İlk olarak okulların açılmasının bir mağaza, AVM ya da işe gitmek gibi anlaşılmasından kaynaklı bir problem var. Okullar diğer iş yerlerinden ve diğer benzeri toplumsal hareketlerden ayrılmalı, hastanenin ya da polis merkezlerinin açık kalması gibi bir hizmet yeri olarak algılanmalı. Çocukların çok uzun süre arkadaşlarından, okul ortamlarından ve eğitimden uzak kalması özellikle küçük yaşta bulunanlar açısından ciddi öğrenme kayıplarına yol açıyor. (Bir önceki yazımı öğrenme kayıpları konusunda buradan okuyabilirsiniz.) İkincil olarak okulların açık kalma süreleri Covid 19 başladığından beri incelendiğinde bu konuda oldukça gerilerdeyiz.
Unesco Okul Kapanma istatistikleri incelendiğinde Avrupa’da Kuzey Makedonya’nın ardından 49 hafta ile ikinci sıradayız. Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde ortalamanın 25 hafta civarında olduğu, nüfus anlamında yaklaşık karşılaştırılabileceğimiz Almanya’da 38, Fransa’da sadece 12 hafta kapalı olarak gözüktüğü düşünülürse, okulları açık tutma konusunda başarılı olamadığımız kesin. Bu durumda ana soru şu: Neden bu kadar uzun süreli okulları kapadık? Çok ciddi bir sorun. Biraz daha karşılaştırmalı olarak düşündüğünüzde, 49 hafta çocukların okuldan uzak kalmaları anlamında inanılmaz bir süre çünkü bir okul döneminde 36 hafta var. Biz çocuklarımızı yaklaşık olarak 3 dönem kadar eğitimden uzak tuttuk. Başka bir deyişle, Covid başladığında 1. sınıf olan ve çoğu ancak okuma sökmüş çocuklar şu anda 3. sınıfta diyebiliriz. Yani bu çocuklar ilkokulun neredeyse yarısını evde geçirmiş gözüküyor. Uzun vadede maalesef etkilerini çekeceğiz.
Benzer şekilde üniversitelerdeki eğitim de ciddi sekteye uğramış durumda, çünkü üniversiteler hiç açılmadı. Çoğu üniversite mezuniyet törenlerini iki yıllık yapmak zorunda kaldı çünkü önceki yıl mezun olan öğrenciler okullarına bile gidemedi. Böylesi belirsizlik içerisinde en büyük tehlike ise, bizim üniversiteleri açma deneyimimiz Covid 19 süresince olmadı. YÖK halihazırda üniversitelerin açılma kararını üniversitelerin yönetimlerine bırakmış durumda. Ancak üniversite kontenjanlarının kalabalıklığı, sınıfların kapasite olarak yetersizliği, öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısının oldukça düşük olması ciddi bir risk oluşturuyor. Öğrenciler genelde birlikte yaşıyor, yurtlarda kalıyor ve toplu taşıma vb. yoğun kullanıyorlar. Covid 19 süresince tüm illerden farklı illere taşınacaklarını da düşünürsek, Eylül ayında ülke çapında ciddi bir seyahat olacağı da kesin. Böylesi bir durumda yayılımın kontrol edilmesi ve üniversitelerdeki eğitimin de devam etmesi hiç kolay gözükmüyor.
Aşı konusunda çok geniş bir tedirgin grup var ve uzun süreli etkileri var mı yok mu kısmı da büyük tartışmalar yaratıyor. Aşının uzun süreli etkilerinin muamması bu kadar tartışma oluştururken, bence kaçırdığımız esas nokta, eğitime bu kadar uzun süreli ara vermenin uzun vadede etkileri kesinken, bu kesinliği tartışmamamız! Öğrencilerin gelecekte yaşayacakları kayıplara yönelik uzun vadeli programların yapılması, öğrenci eksiklerini gidermeye yönelik desteklerin planlanması ve bu desteklerin sadece 2021 yaz ayları ile kalmaması bence çok önemli.
Milli Eğitim Bakanımız okulların açılması gereken ilk, kapanması gereken son yer olması gerektiğini vurgulaması çok önemli ama bunun icraatta da böyle olması artık bir zorunluluk. Korkutucu bir şekilde okulların kapanması ve uzun süre açılmaması, sadece bir nesil için değil, takip eden nesillerde de zincirleme bir öğrenme kaybı reaksiyonuna yol açabilir ve düzelmesi uzun yıllar sürebilir.
Yorum Yazın