Çiçek Gibi Yuva Kurdum! Yaşadığım Depresyondan Sonra Mutluluğu Buluşumun Ümit Verici Hikayesi!
Merhaba gençler,
Son zamanlarda Onedio'da bir sürü kullanıcı içeriği görüyorum. Hepsi de mutsuz, acı dolu hikayeler. Elbette insanlar başlarından geçen kötü deneyimleri paylaşıp hem rahatlamak, hem de diğer insanlara ibretlik dersler vermek istiyorlar ama bu hikayeler adeta gençlerin içini iyice karartıyor ve umutlarını iyice söndürüyor bence.
Ben, çok mutlu bir adamım. Bu mutluluğu da kolay kazanmadım.
Hikayemi anlatayım da, ilişkilerde mutluluğun mümkün olduğunu görün.
Editör, imla kontrolü yapmana gerek yok ;)
Kod adım "Ali" ve yıllardır süren çok güzel bir evliliğim var.
Bir de prensesimiz var evde... Sınavların, görevlerin en güzeli o!
Kakasıyla çişiyle, gece yarısı ciyak ciyak ağlayıp uykularımızı bölmesiyle, bitmeyen masraflarıyla dahi hayatımızın en güzel kararı!
Şimdi, içinizden 'ballı pezevenk' diyeceksiniz. Ama bu hayatı kolay oturtmadım ben arkadaşlar. Ben de şu an pek çok gencin çektiği ilişki sıkıntılarından, dramalardan geçtim. Asla mutlu bir birliktelik kuramayacak hale gelebilirdim ama bana bu yolda bir şeyler öğretenler oldu.
Ben de öğrendiklerimi, size anlatayım dedim.
Sanırım hikayeme başlamadan önce, kendimi ilk kez "adam" diye tanımlamaya başladığım gençlik dönemlerime dönmeliyim.
Sıradan bir ergendim işte. Tabi o zamanlar kendimi dünyanın en zeki, en uyanık, en ADAM adamı sanıyordum :)
İyi bir ailenin oğluydum. Hiçbir zaman inek bir öğrenci olmadım ama derslerim daima iyiydi. Aslında öyle çok da yakışıklı falan sayılmam ama hem görece zeki olmam, hem de elimin yüzümün düzgün olması canım anam sayesinde beni DÜNYANIN HAKİMİ gibi hissettirmeye yetiyordu. :)
Bu sınırsız özgüvenim, bir zalımın kızı tarafından yerle bir edilene kadar iyi ekmeğini yedim şimdi... Kabul etmeliyim!
Lise başarılı geçti, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birine girdim, kişisel tatminim tavandı. Zira bizim bölümdeki erkekler genelde kadınlarla konuşmayı beceremeyen, sosyal hayata karşı çekingen, 'inek' tiplerken; ben iş bilen ve kurnaz biriydim.
Şimdi gözünüzde tam bir "piç" imajı oluştu değil mi... Öyle değildi ya. Hiç kimseye bir terbiyesizliğim olmazdı.
'Piç' olmak havalı bir şey olduğundan, bu tavırlara sıkça bürünürdüm ama dediğim gibi iyi bir ailede, saygılı bir evlat olarak yetiştirilmiştim. Kimseye bir yanlışım olmadı, geçmişimle ilgili gerçek anlamda gurur duyduğum şeylerden biri bu.
Şimdi bu kadar bilgiyi verdikten sonra, sizi ilgilendiren kısma geçelim... Aşk ve ilişkiler konusu! Geçmişe dönüp baktığımda bir sürü kadınla takıldım evet ama 'sevgili' diyebileceğim iki kadın oldu.
İlki, Zeynep... Üniversitenin ilk senesinde tanıştığım huysuz ve tatlı kadın!
Orta halli bir ailenin, orta halli bir kız çocuğuydu işte. Görenleri dönüp baktıran bir güzelliği yoktu ama sevimliydi, çok zeki ve hazırcevap sayılmazdı ama saygılı ve şefkatli bir kızdı. Sevmiştim bu kızı baya. Onu sevdiğimi çok dile getirmesem de, geçmişe dönüp baktığımda sevdiğimi biliyorum.
Ama insanın karakteri olgunlaşmadan, kimseyi tam olarak sevemiyor, sevse de düzgün sevemiyor beyler. Zeynep'ten sıkılmam ve ona kötü davranmam uzun sürmedi. Buna rağmen ilişki uzun sürdü. Çünkü Zeynep, o kadar sabırlıydı ve kaderini o kadar kabullenmiş bir kızdı ki... Ben ayrılmadığım sürece, benden ayrılmayacaktı.
Zeynep, gözümde bir kezbandı. O zamanlar sosyal medya ve insanlara taktığımız etiketler böylesine yaygın değildi, ama kafamda oturttuğum profil tam olarak buydu.
Böyle giderse gençliğim sırf onunla geçecekti ve bunu istemiyordum. İlk zamanlarda sevimli bulduğum cinsel utangaçlığını, tecrübesizliğini ve beceriksizliğini sinir bozucu buluyordum. Yanımda daha gösterişli birinin olmasını da istiyordum. Her şeyi onaylayan tarzı da canımı sıkıyordu. Tek kelimeyle sıkıcıydı.
Yine de ona kötü davrandığımı ya da zamanını harcadığımı düşünmüyordum çünkü benim gibi düzgün biriyle çıkmasa, okuldaki saçma sapan tipler dadanacaktı ona... Yani ben onun için iyi bir seçenektim. En azından ben böyle düşünüyorum.
Zeynep'ten ayrıldıktan kısa süre sonra ise Melis ile tanıştım. Kafadan çatlak, ilgi çekici bir güzelliği olan, eğlenceli bir kızdı.
Melis ile daha rahattım çünkü Melis hem daha özgür, kendi başına hareket etmeyi bilen; hem de o sinir bozucu masumiyet ile insana sürekli vicdan azabı hissettirmeyen bir kızdı. Hazır cevaptı, kendi fikirleri vardı, kavga ederdi... Delinin tekiydi işte! Onu da çok sevmiştim.
Ama bu defa da... Onun bu girişkenliği, cinsel tecrübeler yaşamış biri olması rahatsız etmeye başladı beni. Onun için 'tek çare' falan değildim. Güven vermiyordu ve bu beni karşısında güçsüz kılıyordu. Beni 'altın çocuk' olarak görmeyen ve sağlam özgüvenimi yıkan olmasa da, ilk kez sarsmaya başlayacak kadın Melis'ti.
Melis'ten ayrıldım ve pek de iyi davranmadım ona. Hayatı boyunca unutamayacağı kadar aşağılayıcı sözler söyledim.
Hatta arkasından dahi konuştum. Şu an Türkiye'de kadınlarımızı baskılayan ne kadar argüman varsa; hepsini teker teker ona sundum. 'Aranıyor' dedim, 'orospu' dedim ve daha neler neler... Oysa bunları hakedecek hiçbir şey yapmamıştı. Hatırladıkça yerin dibine geçiyorum. Melis'ten bu sözlerim ve tavırlarım için özür dilemem, yıllar sonra ve geçirdiğim büyük depresyondan sonra olacaktı.
Artık okul da bitmişti ve yepyeni bir adamdım. Yine kendimi çok zeki, bu defa gerçekten olgunlaşmış ve hayatı çözmüş biri sanıyordum.
Bundan sonra ilişkilerle işim olmazdı. Evlilik zaten vakti gelince önüme altın tepside sunulacak bir şeydi. Her kadın benim gibi biriyle evlenmek isterdi. Kadınlar 30'dan sonra değer kaybedecekken, ben daha da kıymetli olacaktım. İlişkiler için uğraşmama gerek yoktu. Beni kazanmak için kadınlar kendileri geleceklerdi ve asla yalnız kalmayacaktım.
Kendimi artık işe güce verecektim, zira İsveç'te harika bir burs ile yüksek lisans fırsatı yakalamıştım. Gittim. Artık yepyeni bir adamdım.
Oysa dibe vuruşum yeni başlıyormuş... Bilmiyordum!
Filmlerde olur ya... Oğlan, kızı görür ve beyninden vurulmuşa döner. İşte o oldu!
Her şeyi yerle bir etmeye, tüm bildiklerimi unutturmaya, büyük sözlerimi çatır çatır yedirmeye, kalbimi yerinden sökmeye gelen Ella!
Gittiğim okulun farklı bir programında çalışıyordu. Ömrümde böyle bir güzellik görmemiştim. O kadar kendi halinde ve rahattı ki... Türkiye'de olsa ona tapınırlardı ama o farkında bile değildi! Sonun başlangıcıydı...
Kadınlar konusunda asla çekingenlik hissetmeyen ben, Ella ile konuşabilecek cesareti bulana kadar haftalarca bekledim.
Nihayet gidip tanışabildiğimde ise, Ella'nın benden daha önce davranıp, inanılmaz bir rahatlıkla bana kahve içmeye gitmemizi teklif etmesi beni şoke etmişti. Hem bu cesur hareketi sevinçle karşılamıştım, hem de benim hissettiğim gerginliği hissetmeden, umursamazca 'hadi gel bir kahve içelim' tavrı erkekliğime vurulmuş bir darbe gibi gelmişti.
Bu olası ilişkide, seçme şansı olan ve kontrol sahibi kişi ben değildim. İlk kez başıma geliyordu bu.
Kahve buluşmamız, ilerleyen günlerde yemek, sinema, kamp gibi aktivitelerde devam etti. Ella benimle ışık hızında yakınlaşmıştı.
Onun cinsel girişkenliğini rahatsız edici bulmuyordum çünkü onların kültürüydü bu ve kurallar farklıydı, yetiştirilme biçimi farklıydı bir kere! Bir Türk kızı böyle davransa, hakkında 'orospu' diye düşünürdüm ama Ella, İsveçliydi. Ne istediğini bilen, özgür bir kızdı.
BUNLA EVLENİRİM BEN, diye düşündüm. Hala buna karar verebilecek olanın, ben olduğumu düşünüyordum, ne kadar sa safmışım...
Ella'yı sahiplenmeye, kısacası köppppek gibi kıskanmaya başlamıştım. O da yeni bir duyguydu!
Önceki ilişkilerimi kıskanmazdım çünkü. Kıskanılan taraf bendim. Beni kıskandıracak bir hareketi olan kıza 'kaşar' der geçerdim.
Ama Ella, kıskançlığımla ilk karşılaştığında oldukça şaşırdı. İnkar etmek ya da kendini savunmak yerine, karşıma geçti ve:
Başkalarıyla yatacağımı mı düşünüyorsun? Öyle bir planım şu an yok. Olsa söylerim ve zamanını harcamam, merak etme.
Neden kıskanıyorsun? Üzgünüm ama arkadaşlarım senden önce de vardı ve senin iyi hissetmen için onları kötü hissettirecek şekilde mesafe koyamam.
Bana güvenmiyorsan, benimle olmak seni kötü hissettiriyorsa belki de birbirimizi görmeyi bırakmalıyız.
gibi cümleleri çaaat çaaat açık açık yüzüme söyleyerek postayı koydu. İşin kötüsü, haklıydı da! Hiçbir şey diyemedim.
Ve ayrılık...
İçime kapanmış, bu gidişatı değiştirmek arzusundaydım. Ella'yı istiyordum ve bir şey istiyorsam onu gidip almalıydım. Ella'ya evlenme teklif ettim. Hayır, Türk kızları gibi sanki hayatı boyunca beklediği bu büyük an gibi, piyangoyu kazanmış gibi zıplayıp kucağıma atlamadı.
Hafifçe gülümsedi ve... 'Henüz çok erken değil mi?' dedi.
O gece saatlerce ve uzun uzun konuştuk. Ella 35 yaşından önce evlenmeyi düşünmediğini açık açık söyledi. 'Neden evlenelim ki?' dedi. Gerçekten de mantıklı bir sebep dahi yoktu. Zaten aynı evde yaşayabilirdik, her şeyi beraber yapabilirdik...
Keşke Ella'yı ikna etmek adına bu konuyu bu kadar irdelemeseydim. O gece hayatımın en can yakıcı cümlesini duydum.
'Vatandaş olmak için mi evlenmek istiyorsun?'
İstese uğruna hayatımı vereceğim kadın, bana bu soruyu sormuştu. Çekip gittim. Ağladım. Çocuk gibi, hıçkırarak ağladım.
Bir taraftan da yıllar sonra da olsa anlamıştım. 'Zengin koca bulmaya çalışan' diye aşağıladığım her kadının maruz kaldığı kalp kırıklığına; duyguların, karakterin yok sayılmasına ve bunun acısına nihayet ben de nail olmuştum.
İsveç'te bir yıl daha geçirdim. Depresyonda, dışlanmış ve fakir bir şekilde... Sokak köpeği gibiydim.
Yüksek lisansı bitirmeme yakın çoktan iş teklifleri gelmeye başlamıştı bile ama dönüp bakacak halim yoktu. Vatanıma dönmek istiyordum. Annemin yanına. Burada kalamazdım artık.
Hayatımın depresyonuydu. İntiharı dahi düşündüm. Tüm kimliğim yok sayılmıştı. Egom yerle bir olmuştu.
Türkiye'ye dönünce kısa bir aylaklık döneminden sonra nihayet bir işe girmeye karar verdim. Gelecekteki eşimle orada karşılaşacağımı nereden bilebilirdim...
Biraz mesafeli, hatta somurtuk bir kızdı. Güzeldi ama sanki o da benim gibi biraz depresifti. Toplantılarda söylenen saçmalıklara aynı anda göz deviriyor, molalarda tek başımıza sigara içerken denk geliyorduk. Bu aramızda sözsüz bir iletişim haline gelmişti. Birebir konuşmadan, birbirimizi anlayan iki arkadaştık sanki artık. Her göz devirmeden sonra göz göze gelir ve gülümser olmuştuk.
Mesele şuydu ki; ben bu kadını anlıyordum. Bezginliğini, depresifliğini, her şeyini.
Bir gün dedim ki; şu döngüyü artık kırayım. Mesai bitiminde yanına gittim, hadi gel bir kahve içelim...
O da, Ella gibi büyük bir rahatlıkla olmasa da, yine de etkileyici bir özgüvenle 'hadi bakalım' dedi. Sanki 'nihayet' dercesine...
Hayat hikayelerimizi paylaştık. Yaşadığı her şeyi ama her şeyi, Ella'nın yaşattıkları sayesinde anlayabiliyordum. Onu 'kadın kalıpları' içine koymuyor, olduğu bir insan olarak görüyordum.
Ben onu kısıtlamadıkça, yargılamadan dinledikçe açıldı... Açıldı ve içinden adeta güneş gibi parlak, muhteşem bir karakter çıktı!
Ella'nın bana dolaylı olarak da olsa öğrettiği buydu işte. Onu, 'eş-anne-fahişe-kezban' gibi sıfatları katmadan, insan gibi görebilmek.
Hayatımda gördüğüm en güzel kadınla karşı karşıya olduğumu o akşam farkettim. Gerisi mi? Gerisi iyilik, güzellik! :)
Umutlarınızı karartmayın gençler! En karanlık gecelerin sonunda güneş doğar. Dinleyin, gözlerinizi açarak görün karşınızdaki insanları. Her şeyi bildiğinizi ve hayatı çözdüğünüzü de asla sanmayın!
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Yorum Yazın
Zor hayata bak sen. Sadece elin İsveçlisi aşağılamış. Herhalde şu ana kadar yaşadığım en hafif şeylerden biri aşağılanmaktır şöznsjshjshsjsh. Neyse.
gerçekten de zorlu bir hayat mı geçirdiğini sanıyor bu adam hatta zor bir aşk hayatı mı olmuş sanıyor tam anlamıyla bir ballı pezevenksin
Kendi bacısını,kız arkadaşını sonra eşini,ileride de kızını baskı altında tutan,sözde aşırı korumacı halleriyle hayattan kıstlayan ''ABİ BEN KADINLARI ÇÖZDÜM... Devamını Gör
İyi de, adam özeleştiri vermiş zaten. Yaptığının yanlış olduğunu fark ettikten sonra mutlu olmuş. Onu anlatıyor...