten atılmasına ön ayak vesile olması, imza atması. Bazılarının hiç çalışmam dediği isimlerler al takke ver külah olması, bazılarının Başbakan’ın danışmanlarıyla iş pişirmesi. Çok acıklı. Bunlar onların bilinmediğini, görünmediğini ya da yarın bunların yazılıp çizilmediğini düşünüyorlarsa, yanılıyorlar. Bir kısmı kötü bir kariyer finali yaptı. Güzel şeylerden bahsedelim biraz da. Dizi ve film projeleriniz vardı. Deniz Gezmiş’in hayatı üzerien bir film senaryosu yazıyordunuz. Devam ediyor mu? O bitti. Çekilecek. Ay Yapım’la yazdık senaryoyu, onlar çekecek. Kağıdın, kalemin içinde olduğu her şey çok heyecan veriyor bana. Dizi projesi de vardı. Ama dizi sektöründe de bir daralma var, görüyorsundur. Eskisi gibi diziler çıkmıyor. Gerçi toplumun tarih merakı galeyana geldi. O bizim gibi tarihle haşır neşir olanlar açısından olumlu. Ve bir belgesel hazırlığınız daha var. Hem de yanınızda iki özel isim var. Nebil Özgentürk, Coşkun Aral ve ben, üç belgeselci bir güçbirliği yapmaya karar verdik. Birikimimizi, arşivimizi, ekiplerimizi birleştirdik ve Denizbank'ın sponsorluğunda 10 bölümlük bir belgesel için kolları sıvadık. 'Kültür Yolcuları' adı. Türkiye'nin kaybolmaya yüz tutmuş kültürel değerlerinin, yitmekte olan kültürel zenginliğinin izini sürüyoruz. Her bölüm farklı bir coğrafyaya gidiyoruz, Artvin'den Van'a, Kırşehir'den Balkanlara kadar... Her yolculukta bize o kültüre yakın bir sanatçı, kültür adamı eşlik ediyor. Mesela geçen ay Diyarbakır'da dengbejlerin izini sürdük. Sonra onların soluğunu bugüne taşıyan Yaşar Kemal'le buluşup dengbejleri sorduk. Böyle birçok sürpriz isimlerimiz var. Türkiye'nin yüzakı olmuş sanatçılar. Sanıyorum yılsonu yayına girecek. Ve umarım beğeneceksiniz. Röportajın sonuna geliyoruz. Zaman kısıtlı. Çok merak ettiğim bir şey de var, ev telefonunuzun dinlendiğini yazmıştınız, geçen hafta da evinize hırsız girdi. Önlem aldınız mı dinlemeler için? Hırsızlık açıklığa kavuştu mu? - Sıradan hırsızlık olayı gibi gözüküyor şu an. Dinlemeler için de vitesi boşa aldık. Eskiden telefonları gizleyip, kaldırıyorduk. Artık bıraktık. Hepimiz zaten dinlenmesek de dinleniyor gibi yaşıyoruz. Foucault’da vardır, Hapishanenin Doğuşu’nda bir noktaya kadar insanları demir parmaklıklarla kuşatırlar. Bir noktadan sonra yüzüne ışık verirler gözleniyorum duygusu onu hapsetmeye yeter. Tüm toplumu hapsettiler aslında gözleniyorum duygusuyla. Ondan kaçış yok. Buna rağmen dik durmak gerek. O yüzden de artık bağıra bağıra konuşuyoruz. Peki Gezi, öncesi, sonrası yaptığınız haber ve yazılar nedeniyle hiç tehdit aldınız mı? Memed Ali Alabora örneği var maalesef. - Twitter, Facebook’tan her gün tehdit alıyorsunuz. Ama ciddiye alacağım bir şey çıkmadı. Memed Ali Alabora’ya yapılan Başbakan’ın ayıbı. Bence Alabora bu ülkenin kalıcı sanatçılarından biri olduğunu göstermiştir.T24
5 Dakikada 36 Taksit!
Taksitli satış düzenlemesiyle sarsılan teknoloji mağazaları, banka desteğiyle eski günlerine dönmeye çalışıyor. Mağaza içine açılan banka şubeleriyle 5 dakikada kredi kullandırmaya başlayan şirketler, 36 aya kadar taksit yapabiliyor. Hürriyet'in haberine göre, cep telefonlarına yönelik kredi kartına yapılan taksitlerin yasaklanmasının yanı sıra tüm elektronik ürünlere 9 ay taksit sınırlaması teknoloji mağazalarını harekete geçirdi. Bankalarla anlaşma yoluna giden mağazalar, müşterilerine başta cep telefonu olmak üzere tüm ürünlere 36 ay taksit yapabilmeye başladı. Şirketlerden paylaşılan bilgilere göre Bimeks ile Bank Pozitif, Gold Bilgisayar ile Türkiye Finans, Media Markt ile Denizbank, Teknosa ile ING Bank ve Vatan Bilgisayar ile Odeabank anlaşmaya vardı. Bankalar teknoloji mağazalarının içine kurduğu küçük şubelerle başvurak müşterilere tüketici kredisi verebiliyor. 5 dakikada kredi Yaklaşık 5 dakika süren işlemlerden sonra 15 bin TL'ye kadar tüketici kredisi kullanabilmek mümkün. Kredilerdeki aylık faiz oranlarıysa yüzde 0.99'dan başlıyor. Örneğin 1000 TL'lik tüketici kredisi kullanan bir tüketici, 12 ay boyunda 90 TL taksit ödüyor. 36 aylık alınan kredilerdeyse aylık faiz oranı yüzde 1.59'a kadar çıkyor. Başka bir deyişle 15 bin TL'lik kredi çeken bir tüketici, 36 ay boyunca 569 TL'lik taksite ödüyor. Bazı teknoloji mağazalarının bankalarla yaptıkları anlaşmalardaysa belli bir limite kadar faizsiz tüketici kredisi kullanabilmek mümkün oluyor. Sayı hızla artıyor Teknoloji mağazası Vatan Bilgisayarın Genel Müdürü Hasan Vatan, 83 şubesinde tüketici kredisi kullanıdırmaya başladıklarını ifade ederek, 'Tüketiciler yavaş yavaş kredi imkanından haberdar oluyor. Bu da tüm satışlar içinde tüketici kullananların sayısını artırıyor. Ayrıca bankalardan da farklı çalışmalar geliyor. Örneğin, mağazada kredi kartından tek çekim olarak alınan bir ürün, bankaya giderek tüketici kredisine dömüştürülebiliyor' dedi. Gold Pazarlama Müdürü Kılınç Orhan Erdemir ise, genel satışlarda kredi kullanımının oldukça düşük olduğunu söyleyerek, tüketicilerin bu yöntemi daha yeni öğrenmeye başladığını kaydetti. Satışlar dengeye oturmaya başladı Telekomünikasyon kategorisindeki ürünlerde sıfır taksit uygulamasına, tüketicilerin hemen adapte olmasını beklemediklerini söyleyen TeknoSA Genel Müdürü Necil Oyman, 'Satışların genelde daha durgun olduğu Ocak ayı, bu yıl Şubat ayındaki taksit düzenlemelerinin tüketici talebini erkene çekmesiyle çok pozitif geçti. Şubat ayında, talebin öne çekilmesi, taksit uygulaması, dış ve iç etkenlerle ekonomideki görünümün tüketiciye güven vermemesi nedeniyle, öngördüğümüz şekilde durgunluk oldu. Mart ayında, sektör dengeye oturmaya başladı. Buna ek olarak ING Bank işbirliği ile başlattığımız ve bu ay sonunda tüm mağazalarımızda yaygınlaşmış olacak Teknokredi uygulaması masrafsız, sigortasız, komisyonsuz ihtiyaç kredisi imkanı sağlıyoruz' dedi. CNN Türk
Haziran Ayında En Az 141 İşçi Yaşamını Yitirdi...
Haziran ayında en az 141 işçi yaşamını yitirdi. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, 2014'ün ilk altı ayında ise en az 951 işçi öldü. İnşaat, tarım, taşımacılık ve maden işkolu yangın yeri... •Yeni Türkiye’nin ekonomisinin lokomotifi olan inşaatlarda işçi kıyımı sürüyor. Coğrafyamızın her hücresinde kent dokusunu ve ekolojik yaşamı gözetmeyen hızlı betonlaşma sonucu yarısı düşme nedenli olmak üzere 37 inşaat işçisi can verdi... •Yaz geldi, güvencesiz tarım emeği yollara düştü. 14’ü küçük çiftçi olmak üzere 29 tarım emekçisi can verdi... •Otobüs, minibüs, tır, tanker sürücüsü, moto kurye... Her gün yeni açmazlara yol açan ulaşım politikalarıyla, kuralsız çalıştırmanın egemen olmasıyla 16 taşımacılık işçisi can verdi... •Soma; Şırnak’ta, İstanbul’da, Karaman’da, Maraş’ta ve Karaman’da... Madenler ölüm kusuyor. Bu ay 10 maden işçisi can verdi... İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi' işkollarına değinirken yaşanan bazı iş cinayetlerine dikkat çekti:  Silikozis katliamı devam ediyor...  31 yaşındaki Fahrettin Fırat, 2000-2004 arası kot kumlama atölyesinde çalışırken silikozise yakalandı. Fahrettin kardeşimiz Hacettepe Üniversite Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Bingöl Karlıova Taşlıçay Köyü’nde arkadaşımız gibi onlarca silikozis hastası bulunuyor... Kuyudan sarkıtılan bidonla girilen Şırnak madenleri...  Soma Şırnak’ta devam ediyor. Musa Seven, Ahmet ve Emin Baysal, Selahattin Uçar ile İbrahim Sağnak bu ilkel madenlerde can verdi. Cudi Dağı eteklerinde 3500 madenci arkadaşımız sigortasız bir biçimde çalışıyorlar, aç kalmamak için. Bu ölüm kuyularında çalışan işçilerin tamamına yakını 1990’lı yıllarda devlet tarafından zorla köyleri boşaltılan yurttaşlarımız. 8 çocuklu Musa Seven’in cenazesinin bidonla çıkarıldığı Cudi’de demokrasi güçleri halkımıza acılar yaşatan bu koşulları değiştirmek zorunda... Seçimler geçti, belediyeler seyyar satıcı avında...  30 Mart seçimleri öncesi oy için halka yarananlar şimdi gerçek yüzlerini gösteriyorlar. İstanbul’un hemen her ilçesinde seyyar satıcılar yoğun baskılar yaşıyor. Seyyarlar için ekmek ölümün ucunda. 31 yaşındaki su satıcısı Mahmut Uuzn kardeşimiz İstanbul Beyoğlu Halıcıoğlu’nda polisin kovalaması sonucu girdiği metrobüs yolunda ezilerek can verdi... Güvenlik işçileri can güvenliği istiyor...  Önce 36 yaşındaki kardeşimiz Ali Uğur Şen Kartal’da bir alışveriş merkezindeki bankamatiği tamir ederken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Güvenlik-Sen yaptığı açıklamada “Ali Uğur Şen’in kanı Denizbank A.Ş., Finansbank A.Ş. ve Türk Ekonomi Bankası A.Ş. ortaklığıyla kurulmuş Bantaş A.Ş.’nin üzerindedir. Bantaş A.Ş.’nin sadece 6 ay içerisinde 3 soyguna maruz kalması, yaşanmış ölüm ve darpların kaza olmadığını kanıtlar niteliktedir. Bankamatik tamirinde aracın içerisindeki şoförden başka Ali Uğur Şen’i koruyacak hiç bir personel bulundurulmayarak, risk analizleri yapılmadan, yeterli eğitimler verilmeden, yeterli ekipman temin edilmeden, gerekli güvenlik prosedürleri uygulanmayarak öldürülmesine göz yumulmuştur” dedi. Sonra Sabiha Gökçen Havaalanı’nda özel güvenlik görevlisi kardeşimiz Fatih Selim Aladağ mesai arkadaşlarını şirket aracıyla evlerine bıraktıktan sonra Pendik’te uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Güvenlik-İş yaptığı açıklamada “Güvenlik şirketinin devriye aracı servis aracı olarak kullanılıyor, ‘bu benim görevimin dışında, ben gece gidiyorum can güvenliğim yok’ diyor. ‘Ya yaparsın ya da çıkarsın’ diyorlar 10-15 gün önce. Şirket arkadaşımıza hem vardiya amirliği hem de servisçilik yaptırıyor. O saatte havalimanında vardiya amiri olarak bulunması gerekiyor” dedi. İstanbul, Bursa, Maraş ve Kocaeli... İş cinayetleri coğrafyamızın her bölgesinde... 13 ölüm İstanbul’da; 9’ar ölüm Bursa ve Kahramanmaraş’ta; 6 ölüm Kocaeli’nde; 5’er ölüm Edirne, Manisa, Samsun ve Şırnak’ta; 4’er ölüm Adıyaman, Ankara, Balıkesir, Karabük ve Konya’da; 3’er ölüm Adana, Antalya, Isparta, Karaman, Kayseri, Zonguldak ve Afganistan’da; 2’şer ölüm Aydın, Batman, Çorum, İzmir, Mardin, Muğla, Sakarya, Siirt, Şanlıurfa ve Trabzon’da; 1’er ölüm ise Bilecik, Bingöl, Bolu, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Hatay, Kırklareli, Kütahya, Malatya, Muş, Rize, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Yalova, Yozgat ve İran’da yaşandı... Yaşamını yitiren 141 işçi Raporda haziran ayında yaşamını yitiren işçilerin isimleri açıklandı: Ferhan Yazar, Gültekin Gencer, İbrahim Yılmaz, Hacı Mehmet Çiftçi, Şenol Nur, Hüseyin Şirin, Murat Hamarat, Murat Özer, İsmet Tülübaş, Ahmet Kozan, Aşkın Karataş, Mustafa Konanç, İhsan Tunç, Enver Balaban, Erkan Evren, Cemal Yorulmaz, Satılmış Kırca, Nurettin Aktaş, Safiye Peşmen, Mehmet Sıddık Tecirman, Sezai Atış, Barış Çiftçi, Ayşe Zehir, Ahmet Şengül, Taner Yaman, Hanife Coşkun, Şaban Akkoç, Archıl Gegıdze, Ali Özdemir, Ömer Özgün, Erdem Çelikmen, Süleyman Akay, Mustafa Yirik, Musa Seven, A.A., Ahmet Baysal, Emin Baysal, Selahattin Uçar, İbrahim Sağnak, Ali Çankay, Ömer Faruk Genç, Zekeriya Akkabak, Ayhan Arı, Muhammet Nur Belen, Halil İbrahim Dursun, Satılmış Mercan, Fahrettin Fırat, Özlem Yavuz, Rıdvan Sevinç, Ayhan Çetinkaya, Ali Osman Aksu, Murat Kendirli, Şehmuz Günel, Celalettin Özdemir, Ahmet Küçük, Hasan Demir, Fatih Kara, İbrahim Zabin, İsa Temizel, Mahmut Yılmaz, Mustafa Nallı, Muharrem Cıvak, Duray Oruç, Mehmet Ali Mestan, Mehmet Vapur, Hüsnü Akboğan, Ali Yılmaz, Adnan Karlıdağ, Mehmet Emin Çalhan, Sercan Ergün, Turan Çiçek, İsa Göktürk, Yusuf Öztürk, Mustafa ., Mehmet Yavaş, Mahmut Yücel, Selahaddin Uysal, Turan Kaya, İbrahim Öztürk, Naci Ayvalıoğlu, Baki Güneş, Lazgin Kezer, Aydın Erten, Şahin Akkoyun, Hasan Ateş, Murat Arkaya, Zülfü Yıldırım, Yılmaz Öztürk, Nurettin Koza, Hayrettin Kara, Mehmet Kormalı, Hasan Pala, Uğur Avcu, Musa Yiğit, Mehmet Ali Yaman, Fuat Taş, Ümit İnal, Halil Gül, Şükrü Ergin, Orhan Gönültaş, Zeki Şen, Ahmet Cömert, Ali Kıllı, Hıdır Teber, Mahmut Cem Kırılmaz, Ramazan Turan, Mustafa Açıkgöz, H.Ş., Aşır Ahmet, Ferdi Aydın, Doğan Gür, Mesut Altınay, Saadettin Çimen, Hüseyin Şen, Necati Uçtu, Hacı Arap Aktaş, Ahmet Keleşoğlu, Gürkan Kazel, Battal Ersoy, Bülent Han, Osman Okyay, Abdalla Hassan Abdalla Abdelbaky, Burak Yıldırmış, Şahabeddin Ökmen, Arzu Ayyıldız, Gizem Gürşah Doğa, Mesut Turan, Fatih Selim Aladağ, Ali Uğur Şen, Ahmet Maraşlı, Hacı Canan Coşkun, Mikdat Ataş, Hüseyin İmrag, İsmail Kuyzu, Ömer Kesim, Ahmet Çıldır, Mahmut Uzun, Mehmet Dinç, Samet Hasırcı, ve ismini öğrenemediğimiz iki işçiyi saygıyla anıyoruz!
En Az 141 İşçi Yaşamını Yitirdi...
Soma katliamı; Şırnak’ta, İstanbul’da, Bursa’da, Maraş’ta ve tüm coğrafyamızda devam ediyor... Meclisimizin bileşeni olan Kristal-İş Sendikası’na bağlı cam işçisinin Şişecam işyerlerinde uyguladığı grev “milli güvenlik” ve “genel sağlık” gerekçesiyle fiilen yasaklandı... Sözü Kristal-İş Sendikası Toplu Sözleşme Müdürü arkadaşımız Can Şafak’a bırakalım: “Herkes kendine yakışanı yaptı. Yoksulluk sınırının altında yaşayan cam işçisi ekmeği için, çocuklarının geleceği için 93 kuruşluk zam teklifine karşı çalıştığı fabrikanın kapısına grev pankartı astı. Cam işvereni yasanın, greve katılan işçinin yerine başkasının çalıştırılamayacağı hükmünü hiçe sayarak mal yükletti, fabrikalardan tırlarla mal çıkarmaya çalıştı. Bir işçiyi sudan nedenlerle işten çıkardı. Pencere camının, çay bardağının, su bardağının, araba camının, cam yününün genel sağlığı ve milli güvenliği nasıl tehdit edebildiğini izah etmek mümkün değil. Gözetilenin sermayenin sağlığı ve güvenliği olduğu, sermayenin çıkarları olduğu aşikâr… Erteleme, sermayeden yana sağ/muhafazakar, otoriter bir hükümetin neoliberal politikaların bir uzantısıdır.” Grev silahının işçi sınıfının elinden alınarak örgütsüzleştirmenin genelleştirilmesidir... “Genel sağlık” sorununa değinelim. Şişecam grevini yasaklayanların böyle bir derdi olmadığı malum. Çünkü İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak yazılı, görsel, dijital basından takip edebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ve işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında tespit edebildiğimiz kadarıyla Haziran ayında en az 141 işçi yaşamını yitirdi… Bu noktada bir kez daha hatırlatıyoruz. Yılbaşından beri raporumuzda emekçilere ve özellikle yerel gazeteci, mühendis ve doktor dostlarımıza bir çağrı yapmış ve “şahit olduğunuz, haber aldığınız ve her ay açıkladığımız raporlarda ismini göremediğiniz, eksik bilgi verdiğimiz iş cinayetlerini guvenlicalisma@gmail.com mail adresi vasıtasıyla Meclisimizle paylaşmanızı istiyoruz” demiştik. Dostlarımızın verdiği bilgiler ışığında raporlarımızda güncellemelerimizi yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Gerçeklerin açığa çıkması için bu bilgi ağımızı derinleştirelim. Bu ağa bağlı olarak, Temmuz ayının ortasında gelen bilgiler ışığında 2014 yılının ilk altı aylık raporunu açıklayacağımızı belirtelim... İnşaat, tarım, taşımacılık ve maden işkolu yangın yeri... •Yeni Türkiye’nin ekonomisinin lokomotifi olan inşaatlarda işçi kıyımı sürüyor. Coğrafyamızın her hücresinde kent dokusunu ve ekolojik yaşamı gözetmeyen hızlı betonlaşma sonucu yarısı düşme nedenli olmak üzere 37 inşaat işçisi can verdi... •Yaz geldi, güvencesiz tarım emeği yollara düştü. 14’ü küçük çiftçi olmak üzere 29 tarım emekçisi can verdi... •Otobüs, minibüs, tır, tanker sürücüsü, moto kurye... Her gün yeni açmazlara yol açan ulaşım politikalarıyla, kuralsız çalıştırmanın egemen olmasıyla 16 taşımacılık işçisi can verdi... •Soma; Şırnak’ta, İstanbul’da, Karaman’da, Maraş’ta ve Karaman’da... Madenler ölüm kusuyor. Bu ay 10 maden işçisi can verdi... İşkollarına değinirken yaşanan bazı iş cinayetlerine dikkat çekmek istiyoruz... Silikozis katliamı devam ediyor... 31 yaşındaki Fahrettin Fırat, 2000-2004 arası kot kumlama atölyesinde çalışırken silikozise yakalandı. Fahrettin kardeşimiz Hacettepe Üniversite Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Bingöl Karlıova Taşlıçay Köyü’nde arkadaşımız gibi onlarca silikozis hastası bulunuyor... Kuyudan sarkıtılan bidonla girilen Şırnak madenleri... Soma Şırnak’ta devam ediyor. Musa Seven, Ahmet ve Emin Baysal, Selahattin Uçar ile İbrahim Sağnak bu ilkel madenlerde can verdi. Cudi Dağı eteklerinde 3500 madenci arkadaşımız sigortasız bir biçimde çalışıyorlar, aç kalmamak için. Bu ölüm kuyularında çalışan işçilerin tamamına yakını 1990’lı yıllarda devlet tarafından zorla köyleri boşaltılan yurttaşlarımız. 8 çocuklu Musa Seven’in cenazesinin bidonla çıkarıldığı Cudi’de demokrasi güçleri halkımıza acılar yaşatan bu koşulları değiştirmek zorunda... Seçimler geçti, belediyeler seyyar satıcı avında... 30 Mart seçimleri öncesi oy için halka yaralanlar şimdi gerçek yüzlerini gösteriyorlar. İstanbul’un hemen her ilçesinde seyyar satıcılar yoğun baskılar yaşıyor. Seyyarlar için ekmek ölümün ucunda. 31 yaşındaki su satıcısı Mahmut Uzun kardeşimiz İstanbul Beyoğlu Halıcıoğlu’nda polisin kovalaması sonucu girdiği metrobüs yolunda ezilerek can verdi... Güvenlik işçileri can güvenliği istiyor... Önce 36 yaşındaki kardeşimiz Ali Uğur Şen Kartal’da bir alışveriş merkezindeki bankamatiği tamir ederken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Güvenlik-Sen yaptığı açıklamada “Ali Uğur Şen’in kanı Denizbank A.Ş., Finansbank A.Ş. ve Türk Ekonomi Bankası A.Ş. ortaklığıyla kurulmuş Bantaş A.Ş.’nin üzerindedir. Bantaş A.Ş.’nin sadece 6 ay içerisinde 3 soyguna maruz kalması, yaşanmış ölüm ve darpların kaza olmadığını kanıtlar niteliktedir. Bankamatik tamirinde aracın içerisindeki şoförden başka Ali Uğur Şen’i koruyacak hiç bir personel bulundurulmayarak, risk analizleri yapılmadan, yeterli eğitimler verilmeden, yeterli ekipman temin edilmeden, gerekli güvenlik prosedürleri uygulanmayarak öldürülmesine göz yumulmuştur” dedi. Sonra Sabiha Gökçen Havalimanı’nda özel güvenlik görevlisi kardeşimiz Fatih Selim Aladağ mesai arkadaşlarını şirket aracıyla evlerine bıraktıktan sonra Pendik’te uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Güvenlik-İş yaptığı açıklamada “Güvenlik şirketinin devriye aracı servis aracı olarak kullanılıyor, ‘bu benim görevimin dışında, ben gece gidiyorum can güvenliğim yok’ diyor. ‘Ya yaparsın ya da çıkarsın’ diyorlar 10-15 gün önce. Şirket arkadaşımıza hem vardiya amirliği hem de servisçilik yaptırıyor. O saatte havalimanında vardiya amiri olarak bulunması gerekiyor” dedi. İstanbul, Bursa, Maraş ve Kocaeli... İş cinayetleri coğrafyamızın her bölgesinde... 13 ölüm İstanbul’da; 9’ar ölüm Bursa ve Kahramanmaraş’ta; 6 ölüm Kocaeli’nde; 5’er ölüm Edirne, Manisa, Samsun ve Şırnak’ta; 4’er ölüm Adıyaman, Ankara, Balıkesir, Karabük ve Konya’da; 3’er ölüm Adana, Antalya, Isparta, Karaman, Kayseri, Zonguldak ve Afganistan’da; 2’şer ölüm Aydın, Batman, Çorum, İzmir, Mardin, Muğla, Sakarya, Siirt, Şanlıurfa ve Trabzon’da; 1’er ölüm ise Bilecik, Bingöl, Bolu, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Hatay, Kırklareli, Kütahya, Malatya, Muş, Rize, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Yalova, Yozgat ve İran’da yaşandı... Cam işçisi yalnız değildir, grev biter direniş başlar... Soma’dan Şırnak’a madenlerdeki iş cinayetlerine karşı mücadelemiz sürecek... İş cinayetlerinin sorumluları devlet ve sermayedir... Adalet istiyoruz... İletişim İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2014 / Haziran ayında yaşamını yitiren işçiler Ferhan Yazar, Gültekin Gencer, İbrahim Yılmaz, Hacı Mehmet Çiftçi, Şenol Nur, Hüseyin Şirin, Murat Hamarat, Murat Özer, İsmet Tülübaş, Ahmet Kozan, Aşkın Karataş, Mustafa Konanç, İhsan Tunç, Enver Balaban, Erkan Evren, Cemal Yorulmaz, Satılmış Kırca, Nurettin Aktaş, Safiye Peşmen, Mehmet Sıddık Tecirman, Sezai Atış, Barış Çiftçi, Ayşe Zehir, Ahmet Şengül, Taner Yaman, Hanife Coşkun, Şaban Akkoç, Archıl Gegıdze, Ali Özdemir, Ömer Özgün, Erdem Çelikmen, Süleyman Akay, Mustafa Yirik, Musa Seven, A.A., Ahmet Baysal, Emin Baysal, Selahattin Uçar, İbrahim Sağnak, Ali Çankay, Ömer Faruk Genç, Zekeriya Akkabak, Ayhan Arı, Muhammet Nur Belen, Halil İbrahim Dursun, Satılmış Mercan, Fahrettin Fırat, Özlem Yavuz, Rıdvan Sevinç, Ayhan Çetinkaya, Ali Osman Aksu, Murat Kendirli, Şehmuz Günel, Celalettin Özdemir, Ahmet Küçük, Hasan Demir, Fatih Kara, İbrahim Zabin, İsa Temizel, Mahmut Yılmaz, Mustafa Nallı, Muharrem Cıvak, Duray Oruç, Mehmet Ali Mestan, Mehmet Vapur, Hüsnü Akboğan, Ali Yılmaz, Adnan Karlıdağ, Mehmet Emin Çalhan, Sercan Ergün, Turan Çiçek, İsa Göktürk, Yusuf Öztürk, Mustafa ., Mehmet Yavaş, Mahmut Yücel, Selahaddin Uysal, Turan Kaya, İbrahim Öztürk, Naci Ayvalıoğlu, Baki Güneş, Lazgin Kezer, Aydın Erten, Şahin Akkoyun, Hasan Ateş, Murat Arkaya, Zülfü Yıldırım, Yılmaz Öztürk, Nurettin Koza, Hayrettin Kara, Mehmet Kormalı, Hasan Pala, Uğur Avcu, Musa Yiğit, Mehmet Ali Yaman, Fuat Taş, Ümit İnal, Halil Gül, Şükrü Ergin, Orhan Gönültaş, Zeki Şen, Ahmet Cömert, Ali Kıllı, Hıdır Teber, Mahmut Cem Kırılmaz, Ramazan Turan, Mustafa Açıkgöz, H.Ş., Aşır Ahmet, Ferdi Aydın, Doğan Gür, Mesut Altınay, Saadettin Çimen, Hüseyin Şen, Necati Uçtu, Hacı Arap Aktaş, Ahmet Keleşoğlu, Gürkan Kazel, Battal Ersoy, Bülent Han, Osman Okyay, Abdalla Hassan Abdalla Abdelbaky, Burak Yıldırmış, Şahabeddin Ökmen, Arzu Ayyıldız, Gizem Gürşah Doğa, Mesut Turan, Fatih Selim Aladağ, Ali Uğur Şen, Ahmet Maraşlı, Hacı Canan Coşkun, Mikdat Ataş, Hüseyin İmrag, İsmail Kuyzu, Ömer Kesim, Ahmet Çıldır, Mahmut Uzun, Mehmet Dinç, Samet Hasırcı, ve ismini öğrenemediğimiz iki işçiyi saygıyla anıyoruz!
'Melo'nun TFF Başkanı'nın Elini Sıkmaması Türkiye Cumhuriyeti'ne Hakarettir'
Başkan Aziz Yıldırım’ın 3 Temmuz süreci ile ilgili yaptığı çarpıcı açıklamaların ardından bir diğer gündemi de Galatasaray’ın yıldızı Felipe Melo’ydu. Özellikle Süper Kupa Finali’nde yaşanan olaylar başkan Yıldırım’ı fazlasıyla sinirlendirmiş.Fenerbahçeli oyuncuların Melo ile yıldızı pek barışmıyor. Geçen sezon Emre’yi attırdı, bu kez Volkan ile kapıştı.“Selçuk geldi penaltı attı, Volkan ile arasında hiçbir diyalog var mı? Hiçbir şey yok. Ama Melo ile var. Çünkü Melo devamlı hakaret ediyor. Fenerbahçe maçlarında her türlü pisliği yapıyor. Geçen sene Emre’ye yaptı, Emre atıldı.Kendisine belli vasıfları kendi kendine veren bir oyuncu. Her maçta oyuncularımıza tekme atıyor, dil çıkartıyor. Ve o oyuncu soyunma odasının kapısını kapatıyor, kendi takım arkadaşını dövüyor. Öldüresiye dövüyor. Bununla ilgili ne kendi camiası ne federasyon bir şey yapıyor. Kendi milli takımına almıyorlar, neden almıyorlar?Türkiye Cumhuriyeti’nin federasyon başkanının elini sıkmıyor ve o federasyon başkanının kendi gazeteleri ile başkanın kendisi bu konuda yorum yapmıyor. Melo’nun bu tavrı Türkiye Cumhuriyeti’ne hakarettir. Bizim oyunculardan bir tanesi yapsa siz medya olarak neler yazarsınız, ne hakaretlerde bulunursunuz. Adam kendisini bir hayvanın yerine koyuyor ve kendisini zaten öyle gösteren bir insana mecazi anlamda söylenen bir sözü herkes eleştiriyor. Ne kadar yabancısever olduk ya!‘TÜRK İNSANINA IRKÇILIK YAPIYOR’“Acaba sporcularımız yurt dışında oynadıkları takımlarda bu davranışları yapsalar, o ülkede basın ve kamuoyu ne tür tepki gösterir? Muz göstermeye ırkçılık diyoruz. O hareketi yapan insana herkes saldırıyor. Bu adam Türk insanına karşı her türlü ırkçılığı yapıyor kimse sesini çıkarmıyor. Son Bursa maçında rakibine bir hareketi var. Yaptığı yine ırkçılık.Peki niye basın üzerine gitmez? Irkçılık değil mi bu? Hep Türk çocukları hedef yapılıyor. Bu ne biçim iş. Adamın dokunulmazlığı var. Bunu yarattılar. Federasyon başkanının elini sıkmadığı anda ceza kuruluna sevk etmen ve ceza vermen lazım. TFF kendisine saygılı olunmasını istiyorsa bu konuyu çözmelidir.HER iLE F.BAHÇE EViAziz Yıldırım’ın en önemli hedeflerinden biri de 1 milyon üye. Bu proje doğrultusunda aylardır hummalı bir çalışma var. sürdürülüyor. Yönetim Kurulu Üyesi Ender Alkaya koordinatörlüğünde ciddi adımlar atılmış durumda. Projenin lansmanı önümüzdeki ay içinde gerçekleştirilecek. Sistem hayata geçtiğinde Türkiye’nin her yerindeki her F.Bahçeli kongrede oy kullanabilecek. Tüm illerde şubeler açılacak. Mevcut dernekler şubelere dönüştürülecek. İlk adım dün Antalya’da atıldı. Şube kuruluşu tamamlanan Antalya Derneği’nin düzenlediği gecede 300 F.Bahçeli kulübe üye yapıldı.TÜM İLLERDE TESİSBu yönde derneklerin de kulübe ciddi başvurusu var. Şimdiden 15 derneğin işlemleri tamamlandı, şube olarak tescil edildi. 15’inin de tamamlanmak üzere. Her ilde F.Bahçe evleri yapılacak. Konseptte spor sahaları, salonları, sosyal tesisler, havuzlar yer alacak. Spor okulları kurulacak. F.Bahçe üyeleri,nasıl ki İstanbul’daki, Ankara’daki sosyal tesislerden yararlanabiliyor, aynı tesisler artık tüm illerde olacak. Kulübe üyelik konusunda da tüm F.Bahçeliler’e cazip seçenekler sunulacak.AZİZ YILDIRIM: NE CHELSEA’DE NE R.MADRİD’DE VAR“Bir milyon üye projesi, benim cezaevinden beri üzerinde çalıştığım bir proje. Tüm Türkiye ve dünyadaki Fenerbahçelileri; birleşmeye, yetki ve sorumluluk almaya davet eden bir proje bu. Dünyada başka hiçbir kulüpte benzeri olmayan bir proje. Ne Chelsea’nin Team Card programı ne Real Madrid’in Madridista programları bu boyutta ve hacimde değildir...Ve bu proje her şeyden önce Aziz Yıldırım’ın antidemokratik yönetim sevdalısı olduğuna dair kelamlar düzenlere verilen en güzel cevap olacaktır. Lafa gelince 'AB’ye uyalım' diyen zihniyet sporda bunun tam tersini yapmaya başladı. Şimdi biz de bu operasyonu yaparak tamamen Türk çocuklarına uygun sistemi kurmaya çalışacağız.”ASBAŞKAN ENDER ALKAYA: KİŞİLER DEĞİL KİTLELER YÖNETECEK“Türkiye’nin her tarafında Fenerbahçeliler’in bulunduğu her yerde bir şube açmayı planladık. Her ilde Fenerbahçe evi olacak. Bankalarla yaptığımız anlaşma var. Denizbank’tan çok cazip kredi faizleri aldık, ortak bir kart yarattık. 36 ay vade ile temsilci üye olabilecekler. Sisteme göre her şubede 200 kişi tamamlandığında bir delege seçebiliyorlar. 5 kişilik yönetim kurulları da genel kurullara katılabiliyor. Dolayısıyla her Fenerbahçeli kongrede temsil edilmiş oluyor.”CEO HASAN HAKKI YILMAZ: TAM DEMOKRASİ“1 milyon üyeden bahsediyorsanız tam demokrasinden bahsediyorsunuz demektir. Türkiye’nin her yerinden gelen Fenerbahçeli’nin oy verdiği bir sistem. Müthiş bir demokrasi uygulaması. İki üç sponsor, zengin iş adamının parası ile bu işler sürdürülemez. Çözüm bulunamazsa Türk sporu duvara toslamak üzere. 500-600 milyon Euro bütçeli takımlarla 100 milyon Euro’luk bütçeyle yarışamazsınız. Bir kere şampiyon olsan ne olur sonrasında 15 sene bir şey olamıyorsan.”'VOLKAN YÖNETİCİ OLACAK KALİTEDE’Volkan bu kulüpte ileriki dönemlerde yönetici olacak kalitede bir insandır. Gerekirse de antrenör, idari menajer olacaktır. Her konuda iyi bir Fenerlidir. Milli Takım’a alınmaması oradaki teknik heyetin sorumluluğundadır ama alınması gerektiğini de ben buradan söylüyorum. Alınsaydı bazı yerlere mesaj olurdu.”'EVET DEĞİŞTİM'Başkan Vekili Abdullah Kiğılı’nın Fenerium’dan sonra yönetimdeki görevinden de istifası çok konuşulmuştu. Bununla ilgili olarak birçok iddia ortaya atılırken, başkan Aziz Yıldırım yaşananları tüm ayrıntısına kadar Habertük’e anlattı.-Abdullah Kiğılı istifa etti ve sizi de suçlayıcı açıklamalar yaptı. İstifadan döndürmeye çalıştınız mı? Abdullah beyin dediği gibi gerçekten de değiştiniz mi?“Ben Fenerbahçe’nin aleyhine olacak hiçbir şeye müsaade etmem. Fenerbahçe’de tek başına imza atma yetkisi başkanda bile yoktur. Aziz Yıldırım’ın imza attığı yerde muhakkak bir yönetici daha imza atacaktır. Tüzükte de böyledir ve ben bunu 16 senedir uyguladım. Ama bizim Fenerium müdürünün tek başına 150 milyon TL’ye imza atma yetkisi vardı...Bu olaydan önce ben kendilerini uyardım. Abdullah Kığılı’ya da söyledim. ‘Bu kulüpte benim bile böyle yetkim yok, bunun sorumluluğu ağırdır’ dedim. Ama o bunları anlamadı. En sonunda formalar satışa çıktı, ben de Mahmut bey ile tanıttım.”‘SEVKİYATI BEN YAPTIM’“Ertesi gün geldim buraya hiçbir Fenerium yetkilisi yoktu. Ben 30 tane forma aldım, pazar günü evimden kalktım yine buraya geldim. Mağazada forma bulamayan taraftarlarımıza versinler diye formaları iade ettim, yine Fenerium’da kimse yoktu. Depolara ben gittim, yığılmış, bekleyen malzemelerin sevkiyatını ben yaptırdım. Kargo şirketi ile anlaşma yapmışlar, buradan Suadiye’deki, Akasya’daki, Akmerkez’deki mağazaya bile kargo ile mal gidiyor İstanbul’un tüm semtlerine... Haliyle geç gidiyor. Müdahale ettim, her sevkiyatı kulübün araçlarıyla yaptırdım.”‘BİRİ YANLIŞ SÖYLÜYOR’“Birkaç gün sonra müdürü çağırdım. Bir gün önce yardımcısına ‘Adidas’tan kaç tane forma geldi?’ diye sordum. ‘29 bin geldi, bin 500 tane de bugün geliyor 30 binin üzerine çıktık’ dedi. O gün müdüre aynı soruyu sordum. ‘18 bin tane geldi’ dedi. ‘Bir yanlışlık olmasın’ dedim, ‘Bu listeleri ben hazırladım’ karşılığını verdi. Ben de ‘Yardımcısını çağırın biri yanlış söylüyor’ dedim. Yardımcı yine 30 bin 500 rakamını verdi, ‘Benim size söylediğim gibi’ dedi. Müdüre ‘Hani 18 bindi’ dedim. Cevap veremedi işine son verdim. Çünkü Fenerium ile müdürün ilgisi yoktu. Kendisine başkanda olmayan yetkiler verirseniz böyle olur.”‘150 MİLYON TL’LİK BÜTÇEYE ULAŞMASI GEREKİR’“Abdullah Kiğılı diyor ki; ‘Aziz Yıldırım değişti.’ Evet doğru! 2011 yılındaki Aziz Yıldırım neyse yeniden yargılama çıktıktan sonra da öyleyim. Çünkü o arada hiçbir şeye karışmıyordum. Karışmadığım için de anlattıklarım ortada. Fenerium olması gereken yerin gerisinde. Türkiye’de şu anda 150 milyon TL’lik bütçelere ulaşması lazım. Çünkü Fenerium’u Fenerbahçeliler büyütüyor, biz değil. Bizim orada çalışmamız, onlara hizmet, ürün götürmemiz lazım. Biz bunları yaparsak Fenerium kendisi büyür. Fenerium’la ilgili kısa bir bilgi vermek isterim. Fenerium 2007 yılında mağazacılık faaliyetlerinden 35.7 milyon dolar ciro, 12.9 milyon dolar kar elde etmişti. Geçen yıl ise 42.8 milyon dolar ciro elde edilmiş. Kar ise 10.6 milyon dolar olmuştur.”‘ABDULLAH BEY BASINLA KONUŞMAYI ÇOK SEVER’“Abdullah Kiğılı seçime 8 ay kala aday olmayacağını basına söyler, çünkü basınla konuşmayı çok sever. Bu sene, bu konuda neyseki rahatız! Abdullah Bey ile aramızda geçtiği iddia edilen yalan ve çirkin bir haber yayınlandı. Bunu yazan kişi Engin Verel ve gazetesi hakkında dava açtık. Verel’i de Disiplin Kurulu’na şikayet ettim.”ERSUN YANAL VE SES KAYDISoyunma odasındaki konuşmaların sızdırılmasının sorumlularını bulabildiniz mi?“Belirli bir gerçekliği ve seviyesi olamayan hiçbir iddia ve yalana cevap vermeme kararı aldık. 3 Temmuz’dan bu yana bu tür hukuka aykırı delillerden en çok mağdur olmuş bir yönetimiz. Önce futbolcularımıza suç attılar. Sonra yöneticilerimize saldırdılar. Ben ekibime ‘Sakın cevap vermeyin’ dedim. Sağolsunlar kimse muhattap olmadı. Sonra Ersun hoca zaten çıkıp ‘Tüm kayıtlar kontrolümde yapılıyordu’ dedi. Konu kapandı.”‘YENİDEN YARGILAMA İLE HERKES ETEĞİNDEKİ TAŞI DÖKMELİ’Bugün herkes bizim üzerimizden bu olayı kullanıyor. Türkiye de kullanıyor, Avrupa da kullanıyor. Herkes bizim üzerimizden kendi menfaatleri doğrultusunda 3 Temmuz’u kullanıyor. Bunu siyaset de kullanıyor, ekonomi de kullanıyor. Mahkemede hesaplaşılması lazım. Hesaplaşmanın sonucunda çıkacak düşüncenin doğrultusunda herkes o zaman samimi olarak birbirine elini uzatacaktır. Stadın karanlığında kupa almak için çarpışanlar, zorlayanlar “Biz dostuz” diye konuşurlarsa, bizi üzerler. Yeniden yargılama ile herkesin eteğindeki taşı mahkemede dökmesi lazım.‘SAHTE DOSTLUKLAR BANA TERS’Biz herkesi oraya çağıracağız. İnsanların bildikleri veya bilmedikleri konuları orada gündeme getireceğiz. Orası yalnızca Fenerbahçe’nin yargılanma yeri olmayacaktır. Türk sporunun yargılandığı yer olacaktır. Ondan sonra da hepimiz kucaklaşacağız.Onun dışında ben “Dost olalım” kelimesini kabul etmiyorum. Sahte dostluklar benim anlayışıma ters geliyor. Dostluğun yerine gelebilmesi için gerçeklerle yüzleşilmesi şarttır. Eğer gerçeklerle yüzleşilemezse kulüpler arası dostluk hiçbir zaman oluşturulamaz, barış getirilemez.‘YALANDAN BİR ARAYA GELME’-Kulüpler Birliği toplantılarına katılacak mısınız?Hayır.-Fenerbahçe’den katılım olacak mı?Onun şartlarına bakarız.-Kulüpler Birliği’nin başkanları bir araya getirme çabalarından bahsediliyor..Yalandan bir araya gelmenin önemi yok. Önemli olan isteyerek, tavırlarınızı ortaya koyarak bir araya gelmek. Yürekten bir araya gelelim. Onun da şartını söyledim. Yeniden yargılama Türk sporu için çok önemlidir. Sporun içinde dostluk olacaksa yeniden yargılamada Türk sporu geçmişinden bugüne yargılanmalıdır. Herkes gelsin korkmadan konuşsun. Devlet de desin ki ceza vermeyeceğiz. Biz suçluysak bize ceza versinler,bizim dışımızdakilere vermesinler. Ama gelsin herkes korkmadan söylesin doğruları. Herkes gelsin doğruları anlatsın ve bu iş bitsin.‘BİR TÜRK ÇOCUĞUNA YAPILAN MUAMELE BENİ ÜZDÜ’Süper Kupa Finali’nde yine olanlar oldu. En sonunda da Volkan, Milli Takım’a alınmadı. Sizce bir tavır mı söz konusu? Demirören’in manifestosu doğrultusunda mı kadroya çağrılmadı? Geçen sezonda da Melo ile tartışan Emre atılmıştı. Neler söylersiniz?Aslında bu konuları konuşmak istemiyorum ama madem ki soruyorsun, cevaplayayım. Fenerbahçeli olduğu için ceza aldı Volkan. Her şeyden önce Türk Milli Takım kaptanına ve bir Türk çocuğuna yapılan bu muamele beni üzdü. Ayrıca Süper Kupa’yı Fenerbahçe düzenlemedi. Bunun sorumluluğu tamamen federasyonundur. Oraya gelen seyircinin hiçbirinin içeri girmesinde bizim dahlimiz yok. Tüm tedbirleri federasyonun alması lazım. Kupada her şeyi federasyon uyguladı, cezayı biz yedik. Halka arz bir şirkete kafana göre ceza veriyorsun. Olmaz ki! O zaman düzenleme, kaldır Süper Kupa’yı.‘ADALETİ SAĞLAYAMAZSAN SAĞLAYAN BULUNUR’Volkan daha kalesine geçmeden su şişeleri yağdı. Küfür ediyorlar annesine, kızına, eşine... Volkan namuslu, şerefli, Anadolu çocuğunda olması gereken tüm vasıfları üzerinde barındıran bir çocuktur. Böyle bir insana tüm bunları yapacaksınız ve bu insandan hiçbir tepki koymamasını bekleyeceksiniz. Volkan dik ve delikanlıdır. Haksızlığa, küfre, hele hele ailesine yapılan hiçbir tacize kayıtsız kalmaz. Burada hakemin yapacağı şey maçı oynatmamaktı. Statlarda bu tür olayların olmasını engellemeniz lazım. Tribünlere gelen insanların onları atmamasını sağlayacaksınız. Bunun tedbirini de federasyon alacak. Siz bunları almamışsınız, suç sizde ama Volkan’ı suçluyorsunuz. Federasyonun tavrı üzücü. Volkan’a savunma hakkı bile tanınmadı. Nedense savunma yapmasından korkuldu. Apar topar karar verildi. Sen Seba Ligi diyorsan, Fair Play diyorsan, önce adaleti sağlayacaksın. Sağlayamazsan, sağlayanlar bulunur.TİCARİ OPERASYONA HAYIRSüper Lig’in başlamasıyla birlikte tartışılan bir diğer konu da Passolig... Tribünlerin büyük bir kısımı buna tepkili. Özellikle Fenerbahçeli taraftarlar bu uygulamayı istemiyor. Peki başkan Aziz Yıldırım’ın bu konudaki düşünceleri ne? Önümüzdeki günlerde Fenerbahçe Passolig’e geçecek mi? İşte bu konudaki duygu ve düşüncelerini de başkan Yıldırım çok net bir şekilde dile getirdi.‘E-BİLET’E KARŞI DEĞİLİZ’Sayın başkan, Passolig sistemine bir tek Fenerbahçe geçmedi. ‘Fenerbahçe’nin ayrıcalığı ne? Kanunen suç işliyorlar’ şeklinde eleştiri getirenler var. Anlaşmayı neden kabul etmiyorsunuz? Nelere karşı çıkıyorsunuz, ne istiyorsunuz?“Biz kanuna karşı hiçbir eylemde bulunmuyoruz. Kanun iyice okunduğunda bunun yalnızca e-bilet konusu olduğu görünmektedir. Biz de e-bilet satışına karşı değiliz. Ancak ihaleyi aldıklarını söyleyenler bizim diğer bankalarla yaptığımız anlaşmalar gereği kulübümüze gelen gelirleri de yok edecek bir tutum içindeler. Onlar diğer bankalarla yapılan anlaşmaların iptal edilmesini istiyorlar. Bunun karşılığında da kulübümüze 1.8 milyon dolar teklif ediyorlar. Taraftar kartımız ve bankalardan kulübümüzün elde ettiği gelir ise 18 milyon TL’dir.”‘BİZ ZATEN TARAFTARIMIZA BAZI HİZMETLERİ VERİYORUZ’“Fenerbahçe’nin haklarını kimseye yedirmeyiz. Onlara teklifimiz vetavsiyemiz yalnızca Biletix’in yaptığı gibi bilet satışını organize etmeleridir. Firma yetkilileri bizimle yaptıkları ilk görüşmede 25 milyon TL kazanacağımızı ve 5 milyon dolar da ayrıca harcama yapacaklarını beyan ettiler. Biz ise yapılacak 5 milyon dolar harcamayı kulüp olarak yapmayı taahhüt edeceğimizi söyledik. Onlara 20 milyon TL yılda bize ödemeyi taahhüt ettikleri taktirde 10 yıllık bir anlaşma yapabileceğimizi söyledik.Bu toplantıdan sonra bize ancak 1.8 milyon dolar ödeyebileceklerini beyan ettiler. Biz ise Fenerbahçe Spor Kulübü olarak kredi kartı operasyonuna girmek istemiyoruz. Çünkü karta tüm belediye ve kuruluşlardaki hizmetleri de almak istiyorlar. Biz bugün bazı hizmetleri kendi taraftarımıza zaten veriyoruz.”‘SPONSORLUK İSTEMİYORUZ’“Biz sizin sponsorluk paranızı istemiyoruz dedik, 9 milyonu sildik. Hatta ‘yatırımı da kendimiz yapacağız’ dedi başkanımız. ‘25 lirayı da istemiyoruz, kendi hakkınızı ve federasyon hakkınızı alın, geri kalanı biz taraftar kartına yükleyeceğiz’ dedik. ‘Bunun karşılığında passolig sistemine biz de girelim’ dedik. Bu sistem kanuna uyumlu şekilde çalışsın, ama biz bu ticari olayın içinde yokuz dedik. Biz sponsorluk da istemiyoruz. Sadece kart maliyetini taraftardan alabileceklerini söyledik.”HABERTÜRK