Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Sinan Gümüş: 'Hayatım Yüzde 100 Futbol'
Galatasaray’ın genç futbolcusu Sinan Gümüş, Fenerbahçe ile oynadıkları derbi atmosferinin muhteşem olduğunu söyledi.
Tam Saha Dergisi’ne açıklamalarda bulunan genç oyuncu, kendisine sorulan sorulara şu cevapları verdi:
-Almanya’dan gelip Galatasaray’ın A2 takımında oynadığı maç sayısından fazla gol atan, A takımla çıktığı ilk maçında ağları sarsan ve geleceğine umutla bakılan Sinan Gümüş’ü daha yakından tanımak istiyoruz.
1994 yılında Almanya’nın Pfullendorf kentinde dünyayla geldim. Babam da annem de Rize kökenli. Önce Kocaeli’ye yerleşmişler, oradan da Almanya’ya gitmişler. Dört kardeşiz. İki ablam, bir abim var. Babam 30 yıldır işçi olarak çalışıyor. Annem ise adeta hayatını çocuklarına adamış bir kadın. Bildim bileli dört çocuğunun peşinden koşuyor.
-Ailende senin dışında futbol oynayan birileri var mı?
Futbola abimle birlikte başladım. Aynı takımda oynadık. Yaşadığımız şehre beş dakika mesafede küçük bir kulüp olan Aach-Linz’de iki yıl birlikte eğitim aldık. O dönemde ben henüz 4-5 yaşlarındaydım. Yaşımız küçük olduğu için mevkiler çok önemi değildi ama yine de ben santrfor, abim de benim arkamda oynuyordu. Onun verdiği paslarla çok sayıda gol atmıştım. Hatta o dönemde bir sezonda 90 gol attığım için bana bir de kupa vermişlerdi.
-Oldukça süratli bir oyuncusun. Küçükken atletizm yapmış mıydın?
Hayır, futbolun dışında sadece hentbol oynadım. 10 yaşına kadar futbolla hentbolu birlikte götürüyordum. O dönemde Cumartesi günleri hentbol, Pazar günleri ise futbol oynuyordum. Ama daha sonra günler çakışmaya başlayınca birinden birini tercih etmek durumuyla karşı karşıya kaldım ve futbolu tercih ettim.
-Futbolu tercih etmenin nedeni bu branşın daha popüler olması mıydı?
Futbol oynamak bana daha zevkli geliyordu. Arkadaşlarımın çoğu da futbol oynuyordu ve onlardan ayrılmayı da istemedim. Zaten futbolu o kadar çok seviyordum ki, evde de sürekli top oynuyordum. Abimle birlikte neredeyse evdeki bütün eşyaları kırmıştık.
-Acaba baban evdeki eşyaları kurtarmak için mi sizi futbola gönderdi?
(Gülüyor) Hayır, hayır… O dönemde bizi spor yapmamız ve sokaktaki tehlikelerden uzak kalmamız için spora yönlendirmişlerdi. Zaten annem, babam ve ablalarım her zaman arkamda oldu ve beni destekledi. Bugünlere gelmemde onların büyük payı olduğunu söylemem gerek.
-Futbolla okulu nereye kadar sürdürdün?
Aach-Linz’deki iki yıllık eğitimimin ardından yaşadığımız şehrin takımı Pfullendorf’a gelmiştim ve orta dereceli liseyi de orada bitirdim. Daha sonra Stuttgart’a transfer oldum. Kulübün anlaşmalı olduğu okula devam ettim. Ancak daha sonra Stuttgart’ın ikinci takımına yükselince bir tercih yapmak zorunda kaldım; okulu bırakıp futbolu tercih ettim. Zaten bu kararı da kulüple birlikte verdik. Bana yeteneğim olduğunu, 3. Lig’de oynayacağımı ve kendimi gösterebileceğimi söylediler. Ben de futbolda önümün açık olduğunu görünce sadece futbola konsantre olabilmek için böyle bir karar verdim. Çünkü bir yola çıktığınız zaman yüzde 100’ünüzü o yola vermeniz gerekir. Ben de yüzde 100 futbola konsantre olmak için bu kararı aldım.
-Stuttgart’a transferinden söz açılmışken, bize bu transferin nasıl gerçekleştiğini anlatır mısın?
Pfullendorf’ta oynarken Stuttgart’ın U17 takımıyla bir lig maçı yapmıştık. O maçta iyi oynamış ve bir de gol atmıştım. Maçın ardından Stuttgart’ın hocası yanıma gelerek “Seni idmanlarımıza çağırmak ve orada görmek istiyoruz” demişti. Zaten iki-üç hafta sonra sezon bitiyordu. Stuttgart’ın idmanlarına çıktım ve bir-iki antrenmandan sonra bana transfer teklifinde bulundular. Ben de Stuttgart’ın Almanya’daki en iyi altyapılardan birine sahip olduğunu göz önünde bulundurarak bu teklifi seve seve kabul ettim.
-Ailenden ayrılıp başka bir şehirde yaşamak senin için zor olmadı mı? Böyle bir zorluğu göze alırken aklından neler geçiyordu? Tamamen futbola mı kilitlenmiştin?
Stuttgart’a ilk gittiğimde kulüp benim tesislerde kalmamı istedi. O yaşta bir çocuğa kulübün ev vermesi söz konusu değildi. Ancak ben de tesislerde kalmak istememiştim. Bunun üzerine şehirdeki bir ailenin yanında kalmam konusunda anlaştık. 6 ay boyunca bir İtalyan ailenin yanında kaldım. 18 yaşına girince eve çıkmak istediğimi söyledim, kabul ettiler. Kalan 1.5 yılımı kendi evimde geçirdim. Elbette benim için kolay bir süreç değildi. Teklif geldiğinde ailemle oturup konuşmuştum zaten. Dediğim gibi bu yola yüzde yüz baş koymuştum. Sonradan pişmanlıklar yaşamak, “Keşke şunu şöyle yapsaydım” demek istemiyordum. Stuttgart’a ilk gittiğimde yeni bir şehirle karşılaştığım için çevremi tanımak için gezdim, dolaştım. Ama akşamları değil. Futboldan arta kalan vakitlerimde şehirle ilgili merakımı giderdim. Zaman zaman ailemi özlesem de izin günlerimde yanlarına gittim, bazen onlar benim yanıma geldi. Trenle iki saatlik bir mesafede bulundukları için bu gidiş-gelişler zor olmadı.
-Ailen maçlarına geliyor muydu?
Ailemin bana verdiği destek inanılmazdı. Ben ve abimin dışında iki ablam da spor yapıyordu ve annem hepimize yetişiyordu. Evlâtları için müthiş bir fedakârlıktı onunkisi. Stuttgart’a gittiğimde de ailem maçlarımda hep yanımda olmayı sürdürdü ve ben onların varlığıyla hep güven duydum. Stuttgart’ta başlangıçta şehri tanıma amaçlı gezilerimin dışında hayatım okul, antrenman ve maçlar arasında geçti. Bunu zaten biliyordum. Arkadaşlarımla gezip dolaşamayacağımı, geceleri dışarı çıkamayacağımı hep hesap etmiştim. Beş yıl sonra geriye dönüp “Keşke şöyle yapmasaydım” demek istemiyordum ve bu nedenle kendimi sadece futbola verdim. Tam anlamıyla futbola konsantre olmuştum. Galatasaray’da da aynı durum devam ediyor. Burada da sadece “futbol, futbol, futbol” diyorum ve hep daha fazlasını istiyorum. İstanbul’un çok güzel bir şehir olduğunu biliyorum ama sadece futbola odaklandığım için henüz şehri tanımaya bile zaman ayıramadım. Bir işi yapacaksanız doğru yapmalısınız.
-İtalyan ailenin yanında kaldığında onların dilini öğrenebildin mi?
Hayır. Çünkü onlar da evde Almanca konuşuyordu. Ancak Almancanın dışında o kadar olmasa da İngilizce konuşabiliyorum. Yabancı oyuncularla ya da yabancı bir hocayla konuşup anlaşabilecek kadar İngilizcem var.
-Almanya’dayken ciddi bir sakatlık yaşadığını biliyoruz. Kendini bu kadar futbola odaklamış bir insan olarak o sakatlığı yaşadığında “Acaba futbola dönemezsem?” gibi bir endişe yaşadın mı?
Dediğiniz gibi üç ay boyunca idmanlardan uzak kaldığım bir sakatlık geçirdim. Stuttgart’a yeni transfer olmuştum. U19 takımındaki son senem olacaktı ve takımın başında Tayfun Hoca vardı. Onunla birlikte her şey çok güzel gidiyordu. Tayfun Hoca takımdan ayrıldıktan sonra bu sakatlığı yaşadım. Hem sevdiğim bir hocanın ayrılması hem de yaşadığım bu sakatlık nedeniyle gerçekten de çok zor günler geçirdim. Ama kendi kendime, “Sinan neyin varsa futbola vermelisin ve geri dönmelisin” dedim. Çünkü orada başarabilirsem daha iyi yerlere gelebileceğimi biliyordum. Başaramazsam neler olabileceğinin de farkındaydım. Bu motivasyonla sakatlığı atlatıp kendimi çabuk toparlamayı başardım.
-Daha iyi yerler derken Stuttgart’ın A takımını mı kastediyorsun?
Elbette Stuttgart’ın A takımında oynamayı hayal ediyordum. Başlangıçta Türkiye’de oynamak gibi bir niyetim yoktu. Ama Stuttgart’ın 3. Lig takımında oynamaya başladığımda Türkiye’deki büyük takımlara da gidebileceğimi düşünmüştüm. Zaten orada gösterdiğim performansla Galatasaray’dan teklif aldım.
-Neden Bundesliga’da ilerlemek yerine Galatasaray’ın teklifini kabul ettin? Kendine orada bir gelecek mi görmedin, yoksa Galatasaray’dan gelen teklif mi çok cazipti?
Geçen sezon Stuttgart’la sözleşmem bitiyordu. Bana sözleşme uzatma teklifini yaptılar ancak bu teklif A takım kadrosunda yer alıp idmanlara çıkmak, maçları ise ikinci takımla oynamak şeklindeydi. Bir sezon sonra ise A takımda yer alabileceğimi söylemişlerdi. Bu şartlarda Galatasaray’ın teklifini daha cazip buldum. Çünkü “Burada kendini gösterirsen ilk sezonunda A takımda oynayabilirsin” demişlerdi. Ailemle konuşup bu teklifi değerlendirmeye karar verdim.
-Bu arada Türkiye’den başka teklifler de aldın mı? Bazı mecralarda Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın da bir önceki sezon sana talip olduğu hakkında bilgiler var…
Açıkçası benim bundan haberim yok.
-Tayfun Korkut’un senin üzerindeki emeğinden söz edersek, Almanya’da bir Türk teknik adamla çalışmak senin için avantaj olmalı…
Stuttgart’taki ilk senemdi ve siz de bilirsiniz ki o yaştaki genç bir oyuncu için başka bir şehirde yeni bir kulübe alışmak hiç de kolay değildir. Üstelik küçük bir kulüpten büyük bir kulübe gelmiştim ve idman dozajı çok daha üst düzeydeydi. Tayfun Hoca bu süreçte elini üzerimden hiç çekmedi. Benimle her gün konuşur, “Nasılsın, iyi misin, yorgun musun?” diye sorar, yorgun olduğumda dinlenmeme izin verirdi. Çünkü küçük bir kulüpten geldiğimi ve Stuttgart’ın ağır idman temposunda başlangıçta zorlandığımı biliyordu. Bana her zaman “Arkanda duruyorum, sen yeter ki performansını yükseltmeye çalış” derdi. Stuttgart’taki başlangıç dönemimde Tayfun Hocanın varlığı ve bana verdiği destek büyük bir nimet gibiydi.
-Birçok Türk oyuncu, Almanlarla girdikleri rekabette eşit olsalar bile tercih edilmediklerini söylüyor. Sen Almanya’da Türk oyuncu olmanın zorluğunu yaşadın mı?
Ben böyle bir sıkıntı yaşamadım. Kendi kendime “Performansın iyiyse hoca mutlaka seni oynatır. Gollerini atmaya devam edersen takımdaki yerini korursun” dedim ve gerçekten de böyle oldu. Bu konuda fazla yorum yapmak istemiyorum ama bir oyuncu rekabette geriye düştüğünde, bahsettiğiniz argümanı kullanabiliyor. Benim açımdan bakıldığında iyi olduğum zaman mutlaka tercih edildiğimi gördüm.
-Biraz önce bahsettiğin küçük takımdan büyük takıma gelmenin zorlukları üzerinde biraz duralım. Stuttgart’taki antrenmanlar gerçekte de o kadar farklı mıydı?
Stuttgart’a geldiğimde küçük yaş gruplarının idmanlarını izledim ve şaşırdım, çünkü ben hayatımda hiç böyle bir antrenman yapmamıştım. Çok genç yaşta yoğun idmanlara başlıyorlar. Haftada iki gün antrenman yapıyorlardı ama topla çalışmalar, teknik çalışmaları, sprintler, koşular her şey vardı antrenman programlarında. 15 yaşından itibaren de fitness çalışmaya başlıyorlar. Hatta fitnesse ilk girdiğimde yanımda küçük bir çocuğun olduğunu gördüm ve “Bravo, çalışmaya devam et” diyerek onu teşvik ettim.
-Bugün oldukça fit görünüyorsun. Stuttgart’a ilk gittiğinde nasıl bir durumdaydın?
Stuttgart’a ilk gittiğimde çelimsiz bile sayılabilirdim. Ama orada yaptığım antrenmanlar sayesinde bugünkü durumuma geldim. Özellikle de üç aylık sakatlık döneminde yaptığım çalışmalar çok işime yaradı. Dediğim gibi tamamen futbola odaklanmış bir oyuncu olarak çalışmayı da seviyorum. Bugün de sürdürdüğüm bir alışkanlığım var. Kendimi ne zaman iyi hissetsem, ya antrenmandan önce ya antrenmandan sonra ekstra çalışmalar yapıyorum. Her gün küçük küçük bir şeyler yapsanız bu size yeter. İnsanlar benim her gün saatlerce fitness yaptığımı zannedebilir ama öyle değil. Bir gün göğüs, bir gün bacak, bir gün karın çalışıyorum ve yaptığım bu parça parça parça çalışmalar da beni sürekli geliştiriyor.
-Transfer olurken sana Galatasaray’ın nasıl bir kulüp olduğunu, tarihini, camiayı anlattılar mı? Florya’ya ilk geldiğinde dikkatini en fazla çeken şey ne oldu?
Galatasaray’ın nasıl bir kulüp olduğunu, büyüklüğünü zaten biliyordum. Florya’ya ilk geldiğimde ise tesislerin büyüklüğü ve kalitesi beni çok etkiledi. Evet, Almanya’da da kulüplerin tesisleri var ama bu kadar güzel bir tesisi ilk defa Florya’da gördüm. Menajerimiz Cenk Ergün bana tesisleri gezdirdi ve kulüp hakkında da bilgiler verdi. Zaten tesisleri gezerken de Galatasaray’ın ne kadar büyük bir camia olduğunu fark ediyorsunuz.
-Galatasaray tarihindeki hangi oyuncu gibi anılmak isterin?
Metin Oktay var, Hakan Şükür var. İkisi gibi de anılmak ve Galatasaray tarihine bu iki büyük golcü gibi geçmek isterim. Bir de benim evimde Mario Jardel ve Gheorghe Hagi’nin formaları var. Hatta ablam geçen gün Hagi formasının fotoğrafını çekip bana göndermiş.
-Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı?
Liverpool’un kaptanı Stevan Gerrard benim ilk idolümdü. Uzun yıllar bir büyük kulübün formasını giymesi ve performansını koruyabilmesi benim açımdan çok etkileyiciydi. Daha sonra ise kendi oynadığım pozisyona göre Arjen Robben’e hayranlık duymaya başladım. Robben gerçekten de çok büyük bir forvet oyuncusu. Adeta bir fırtına diyebiliriz.
-Seni iki kanatta, forvet arkasında ya da santrfor olarak izleyebiliyoruz. Sen futbol karakterini en iyi hangi mevkide ifade ettiğini düşünüyorsun?
En sevdiğim pozisyon kanatlar. Hızımı kullanmayı ve birebirleri çok seviyorum. Ama değiniz gibi hücum hattının her bölgesinde oynayabiliyorum. Solak olduğum için sağ kanatta oynamak beni gole daha çok yaklaştırıyor. İçeri girip şut da atabiliyorum. Solak olmama rağmen sağ ayağımı da iyi kullanabiliyorum ve bunun da bir forvet için önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Sağ ayağımı geliştirebilmek için çok çalıştım. Stuttgart’taki hocalarım bu konunun üzerinde özellikle durmuş ve sağ ayağımı geliştirmemi sağlamıştı.
-Galatasaray’a gelirken beklentilerin nelerdi? İlk sezonunda hemen oynamayı umuyor muydun?
Zor olacağın biliyordum çünkü büyük bir takıma gelmiştim ve kanatlarda da büyük bir rekabet vardı. Ama çok çalışırsam bir gün bana da şans geleceğini ve o güne hazır olmam gerektiğini de biliyordum. Nitekim A2 maçlarında iyi performans göstererek bu şansı yakaladım ve Allah’a şükürler olsun ki bana şans verenleri de utandırmadım.
-Prandelli döneminde hiç oynama şansı bulamamışken Hamza Hamzaoğlu’nun göreve gelmesinin ardından A takımla maçlara çıkmaya başladın. Bize iki hocayla ilişkilerinden söz eder misin?
Prandelli aslında benimle ilgileniyordu. Yaptığımız konuşmalarda, “Çalışmalarından memnunum ve sana bir gün şans vereceğim” diyordu. Genç bir oyuncu için bu bile önemli bir motivasyon kaynağıdır. Onun bu sözleri sayesinde her geçen gün artan bir performansla çalışmayı sürdürdüm. Bu sayede de Hamza Hamzaoğlu Hocamız geldiğinde beni hazır buldu ve oynattı.
-Galatasaray formasıyla ilk çıktığın maçta gol atmayı başardın. Bize o maçta ve öncesinde neler yaşadığını anlatır mısın?
Balçova Yaşamspor’la oynayacağımız Ziraat Türkiye Kupası maçı öncesinde yaptığımız idmanın ardından asılan kadroda ismimi gördüm ve çok sevindim. Benim için bir hayal gibiydi. Oynayıp oynamayacağımı bilmiyordum ama kadroda yer almak bile beni müthiş heyecanlandırmıştı. Koray’la da konuşmuştuk ve “Eğer oynarsam inşallah gol atıp kendimi gösterebilirim” demiştim. Çünkü A2 maçlarında attığım goller nedeniyle herkes benden bahsediyordu ve benim de A takımla sahaya çıktığımda onlara Sinan’ın nasıl bir oyuncu olduğunu ifade edebilmem gerekiyordu. İkinci yarının başlarında Bruma’nın yerine oyuna girdim ve 10 dakika sonra da golümü attım. Öyle büyük bir sevinç yaşadım ki gözümden yaşlar aktı. O mutlulukla Koray Günter’e koştum ve “Sana gol atacağımı söylemiştim” dedim.
-Gözünden yaşların geldiği anlar unutulmazdı gerçekten de… Attığın golü seni sevinçten ağlatacak kadar önemli kılan şey neydi?
Almanya’daki bütün arkadaşlarımın o maçta beni izlediğini biliyordum. Maçtan önce hepsi de “Seni takip edeceğiz, iyi oyna” diye mesaj atmıştı bana. Keza ailem de maçı izliyordu. Golü atınca aklıma onlar geldi ve sevinç gözyaşlarımı tutamadım.
-O maçın ardından futbolculuk hayatında neler değişti? Senin için bir dönüm noktasıydı diyebilir miyiz?
Dönüm noktasıydı denilebilir, çünkü kamuoyunun büyük kısmı beni o maçla ve attığım o golle tanıdı. Ama benim açımdan değişen bir şey olmadı. Ben yine aynı Sinan’ım. O maçın ve golün getirdiği bir avantaj tabiî ki var. İdmanlarda olsun, maçlarda olsun abilerimden benimle ilgili olumlu geri dönüşler almak istiyorum. Onlar da bana “Sinan iyi yoldasın, sana inanıyoruz. Yeteneğin var. Bu yeteneğini sergileyebilirsen müthiş bir futbolcu olursun” diyor. Bu sözler de özgüvenimi ve çalışma azmimi artırıyor.
-Takımda seninle en çok ilgilenen usta oyuncular hangileri?
Hamit abinin desteğini hep yanımda hissettim. Bana her zaman, “Sen iyi bir oyuncusun, zamanın gelecek, pes etme” diyerek destek verdi, yanımda durdu. Ama sadece Hamit abi de değil. Takımdaki bütün abilerin desteğini arkamda hissettim, hepsi benimle ilgilendi, moral verdi. Hatta Sneijder bile “Yeteneğin inanılmaz. Onu doğru yerlerde kullanırsan çok iyi bir futbolcu olacaksın” dedi. Bunları Sneijder gibi çok özel bir oyuncudan duymak insana gerçekten de büyük bir güç veriyor. Bugüne kadar abilerimden hep güzel ve olumlu geri dönüşler aldım. Takım içinde çok sevildiğimi hissediyorum.
-Bunu neye bağlıyorsun peki, iyi bir oyuncu olmana mı?
Hayır, hayır. Kendi kendime hep “Hiçbir zaman insanlığımı kaybetmeyeyim” diyorum. Herkese aynı şekilde davranmaya çalışıyorum. Kimsenin kötülüğünü istemiyorum. Kimseyle bir kavgam, sürtüşmem yok. Sanırım bu yüzden herkesle diyaloğum çok güzel.
-Ben bir forvet oyuncusu olsam Sneijder’le oynamak isterim. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Sneijder kariyeri ve yetenekleri belli bir oyuncu. Oyunu okuması da inanılmaz. Elbette böyle bir oyuncuyla birlikte oynamak büyük bir avantaj. Bazen sizin bile düşünemeyeceğiz pasları atıyor. Hele Fenerbahçe derbisinde attığı o goller var ki, unutmak mümkün değil. Hiç kimsenin beklemediği anda ve hiç kimsenin beklemediği yerlerden öyle şutlar atıyor ki, bunu yapabilmek için ancak Sneijder olmak gerekiyor.
-Galatasaray’ın tarihinde unutulmaz oyuncular var. Galatasaray’a aslan lâkabını veren Nihat Bekdik, sonrasında Gündüz Kılıç, Metin Oktay, Cüneyt Tanman, Bülent Korkmaz takıma hep 20’li yaşların altında gelip kaptanlığa yükselmiş oyuncular. Senin de gelecekle ilgili böyle bir hayalin var mı?
Bugüne kadar böyle bir şeyi düşünmedim. Önüme hep maçtan maça ve yıldan yıla bakıyorum. Şimdilik 40 maçtan 20’sine çıkarsam iyi olur diye düşünüyorum. Önümüzdeki sezon bu maçların sayısını giderek artırmaya çalışacağım. Ama eğer bir gün Galatasaray’a kaptan olabilirsem bu benim için büyük bir gurur vesilesi olur.
-Hamza Hamzaoğlu’nu daha önce çalıştığın teknik adamlardan ayıran en önemli özelliği nedir?
Hamza Hoca oyuncunun ismine değil idman performansına bakıyor ve iyiysen forma şansını veriyor. Takımda çok büyük oyuncular varken hiç kimsenin tanımadığı bana bu şansı verdi mesela. Oyuncusuyla sürekli diyalog halinde olan ve eksiklerini söyleyerek kendisini geliştirmesini isteyen bir hoca. Mesela bana da kafa toplarında kendimi biraz daha geliştirmem gerektiğini söylüyor ve antrenmanlardan sonra özel çalışmalar yapmamı istiyor. Çok iyi bir ilişkimiz olduğunu söyleyebilirim. Zaten kış transferi döneminde takımdan gitmemi de istemedi. Bana “Bizimle kalacaksın, seni çok daha iyi bir duruma getireceğim” diyerek güvenini ortaya koydu. Ben de Hamza Hocayla çalışmaktan çok memnunum. Hocanız size iyi olduğunuzu söylediği zaman kendinize güveniniz artıyor, çalışma azminiz kuvvetleniyor.
-Türkiye’de izlemekten keyif aldığın takımlar, beğendiğin oyuncular var mı?
İlk zamanlar Beşiktaş çok iyi futbol oynadı. Onları izlemekten gerçekten de keyif alıyordum. Çok beğendiğim futbolcular ise Wesley Sneijder, Burak Yılmaz ve Beşiktaş’tan DembaBa. Trabzonspor’da Mehmet Ekici de gerçekten çok iyi oynuyor.
-Galatasaray-Fenerbahçe maçlarının çok farklı bir havası var. Sana bu havayı ve rekabeti anlattılar mı?
Bu atmosferi statta bizzat yaşadığım için ne kadar inanılmaz olduğunu biliyorum. Kelimelerle anlatmak kolay değil. Almanya’da Stuttgart’la Bayern Münih arasında oynanan maçlar da derbi sayılır. Karlsruhe maçları da öyledir. Ama o maçların atmosferiyle Galatasaray-Fenerbahçe maçının atmosferi kıyas bile kabul etmez. Ben Fenerbahçe maçındaki atmosfere inanamadım. Kendi kendime “Acaba neredeyim?” diye sordum. Hele Sneijder’in attığı iki golle oluşan havayı anlatabilmek mümkün değil.
-Millî Taktım tercihine gelirsek, Almanya’nın U20 takımında oynadın. Bu tercihin sebebi neydi? O dönemde Türkiye’den bir teklif almamış mıydın?
Evet, Almanya’dan teklif almıştım ve bu nedenle Almanya adına oynadım. Ama hâlâ bir tercih yapma hakkım var. Almanya’da doğup büyümüş olsam da ben bir Türküm. Türkiye’den bir teklif aldığımda tabiî ki Türkiye’yi seçerim.
-Türkiye’nin maçlarını izlerken, “Ben de burada olabilirim” diye bir hayalin var mı?
Tabiî ki böyle bir hayalim var. Ama öncelikle bu büyük kulüpte başarılı olmam gerektiğini biliyorum. Öncelikli hedefim de bu. Zaten Galatasaray’da başarılı olursam Millî Takımda otomatik olarak gelir.
-Bu sezon kaç maça çıkarsan kendini hedefine ulaşmış sayacaksın?
Elbette her maçta oynamak isterim. Ama benim için önemli olan takımımızın dördüncü yıldızı takması. Bu hedefe yürürken ne kadar katkı sağlayabilirsem kendimi o kadar başarılı addederim. Takımda dördüncü yıldızı takmak için inanılmaz bir istek var. Her idmana çıkarken aynı şeyi konuşuyoruz. Her maça şampiyonluk ışığını önümüzde görerek çıkıyoruz. Takımımızda Sneijder dâhil “Ben bu takımın en iyisiyim” deyip boş verecek oyuncu yok. Herkes birbirine yardım ederek, birbirine destek vererek takım için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
-A2 Ligi’nde inanılmaz bir gol yüzdesiyle oynuyorsun. Oynadığın maçtan daha fazla gol attın. O ligin sana hafif geldiğini mi düşünüyorsun?
Böyle söylemek yanlış olur. Biz o lige göre çok iyi bir takımız ve bu nedenle ben de daha zayıf rakiplere karşı çok sayıda gol atabiliyorum. A takımda oynayıp sonra A2’ye gitmek benim için bir problem oluşturmuyor. Zaten hocama da “Eğer A takım kadrosunda olmayacaksam A2’de oynamayı istiyorum” diyorum. Benim için önemli olan maç tecrübemi artırmak. A2 Ligi’ni de bu açıdan önemli bir fırsat olarak görüyorum ve seve seve oynuyorum.
-Türkiye ile Almanya’yı kıyaslarsan burada ne eksik, ne fazla…
Almanya daha disiplinli bir ülke. Söylenen her şey zamanında yapılır. Burada ise işler biraz zamana yayılıyor. Burada Almanya’ya göre fazla olan şey ise arabaların sayısı. İşin yakası bir yana Türkiye’nin fazlası insanlarının sıcakkanlılığı. Burada Almanya’da bulamayacağınız yakınlığı ve yardımseverliği kolayca görebilirsiniz.
Cihan