Görüş Bildir
Haberler
Türk Edebiyatında Çok Okunan Ama Hikayesi Bilinmeyen 20 Meşhur Şiirin Öyküsü

Türk Edebiyatında Çok Okunan Ama Hikayesi Bilinmeyen 20 Meşhur Şiirin Öyküsü

Rana Önder
04.06.2022 - 07:30

Türk Edebiyatında pek çok şairin şiirlerini okuyup kimi zaman kendi anlamlarımızı katıyoruz. Ancak bu şiirlerden bazılarının kendilerine ait hikayeleri bulunuyor ve bu hikayeleri bildikten sonra geri dönüp tekrardan okundukları zaman şiirler daha da anlamlı hale geliyor. Bazılarının bestelendiği, bazılarınınsa akıllara kazandığı gerçek hayat hikayelerine sahip olan şiirlerin hikayelerini öğrenmek için bu içeriğe göz atabilirsiniz. ✒️

İçeriğin Devamı Aşağıda

1. Ece Ayhan- Meçhul Öğrenci Anıtı

1. Ece Ayhan- Meçhul Öğrenci Anıtı

Şiir 1969 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öldürülen Battal Meheteoğlu’nu anlatır. Battal Meheteoğlu Malatyalıdır ve geçimlerini babasının at arabası ile taşıyıcılık yapmasından sağlarlardı. Meheteoğlu’nun Yıldız Teknik üniversitesinde makine mühendisliğini kazanması sonucunda ailecek İstanbul’a gelirler ve Battal Meheteoğlu burada karşıt görüşlüler tarafından komünist-devrimci olduğu gerekçesiyle okulun önünde vurularak öldürülür. Şiirde “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler” yakarışları Meheteoğlu’nun annesine aittir. Ayrıyeten “Aldırma 128” derken de intihar ederek yaşamına son veren Nilgün Marmara’yı kast eder çünkü Nilgün Marmara’nın da okul numarası 128 idi.

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında

Bir teneffüs daha yaşasaydı,

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür

Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

- Maveraünnehir nereye dökülür?

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor

Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:

Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik

Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:

Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:

Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında

Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır

Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

2. Cahit Sıtkı Tarancı- Kara Sevda

2. Cahit Sıtkı Tarancı- Kara Sevda

Şair arkadaşı Vedat Günyol’un kardeşi Mihrimah Hanım’a platonik aşık olur ve bu şiiri yazar. Aradan geçen uzun yıllar sonrasında kardeşine olan aşkını arkadaşına açan şair Vedat Günyol’dan “Keşke zamanında söyleseydin, evlenmenizi çok isterdim” yanıtını alınca pişmanlık duyar çünkü artık Mihrimah Hanım başka biriyle evlidir.

 Bir kere sevdaya tutulmaya gör;

Ateşlere yandığının resmidir.

Aşık dediğin, Mecnun misali kör;

Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;

Bir meşaledir pervaneyim ona.

Altında bir ömür dönedolana

Ağladığım yer penceresi midir?

Bir köşeye mahzun çekilen için,

Yemekten içmekten kesilen için,

Sensiz uykuyu haram bilen için,

Ayrılık ölümün diğer ismidir

3. Nazım Hikmet- Ceviz Ağacı

3. Nazım Hikmet- Ceviz Ağacı

Nazım Hikmet bir gün sevgilisiyle Gülhane parkında buluşmak üzere anlaşır. Ancak parka polis gelir ve şair aranıyordur. Bu yüzden Nazım Hikmet ağaca çıkar ve sevgilisi buluşma yerine geldiğinde polisten saklandığı için ona seslenemez.  Dolayısıyla da ne sevgilisi ne de polis ceviz ağacının üzerindeki şairi fark edemez.

Başım köpük köpük bulut,

içim dışım deniz,

ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.

Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil

Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,

Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.

Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

4. Yahya Kemal Beyatlı- Sessiz Gemi

4. Yahya Kemal Beyatlı- Sessiz Gemi

Bilinenin aksine ölümü değil ayrılığı anlatan bir şiirdir. Yahya Kemal Nazım Hikmet’e ders vermek için evine gittiği sırada Nazım Hikmet’in annesine aşık olur ve aralarında aşk başlar. Bu durumdan rahatsız olan ve karşı çıkan Nazım Hikmet bir gün Yahya Kemal’e “hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz”  yazan bir not bırakır. Bu not üzerine Cemile Hanım ile Yahya Kemal’in aşkı imkansız bir hal alır ve şair onlardan uzaklaşır.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

5. Cahit Sıtkı Tarancı- Haydi Abbas Vakit Tamam

5. Cahit Sıtkı Tarancı- Haydi Abbas Vakit Tamam

Yedek subay sayısının az olmasından kaynaklı her yedek subaya emir eri verildiği zamanlarda şair künye defterinde Abbas oğlu Abbas ismini görür ve bu isim şaire küçükken dinlediği masalları anımsatır. Bu yüzden de sakat eli dolayısıyla çürüğe alınmış Abbası emir eri yapıyor. Abbas şairin demesine gerek kalmadan öğle yemeğini hazırlar, kıyafetlerini ütüler, akşamları da çilingir sofrasını hazırlardı. Şairde bu şiiri Abbas’ın temiz kalbine ve sıkı dostluklarına yazmıştır. 

 Haydi Abbas, vakit tamam;

 Akşam diyordun işte oldu akşam.

 Kur bakalım çilingir soframızı;

 Dinsin artık bu kalb ağrısı.

 Şu ağacın gölgesinde olsun;

 Tam kenarında havuzun.

 Aya haber sal çıksın bu gece;

 Görünsün şöyle gönlümce.

 Bas kırbacı sihirli seccadeye,

 Göster hükmettiğini mesafeye

 Ve zamana.

 Katıp tozu dumana,

 Var git,

 Böyle ferman etti Cahit,

 Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;

 Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

İçeriğin Devamı Aşağıda

6. Ahmed Arif- Ay Karanlık

6. Ahmed Arif- Ay Karanlık

Ahmed Arif bu şiirini en büyük aşkı olan ve defalarca mektuplar yazdığı Leyla Erbil’e yazmıştır. Ancak Leyla Erbil’in Ahmed Arif’in aşkına verebilecek bir karşılığı yoktur. 

Maviye/Maviye çalar gözlerin,

Yangın mavisine/Rüzgarda asi,

Körsem/Senden gayrısına yoksam

Bozuksam/Can benim, düş benim,

Ellere nesi?

Hadi gel,

Ay karanlık...

İtten aç/Yılandan çıplak,

Vurgun ve bela

Gelip durmuşsam kapına

Var mı ki doymazlığım?

İlle de ille/Sevmelerim,

Sevmelerim gibisi?

Oturmuş yazıcılar

Fermanım yazar

N'olur gel,

Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası,

Dost yüzlü,

Dost gülücüklü

Cıgaramdan yanar.

Alnım öperler,

Suskun, hayın, çıyansı.

Dört yanım puşt zulası,

Dönerim dönerim çıkmaz.

En leylim gecede ölesim tutmuş

Etme gel,

Ay karanlık...

7. Turgut Uyar- Bir Bozuk Saattir Yüreğim, Hep Sende Durur

7. Turgut Uyar- Bir Bozuk Saattir Yüreğim, Hep Sende Durur

Turgut Uyar bu şiiri hep her an kaybetme kaygısı taşıdığı derin bir aşkla bağlı olduğu eşi Tomris Uyar için yazar. 

Herkes seni sen zanneder.

 Senin sen olmadığını bile bilmeden,

 Sen bile..

 Seni ben geçerken,

 Derim ki,

 Saati sorduklarında;

 Onu ”O” geçiyordur.

 Kimse anlam veremez.

 Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.

 Ettirmek istiyor musun demezler.

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

Zamanı durdururum yüreğimde,

Sensiz geçtiği için,

Akrep yelkovana küskündür.

Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.

Bil ki akrep yelkovanı geçerse,

Atan bu yüreğim durur.

Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.

8. Sahattin Ali- Aldırma Deli Gönül

8. Sahattin Ali- Aldırma Deli Gönül

Sabahattin Ali bu şiirini Sinop cezaevinde dört duvar arasında kalırken o duvarlar ardındaki denize, gökyüzüne ulaşamazken dışarıya hasretle yazmıştır.

Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül aldırma

Ağladığın duyulmasın

Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi

Yukarıya çevir gözü

Deniz dibidir gökyüzü

Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha

Bir sitem yolla Allah'a

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter

Yollar gide gide biter

Ceza yata yata biter

Aldırma gönül, aldırma

9. Orhan Veli Kanık- Ağaç

9. Orhan Veli Kanık- Ağaç

Bir gün Orhan veli ve Oktay Rıfat, Necip Fazıl’ın Ağaç dersine yayımlanması için şiirlerini verirler. Ancak şiileri dergide

 yayımlanmaz, şiirlerini ger istediklerinde ise geri veren olmaz. Bunun üzerine Orhan Veli “Ağaç” şiirini yazar.

Ağaca bir taş attım;

Düşmedi taşım,

Düşmedi taşım.

Taşımı ağaç yedi;

Taşımı isterim,

Taşımı isterim!

10. Orhan Veli Kanık- Efsane

10. Orhan Veli Kanık- Efsane

Orhan Veli’nin yazdıktan sonra Yahya Kemal’e gösterdiği ve sonrasında aralarında “Siz biraz daha gayret etseniz bizi de geçeceksiniz.' Demesinin ardından Orhan Veli'nin verdiği “Aman efendim, biz bunu alay olsun diye yazıyoruz.” diyaloglarının geçmesine sebep olan bir şiirdir. 

Bir zamanlardı bu gazhanede bir dem vardı

Gece sahilde sular ferce kadar cağlardı

O çağıltıyla beraber dokunurken def u cenk

Bir güneş  dalgalar üstünde doğar rengarenk

Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe

Rindiler mugbeceler mest butun mecliste

Ve o haletle butun kahkahalar nağmeleşir

Dilde Yahya Kemal'in şarkisi şehnameleşir

O gürültüyle sular çalkalanır cağlardı

Bir zamanlardı bu gazhanede bir dem vardı

Lakin artık o hayal alemi bir efsane

Ses seda yok bu değil sanki

İçeriğin Devamı Aşağıda

11. Ahmed Arif- 33 Kurşun

11. Ahmed Arif- 33 Kurşun

Şiir; Muğlalı Olayı olarak geçen 33 kişinin hayvan kaçakçılığı

yaptığı gerekçesiyle yargısız olarak kurşuna dizilerek öldürülen 32 kişi ve

kaçan bir kişini için yazılmıştır. 

1.

Bu dağ Mengene dağıdır

Tanyeri atanda Van'da

Bu dağ Nemrut yavrusudur

Tanyeri atanda Nemruda karşı

Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur

Bir yanın seccade Acem mülküdür

Doruklarda buzulların salkımı

Firari guvercinler su başlarında

Ve karaca sürüsü,

Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez

Tek'e - tek döğüşte yenilmediler

Bin yıllardan bu yan, bura uşağı

Gel haberi nerden verek

Turna sürüsü değil bu

Gökte yıldız burcu değil

Otuzüç kurşunlu yürek

Otuzuç kan pınarı

Akmaz,

Göl olmuş bu dağda...

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan

kalktı

Sırtı alaçakır

Karnı sütbeyaz

Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı

Yüreği ağzında öyle zavallı

Tövbeye getirir insanı

Tenhaydı, tenhaydı vakitler

Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri

Karnında açlığın ağır boşluğu

Saç, sakal bir karış

Yakasında bit,

Baktı kolları vurulu,

Cehennem yürekli bir yiğit,

Bir garip tavşana,

Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,

Yastığı altında küsmüş,

Düştü, Harran ovasından getirdiği tay

Perçemi mavi boncuklu,

Alnında akıtma

Üç topuğu ak,

Eşkini hovarda, kıvrak,

Doru, seglavi kısrağı.

Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,

Böyle arkasında bir soğuk namlu

Bulunmayaydı,

Sığınabilirdi yüceltilere...

Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,

Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,

Yanan cıgaranın külünü,

Güneşlerde çatal kıvılcımlanan

Engereğin dilini,

İlk atımda uçuran

Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka

basmadı

Çığ bekleyen boğazların kıyametini

Karlı, yumuşacık hıyanetini

Uçurumların,

Önceden bilen gözleri...

Çaresiz

Vurulacaktı,

Buyruk kesindi,

Gayrı gözlerini kör sürüngenler

Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum

Dağların kuytuluk bir boğazında

Vakitlerden bir sabah namazında

Yatarım

Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum

Düşüm, gecelerden kara

Bir hayra yoranım çıkmaz

Canım alırlar ecelsiz

Sığdıramam kitaplara

Şifre buyurmuş bir paşa

Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,

Mavi dağ dumanını

ve uyur-uyanık seher yelini

Kanlara buladılar.

Sonra oracıkta tüfek çattılar

Koynumuzu usul-usul yoklayıp

Aradılar.

Didik-didik ettiler

Kirmanşah dokuması al kuşağımı

Tespihimi, tabakamı alıp gittiler

Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla

bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

5.

Vurun ulan,

Vurun,

Ben kolay ölmem.

Ocakta küllenmiş közüm,

Karnımda sözüm var

Haldan bilene.

Babam gözlerini verdi Urfa önünde

Üç de kardaşını

Üç nazlı selvi,

Ömrüne doymamış üç dağ parçası.

Burçlardan, tepelerden, minarelerden

Kirve, hısım, dağların çocukları

Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha

Benim küçük dayım Nazif

Yakışıklı,

Hafif,

İyi süvari

Vurun kardaş demiş

Namus günüdür

Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

12. Necip Fazıl Kısakürek- Kaldırımlar

12. Necip Fazıl Kısakürek- Kaldırımlar

Şairin kendi hayat hikayesini, inişlerini, çıkışlarını konu edinen bir şiirdir. Kumar oynadığı dönemlerden son haline kadar olan hayatını şair, Kaldırımlar şiirinde anlatmıştır.

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

13. Cemal Süreya- Sürgün

13. Cemal Süreya- Sürgün

Cemal süreya Kürt bir ailenin çocuğu Tunceli’de doğuyor ve Dersim Soykırımı sırasında ailesi ile birlikte Bilecik’e sürgüne gönderiliyor. Nereye gidecekleri bilinmeden bir anda kendilerini trende buluyorlar. Şair, sürgünden kaynaklı yalnızca evini değil annesini de kaybeder.

Bizi bir kamyona

doldurdular

Tüfekli iki erin nezaretinde.

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar

Tarih öncesi köpekler havlıyordu

Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler

Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki

Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü

14. Edip Cansever- Masa da Masaymış Ha

14. Edip Cansever- Masa da Masaymış Ha

Şairin yakasına yapıştığı için pek memnun olmadığı bu şiirde aslına dönemin “sanatçı” profiliyle ironi yaptığı bir eserdir. 

Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.

15. Ülkü Tamer- Üşür Ölüm Bile

15. Ülkü Tamer- Üşür Ölüm Bile

Şair bu şiiri yaşadığı döneminde artan kaçırılıp öldürülme vakalarındaki

gençlerin anısına kurgulayıp yazmıştır.

Bir ormanda tutup onu

Bağladılar ağaca

Yumdu sanki uyur gibi

Gözlerini usulca

Bir soğuk yel eser

Üşür ölüm bile

Anlatır akan kanı

Beyaz sesiyle

Diz çöktüler karşısına

Sonra ateş ettiler

Parçalanan yüreğine

Yuva kurdu mermiler

Bir soğuk yel eser

Üşür ölüm bile

Anlatır akan kanı

Beyaz sesiyle

Gelip kondu bir güvercin

Ellerine o gece

Kırmızı bir çelenk oldu

Bileğinde kelepçe

Bir soğuk yel eser

Üşür ölüm bile

Anlatır akan kanı

Beyaz sesiyle

İçeriğin Devamı Aşağıda

16. Mehmet Akif Ersoy- Bülbül

16. Mehmet Akif Ersoy- Bülbül

1920 yılında

Ankara’da saldırı için hazırlanan Yunan komutanın Bursa’da Osman Gazi’nin

türbesinde ayağını dayayarak “Kalk koca Türk!.. Senden ırkımın intikamını

almaya geldim. Bak kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa’yı eski sahibine

iade ettik. Zelil neslin şimdi elimizde bir köle durumunda bulunuyor. Kalk!..

Seni bir kere daha öldüreyim de ırkımın intikamını alayım!..” sözleriyle dünya

basınında yer edinmesinin ardından Mehmet Akif “Bülbül” şiirini yazıyor. 

Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,

Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...

Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl

Muhîtin hâli 'insâniyyet'in timsâlidir, sandım;

Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu

Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;

Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?

0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,

Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;

Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?

Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!

Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,

SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;

Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

17. Ahmet Hamdi Tanpınar- Bursa’da Zaman

17. Ahmet Hamdi Tanpınar-  Bursa’da Zaman

Bu şiir ne bir kahramanlık ne de Bursa ile diğer ülkelerin kaşılaştırması yapan bir şiiirdir. Osmanlı’nın başkentlerinden biri olan bu şehrin ruhundan, zamanından ve mekanından bahsedilir. 

Bursa'da eski bir cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdayan su.

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinden gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mavisi

Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hala bu taşlarda gülen rüyanın

Güvercin bakışlı sessizlik bile

Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,

Muradiye, sabrın acı meyvası,

Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,

Türbeler, camileri eski bahçeler,

Şanlı hikayesi binlerce erin

Sesi nabzım olmuş hengamelerin

Nakleder yadını gelen geçene.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,

Her şafak onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanat şakırtısından

Billur bir avize Bursa'da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,

Duyduk Bir musikî gibi zamandan

Çinilere sinmiş Kur'an sesini.

Fetih günlerinin saf neşesini

Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle

Başbaşa uyumak son uykumuzu,

Bu hayal içinde... ve ufkumuzu

Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,

Havayı dolduran uhrevi ahenk.

Bir ilah uykusu olur elbette

Ölüm bu tılsımlı ebediyette

Belki de rüyası büyük cetlerin,

Beyaz bahçesinde su seslerinin.

18. Didem Madak- Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım

18. Didem Madak- Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım

Didem Madak boşandıktan sonra parası ancak bir bodrum katına yettiği için bodrum katında yaşamaya başlar ve bura şiirler yamaya başlar. Bu şiirde bodrum katında kaleme aldığı şiirlerdendir. 

'Zenciler prensesi olacağım.

Hayat işte asıl o zaman başlayacak.'

Pippi Uzunçorap

Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım

Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi

Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.

Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.

Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor

Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.

Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.

Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.

Bir yağsam pahalıya malolacağım.

Ben bir bodrum kat kızıyım bayım

Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum

Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum

Fakat korkuyorum. Birazdan da

Kırküç numara ayakkabılarınızla

Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız

Bu iyi olmaz bayım!

'Gün akşam oldu' diyorum

Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara

Cam kırıkları yiyorlar

Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde

Rengarenk yap-boz parçacıkları

Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.

Hayır,sanırım sabahı bekleyemem

Bilmiyorum.

İnsanlar rüyalarım acilen anlatmalı.

Ondört yaşındaydı ruhum bayım

Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.

Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz

Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri

Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar

O ara içimde çiçeklerden oluşmuş

bir silahsız kuvvet ablukaya alındı

Sinemalarda da 'organzm gıcırtıları' oynuyordu.

Kaçmaya çalıştım. Olmadı.

Bu nedenle, çiçekli şiiler yazmayı

Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.

Neyse işte

Ben her filmi hatırlarım

Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.

'Sofı'nin tercihini' seyrederken çok ağlamıştım.

Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar

Onu da mutlaka hatırlardım.

İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?

Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım

Bir 'eşya toplayıcısıyım' bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım

Büyük yelkenler de

Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.

İşte az önce bir karabatak daldı suya

Bir süredir de kayıp

Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya

Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.

Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.

Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen

Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?

Bir gül, bir güle derdi ki görse

Yalan söylüyorum

Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

19. Atilla İlhan- Sisler Bulvarı

19. Atilla İlhan- Sisler Bulvarı

Şairin sanılanın aksine Paris’te değil İstanbul’da emekli Melahat

Hanım’ın evinde kalırken güneşli pastanesinden akşamları düşen sisleri

izlerken, bir yandan da sevdiği kadını düşünürken yazdığı bir şiirdir.

elinin arkasında güneş duruyordu

aylardan kasımdı üşüyorduk

ağacın biri bulvarda ölüyordu

şehrin camları kaygısız gülüyordu

her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü

omuzlarımıza çoktan çökmüştü

kesik birer kol gibi yalnızdık

dağlarda ateşler yanmıyordu

deniz fenerleri sönmüştü

birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim

sokak lambaları öksürüyordu

yukarda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim

dokunsanız ağlayacaktım

yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim

sol kasığımdan vuracaklar

bulvar durağında düşeceğim

gözlüklerim kırılacaklar

sen rüyasını göreceksin

çığlık çığlığa uyanacaksın

sabah kapını çalacaklar

elinden tutup getirecekler

beni görünce taş kesileceksin

ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı

ıslak kaldırımlar parlıyordu

durup dururken gözlerim dalıyordu

bir bardak şarapta kayboluyordum

gece bekçilerine saati soruyordum

evime gitmekten korkuyordum

sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek

ismi bilmiyorum ne olacak

kazablanka'da bir gün kalacağım

sisler bulvarı'nı hatırlayacağım

kırmızı melek şarkısından bir satır

lodos'tan bir satır yağmur'dan iki

senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım

seni hatırlatanın çenesini kıracağım

limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı

ağaçları yatıyordu yoksuldu

bütün yaprakları sararmıştı

bütün bir sonbahar ağlamıştı

ağlayan sanki istanbul'du

öl desen belki ölecektim

içimde biber gibi bir kahır

bütün şiirlerimi yakacaktım

yalnızlık bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa

eğer bu şehirde bu bulvar olmasa

sabah ezanında yağmur yağmasa

şüphesiz bir delilik yapardım

hiç kimse beni anlıyamazdı

on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım

belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün

sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm

yağmurun altında yalnızım

ağzım elim yüzüm ıslanıyor

tren düdükleri iç içe giriyorlar

aklımı fikrimi çeliyorlar

aksaray'da ışıklar yanıyor

sisler bulvarı ayaklanıyor

artık kalbimi susturamıyorum

20. Gülten Akın- Bölünen Kadınlar Şiiri

20. Gülten Akın- Bölünen Kadınlar Şiiri

Gülten Akın emekli olmasının ardından oğlunun bir banka soygununa karıştığı gerekçesiyle gözaltına alınmasıyla oğlunun yaşadığı zorluluklarının kendisindeki etkisinin aktarıldığı şiirlerinden bir tanesidir. 

Sonsuz tenin bir serap olduğunu

bilen kadınlar

sonsuz tine büyücülerle yönelen kadınlar

kısık bir perdenin o gerçeği

gösterdiğinden umutlu

bir perdenin kısık yeri kadar

incelen kadınlar

dünya, nedir onlardaki yansın

demir mi, ateş mi, belki cehennem

pervaneler işte, renkli camlara

çarpa çarpa hayal kanatlarını

tükenen kadınlar

İçeriğin Devamı Aşağıda

Sizin eklemek istediğiniz şiirler neler?

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
26
9
5
3
1
1
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?