Görüş Bildir
"Biz Hep Buradaydık"
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Dergisi'nin 143 no'lu Ocak sayısındaki baş yazısında konuşulacak ifadeler kullandıİşte Aziz Yıldırım'ın 'Biz hep buradaydık' başlıklı o yazısı'Fenerbahçemizin yeni yılda da yarıştığı her branşta, armamızın yer aldığı her platformda hep en önde ve başarılarla dolu bir yıl geçireceğine yürekten inanıyor, tüm Fenerbahçelilere bugüne kadar verdikleri ve verecekleri örneği olmayan destek için şükranlarımızı sunuyorum.Zor yılları, zor günleri geride bıraktık…Haklı ile haksızın, doğru ile yanlışın, zalim ile mazlumun birbirine karıştığı, yara bere içindeki vicdanlarımızla ortak akla ulaşamayan mücadele dolu yıllar yaşadık ve yaşamak zorunda bırakıldık.OYSA BİZ FENERBAHÇE OLARAK HEP AYNI KARARLILIKLA, HEP AYNI YERDE DURUYORDUK!Hesaplanamayan karşı duruşumuz ve sorgulanamayan Fenerbahçeliliğimizle buradaydık.Şimdilerde birileri, adımıza ve adımızla konuşuyorlar. Hayretle ve ibretle seyrediyoruz…Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler linç edilirken alkış tutanların pişmanlık dolu konuşmalarını izliyoruz.Aziz Yıldırım, 2008’de İBDA-C ve 2009’da DEVRİMCİ KARARGAH örgüt üyeliği ile ilgili alınan dinleme kararıyla, 14 Şubat 2011’de “SİLAHLI SUÇ ÖRGÜTÜ” kisvesi altında dinlenirken ve biz “BU DAVA ŞİKE DAVASI DEĞİLDİR” derken, ses çıkarmayanların şimdilerde hukuka aykırı delil tartışmalarını seyrediyoruz.Ve hatta…Bir günlük nezarethane misafirliklerine avazı çıktığı kadar bağıranların, bizler hukuksuz bir şekilde 8 gün oradayken, üstelik ifademiz dahi alınmadan ADRESİMİZ METRİS CEZAEVİ yazılırken, nerede olduklarını düşünüyoruz.Mesai saatlerinde grand tuvalet göz altıları seyrederken, sabahın 5’inde sırf Cumhuriyet Ormanı’nı yok etmek için, 107 yıllık çınarı silahlı suç örgütü çırasıyla ateşe verenleri hatırlıyor, adliye önlerindeki özgürce politik nutuklarını dinliyoruz; Aziz Yıldırım’ın ismini vermedikleri için hakaret ve tehditle ifadeleri değiştirilmeye çalışılan arkadaşlarımızla…Yine de hukukun ve adaletin herkes için koşulsuz uygulanmasını bekliyoruz… İbret olsun diye… Yıkmaya çalıştıkları şeyin ne olduğunu görsünler diye…CUMHURİYETE VE CUMHURİYETİ KURANLARA BAĞLILIĞIMIZI BİR KERE DAHA ANLAYIP SINAMAYA KALKMASINLAR DİYE…Ancak düne bakmadan yarını kestirenler ve adımızla konuşanlara bir çift sözümüz ve hatırlatmamız olacak:Yer: Beşiktaş AdliyesiSorguya alındık… Biz Türkiye’nin nasıl yeniden dizayn edildiğini hissettik. Zira 3 avukatımın huzurunda Türkiye’nin eskisi gibi olmayacağını söylediler. Çok yakın gelecekte Aziz Yıldırım’dan çok daha ÜNLÜ KİŞİLERİN alınacağını söylediler. Kalkıştılar da… Türkiye’nin en üst istihbarat kurumuna ve belki de daha yukarılardaydı gözleri. Biz görmüştük operasyonu ve yapılmak isteneni. Cumhurbaşkanı’na mektup yazdık. “BU BİR OPERASYONDUR VE DEVLETE YÖNELİKTİR” dedik…DİNLETEMEDİK!Yer: Silivri Ceza İnfaz Kurumları Duruşma SalonuÖzel yasalarla, silahlı suç örgütü yalanlarıyla bizi şike yapmakla suçladılar. Özel Yetkili Mahkemelerde, özel adamların özel yetkileriyle itibarsızlaştırmaya kalktılar. Oysa biz “NE ŞİKESİ, MEMLEKET ELDEN GİDİYOR” dedik…İNANDIRAMADIK!Yer: UEFA Tahkim KuruluSahte ve hukuka aykırı delillerle, ülke içindeki işbirlikçileriyle bizi Avrupa’ya şikayet ettiler… Türkiye’nin gözünün yaşına bile bakmadan ispiyonladılar futbolumuzu. UEFA’da çullandılar üzerimize bu kez… Söz aldığımızda, bunun bir operasyon olduğunu ve kısa bir süre içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yöneleceğini söyledik. Duruşma CD’lerini istedik; TÜM ÜLKE NE DEDİĞİMİZİ DUYSUN DİYE…DUYURAMADIK!Yer: Avrupa Parlamentosuİki yöneticimiz Avrupa Parlamentosu’na gittiğinde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devletini şikayet etmelerini beklediler. Zira gerçekliği ispatlanmamış kasetler uçuşuyordu havalarda ve savunması dahi alınmayan insanlar, çoktan suçlanmışlardı bile; tıpkı ERGENEKON, BALYOZ, KCK, ODA TV VE BİZİM DAVA GİBİ… Tam tersini bekleseler de bizden, arkadaşlarım yaşanan sürecin TÜRKİYE CUMHURİYETİ REJİMİ’NE VE DEVLETİ’NE yönelik olduğunu ve olacağını söylediler.ANLATAMADIK!Yer: CNN Türk / Tarafsız Bölge Stüdyosu17-25 Aralık süreci yaşanmaktaydı. Herkes, güçler arasında gidip gelirken biz bunun bir operasyon olduğunu söyledik. Çünkü BAŞINDAN BERİ BİLİYORDUK; “İTENİ DE, TUTMAYANI DA”Biz biliyorduk ve inanıyorduk… MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN dediği gibi “ TÜRKİYE CUMHURİYETİ, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi” olmayacaktı.Şimdilerde hep birlikte yaratılan illegal odakları kınıyorlar.Hepsi iyi güzel de;Biz bunları söylerken,CUMHURİYETİN SON KALESİ FENERBAHÇE DERKEN,ASIL HEDEFİN, FENERBAHÇELİLERİN SON NEFESİNE KADAR SAHİP ÇIKACAĞI ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİ OLDUĞUNU SÖYLERKEN,Bu uğurda FENERBAHÇE VE FENERBAHÇELİLER LİNÇ EDİLİRKEN!ARKAMIZDAN İTİLİRKEN,Çocuğumuza, eşimize, ya da güvercinlerle dolu gökyüzümüze 1 yıldır hasretken:NERELERDEYDİNİZ?Bizi sorarsanız;BİZ HEP BURADAYDIK…“DARAĞACINDA OLSAK BİLE SON SÖZÜMÜZ FENERBAHÇE” diyerek tüm Fenerbahçelilere bu uğurda mücadele edilecek yeni ve nice yıllar dileklerimle…Aziz YıldırımFenerbahçe Spor Kulübü Başkanı'
Hamzaoğlu: "Beşiktaş'ı Yenip Mutlu Bir Tatil Geçirmek İstiyoruz"
Galatasaray Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu, pazar günü Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Beşiktaş ile oynayacakları derbi maçını kazanarak mutlu bir tatil geçirmek istediklerini söyledi.Hamzaoğlu ve yardımcıları Galatasaray Muhabirleri Platformu'nun Aqua Florya'da bulunan Tribeca Restoranda yemek davetine katıldı.DERBİDE BİLİC SİSTEMİNİ DEĞİŞTİRSİNPazar günü Atatürk Olimpiyat Stadı'nda Beşiktaş ile oynayacakları derbi maçta rakiplerinin etkili silahlarının olduğu ve bu nedenle her hangi bir sistem değişikliğine gidip gitmeyeceğinin sorulması üzerine tecrübeli teknik adam, 'Bence Slaven Bilic sistemini değiştirsin. Olmaz mı ? Maç içinde bazı bölgelerde sıkıntı olursa icabına bakarız. Oyun bir başlasın görürüz. Kazanırsak mutlu bir tatil geçireceğiz. Ama bu herşeyin sonu değil. Önemli olan sezon sonu yukarıda kalmak.' diye konuştu.Bir gazetecinin 'Hafta sonu Beşiktaş ile oynayacaksınız. İstatistiklerde Beşiktaş'a karşı hep üstünsünüz.' demesi üzerine Hamza Hamzaoğlu, espirili bir şekilde 'O zaman oynamayalım versinler bize üç puanı. Pazar günü Olimpiyat Stadı'nda oynayacağız. Zemin iyi değil ama oynayacağız. Beşiktaş ile oynayacağız derbi bir maç önce olsaydı Konya'da oynardık. Ancak ilk yarının son maçı olması sebebiyle Konya'ya git bir daha geri dön yapılan programlar aksayacaktı.' diye cevap verdi.Hamzaoğlu, İstanbul'daki derbilerde tribünlerin yarı yarıya olması gerektiğini de düşündüğünü kaydetti.SNEİJDER'E TEKLİF YOKFutbolcu sağlığını hep ön planda tuttuğunu ifade eden tecrübeli hoca, 'Bana göre futbolcu sağlığı kazanacağımız bir maçtan çok daha önemli. Ben hiçbir oyuncumu riske edemem, gelecekteki hayatını da riske edemem. Bir maç kazanacağım ya da şampiyonluk kazanacağım diye oyuncuların sağlıklarını riske etmem. Şu anda Sneijder'in durumu da bu. Baş parmağının yanında bir kemik var. Orada ödem olduğu için ağrı yapıyor. Sakat sakat oynatırsak farklı sakatlıklara sebep olacak.' dedi.Şu dönemdeki transfer haberlerinin kendilerini olumsuz yönde etkilediğini ifade eden Hamzaoğlu, medyada 'Sneijder'e teklif var' haberleri içinse şunları ifade etti:'Manşetlerde hep haberler çıkıyor. Sneijder için bana gelen birşey yok. Bizi hiçbir kulüp aramadı. Şu andaki haberler bizi olumsuz etkiliyor. Pazar günü Beşiktaş ile oynayacağımız çok önemli bir maçımız var. Maç öncesi oyuncunun konsantrasyonunu transfere çevrildiği anda oyuncunun konsantrasyonu bozulur.'ARA TRANSFER DÖNEMİYönetim kuruluna devre arasında takıma yapılacak takviyeler veyahut takımdan ayrılacaklar konusunda herhangi bir rapor vermediğini de dile getiren başarılı hoca, 'Önce pazar günkü Beşiktaş maçını bitirmemiz lazım. Transfer için acelemiz ne ki. Oynamamız ve kazanmamız gereken bir maç var. Maçtan sonra da biz isteklerimizi söyleyeceğiz. İstemesek de ayrılacağımız arkadaşlarımız olacak. 32 kişi ile antrenman yapıyoruz. Bu kolay birşey değil.' dedi.Ara transfer döneminde takıma yapılacak transferler hakkında da Hamzaoğlu, 'Çok fazla bir beklentiye girmeyin. İmkan olsa bir çok şey yaparım. Niye yaparım elimdakiler kötü diye değil, daha kaliteli olsin diye yaparım. Alternatif oyuncu alırım destekleme amaçlı.' diye konuştu.YABANCILARDAN GİTMEK İSTİYORUM DİYE YARDIMCI OLACAĞIZKadrolarında 8 tane yabancı bulunduğunu ve gitmek istemeyen olursa hiçbirini göndermeyi düşünmediğini kaydeden Hamzaoğlu, '8 yabancımız var. Kimseyi göndermeyi düşünmüyorum. Ama gelipte bana 'hocam bana biradan teklif var, iyi para veriyorlar veya kariyerim için önemli' derse ona yardımcı olurum. Kulübe kazanç sağlayacaksa hiç kimseyi tutmam. Ama şu an ikinci yarıya sekiz yabancıya devam etmek istiyorum.' dedi.Kadrolarında yer alan fakat süre almakta zorlanan Türk oyuncularında başka takımlara gidip oynamalarını istediklerini ifade eden tecrübeli teknik adam, 'Bu oyuncular gidip başka takımlarda oynamalı. Sonuçta bu kulübün değeri olan oyuncular. Onları ileriye hazırlamamız lazım. Mesela kadromuzda yer alan Yasin Öztekin, bana gelip 'Ben bir yere gitmek istemiyorum' dedi. Bende 'kimseyi zorla bir yere yollamayız' dedim. Kaldı.' diye konuştu.Galatasaray Kulübü'nde sezon sonunda göreve kalırsa gelecek yıllardaki tranfser politikası hakkında da Hamzaoğlu, 'Kalırsam, kulübün bütçe olarak düzgün olmasına bakacağım. Yüksek ve garanti kontratlar olmayacak. Elimizde genç ve gelecek vaad eden futbolcularımız var. Bu oyuncular oynayabileceklere bir yere gidip kendilerini göstermeliler.'Hamzaoğlu, Galatasaray'ın başına sezon başında gelseydi herşeyin çok farklı olabileceğini ifade ederek, 'Sezon öncesi gelseydik ve beraber çalışsaydık çok farklı olurdu tabii ki. Gerçi şu süreci iyi de geçersek ve bize 'devam et' derlerse güzel şeyler yaparız yine. Şuan önemli olan gemiyi sağ salim limana yanaştırmak.' dedi.ASLA BİR GÖREV TALİP OLMADIM, HEP İSTENDİMHamza Hamzaoğlu, futbolculuk hayatını noktaladıktan sonra teknik direktörlük için koyduğu hedef konusundada şunları kaydetti:'42 yaşındayken Süper Lig takımı çalıştırmıyorsam ve 45 yaşında büyük takım çalıştırmıyorsam ben kendimi iyi ve yeterli bir teknik direktör olarak görmem. Koyduğum hedef buydu. Futbolu bıraktıktan sonra bana herkes, 'Bir sürü çevren var, birini araya sok, milletvekili falan iyi yerden başla' dediler. Ben en aşağıdan başladım. Başardıkça bir yere varmak beni mutlu ediyor. Birisi bugün götürsün beni Milan'ın başına koysun. Mutlu olmam. Ben bir şeyleri yaptıktan sonra oraya layık olmalıyım. Hiçbir göreve de asla talip olmadım, hep istendim. Hiçbir zaman giderken de ben bunu hak ediyorum demedim. Ondan sonra hakettiysem layık görülür. 'BORÇLAR DÜZELSİN YİNE YABANCILARA PARALAR DAĞITIRIZSüper Lig'de son yıllarda yerli teknik direktörlerin fazla görev almasını ie ekonomik nedenlere bağlayan tecrübeli teknik adam, 'Borçlar yavaş yavaş insanları doğru yola getiriyor. Borçlar nedeniyle yerli oyuncular ve teknik adamlar daha revaçta. 10 tane yabancı teknik adam gelsin kaç kişi başarı için gelir? Çok azı. Çoğu para gelir. Ama yarın ekonomimiz yine düzelsin bizde yine uçarız, para savururuz. Aidiyet duygusu olmadan hiç birşey olmaz.' dedi.YABANCI OYUNCU SAYISITürkiye'deki yabancı oyuncu kısıtlamasına yönelik düşünceleri konusunda da Hamzaoğlu, şu düşüncelerini dile getirdi:'Yabancı sayısının serbest kalmasına yönelik düşünceler var. Bilinçli olduktan sonra bütün sısnırları kaldırın. Ama şimdi yabancı sınırlamasını kaldırdığınız zaman ne değişecek? Yabancının en çok serbest kalmasını kimler istiyor ona bakın. Büyük takımlar istiyor, küçük takımlarda istiyor. Sonrasında 'yabancı serbest kalsın, Türk oyunculara çok para veriyoruz' diyorlar. Piyasayı kulüpler kendi kendilerine yükseltti.'SELÇUK İNAN'IN YÜKSELEN GRAFİĞİGalatasaray'da kendisinin göreve gelmesiyle birlikte Selçuk İnan'ın yükselen form grafiği hakkında da Hamza Hamzaoğlu, şöyle konuştu:'İnsan mutlu olmadığı biryerde, mutlu olmadığı bir ortamda başarılı olamaz. Selçuk herhalde mutlu değildi. Ya da kendinden herşeyi verecek bir ortamı bulamamıştı. O yüzden belki yüzde yüzünü veremedi. Ama şuan performansından çok memnunum. Belki sistem etkilemişti onu. Benim onları milli takımda tanımam da bir avantaj. Burak ve Umut'tan da memnunum. Olcan'ı da kazanmaya çalışıyoruz. O bişeyler yapsa kendini bulacak. Hamit'i de kazanmak istiyoruz. Takım uyumu çok önemli. Takım olmak da üç beş ay içinde olmaz. Seneler ister. Oyuncuların beraber hareket etmesi beni çok mutlu ediyor.'SEMİH KAYA'NIN SAKATLIĞINI BİZ YAŞASAK YÜRÜYEMEZDİKÖte yandan Galatasaray'ın savunmasında oynayan ve bazı maçlarda yaptığı hatalar nedeniyle eleştirilen Semih Kaya'ya sahip çıkan Hamzaoğlu, 'Semih buydu. Çalışıyor. Mücadele ediyor. Belinde hala sakatlıklar var. Bizden birine olsa yürüyemezdik. Semih'in bence hiç eleştirilmemesi lazım. Onun şansızlığı kaptırdığı topların gol olması oldu. Burak ve Umut'un kaptırdığı top gol olmuyor, Semih'in kaptırdığ top oluyor. Futbol bu hata oyunu. Savunmada Chedjou ile oturdular. Daha da iyi olacaklar. Onlar oynadıkca uyum yakalayacaklar. Hakan'la da kötü oynamadılar. Koray da var.' dedi.DROGBA'NIN KADROMDA OLMASINI İSTERDİMGeçtiğimiz yıl Galatasaray'da forma giyen dünyaca ünlü yıldız Didier Drogba'yı kadrosunda görmek istediğini dile getiren Hamza Hamzoğlu, 'Drogba iyi bir oyuncu. Kadromuzda olmasını isterdik. Olsaydı değerlendirirdik. Ama şöyle ki ben bütün oyuncularımdan memnunum. Yabancı oyunculardan sakatlığından Dzemaili'yi göremedim. Devre arasında onu göreceğiz. Pandev'de bize ligde katkı sağlayacaktır.' diye konuştu.FENERBAHÇE'YE VERİLEN PENALTILARA BAKMIYORUMŞampiyonluk yarışındaki rakipleri Fenerbahçe'ye verilen penaltılar konusunda da Hamzaoğlu, 'Fenerbahçe'ye verilen penaltılara bakmıyorum. Hakemler hata yapıyorlar. Ama kasıtlı yaptıklarını sanmıyorum. Sahada etkilenmiyorlar mı etkileriyorlar. Ama biz hep hataları görüyoruz. Biz onların yaptığı doğru şeyi görüyor muyuz? Görmüyoruz.' dedi.Cihan
Yeni Yıla Girerken TV Ekranlarında Ne Olacak?
Her yılbaşı akşamı olduğu gibi bu yılbaşı akşamı da TV ekranlarında yaşanacak olan eğlencelerle daha da katlanıyor. Peki bizi 2015 yılına girerken neler bekliyor? İşte yılbaşı akşamı özel TV Programları...
İşinizi ve Sevgilinizi En Yakınlarınızın Belirlediğini Anlayıp, Sormanız Gereken 5 Soru
Hayatta yeteri kadar nedeniniz varsa, her şeyin yapabileceğini belirten ünlü girişimci ve yazar Jim Rohn, mutlu olmak ile ilgili bugüne kadar yaratılmış teorilerin en iddialısını söylemiştir: 'En çok vakit geçirdiğin 5 kişinin ortalaması bir hayata sahipsin'  Ortalamalar kanunu (The Law of Averages) temelli bu iddiaya göre, davranış ve düşünce yapımızı şekillendiren en önemli etken (her ne kadar biz aksini iddia etsek de)  yakın çevrenizdeki insanların görüş ve fikirleridir. Bu fikirler bizde tabiri caizse 'zihin virüsü' denebilecek ve bilinçaltımıza bulaşan düşünce katmanları yaratmakta, bu doğrultuda temel inançlarımıza hakim olmaktadır. Dolayısıyla etrafımızdaki insanların söylediği ve yaptığı şeyler bir süre sonra bize normal gelmeye başlamakta, adeta bilinçaltımıza işlemektedir. Biz farklı davranmak, kendimizi değiştirmek istediğimizde de bu durum bizi zorlamaktadır çünkü uzmanların da belirttiği gibi bilinçüstünüzle bilinçaltınız çatışmaya girdiğinde büyük çoğunlukla bilinçaltı kazanır.Peki bunun zengin olmak ya da mutlu olmakla ne ilgisi var diyeceksiniz? Neyin doğru neyin yanlış ya da neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verirken istemeden de olsa etkilendiğimiz yakınlarımız ve onların yaşadığı hayatlar bize sanki pergelin sivri ucuymuş gibi geliyor. İşte bu sivri uçların ortalaması ya da kesiştiği yer de bizim hayatımız oluyor. Örneğin çok zengin insanlar için yaptığımız 'kesin başka bir işler çeviriyor / zengin olman için ruhunu satman gerekir / para kötüdür' yorumları bizi içten içe aslında başarısız olmaya güdülüyor. Üstelik kendimiz zengin ya da istediğimiz kadar güzel olamadığımızda da çevremizi bize benzeyen insanlarla donatmamıza sebep oluyor ki kötü hissetmeyelim, bu kişiler de zaten olduğumuz gibi kalmamızı isteyen insanlar oluyor ve bizi bir kısır döngüye sokuyor.Teori çok geniş, ancak eğer bugün kendiniz için farklı bir şey yapmak ve hayatınızı kökten değiştirmek istiyorsanız aşağıdaki soruları kendinize sorun. Jim Rohn'un bu teorisi sonrasında eski arkadaşlarıyla görüşmeyi kesen, boşanan ya da işinden ayrılan insanlar olduğu söylenmektedir.
Sosyal Medyanın 16 Yaşındaki Genç Kraliçesi: Sarah Ellen
Duyup duyabileceğiniz en popüler genç kız o.Instagram ve Facebook hesaplarından 1.4 milyon kişinin takip ettiği 16 yaşındaki Sidneyli Sarah Ellen internet aleminin kraliçesi.Sarah, verdiği bir ropörtajda şöyle söylüyor: 'Çocukken eğlence sektöründe çalışmayı hayal ederdim. Ama insanların benim yaşam tarzımla ilgilendikleri için kendimi eğlence sektöründe bulacağımı hiç düşünmemiştim.''Bu gerçekten çok güzel. Kendimi çok şanslı hissediyorum ve bazen rüya olmadığını anlamak için kendimi çimdikliyorum.'
Yıldızlararası | Interstellar Filminin Bilimsel Arkaplanı ve Kuramsal Analizi
etiket
Kasım 2014'te vizyona giren Yıldızlararası (Interstellar) filmi, izleyeciler tarafından büyük beğeni aldı. Ayrıca filmin gerek içeriği, gerekse görsel yapısı, bilime yaptığı katkılarıyla da ses getirdi. Bu yazıda filmin kurgusuna pek dokunmadan, filmin bilimsel arkaplanına göz atmaya çalışacağız.Filmin bilim danışmanı (ve aynı zamanda yapımcılarından olan) Kip Thorne ünlü bir fizikçi. Filmle aynı tarihte piyasa bir kitap çıkardı: The Science Of Interstellar (Yıldızlararası’nın Bilimi). Alfa Bilim dizisinden basıma hazırlanan bu kitapta filmdeki hemen her bir sahne anlatılmış ve açıklanmış. Yerimiz dar olduğundan kitaptaki önemli yerleri aktaracağımız bu yazıda, mümkün olduğunca filmi anlamamız için gereken fizik alt yapısı verilmeye çalışılacak. Bu yazıdaki görsellerin bir kısmı, ikisi de Alfa Bilim dizisinden çıkmış olan Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi ve John Gribbin’in Çoklu Evrenler kitaplarından diğerleriyse Kip Thorne’un kitabından alınmıştır.Öncelikle Kip Thorne’dan söz edelim biraz. Amerikan Bilimler Akademisi, Ulusal Bilimler Akademisi, Rus Bilimler Akademisi, Amerikan Felsefe Derneği gibi en önde gelen bilim ve felsefe gruplarına üyeliği bulunan  Prof. Thorne’un aldığı birçok ödülden birisi de 2009 yılında aldığı Albert Einstein Madalyası'dır. Prof. Thorne kütleçekim ve astrofizik konularında çalışmış ve California Teknoloji Enstitüsünde 2009 yılına kadar Feynman Teorik Fizik Profesörlüğü unvanını taşımıştır. Genel Görelilik Teorisi  üzerine yazdığı yüzlerce makale ve kitapla dünyanın  önde gelen araştırmacılarından biri olmuştur.Kip Thorne’un danışmanlığında kurgulanan film baştan sona bilimsel kuramlara dayanmakta. Fantezi öğeleri yok filmde. Ancak bu bilimsel kuramların hepsi aynı türden değil. Kip Thorne Yıldızlararası’nın Bilimi kitabında bilimsel kuramları üçe ayırıyor: İlki, kanıtlanmış bilimsel gerçekler (görelilik kuramı, kuantum kuramı vb gibi). İkincisi ise henüz kanıtlanmasa bile kanıtlanacağına kesin gözüyle bakılanlar (örneğin henüz Mars’a insan gönderemediysek de yakın bir zamanda göndereceğimiz kesin). Üçüncü tür bilimsel kuramlarsa, diğer bilimsel kuramlarla çelişmeyen ancak henüz kanıtlanmamış kuramlar (sicim kuramları, 5 veya 11 boyutlu uzayzaman vb gibi). Bu kuramların doğrulanacağına dair bir kanıt yok elimizde. Ancak diğer kuramlarla uyum içinde olduklarından bunlara fantezi veya hayal ürünü olarak bakamayız. Belki ilerde yanlışlanacaklar ve yerlerini başka kuramlara bırakacaklar ama şu anda bunları kullanarak evrene ilişkin bazı olguları açıklamaya çalışmakta bir sakınca yok. Sonuçta bu bir film, eğlenceli ve ufuk açıcı olması gerekiyor.Filmin önemli bir kısmı bu üçüncü türden henüz kanıtlanmamış bilimsel kuramlara dayanıyor. Bunları anlatmadan önce, günümüz fiziğinin temellerini oluşturan kanıtlanmış kuramlara hızlıca bir göz atmamız gerekiyor.
Reklam
Twitter Fenomenleri Kapıştı! İşte Hakan Hepcan ile Sabri Reyiz Kavgası
Sosyal medyanın ünlü siması Hakan Hepcan'la Twitter fenomenlerinden Sabri Reyiz arasında yaşanan bir kavga bugünün en çok konuşulan konularından biri oldu. Hakan Hepcan'ın bir tweetine imalı bir yanıt veren Sabri Reyiz gerginliğin fitilini ateşledi ve olanlar oldu.İşte adım adım Hakan Hepcan Sabri Reyiz kavgası!
2015 KPSS'de Çıkması Muhtemel 13 Güncel Genel Kültür Bilgisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı Sarayı'nda devlet başkanı düzeyinde ilk olarak Vatikan Devlet Başkanı Papa Francesco'u ağırladı.Francesco, ziyareti dolayısıyla Erdoğan'a Romalı çağdaş ressam Riommi'nin ''St. Angelo Kalesi'nden Görünüm'' adlı yağlı boya tablosundan esinlenerek hazırlanan, mozaik bir resim hediye etti. Resmin, Vatikan Mozaik Stüdyosu'ndan sanatçılar tarafından hazırlandığı öğrenildi.Erdoğan ise, Papa'ya Fatih Sultan Mehmet'in Bosna'da ikamet eden Hristiyanlara verdiği 'Din ve İnanç Özgürlüğü Fermanı'nın gümüş zemin üzerine hazırlanmış tablosunu hediye etti. Erdoğan, Ankara Üniversitesi'nce hazırlanan 4 ciltlik İslamiyet ve Hristiyanlık Dini Terimler Sözlüğü de takdim etti.
Reklam
Bu Yılın En Popüler 11 Mobil Oyunu
2014'ün sonuna geldik. Artık bu sene boyunca oynadığımız başarılı oyunları değerlendirmenin vakti geldi.Gün geçtikçe akıllı telefon ve tabletlerde oynanabilecek oyun çeşitleri de artış göstermekte.İşte Android ve iOS'ta 2014'ün en başarılı oyunları:
Dünya Çapında Popüler 30 Vine Fenomeni
Andy Warhol, bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak demişti. Fakat iki yıl önce çıkan Vine sayesinde, birçok Vine fenomeni 6 saniyelik videolar çekerek, çok sayıda takipçiye ve şöhrete kavuştu.Sizler için dünya çapında popülerite yakalamış 30 Vine fenomenini listemize aldık. Bu fenomenlerin çoğu komedyen ama aralarında aktörler ve müzisyenler de var.Özgün fikirler bulan bu Vine fenomenleri milyonlarca takipçi tarafından takip ediliyor ve çektikleri Vine'lar sayesinde dizi ve film teklifleri alıyorlar.
İztuzu Plajı İçin Yargı Kavgası
MUĞLA’nın Ortaca İlçesi Dalyan Mahallesi’nde, dünyaca ünlü İztuzu Plajı’nın işletme hakkını alan İngiliz ortaklı özel şirket DALÇEV yetkilileri, Muğla 2’nci İdare Mahkemesi’ninin yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar vermesi üzerine gece Boğazağzı Mevkisi’ndeki tesisleri devralmaya geldi. CHP Ortaca Belediye Başkanı Hasan Karaçelik, ellerinde Ortaca 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından alınan işletme protokolünün hükümlerinin uygulanmasının tedbiren durdurulması dair karar olduğunu belirtip, duruma tepki gösterdi. Jandarma tesislerde geniş güvenlik önlemi alırken, tesislerin bulunduğu bölgeye deniz ve karadan kimse sokulmuyor.
Reklam
Berrak Tüzünataç'ın Komik Nihat Doğan Taklidi!
Ünlülerin seslerinin, kendi görüntüleriyle montajlanarak yaptığı dubblaj uygulaması sosyal medyanın yeni trendi haline geldi. Ünlü sanatçı Berrak Tüzünataç da eğlenceli uygulama dubblaj'da yerini alırken, tercihi Nihat Doğan'dan yana oldu.Nihat Doğan'ın sesini kendi görüntülerinin üzerine montajlayan ve ünlü türkücünün aforizma sözlerini söyleyen Berrak Tüzünataç, bu videoyu kendi İnstagram hesabında paylaşınca beğeni rekoru kırdı. Tüzünataç'ın bir çok takipçisi ünlü sanatçının Nihat Doğan montajını beğenirken, ilginç yorumlarda bulundular.
Harry Potter'ın Türkiye Versiyonunda Oynaması Gereken 19 Kişi
etiket
J.K. Rowling'in ünlü Harry Potter serisinin sinema filmlerinin Türk versiyonu nasıl olurdu diye hiç düşündünüz mü? Oyuncular kim olurdu? Hogwarts neresi olurdu? Harry Potter filmlerine aşık biri olarak bir liste yapmak geldi aklıma. Onlarca karakter arasından aklıma gelen 19 karakteri derledim sadece. Sizin aklınıza gelen başka karakterler varsa itinayla paylaşınız. Yaparken ben eğlendim. Umarım sizde eğlenirsiniz.
Oktay Ekşi: 'Ahmet Kaya O Yazıyı Hak Etti, Pişman Değilim'
Eski Hürriyet başyazarı, CHP İstanbul milletvekili Oktay Ekşi T24'ten Hazal Özvarış'a konuştu. Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı'yı gözaltına alınmadan önce ziyaret eden Ekşi, hem bu ziyarete hem de geçmişte Ahmet Kaya, Musa Anter ve Özgür Ülke hakkında yazdıklarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Ekşi’nin T24 ’e verdiği cevaplar şöyle:Sizi Zaman gazetesine götüren ne oldu?Beni hayrete düşüren, gitmemin niye bu kadar ilgi çektiği. 1988’de Basın Konseyi’ni kurduğumuzda ilan ettiğimiz temel ilkelerden biri, iletişim özgürlüğüne nerede, nasıl, kim tarafından müdahale edilirse edilsin ona karşı çıkmaktı. Konsey olarak daha önce sahip çıkılmamış gazetecilere her fırsatta sahip çıktık. Galiba meslek dünyamız dahil kamuoyu, bu geçmişi dikkate almıyor. Ben 23 sene bu konseyin başkanlığını yaptım.Basın Konseyi Başkanı olarak “medya imamı” dediğiniz Ekrem Dumanlı’ya sahip çıkıyor oluşunuz insanları şaşırtmış olabilir mi?O yazı, Basın Konseyi Başkanı olarak değil, Hürriyet’in başyazarı olarak yazdığım bir yazıydı. O tarihte Ekrem’in köşesinden vaaz veren tavrının böyle tanımlanması gerektiğine hâlâ inanıyorum. (Ekşi, 2009’da haber için Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yere giden CHA muhabiri Lütfi Aykurt’un, dönüş yolunda asker tarafından helikoptere alınmaması olayına tepkiden bahsediyor - T24) Bunu söylememe rağmen bugün Ekrem’in yanına gitmeme şaşıranlar duygularıyla bakıyor.Zaman’a gitmeden Kılıçdaroğlu’ndan onay aldınız mı?Ne alakası var, hiç böyle bir şey olabilir mi?Dönüşünüzde bu bir sıkıntıya yol açtı mı veya ziyaretiniz parti içinde tartışıldı mı?Tartışılsın, terazi çok.Ertesinde Fethullah Gülen ile telefon görüşmeniz oldu mu?Aklıma bile gelmedi, onun da aklına gelmemiştir.Dumanlı ve Hidayet Karaca’ya yapılanlar bir kenara konulduğunda, siz cemaatin faaliyetlerini meşru buluyor musunuz?Meşru olup olmadığı yargının tartacağı bir şey. Gönül ister ki bağımsız bir yargı olsun, ben de kararına inanayım. Ama bağımsız yargı dün de yoktu, bugün de yok.Oktay Ekşi’nin cemaatin faaliyetlerini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz.Yayında, eğitimde iddialılar; devlet kadrolarına girme konusundaki iştahlı faaliyetleri düşündürtecek türden. İsmailağa veya diğer cemaatlerden farklı olduklarını herkes gibi ben de görüyorum. Ama o faaliyetin meşruiyetten çıkıp çıkmadığını elimde veri olmadığı için bilemem.Biz mi rast gelmedik yoksa siz mi Gülen cemaati hakkında köşenizde kalem oynatmadınız?Yazdım ama bugünkü kadar aktüel hale gelmediği için ihtiyaç olduğu kadar yazmışımdır.1997’den itibaren yazdıklarınıza baktığımızda bir yazınız dışında Gülen’e veya cemaatine değindiğinizi görmedik, 1999’da Gülen’in ünlü montaj kaseti yayımlandığında dahi.Temmuz’un ilk cumartesi günü, 1991’den beri kesintisiz olarak sürdürdüğümüz Mesudiye Kurultayı öncesinde, Haziran sonlarında Mesudiye’ye giderim. Oradayken kaset çıkmış, haberim yoktu çünkü gittiğimde ne yazı yazarım, ne gazete alırım.Döndüğünüzde kıyametin koptuğunu görmeyecek kadar da izole bir konumda değilsiniz.Her şeyin aktüel bir değeri var. “10 gündür Mesudiye’deydim, başa alıyorum” gibi bir başyazı olmaz. Ama çok sonra duydum ki o esnada yazmadığım için Gülen dünyasında lehime değerlendirmeler olmuş, duyunca hayret ettim. Siz bugün mesela kaset montaj diyorsunuz ama ben buna şahsen kani değilim.Siz her ne kadar “Döndüğümde aktüel değildi” deseniz de Gülen’in yıllarca birlikte anılacağı ve çok konuşulacak kaset hakkında yazmamış olmanızın sebebi, Faruk Mercan’ın Gülen biyografisinde yer alan, “Ağustos, 1996’da Aysel Ekşi ile icap ettiğiniz Gülen’in akşam yemeği daveti” olabilir mi?O zamanlar cemaatin eğitim seferberliği, gazetecileri gezdirme, GYV’nin Abant toplantıları gibi faaliyetleri söz konusuydu. Bunlar kapsamında “Fethullah Hocaefendi’nin bir yemeği var, katılır mısınız” denilerek iki kez davet edildim ancak katılmadım. Üçüncüsünde, hem reddetmek kaba olacağı, hem Tufan Türenç ’in “Abi ben de gittim. Sen gazetecisin, onunla da yemek yersin, suçluyla da, devlet başkanıyla da” sözleri aklıma yatınca, hem de eşim gitmekte sakınca görmeyince gittik. Altunizade’de bir binaya, X-rey’den geçirilerek girdikten bir süre sonra Hocaefendi geldi, Aysel elini uzatınca Hoca tereddüt etti. Aysel, “65 yaşında bir kadınım, elimi sıkmamanızı yadırgadım” deyince “Saygısızlıktan değil, yetiştiğimiz terbiye nedeniyle” karşılığı verdi. Sofrada Prof. İlter Turan, Mithat Bereket, Halit Refiğ ve eşleri de vardı. Yemek yedik, sonrasındaki sohbet de off the record’du, sohbet ettik, ayrıldık.Gazeteciler, sohbetlerin tamamını olmasa da katıldıkları özel yemekleri yazmaz mı?Hürriyet’in başyazarı “Hocaefendi ile yemek yedim” diye kamuoyunun karşısına mı çıkar? Olur mu öyle şey! Beş gün önce Hidayet Karaca’ya gittim, kimsenin haberi oldu mu?Yazsanız ne olurdu?O, Hürriyet başyazarının karşısındakine fazla paye vermesi olur. Siz olsaydınız yazar mıydınız?Yazar olarak o yemeğe gidildiyse görüşmenin kayda geçmesi gerektiğini düşünüyorum.Tufan da, başkaları da yazmadı.Gülen cemaati kadar etkili bir aktör hakkında kalem oynatmamak da “fazla paye vermemek” için miydi?Bu tartışma 2012’de başladı biliyorsunuz, ben 2010’da ayrıldım.Bu ittifakı, başta Zaman olmak üzere pek çok mecra dillendiriyordu.O zamanki görüntü nedeniyle “Fethullah Hocaefendi’nin şu kadar ülkede okulu var, oh oh ne kadar iyi”, “Şöyle Türkçe öğretiyorlar, oh oh” diyen biri olmam gerekiyordu ki yazayım.Aksi bir tutum da söz konusu olamaz mıydı? Örneğin, sizce cemaat “cumhuriyetin temel değeri” dediğiniz laikliğe karşı mı?Bu grubun laik cemiyete sempatiyle yaklaşacağını düşünmüyorum ama buna dair elimde bir şey yok. Şu dakikaya kadar o konudaki boyutlarını ortaya çıkardıklarına kani değilim.1997’de Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarını anarken şu cümleyi kuruyorsunuz: “Nurcular başta olmak üzere ‘laik cumhuriyet’e karşı eğilim sahipleri, özellikle Adnan Menderes'i yere göğe koyamadılar.”10 bin yazı yazdım, bunu hatırlayamadım ama ben her zaman anti-laik faaliyetlerin tehlike teşkil ettiğini yazdım.Sizce Gülen cemaati cumhuriyete bir tehdit mi?Suçlamalara, iddianameye göre bana bir yer mi belirleyeceğiz? Ben gazeteci Ekrem Dumanlı’nın katılmadığım görüşlerini özgürce ifade edebilmesi için oraya gittim. Dumanlı’nın başka bir etkinliği var mı veya Hoca’yla bağı ona bir şeyler yaptırmış olabilir mi bilemem ama olduğunu da zannetmiyorum. Ben herkesin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yanındayım.Özgür Gündem bombalandığında gazetenin ofisine gitmiş miydiniz?Özgür Gündem o tarihte açık bir PKK propagandacısı bir yayın idi. Gidip de “Geçmiş olsun arkadaşlar” dediğimi hatırlamıyorum. Ama Basın Konseyi olarak ve yazar olarak çok ciddi tepki gösterdiğimi hatırlıyorum.Bugünkü Özgür Gündem sizce “PKK propagandası” yapmıyor mu?Bir yayın organı… Bilmiyorum, çünkü takip etmiyorum.Bakış açınızdan yola çıkarak söyleyeceğiz; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu bugün gazetenin yazarları arasında. O zaman ile bugün arasındaki fark ne?O zaman TSK ile PKK arasında çok ciddi bir çatışma vardı. Bugün Türkiye ayrı bir konjonktürü yaşıyor; devlet onlarla müzakere yapıyor.Devlet müzakere yapabildiği için mi fikriniz değişti?Konjonktür değişti.Prensibiniz, devletin bir adım arkasında mı konumlandı?Belki müstakil değerlendirme size böyle düşündürüyor olabilir.Bugün baktığınızda “Keşke Zaman’a gittiğim gibi Özgür Gündem’e de gitseydim” diyor musunuz?Hayır. Genci, çocuğu, kadını öldüren bir terör örgütü var, onun uzantıları var, onun sözcüsü olduğunu iddia eden ve bu yüzden bombalanan bir yer var. Bu noktada gazeteci Oktay Ekşi ne yapabilir? İfade özgürlüğüne şiddet kullanarak engel olunduysa buna tepki gösterebilir. Bunu da yapmışım. Gidip sarılıp birlikte gözyaşı dökme beklentisi var idiyse o fazla olurdu.Bir savunmasında kabul ettiği günlüklerinde yazdığına göre, komutana “28 Şubat benzeri durum, diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı. Süreye yayılınca görünen ortada” diyebilen Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için Silivri Cezaevi’ne gittiniz.Balbay’ın anılarını siz okumuşsunuz. Mustafa’nın komutanlarla yakın ilişkide olduğu bilinmeyen bir şey değil ki. Uğur Mumcu da öyleydi. Beni ilgilendiren Balbay’ın ifade özgürlüğünün kısıtlanmış olması. Ahmet Şık, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Soner Yalçın ’ı da ziyaret ettim. Masum olduğuna inandığım kişilere insani destek vermek düşüncesiyle paşalara da gittim. Madem incelediniz, değerlendirmenizin objektif olabilmesi için ekleyeyim. Ape denilen Musa Anter ’in öldürülmeden önceki son yazısı benim “ne kadar alçak olduğum”la ilgiliydi. Ama onun öldürülmesine sanıyorum en fazla tepki veren gazeteci ben oldum.Tepki koydunuz ancak tepki koyarken, 21 Eylül 1992 tarihli yazınızda şunu söylemeyi ihmal etmediniz: “Her satırında kin dolu bir Kürt ırkçılığı gördüğüm…”Doğrudur, öyleydi rahmetli. Yazmasa mıydım? Kendi dünyasında çok saygı görürdü ama acımasız bir dili vardı.Böyle bir ülkede Anter’e “Kürt ırkçısı” demek cinayeti meşrulaştırma zemini yaratmıyor mu?Zannetmiyorum, o sizin değerlendirmeniz. O düşüncelerini ifade ederken ne kadar özgür hissediyorsa ben de o hakkı kullanarak yazmışım.Ne kadar eşittiniz; sizin tabirinizle, öldürülen “cumhuriyet değerlerine sahip” gazetecilerle öldürülen Kürt gazeteciler arasında, başta sayıca, ciddi bir fark yok mu?Hasan Fehmi Bey’den başlayarak, 1909’dan itibaren öldürülen gazeteciler 100’ü bulur. Onların içinde 1992’de, gazetelere yansıdığı kadarıyla 12 gazeteci öldürüldü. Hiç kimse onlarla meşgul olmazken Turgut Kazan , ben ve Fikret İlkiz, Basın Konseyi olarak Güneydoğu’ya gittik; gazetecilerle, mağdurlarla görüştük. 12 gazeteciden 9’unun JİTEM türü yapılanmalarca öldürüldüğü kanaatine vardık. 3’ü hakkında netleşemediğimizi belirttik. Raporun objektif olması için Bölge Valisi Ünal Erkan ’ın da düşüncesini alınca “faşist Oktay” olduk. Halbuki ben Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI), New York’a yani Gazetecileri Koruma Komitesi’ne (CPJ) telefon ettim. Buraya inceleme için geldiler. Hem IPI, hem CPJ tepkilerini koydular ve öldürmeler bitti. Bunu kimse görmedi.Fotoğrafı eksik vermemek adına Kürt gazetecilerin öldürülmesi hakkında “Ama onlar militan” diyebilen Demirel’i köşenizde eleştirdiğinizi de ekleyelim. Ve Ferda Çetin’in Nuçe TV Yayın Koordinatörü’yken Tuğçe Tatari’ye söylediklerini aktaralım“Bombalama olayından çok kısa bir süre sonra Çiller’in İçişleri Bakanlığı’na, jandarmaya ve istihbarata yazdığı ‘gizli belge’ elimize geçti. Belgede ‘Özgür Ülke gazetesinin bölücü yayınları hukuki yollarla etkisiz kılınması uzun zaman alıyor, hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi’ isteniyor. O belge elimize geçince Oktay Ekşi’ye gönderdim. O günlerde Basın Konseyi Başkanı’ydı. Baktım hiç ses çıkmıyor, başladım aramaya. En sonunda telefonuma çıktı. ‘Belgeyi gördünüz mü?’ diye sordum ‘Evet kardeşim ne varmış o belgede’ dedi. ‘O belgeden çok kısa bir süre sonra gazetemiz bombalandı biliyorsunuz’ deyince ‘Ben okudum, o belgede bombalayın yazmıyor’ diye cevap verdi. Belge 27 Kasım tarihli, bizim gazete 3 Aralık’ta bombalandı.”Benim için tamamen yeni şeylerden bahsediyorsunuz. Bu arkadaş bunu galiba sallamış.Siz hatırlamıyor olabilir misiniz?Kaç sene geçmiş, mümkün ama bu arkadaş rüyasını paylaşmış gibi geliyor. “O belgede bombalayın yazmıyor” demek yapıma aykırı. Muhtemelen Basın Konseyi olarak da ertesinde bildiri yayımlamışızdır.“Şimdi Ekşi’nin (bu kez haklı olarak) iktidara vurduğu hususlar, yine Ekşi tarafından ‘hapisteki gazeteci sıfatlı kişiler’ vurgusuyla söylendi: Nisan 98’de (CPJ, hapiste 29 gazeteciyle Türkiye’yi birinci gösterince): ‘Gerçekleri yansıtmıyor. Türkiye dünyada en fazla gazeteci hapseden ülke değil. Gazetecilik işlevi nedeniyle 11 kişi hapiste. Sadece Beşikçi fikirleri yüzünden. Diğer 10’u ceza hak ediyor ama hapis değil. 18’ininki ise gazetecilikle ilgisiz.’ Ekşi’nin CPJ muhalefeti, 1998, 1999, 2000 raporlarını sansürle, şöyle sözlerle sürdü: ’31 kişiden sadece biri hapiste gazeteci sayılabilir. Gerisi yasadışı örgüte üyelik, yardım, yataklık iddia ya da hükümleri.’” Talu’nun belirttiği gibi, “Onlar gazeteciler değil, terörist” diyen Erdoğan’ın söylemini görünce “Geçmişte öyle yapmamalıydık” diyor musunuz?Hayır, demiyorum. Bakın, 1997’de Hasan Cemal beni aradı, “CPJ’den bir heyet gelecek, Türkiye’deki hapisteki gazetecilere sahip çıkmak istiyorlar” dedi. Onlar yetkililerle görüşmek üzere geldiklerinde, ellerindeki 78 sayısının doğru olmadığını düşündüğümü kendilerine söyledim. Bu konu üzerinde Türkiye’deki meslek kuruluşları değil de CPJ’in rapor hazırlamasından rahatsızlık duydum. Nitekim sonraki yıllarda tek tek olayları inceleyerek kendim rapor hazırladım. CPJ heyetiyle Ankara’da adalet bakanını, başbakanı ve cumhurbaşkanını ziyaret ettik. Mesut Yılmaz bizi ciddiyetle dinledi, sonra sözünü tuttu. Sorumlu yazı işleri müdür sıfatı taşıyanların affını sağlayacak yasa çıktı.Rapor çalışmalarım 2006’ya kadar devam etti. Adalet Bakanı’ndan içeride bulunan, kimliği gazeteci görünen kim varsa dosyalarını yollamasını istedim. İçeridekilerin yakınlarına ve avukatlarına da, dosyaya dair bildiklerini paylaşmaları için çağrı yaptım. Ve dosyaları üç kategoriye ayırdım: 1- Olay açıkça gazetecilikle ilgili değil, 2- Gri alan: Gazetecilikle ilgili görünüyor, iddia suçlayıcı; örneğin muhabirin çekmecesinde belge çıkıyor. Bu bana göre normal, polise göre suç, 3- Gazeteci.Raporu açıklarken de 1-Bu ilgi alanımızda değil, 2-Bunda resim net değil, 3- Gazeteci olarak ayırdık. Umur’un dediği doğrudur, CPJ’inkilerden düşük çıktı bizim sayılar. Benim dikkatimi çeken şu oldu: Bir gerçek ortaya çıksın diye iki ayımı verirken medya, buna Hürriyet de dahil, hiç bir gazete veya TV ilgi göstermedi. İlgisizliğin yanı sıra bakanlığın verdiği son belgeler de eksik çıkınca 2006’da bunu yapmayı bıraktım.Örneğin, molotof atmayıp da gri alanda bıraktığınız gazeteciler neyle suçlanıyorlardı? Yayın içeriği de bu suçlamalara dahilse Oktay Ekşi olarak karşı çıktığınız fikirlerin sahiplerini de gri alanda bırakmış olabilir misiniz?Alakası yok! Ape’yi anlattım. Açık bir örnek… İnsanların görüşlerine katılmayabilirim ama görüşlerini açıklama hakkını savunurum.Ahmet Kaya’nın sahnede söyledikleri yüzünden linç edildiği gün konuşma hakkını savunmadınız.Ben Ahmet Kaya’nın konuşmasının içeriğini eleştirdim, konuşma hakkını değil.İçeriğini eleştirirken söyledikleriniz şu oldu: “İnsanlar eğlenmeye gelmişken bu söylenir mi”, “Amacı tahrik etmek”…O yazı benim “büyük günahlarım”dan biridir.Günah olarak görüyor musunuz yazınızı?Hayır, hiç. Ahmet Kaya sonradan kahramanlaştırıldı. Kaya’nın o gün verdiği resim benim yazdıklarımı hak eden bir resim idi. Bundan dolayı da hiçbir üzüntüm veya pişmanlığım yok.Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için “ insan olarak hiçbir ‘artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip ”, “yaratık”, “türkücü olmasaydı bar fedaisi olurdu” deyince neden “Türk ırkçısı” olmuyorsunuz?O yazı çok eleştirilince dönüp baktım. Ahmet Kaya’nın adı bile geçmiyor o yazıda.Yazınızı böyle mi savunuyorsunuz?Hayır, şunu söylüyorum: O yazıyı herkes Ahmet Kaya’ya yamadı. Ben de “değildir” demiyorum.Ve?Dediklerimde kararlı ve ısrarlıyım, Ahmet Kaya o yazıyı hak etmişti. O konjonktürde yapılanlara itiraz etmeyenler birileri Ahmet Kaya’yı kahramanlaştırınca, o yazı Ekşi’yi lanetlemenin aracı haline geldi. O zaman nerdeydiler?Kimseyi savunur bir konumda değilim, size sorum şu: Musa Anter’e “Kürt ırkçısı” diyen siz, Ahmet Kaya için bu sözleri sarf ederken neden ırkçı sayılmıyorsunuz?Tavrı oydu… Çok zaman oldu; şu anda neyi, neden söylediğim bağlamını hatırlamıyorum.“Tavrı” dediğiniz nedir? Kürtçe klibi yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylemesi mi? Size burada problemli gelen ne?Kürtçe klibi eleştirdiğimi söylüyorsanız yanılıyorsunuz, ben o yazıda tavrı eleştirmişim.Kaya’yı “medeni” olmamakla, “aklının erip ermediği belli olmamak”la itham ediyorsunuz. Eleştirinin ötesine geçip aşağılamaya evrilebilecek tehlikeli kelimeleri Hürriyet’in başyazarı olarak kullanıyorsunuz.Size göre öyleymiş. Yazı yazma stilimi mi eleştiriyorsunuz?Ahmet Kaya’nın bu düşüncelerini Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği bir gecede söylemesi sizce neden sorun?O zaman yanlış bulmuşum. O bir şey söylemiş, ben de yanlış demişim. Bugün de söylediklerimi doğru buluyorum.O yazıda “İkincisi ‘hoş vakit geçirmek’ için geldiklerini bile bile bu sözleri söylemenin oradaki insanları tahrik edip olay çıkarmaktan başka bir amacı olabilir mi” diyorsunuz. Ahmet Kaya’nın kendisini linç ettirdiğini mi savunuyorsunuz?Hayır, öyle bir iddiam yok. Makaleyi beğenmeyebilirsiniz, haksızlık olarak da görebilirsiniz buna saygım var ama “Bunu niye böyle dedin de böyle demedin” dediğinizde anlamakta zorlanıyorum. “Bunun daha iyisi olmaz mı?”, olabilir. “Beethoven daha iyi besteleyemez miydi?”, besteleyebilirdi. Ne yapalım, gerçek bu!Şu an bir gazeteciyle konuşuyorum ve Akit’in yayın koordinatörüne Ermeniler için kullandığı ifadeleri sorduğum gibi şimdi de size, sizin kullandığınız ifadeleri soruyorum. Özellikle Ahmet Kaya linç edilirken “Bu yaratık kardeş ise kardeşliğini bilmekle yükümlüdür” diyebildiğiniz için.Nerede linç edilmiş Ahmet Kaya? Maalesef Paris’te vefat etti.Magazin Gazetecileri Derneği’nde sözleri ardından marş okunması, üstüne çatalların fırlatılması sizce…Orada olaylar yaşanmış, bitmiş. Ben yazdım diye o olaylar olmadı. Aksi olmuş gibi soruyorsunuz. Ben yaşananı önemli bir olay olarak görmüşüm ve sütunuma almışım. Olan bu. Şimdi gelip “O cümleyi neden öyle kurdunuz?…”Siz “Yaratık kardeşliğini bilmekle yükümlü” diyerek Ahmet Kaya’yı karşınıza alıp kendinizi onu yargılama pozisyonuna koyuyorsunuz, ötesine geçerek henüz dava sonuçlanmamışken Kaya’nın “PKK’ya para toplamak için konser verdiği” hükmünü veriyorsunuz.Eldeki bilgi oymuş.Açabilir misiniz?Bilgi yazı işlerine geldiği zaman o habere olgunlaşmış gözüyle bakarsınız. Muhabir elinden geleni yapmıştır, istihbarat şefi habere bakmıştır ve redaktör gözden geçirmiştir. Gazetenin başyazarı bir habere dair özel olarak yazı işleri müdürüne şunu söyleyebilir: “Bunu gözüm tutmadı, üzerinde durulsa.” Ama o haberin sağlığını tartışmaz, tartışırsa tüm o mekanizmaya saygısızlık olur. Hayatım boyunca bunu yapmadım, hiçbir haberime de böyle muamele yapılmasına razı olmadım. Ahmet Kaya hakkında da yazı işlerine gelmiş bilgiye dayanarak yazıyorum.Yargı sonuçlanmadan, önünüze gelen bilginin mutlak olduğunu mu düşünürsünüz?O bilgi mutlak değildir ama ona dayanmaya mecburum, gazeteci erişebildiği gerçeklerle kayıtlıdır.Yazar, elinde olmayan bilgileri de düşünerek olaya temkinle yaklaşmaz mı?Bu herhalde gazetecilik dünyamıza yeni gelmiş bir uygulama. Sizin kuşak bunu getirdiyse mutluluk duyarım. Ama gazeteci nihai gerçeği ortaya çıkaran değildir, daha sonra çıkan bilgiler nedeniyle o tarihte yazdıkları gerçeğe uygun çıkmayınca gazeteciyi mahkûm edemezsin.Ahmet Kaya’dan bağımsız olarak soracağız; köşenizde mesafe koymadan itham ettiğiniz bir kişi hakkında yanıldığınızı söylemek gazetecinin borcu değil mi?Size şunu anlatayım. Mayıs, 1983’te Hürriyet başyazarlığından ayrılarak SODEP’in kurucuları arasına girdim. Washington muhabirimizin haberine dayanarak Büyükelçi Şükrü Elekdağ hakkında ağır eleştiriler içeren yazım hakkında bir süre sonra bir mektup geldi. Elekdağ, mektupta “Ben böyle bir şey yapmadım” diyordu. Dediklerine hak verdim ama artık sütunum yoktu. Başka bir gün, Alman bir vakfının organize ettiği bir sempozyuma katılmak için gittiğim Almanya’da, tanınmış hukuk hocası Hüseyin Hatemi , “Bana çok büyük bir haksızlık yaptınız” dedi; “Beni terörist ilan ettiniz. Doğrusu neden söz ettiğini anlamadım. Dönünce verdiği tarihe baktım. Humeyni tarafından Türkiye’ye ‘adam öldürsün’ diye gönderilenlerden birinin ismi de meğer Hüseyin Hatemi’ymiş. Onu yazmışım ama bu yazı Hatemi Hoca’nın başına iş açmış. Fırsat bulunca bunların ikisini denk getirerek “Bu işi yapıyoruz ama tüm iyi niyete rağmen hata yapabiliyoruz” dedim, bu iki örneği verdim ve özür diledim.Önünüze gelen bilgiyi, devlet makamına geçmeden önce süzgeçten ne kadar geçirdiğinizi sormadan önce kısa aralıklar ile geri adım attığınız birkaç örnek1- Ağustos, 1992 Şırnak Katliamı hakkında 20 Ağustos 92’de “Martta PKK bozguna uğratıldığından beri Şırnak Güneydoğu’nun en sakin ve huzurlu yerlerinden biri oldu.(…) Şırnak Emniyet Müdürü istediklerinde kahvede tavla oynayabildiklerini söyledi” diyorsunuz ve kamu görevlilerinden alıntıyla “PKK baskını intikam ve prestij baskını” dedikten sonra “Devlet Şırnak’ta PKK’ya yeni bir ders daha vermeli” ifadesini kullanıyorsunuz. 24’ünde, gazetelerde katliama dair sorular çıkmaya başladıktan sonra “500-1000 PKK’lı olduğunu söylemiştiniz, hani neredeler” diye soruyorsunuz.Elime gelen bilgi o koşullarda inandırıcı geldiyse ona dayalı yazabilirim.Devlet size inandırıcı gelecek bilgi yaratamaz mı?Olabilir, Irak’ta kitlesel imha silahlarını yokken var ettiler, devletlerin böyle marifetleri var.Örneklere devam edeceğiz2- Ferda Balancar ve Alper Görmüş’ün yazılarından alıntıyla: Umut operasyonunun başlatılmasından (6 Mayıs 2000) 10 gün sonra kaleme aldığınız satırlar: “(...) O nedenle Ahmet Taner Kışlalı’nın kızları Altunay ile Dolunay’ın dünkü çağrıları dikkate alınmalı - katiller Türkiye’ye teslim edilmez veya tarafsız bir mahkemede yargılanmalarına İran izin vermezse - bu konu bireysel sorumluluk bazında değil İran devletinin sorumluluğu bazında değerlendirilmelidir.” 10 Mayıs 2000 tarihli yazınızın başlığı ise ‘Bu Savcıyı Kim Tayin Etti?’, girişinde Mumcu cinayetinin yine aydınlatılamadığı belirten bir cümle yer alıyor.”Sıra kulaklarından tutup adalete gönderilmelerine veya kamuoyuna teşhir edilmelerine geldi” sözleriyle bitirdiğiniz “Alçakları tanıyalım” yazınız. Hedef gösterilen Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand’a yapılanlar ve Akın Birdal’a suikast girişiminden sonra, Şemdin Sakık o ifadesinin kurgu olduğunu söyleyince özür dilediniz.Keşke Aydın Bey’e söyleseydiniz, o kadar çalıştırmazdı beni. (Gülüyor)Siz bu yazdıklarınızı hata olarak görüyor musunuz?Aslında sizin bana ne sorduğunuzu anlayamıyorum. Ama aradan yıllar geçtikten sonra bir yazımdan cımbızla aldığınız bir cümleyi soruyorsunuz. Ben de hatırlamıyorum. İnşallah siz de en az 10 bin yazı yazarsanız ve yazdıktan sonra karşınıza sizin gibi genç gazeteci gelir ve size 22 sene önce yazdığınız yazının a harfinin neden b olmadığını sorar. “Hata ettiğim zaman bunu itiraf ettiğime örnek veriyorum, neden hatanızdan çabuk döndün, diyorsunuz. Dönmesem, neden hatanızdan dönmüyorsunuz sorusu çıkıyor!Şekilden ziyade merakımız, benzer hatalarınıza rağmen kendinize “Dikkat” demek yerine neden önünüze gelen bilgiye güvenmeye devam ettiğiniz.Kusura bakmayın! Benim hayattan aldığım ders bu kadarmış.Şu an yaptığımız sizi inciten bir sorgulama mı?Hayır, başta sorma hakkınıza saygı duyduğumu söyledim. Bakın bu verdiğiniz örnekleri ben hata olarak kabul etmiyorum. Eğer yanlışımı iki gün sonra fark ettim ve yazdımsa bence okuyucuya “İki gün önce şu değerlendirmeyi yaptım, o zaman böyle okudun ama belli ki aldanmışım, aldatılmışım” diyerek doğru bir iş yapmışım.Sorgulamaya çalıştığımız “Aldatılmışım” diyerek geçtiğiniz edilgen pozisyon. Neden birileri sizi aldatabiliyor?Aptallığımdan.Estağfurullah.Daha nasıl açıklayacağız ki, daha akıllı olsam aldatılmazdım. Ben o zaman gerçeği öğrenme adına bir şeyler yapmışım. Becermişim, becerememişim, yanlış insana sormuşum, doğru insana sormuşum, ama bir hata yapmışım. Sonra da bir değerlendirme sonucu o yazı çıkmış. Hata olduğunu fark edince de bunu söylemişim. Şimdi 20 sene sonra hangi lokantada, hangi yemeği yerken ağzınızın tadının böyle olduğunu soruyorsunuz. Sorunuzu dahi anlayamadım.Kaynaklarınız genellikle devlet miydi?Hayır. Ne alakası var? Sorunuz “Asker talimat verir, bunlar yazar”, “postalcı” gibi iğrenç iddiaların uzantısı gibi geldi.Devletin içine askeri de sokuyoruz ama daha fazlasını kapsıyor.Hiçbir devlet babayiğidi bana talimat verecek cesarete dahi sahip değil. Kimse bir tane örnek gösteremez! Örneğiniz varsa okuyucunun önüne koyun.“Talimat” köşeleri keskin bir ifade, ama biraz önce “Yanıltılmışım”, HaberTürk’te katıldığınız bir programda da 28 Şubat dönemi için “Kullanılmışım” dediniz.Aktüel dergisi bu ifadeyi “Biz maşa gibi kullanılabilen mahlukatız” gibi yayımladığı için davalık oldu ve tazminata mahkum oldu. Böyle bir şey mümkün değil. Gazeteci gerçeğe bağlılık esasına dayalı olarak elinden gelen her şeyi yapmalı. O sırada seni aldatan olabilir. Sana düşen onu olabildiğince sıfıra yaklaştırmaktır.Elinizden geleni yaptığınız konusunda içiniz rahat mı?Tabii. Hepsinde o itinayı gösterdiğimi düşünürüm, belli ilkeler içinde. İlkelerden kastım, “Muhabir arkadaşım görevini yapmıştır, haberi doğru bir şekilde masaya getirmiştir.”Andıç’ta masaya haberi getiren muhabir miydi?Yazı işlerine gelmiş haber, tekrar ediyorum, benim için doğrudur. ‘Doğru mu değil mi?” diye sorgulama hakkında sahip değilim. Önüme “Şemdin Sakık ifadesinde gazeteciler, işadamları PKK’ya yardım ediyor” diyen haber gelmiş. Bu haberin yanlış olabileceğine dair aramızda hiçbir konuşma geçmedi. Geçmesi için de sebep yok çünkü zaten belli ki resmi kaynaktan - yani savcı, emniyet, hakim, her neyse - gelebilir bu bilgi, yoksa gelemez. Ortada o dediğiniz türden isim yok, cisim yok, bir suçlama var, ben de diyorum ki “Bu alçakları tanıyalım.”Faili meçhuller işleyebileceğini köşenizde sorgularken devletin resmi makamlarının verdiği bilgiye soru işaretiyle bakmadınız.Hiçbir devlet temiz değil, bizimki dahil. Ama samimiyetle söylüyorum, gelmiş bilgi doğru olduğuna inandığım bir bilgiydi.Gazetecilik deneyiminiz süresince devletten gelen bilgilere bakışınız nasıl evrildi?Ben her zaman kuşku duyanlardan biriyim. Ama tekrar ediyorum, masaya gelmiş bilgi benim için doğrudur.Devlet tufaya düşürmeye çalışırken bu dediğiniz “bile bile lades” değil mi?Benim aptallığıma verin. (Gülüyor.)Bunu yineleyerek top gelirken yana kaçmış olmuyor musunuz?Size daha ne diyeyim? Elimdeki verilere dayanarak değerlendirme yapmışım. Hatalı değerlendirme derseniz, teşekkür ederim, hak verirsem özür dilerim.Mehmet Barlas’ın bile kovulduğu bir medyada hiç kovulmamış olmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?Mehmet Barlas’ın meslek ve kişilik çizgisinde ne olduğunu takip etme gibi bir merakım olmadı.Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılması ardından kaleme aldığınız 19 Ağustos 2007 tarihli yazınızdan: “(…) ne Emin Çölaşan’a, ne bana ne de başka bir yazara baskı yahut yönlendirme söz konusudur. Buna karşılık biz de ‘ertesi gün kovulmayı’ göze almadan yazı yazmayız. Profesyonel kalitemizi -o her ne ise- bu cesaret belli düzeyde tutar.” En kovulmamış yazarlardan biri olarak…Keşke kovulsaydın mı diyorsunuz? (Gülüyor) Demek ki kovacak kadar yetenekli bulmamışlar beni. Bakın ben, kendi hesabıma işimi tüm meslek yaşamım boyunca samimiyetle ve doğru biçimde yaptığımı düşünüyorum.İstifanız saydığımız örneklerde değil, “analarını satan zihniyet” ifadeniz ardından geldi. Şu yorumu yapan birine ne dersiniz: “Hürriyet’teki işinizden örneğin Kürtlere dokununca değil ama iktidara dokununca olursunuz”?Öyle bir değerlendirme yapan varsa yapsın, ben yapmam.“Vay şerefsiz” başlığı atmanın, bir Kürt siyasetçiye atılan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak yazmanın sizce bedeli olmamalı mı?Biri bu başlıktan rahatsız olursa, Basın Konseyi’ne gider, “Bence etik değil, şikayetçiyim” der ve o merci bunu değerlendirir, hak verilirse “Kusur var, kınamak lazım” denilir.Nuriye Akman’a 2011’de verdiğiniz söyleşide CHP’nin seçim beyannamesiyle çok örtüştüğünü söylüyorsunuz. Avrupa Konseyi’nin imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi hakkındaki çekincelerin kaldırılması maddesine katılıyor musunuz?Bu beyanda beni rahatsız eden bir şey yok.18 Ocak 2007’de DTP’ye yönelik şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Yerinden yönetim' mi istiyorsunuz? O zaman, yerel yönetimlerin bu ülkeyi bölmeye değil, bütünlüğünü korumaya çalışacağını nasıl garanti ediyorsunuz? Sadece Türkiye devletinin değil, uluslararası camianın da ‘terör örgütü’ dediği PKK’ya mensup kişilere hizmet sunan belediye başkanlarına bir kere olsun ‘Yaptığınız yanlıştır’ dediniz mi ki, şimdi ipin ucu onlara teslim edilsin istiyorsunuz?” Özerkliğe yönelik bakışınız değişti mi?Orada duyarlılığım belli, parçalanmayı önleyecek garanti veriyor musunuz diyorum.Garanti arayışınız sonlandı mı?CHP’nin Türkiye’nin üniter devlet yapısını bölme politikası olduğuna ilişkin bir düşüncem olsa orada bulunmam.Ne istendiğini değil, bunu kimin dillendirdiği mi önemli sizin için?Öyle, DTP’nin mazisine bakıp kuşku duymuşum ki bunu söylüyorum. Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nı CHP hayata geçirirse bu Türkiye’nin üniter yapısını bozacak bir sonuç vermez. Bu güvene sahibim.Oktay Ekşi’nin başörtüsüne bakışı yıllar içinde değişti mi?Başörtüsü değil de türban meselesi. Bu, Türkiye’de bir ajitasyon aracı olarak kullanılmasaydı benim yazarlıktaki tavrım daha yumuşak olurdu. Üniversitelerde türbanın serbestçe kullanılmasını açıkça savunurdum.TESEV’in 2010 tarihli “Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık” raporunda bir kadın sizin Necla Arat’la ikna odasına girdiğinizi söyledi. Bu doğru mu?O garip yalan söylediğini sonra kabul etti. Ben ne üniversiteye girdim, ne ikna odası gördüm. Ayrıca oradaki Necla Arat ismi de doğru değil, Nur Serter ’le karıştırıyor. A’dan Z’ye yalan bu.Siz ikna odalarına karşı mısınız?Nur Seter’in açıklaması şöyle: “Ben o çocukların eğitimden mahrum kalmamaları için mülakatım oldu.” İyi niyetli de olsa, bence hiç yapmasa daha iyi olurdu. Oktay Ekşi’nin “Alçakları tanıyalım” yazısı gibi, ikna odaları da ikide bir Nur Serter’in önüne çıktı.Bakın, türban meselesini 200 yıllık çağdaş Türkiye modeline karşıtlık aracı olarak kullandılar. Şimdi de devlet memurları arasında serbest bırakıldı, 18 yaş altındaki kesime belli bir giyim empoze ediliyor. Ben bunlara karşıyım.Meclis’te başörtülü kadınların varlığı için ne düşünüyorsunuz?Mesele yapmıyorum dersem daha doğru olur.“Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek” dediğiniz günlerden farklı mı düşünüyorsunuz yoksa aynı duygulara kapılarak mı bakıyorsunuz başörtülü vekillere?Çağdaş Türkiye’ye karşıt bir mesaj verdiklerini düşünüyorum. Ama Merve Kavakçı’ya o günlerde duyduğum antipatiyle mi bakıyorum bugün diye sorarsanız tabii öyle bakmıyorum. Konjonktür değişince elbet bakışlarınız da değişiyor, oraya demir atmıyoruz. Ama Merve olayında militan bir tavır vardı. Leyla Zana ’ya da tepki gösterdim ben.Söyleşiyi okudukça oluşabilecek Kürtler ve din konularına yaklaşımınızın devletin bakışıyla örtüştüğü…Sizin HDP’ye yakın bir bakışınız mı var?Soruları bir kategoriye mi sokmak istiyorsunuz?Hayır, size özel bir soru sordum.Cevap vermemeyi tercih ediyorum.Buyrun sizi dinliyorum.Bahsettiğimiz algıya karşı resmi söylem ile hangi noktalarda ayrıldığınızı söyler misiniz?1920’lerden 2003’e kadarki dönem ile AKP dönemi söylemi 180 derece farklı, hangisinden bahsediyorsunuz.Ağırlıklı olarak ilk dönemi kast etsek de, 1915’e, yeri geldiğinde Kürtlere bakış gibi AKP’yi de zaman zaman kapsayan söylemden bahsediyoruz.Her devlet gibi Türkiye’nin de kendi koruma içgüdüsünden kaynaklanan refleksleri vardır. Bunlar söz konusu olduğunda dün, bugün, muhtemelen yarın da aynı tür tepkilerle karşılaşacaksınız. Somut örnek vereyim; 1915 Nisanı’nda yaşanan olay, yani Ermeni aydınlarını bir gece evinden toplayıp götürerek infaz etmek bir devlet için son derece ayıp bir olaydır. Bunu savunan birisi değilim, yapanları sonuna kadar lanetleyelim. Ama olaylar bundan ibaret değil, 1894’ten itibaren devletine karşı çıkmış silahlı isyanlar da var. Benim şahsi kanaatim bunun bir mukatele yani karşılıklı öldürme olduğu.Turgut Özal ’a, başbakanken çıktığımız Göcek Körfezi gezisinde “Katılır mısınız” diyerek “Bu olay Osmanlı döneminin olayı, neden biz savunmak mecburiyetinde kalıyoruz ve soykırım mı, değil mi kavgası veriyoruz” diye sordum. “Haklısınız” deyince “Ben bunu size atfen yazabilirim” diye sordum, olumlu yanıt alınca da yazdım. İki gün geçmedi, Kenan Evren Özal’ı Köşk’e çağırdı ve Özal çıkışta benim yazdığım sözlerini kastederek “Bu da nereden çıktı, biz hükümet olarak böyle bir kanaate sahip değiliz. Biz ‘soykırım yok’ diyoruz” dedi.Öteki meselelerde de kimseyle uyuşmak gibi bir derdim yok. Ama devletin önemini bilirim. Ne güzeldir Kanuni Sultan Süleyman’ın şu dizeleri “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Devletin olmadığı yerde milletin neye döndüğünü Irak’ta görüyorsunuz.O zaman “Kürtlerin de devleti olmalı” diyor musunuz?Bunu talep etmek hakları. Bunun yeri var, yeri yok. Dünyada 5 bin lisan konuşuluyor, hepsinin devlet olma şansı veya imkanı yok. Yine de bunu isteyenlere bunu meşruiyet çizgisi içinde yapmaları şartıyla saygı duyarım. Onu gerçekleştirme çabaları meşruiyet dışında bir çizgiye kayarsa “Kusura bakma” diyenlerden biri olurum.Hazal Özvarış | T24
Reklam
Wilma Elles İmam Nikahı Kıydı
İşadamı sevgilisi Kerem Göğüş ile evlenen Wilma Elles, Müslüman olup imam nikahı kıydırdıGüzel oyuncu Wilma Elles, işadamı sevgilisi Kerem Göğüş'ten Kapadokya'da evlenme teklifi almıştı. Teklifin ardından evlenme hazırlığına giren çift, nikah masasına oturdu.Akşam'dan Samet Aday'ın haberine göre, işadamı Kerem Göğüş ve oyuncu Wilma Elles, Bebek'teki lüks dairelerinde mutluluğa 'Evet' dedi. Geçtiğimiz cuma akşamı kıyılan imam nikahı öncesinde Müslüman olan Elles, daha sonra Kerem Göğüş'le birlikte imamın karşısına geçti.Elles, işadamından ''mehir'' talebinde bulunmazken ünlü çiftin resmi nikah ve düğünleriniyse yaz aylarında yapacakları kesinlik kazandı.En son Haber
Reklam
Hindistan'da 105 Bin Kişi Yerinden Oldu
Hindistan'da Bodo militanlarının saldırıları nedeniyle 3 günde 105 bin kişi bölgeyi terk ettiği, 81 kişinin yaşamını yitirdiği bildirildi.AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Bodo militanlarının geçen hafta saldırdığı Hindistan'ın kuzeydoğusundaki Assam eyaletine ordu ve paramiliter güçleri konuşlandırıldı.Asam'da son 48 saatte herhangi bir şiddet olayının yaşanmadığı, Bodo militanlarının saldırıları nedeniyle 105 bin kişinin evlerini terk ettiği bildirildi.Bölgeden kaçanların polis ve askerin korumasındaki kamplar ile okullarda barındığı, saldırılarda en az 81 kişinin yaşamını yitirdiği kaydedildi.Bodo Ulusal Demokratik Cephesi militanları, Assam eyaletinde bağımsızlıklarını ilan etmek için yıllardır silahlı mücadele yürütüyor. Etnik kimlikleri, kültürleri ve dillerinin tehdit altında olduğunu ileri süren Bodolar, kendilerini korumanın tek yolunun özerk yönetim olduğunu savunuyor. Çay üretimi ile ünlü Assam eyaletinin yabancıların akınına uğradığından şikayet eden Bodo etnik grubunun halihazırda özerk bölgesel bir konseyi bulunuyor.Bodo militanlarının mayıs ayında Kokrajhar ve Baksa bölgelerinde düzenlediği saldırılarda çoğu Müslüman 32 kişi yaşamını yitirmişti.Saurabh Yadav, AA
O Ses Türkiye'de Yılbaşında Ünlü İsimler Yarışacak
TV8’de ekrana gelen O Ses Türkiye’de yılbaşında birbirinden ünlü isimler yarışacak.Gecenin süpriz isimleri ise Murat Yıldırım, Arda Turan, Selin Şekerci, Tuba Ünsal, Sarp Apak, eser yenenler, ibrahim büyükak ve Oğuzhan Koç olacak.Jüri üyeleri bu sefer takımlarına ünlü isimler arasından seçim yapacak.O Ses Türkiye Çarşamba akşamı saat 20:00’da TV8’de.
Çağla Şikel, Sansürsüz Videosunun Kaldırılması İçin Dava Açtı
Çağla Şikel Alişan ile sunduğu bir TV programında dans ederken bir kaza yaşamış,göğsü açılmıştı.Ünlü manken, görüntülerin kaldırılması için mahkeme başvurmuş ve bu sayede 190 siteden görüntüleri kaldırmayı başarmış.Youtube ‘da ise video 1 milyon kez izlenmişti.Mahkeme konuyla ilgili yayın yasağına ise ret cevabı vermişti.Çağla Şikel 3 ayrı mahkemeden aldığı kaldırma kararı ile sitelere ihtarname gönderip,videonun yayından kaldırılmaması halinde ise yasal yollara başvuracağını belirtti.
Kartal Zirveye Yuva Yaptı
Beşiktaş, Süper Lig'de peşpeşe 7. galibiyetini Konya'da aldı. Kartal, Galatasaray derbisi öncesi kritik bir galibiyet alırken, ligde 2014 yılını zirve tamamladı. Beşiktaş için kötü haber Atiba'dan geldi, kırmızı kart gören Kanadalı derbide yok.Spor Toto Süper Lig'de 15. hafta mücadelesinde Beşiktaş deplasmanda Torku Konyaspor'u 2-1 mağlup etti.Sakat futbolcuların çokluğu nedeniyle sıkıntılı bir dönem geçiren Beşiktaş, Torku Konyaspor maçını da bazı oyuncularından yoksun çıktı. Siyah-beyazlılarda sakat futbolcular Mustafa Pektemek, Necip Uysal ve Tomas Sivok kadroda yer almadı. Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic, geçen hafta 3-1 kazandıkları Akhisar Belediyespor maçına göre takımını 2 değişiklikle sahaya sürdü. Kerim Frei'nin yerine Gökhan Töre, Cenk Tosun'un yerine ise sakatlığı geçen Demba Ba ilk 11'de görev aldı.Son maçlarda aldığı kötü sonuçlardan sonra kadroda revizyona giden yeşil-beyazlılarda ise Alexander Hleb'in yanı sıra, Dimitar Rangelov, Tolga Ünlü, Jagos Vukovic ve Özgür Özkaya 18 kişilik maç kadrosuna dahil edilmedi. Torku Konyaspor evindeki Galatasaray maçından 2 değişiklikle sahaya çıktı. Hleb'in yerine Mehmet Güven, Rangelov'un yerine de Djalma ilk 11'de şans buldu.Ev sahibi Torku Konyaspor'un baskısıyla oynanan ilk yarıda Kartal girdiği tek pozisyonda golü buldu. 20. dakikada Kaleci Tolga'nın uzun pasıyla ceza sahasına hareketlenen ve topu önünde bulan Gökhan'ın şutunda, meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu.İlk yarının kalan dakikalarda başka gol olmadı ve ilk yarıyı Beşiktaş 1-0 önde kapattı.İkinci yarıda ilk 45 dakikanın kopyası gibiydi. Konya ekibi oyunda baskıyı kurdu, ancak Beşiktaş 58. dakikada bir geldi pir geldi. Olcay'ın ceza alanı önünde indirdiği topa Sosa, düzgün bir vuruşla farkı ikiye çıkardı.82. dakikada Torje'nin yerde kalmasıyla hakem Halis Özkahya penaltı noktasını gösterdi. Penaltı atışı sırasında bir sarı kartı daha gören Atiba takımını 10 kişi bıraktı. Beyaz noktanın başına geçen Hasan Kabze farkı bire indirdi.Süper Lig'de peşpeşe 7. galibiyetini alan Kartal 36 puanla zirvedeki yerini korudu. Peşpeşe 3. yenilgisini alan Torku Konyaspor ise 16 puanda kaldı.Lig Tv
Reklam