Eski Sevgiliyle İlgili Elem Verici 5 Yaşanmışlık
Kimin hayatında eski sevgili ile ilgili hatırında kalan acı tecrübeler yok ki?
1. Eski sevgilinin yeni sevgilisi ile ilk karşılaşma
2. Son bir şey söylemek isterim sana...
Günlerdir aklımı kemiren tek şey bu... Ona son sözlerimi söyleyemeden ayrılmışım gibi hissediyorum. Telefon açmak, mesaj göndermek, Instagram'dan fotoğraflarını beğenmek, Twitter'dan twitlerini favoriye eklemek gibi bir şey değil bu dediğim. Gözlerinin içine bakmak, son bir kez ellerini tutmak ve şimdi git artık demek istiyorum. Sanki araftayım ve yarım kalan işimi tamamlamadan bu ilişkiden ayrılıp gidemiyorum. Bu düşüncelerle yeni bir güne daha uyandım. Artık bu yükü taşıyamayacağımı fark edip daha günün ilk sigarasını bile içmeden mesaj attım... 'görüşebilir miyiz?'
'Evet, tabii ki' diyeceği kabul etmeliyim ki hiç aklıma gelmedi. Daha ziyade, artık rahatsız etmesen, bazı şeyleri kabul etmen lazım, lütfen bir daha arama, vs. demesini bekliyordum. İşte biz erkeklerin sıkıntısı bu, daha şimdiden 'acaba o da beni özledi mi?', 'O da mı geri dönmek istiyor ki?' düşünceleri aklımda tur atmaya başladı. Oysa iki insan normal şekilde görüşemez mi? Gel de bunu yeni ayrılmış erkek beynine anlat.
Saatlerce evde tek başıma oturup, son kez neler söylemek istediğimi düşündüm, planladım, tasarladım. Silip silip yeniden yazdım, beğenmediğim yerleri çıkardım, afili cümleler, kelimeler sıkıştırdım. Hiç sözümü kesmeden ve ellerini elimin içine almama izin vererek dinlerse ve finalde o bir damla göz yaşını göz pınarlarımdan salabilirsem... Yeniden birlikte olmamız işten bile değildi. Acaba gliserin mi alsam diye düşündüm, ağlamak için kesin bir çözüm olabilirdi. Ancak o kadar duygusal ve özenli bir konuşmam vardı ki düşündükçe bile ağlayasım geliyordu. Yazık, ağlama provası yapacak zamanım kalmamıştı. En sevdiği mavi ekose gömleğimi, düşük bel kotumu ve botlarımı giyerek evden çıkıyordum ki dönüp onun hediye ettiği parfümden bolca sıktım... Allahım heyecandan ölecektim, romantik komedi filminin duygusal sahnelerinden birinin çekimine giden oyuncu gibiydim, rolüme iyice girdiğimi hissediyordum.
Vallahi gelmişti... Tüm bildiklerimi, çalıştıklarımı unuttuğumu hissediyordum. Bir de masaya oturunca ellerini kucağında tuttuğunu görünce her şey yavaş yavaş aleyhime dönüyormuş gibi düşünmeye başladım. Nasılsın dedi, çok mu umurunda dedim... Umurumda değil mi zannediyorsun dedi, hıı diye geviş getirdim... Ellerini tutup gözlerinin en içine bakacağım diye çıktığım yolda mala bağlamıştım... Sen nabıyon dedim... trip atmaya mı geldin diye tüyümü diktim.
Eve döndüğümde eksik bir şeyler vardı bende... İlişki bitmiş miydi yani şimdi... Oysa söyleyeceklerim vardı.
3. Nikahına beni çağır sevgilim...
Ayrılalı kaç yıl olduğunu düşünmek için, düğün davetiyesinin gelmesi gerekiyormuş. Direkt bana yollasaydı saçma bulurdum ama ailelerimiz de tanışıyor olduğu için annesi anneme vermiş üzerinde Salim Bey ve Ailesi yazan davetiyeyi. 1 yıl olmuş birbirimizden ayrı düşeli. Tam onu düşünmemeye alışmışken gelen bu davetiye tüm planlarımı bozdu, hayatımı altüst etti. Aytaç ve Kamer aileleri sizi en mutlu günlerinde aralarında görmekten... En mutlu günleri ha... Oysa Pier Loti'de az şekerli kahvemizi içip Haliç'i seyrederken 'bundan daha mutlu bir günüm olabilir mi?' demiştin, oluyormuş demek ki.
Annem sen gelmiyor musun dediğinde evde eşofmanla o odadan bu odaya seğirtip duruyordum. Nereye dedim şaşkınlıkla. E bugün Nihan'ın düğünü var ya dedi. Sanki hatırlamıyormuş gibi yaparak ne Nihan'ı ya, hangi Nihan? dedim. Oysa küçük altınımı takarken söyleyeceğim kinayeli cümle bile hazırdı; 'umarım en mutlu günler yaşarsın' diyecek, onu Pier Loti'de kahve içtiğimiz güne sürükleyerek gözlerini yaşartacaktım. Onu unutmadığımı, o günden beri ne acılar çektiğimi ilmek ilmek dokuyacaktım kafasına.
Haa bizim Nihan dedim, tamam iki dakikada giyinirim diyerek, bir hafta öncesinden kuru temizlemeye verdiğim takımımı ütüsünü bozmadan itina ile giydim. Zaten saç sakal tıraşımı dünden olmuştum. Parfümümü de sıkıp annemlerle yola çıktım. Petek düğün salonundan içeri, Rezervuar Köpekleri filminin açılış sahnesi fon müziği ve edasıyla girdim. Merdivenlerden usul usul indim. Gelin ile damadın oturduğu masa girişin hemen karşısındaydı, beni göreceğini ve keşke şu an yanımda oturan o olsaydı diye düşüneceğini hayal ettim... Daha gelin ile damat gelmemişti, Feride teyzenin elini öperek hoparlörün dibindeki masaya, kadınların arasına bir sığıntı gibi yerleştim. Saatlerin masadaki teyzelere limonata, kuru pasta taşımakla, yaramazlık yapan çocuklara 'hıııı' demekle geçti. Annemin ısrarı ile 8 yaşındaki kuzenimle dans ettim, annemle Ankara'nın Bağları eşliğinde kırıttım... Nihayet takı töreni geldi.
Büyük planıma az kalmıştı, küçük altınımı hazırladım, ellerim terliyor, kalbim hızla atıyordu. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu belki ama beni ömür boyu unutamayacağı bir dersle hatırlaması en azından egomu biraz olsun tatmin edecekti. Sıra bana geldi, ağır adımlarla ona doğru yürüdüm, o sırada bana bakmıyor, eşi olacak hanzoya bir şeyler söyleyip gülüyordu. Yaklaştım, elimi boynundan geçip dizlerine kadar uzanan kırmızı kuşağa attım, tam o sırada bana döndü ve... 'A Taner naber, gelmene çok sevindik, bak bu eşim Cengiz' dedi. 'Merhaba enişte, Allah bir yastıkta kocatsın' diyerek altınımı taktım ve yerime geçtim.
Beni s.ksen hatırlamayacaktı... Takı töreni bitti paraları destelemek için gelin odasına gittiler. Tam gözlerimden iki damla yaş akacaktı ki arkadaki teyze sırtımı dürterek 'pasta vermediler bizim masaya' dedi. Hışımla kalkıp mutfağa gittim, 'abi şu masaya pasta verilmemiş' dedim. Az bekleyin yahu hangi birinize yetişelim dedi. Masaya döndüm, söyledim şimdi getiriyorlar dedim. Limonata var mı dedi, yoksa ben alırım sana teyzem dedim. Egomu en son pistte oynayan çocukların ayaklarının altında gördüm... Ağlıyordu.
4. Alo, hah Metin görüşmemiz mümkün mü?
Sabahın köründe çalan telefon mu? Kapı mı? Kapıysa kim geldi, telefonsa hangi manyak arıyor bu saatte türü düşüncelerle ayılmaya çalışırken, bir yandan da saat mi çalıyor acaba, lan benim saatim yok ki diye aklımdan geçiriyordum. Yüz üstü yattığım yatakta hafifçe doğrulup telefona uzandım... Arayan Zeynep'ti.
Telefonu açmadan sanki uyumuyormuş, çoktan kalkmış da hayatın yükünü omuzlamış gibi bir imaj vermek için ses açma pratikleri yaptım. Birkaç kere efendim, biraz a-a o-o e-e dedim. Telefonu kapatacak lan diye panik yaparak en cool sesimle alo, dedim. Ay tam kapatıyordum, ne yapıyorsun uyandırmadım ya? dedi. Saçmalama bu saatte uyunur mu, okuldayım dedim. A ben de okuldayım neredesin diyeceğini nasıl oldu da hesap edemedim bilmiyorum ama dedi. Onun nerede olabileceğini ve nereye gelmesinin mümkün olmadığını düşündüm, şimdi çıktık arkadaşlarla Kadıköy'e iniyoruz dedim. Tamam ben de oraya geleyim dedi.
İşler gittikçe sarpa sarıyordu. Şimdi evden çıksan Kadıköy'e inmem 1 saatimi bulurdu, e duş, giyinme falan desek asgari 2 saat lazımdı bana. Birkaç işim var, 2 saat sonra olur mu dedim. Beynimin bu hızlı çalışmasını her zaman sevdiğimi geçirdim aklımdan. Olur bana uyar, seninle görüşmem lazım dedi. Duşa nasıl girdiğimi hatırlamıyorum. Son bir ayrılık sevişmesi mi acaba diye apış aramı köpürtürken buldum kendimi... Utanmalıydım belki ama, utanmadım, en iyisini hak ediyor diye pis pis sırıttım. Belki de geri dönmek istiyordu kim bilir.
Duşun ardından yeni açtığım boxer donumu giyip evden fırladım. Çok çabuk terleyen biri olduğumdan koşmamaya özen gösteriyordum ve kalem parfümümü de yanıma almıştım. Buluşmayı planladığımız yere, 20 dakika erken gelmiştim ve terlememiştim üstelik. Yine de parfümümden kulak arkalarıma biraz sıktım, çünkü parfümün buradan yayılırken bıraktığı sıcak kokuyu seviyordu Zeynep. Oturdum, bir kahve söyledim, içtim bitirdim, bardağı almalarına izin vermeden bir tane daha söyledim ki arkadaşlarla burada olduğuma ikna olsun.
Tam vaktinde geldi... Selam dedi her zamanki gibi gülerek ve oturdu. Ne içiyorsan aynısından diyerek yine güldü, gözleri güldü. Hafta sonu arkadaşlarla Ulubey Kanyonu'na gideceğiz dedi. Beni de mi çağıracak acaba dedim, yalnız gitmek istemiyor. Ne zaman korksa bana sarılırdı zaten diye geçirdim içimden. Gitmeden önce sevişmek isteyecek mi diye ekledim... Çok güzel dedim, kaç kişisiniz diye sordum. Aceleyle ya 15-16 kişi kadarız dedi, sanki artık sadede gelmek istiyor gibiydi. Bir şey söyleyeceksin sanki bana dedim, evet dedi, ama sıkılıyorum biraz. Gevrek gevrek gülerek söyle söyle çekinme dedim. Hani benden 200 lira almıştın ya, onu bugün vermen mümkün olabilir mi? dedi...
Eve döndüğümde bursun yatmasına daha 10 gün olduğunu düşündüm, kalan 100 lira bana ne kadar yetecekti. Donumu çıkarıp, tekrar kutusuna koydum.
5. İki medeni insanız biz Serzan?!
Aslında teklif benden gelmişti. Ayrılıyoruz diye düşman olmak zorunda değiliz, neticede mürekkep yalamış, iki medeni insanız diye Murat Boz'dan alıntı bile yapmıştım. Kabul etmeyip de ne yapacaktı, medeni değilim ben mi diyecekti? Kabul etti tabi. İşte onu tekrar elde etmenin ilk adımını atmıştım. Sevgiliyken arkadaş olup sonra yeniden başlayan bir sürü insan olmalıydı, neden bir başkası da biz olmayalım ki diye düşünüp, aylar sonra ilk kez keyiflendim.
Uzun süre boyunca sürekli görüştük, alttan alta birkaç ima dışında benden beklenen adımların hiçbirini henüz atmamıştım. Serzan'ın kıvama gelmesini bekliyordum. Onun da bana hayır diyemeyeceği bir noktaya gelmesi an meselesiydi. Çünkü gerginliği yüzünden okunuyordu. Beni istiyor, beni arzuluyor fakat bunu dile getirmeyi kadınlık gururuna yakıştıramıyordu. Canım benim, her zaman gururluydu. Biraz daha sabredip onun iyice çıldırmasını beklemek biraz haince de olsa açıkçası keyif vericiydi.
Sanırım öğleden sonra 3-4 gibiydi, telefonum çaldı. Arayan Serzan'dı. Yüzümde alaycı bir gülümsemenin belirdiğini hissettim, telefonun biraz daha çalmasına izin vererek açtım. Kusura bakma canım mutfaktaydım geç açtım dedim. Evcil yönümü gördüğünü düşünüyordum. Akşam kızlarla Vega'da buluşuyoruz sen de gelsene dedi. Kıvama geldi diye düşünerek, tabi canım benim de işim yok zaten bu akşam, gelirim deyip telefonu kapattım. O kadar arkadaşının arasında beni meşrulaştırmak istiyor diye düşünerek müstehzi gülüşümü yine suratıma kondurdum.
Vega'dan içeri girdiğimde masayı hemen gördüm. Serzan'ın yanına çakalın biri oturmuştu ama ben masaya gidince Serzan illaki rica edip onu öteler diye düşündüm. Ötelemedi. Bana kuru bir selam verdi, karşı sırasında ondan 3-5 kişi uzağa, besleme gibi oturdum. Biramı söyledim, Serzan votka portakal içiyor, yanındaki yılışıkla bir şeyler konuşup gülüyordu. Böyle bir gecede beni neden kıskandırmak istiyor ki diye düşündüm. 1 saat boyunca yanımda oturan, adının Kamil olduğunu öğrendiğim elemanla boş boş konuşup durdum, ta ki Serzan'ın ayağa kalkıp votka dolu bardağa vurarak arkadaşlar! demesine kadar.
Yanındaki yılışık yeni sevgilisi Berk'miş, iki haftadır görüşüyorlarmış ve artık biz arkadaşlarıyla bunu paylaşmanın şart olduğunu düşünmüşler. En son Kamil'e 'hee çok yakışıyorlar a.ına koyim' dediğimi hatırlıyorum.