'Darbe Hırsına Kapılmış Adamlar, Bilâl Erdoğan'dan Habersiz Evine Para mı Götürüp Yığıyorlardı!'
Taraf yazarı Murat Belge: Demokratik terbiyesi olan medenî bir ülkede böyle bir olay olursa “darbe” falan olmaz.
Taraf gazetesi yazarı Murat Belge , AKP iktidarının 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu 'darbe teşebbüsü' olarak değerlendirdiklerini belirterek, 'Hoşlanmadıkları her şeye “darbe” deme alışkanlığını da edindiler' ifadesini kullandı.
Murat Belge'nin 12 Ekim 2014 tarihli Taraf gazetesinde 'Kriz yönetmek' başlıklı yazısında, AKP'yi devirme hırsında kapılmış insanların 'ellerinde ayakkabı kutularıyla koşuşup onları falancanın evine yığmıyorlardı. Bilâl Erdoğan’dan habersiz eve para götürüp yığmıyorlardı' dedi.
Murat Belge'nin söz konusu yazısı şöyle:
Kriz yönetmek
AKP’nin kriz yönetmekte başarısız olduğunu söyleyenler çoğalıyor. Bu, doğru bir tesbit mi? Elimizde son örnek şu birkaç gündür bu ülkede olanlar (ve bu olanların hazırladığı “olacaklar” var, önümüzde). Bunun başarılı bir “kriz yönetme” --ya da herhangi bir şeyi başarıyla yönetme-- örneği olduğu söylenemez herhalde.
Ama gözümüzü AKP’nin ilk seçim kazanma tarihinden bugüne yaşanan sürece çevirip bakınca, krizin o günden başlayıp kesintisiz bugünlere geldiğini görüyoruz. Ne var ki, 2002’den aşağı yukarı 2010’a kadar birbirini kovalayan irili ufaklı krizler AKP’nin kendi ürettiği şeyler değil. Yeminli AKP düşmanlarının (daha doğrusu herhangi bir İslamî hareketin düşmanlarının) AKP’yi devirmek için hazırladığı krizler. Çeşitli muhtıralar, “kapatma” girişimleri vb. Bunlar karşısında AKP meşru savunma durumunda. Teslimiyet göstermiyor, farfaralık da yapmıyor. Düşman cephenin asıl etkili silâhlarını kullanamaz durumda olması nedeniyle (silâh, darbe; kullanamama nedeni uluslararası konjonktür) bu krizler istenen ya da beklenen sonucu vermiyor ve AKP “bilmem kaç varta atlatmış” bir parti olarak yoluna devam ediyor.
Ama bu “AKP iktidarı” dizisinin yeni bölümlerine geldiğimizde krizlerin mahiyeti değişiyor. İlk belirleyici olay Gezi. Taksim’de toplanan ve direnenler, cunta heveslilerinin “Bayrak” falan diyerek topladıkları kalabalıklara benzemiyor (bir süre sonra onlardan bazıları aralarına karışsa dahi). Bu direnişin merkezî ağırlığı parkın ortadan kalkması, ağaç kesilmesi gibi sorunlar ama bence tepki ruh hali daha karmaşık: gitgide otoriterleşen, sık sık “hayat tarzı” değerleri dayatmaya çalışan bir iktidarın, daha doğrusu bir Başbakan’ın yarattığı tepkisel birikim var burada.
Ve burada, o Başbakan, karşılaştığı bu yeni durumu 2002’den beri kendisine karşı kurulan tuzaklardan ayırdetme ferasetini gösteremiyor. Burada TOMA değil de konuşup anlaşma politikası uygulasa bugün Türkiye çok farklı bir yerde olurdu. Bu olay, ayrıca, Başbakan Erdoğan’a da demokrat olma imkânı verirdi. Ama, herhalde, öyle olma fikrine de fazla muhabbet beslemiyordu --besleyemeyeceği belli.
Gezi’den sonra, krizimiz gene eksik değil; ama bunlar “AKP mamulâtı” krizler. Darbe yapıp da AKP’yi devirme hırsına kapılmış adamlar ellerinde ayakkabı kutularıyla koşuşup onları falancanın evine yığmıyorlardı. Bilâl Erdoğan’dan habersiz eve para götürüp yığmıyorlardı. İktidardaki zevattı bunları yapan; yalnız, bunların yapıldığından birilerinin de haberi olmuştu. Bu, hesapta olmayan etkendi.
İktidar 17 Aralık için şimdi ağızbirliğiyle “darbe teşebbüsü” diyor. Hoşlanmadıkları her şeye “darbe” deme alışkanlığını da edindiler. Tamam, burada hükümeti zor duruma düşürmek için belirli bir işbölümü içinde çalışan (ve bilgi toplayan) birileri var. Ama bu niçin bir “darbe” olsun. Demokratik terbiyesi olan medenî bir ülkede böyle bir olay olursa (öyle bir yerde olması zordur ama oldu diyelim) “darbe” falan olmaz. Orada Hükümet de medenî olacağı için ya istifa eder (bu, başvuracak ilk prosedür) ya da ortaya atılan iddiayı ve saçılan kanıtları düzgün, hukukî bir yöntemle inceler. Böyle bir durumda Tayyip Erdoğan gibi davranan bir Başbakan dünyada görülmedi.
Öyle bir “darbe” olsa, onu yapacak olanlar bilgiyi açık eden “cemaat”i de yaşatmazdı --“cemaat” de bunu pek iyi biliyor olsa gerek.
Neyse, dediğim gibi, şimdiki krizlerimiz “AKP mamulâtı”. Onun için, “kriz yönetmeyi öğrenme”den önce, “kriz çıkarmama”yı öğrenmeleri gerekiyor.
“Kriz”, adı üstünde, normal gidişten bir sapma. Sonuçta, birçok etkenin normal yöntemlerle denetlenememesi durumu. Bir “kriz” varsa, giderilmesinin birinci koşulu ne olduğunu anlamak, tarafları dinlemek, kendi savunduğun noktada esnemeyi, esnek durmayı becermektir. Bir yerde kriz varsa, oranın yöneticisinin, şöyle ya da böyle, o krizde payı olmaması düşünülemez. “Bir tek ben haklıyım. Benden başka herkes haksız” diyerek kriz çözülmez --ancak kriz büyütülür.
Ancak birkaç ay öncesine kadar Başbakan, şimdi Cumhurbaşkanı (“ne” olduğu davranışını etkilemiyor) Tayyip Erdoğan inatlarıyla, öfkeleriyle zaten kendisi bir “kriz” halinde. İçişleri Bakanı “misliyle” diye konuşuyorsa, bu korkutucu zihniyetin kaynağı Erdoğan’ın siyaset ve yönetim anlayışı.
T24
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!