' Saat 6:45'de çocuklarım beni hunharca uyandırmaya çalışırken anladım ki hiçbir aile mensubu benim gibi sorumsuzca içmiyor. Aslında bu olanlar tamamiyle Elçi'nin suçuydu. 3 gecelik bu çılgın gecenin ilk gecesi bolca alkolle bitmişti ve iki günü daha kurtarabileceğimden emin değildim.
Tüm bu geceden kalma hallerimin başlangıcı Balthazar'da başladı, Kopenhag'da bir şampanya barı. Oysa masumca yeni arkadaşlarıma hoşçakal diyordum; bir adet elçi, bir poker oyuncusu, bir silah tüccarı, bir banka müdürü, bir davulcu, bir milyoner ve bir perakendeci. İsimleri gayet açıktı ancak bu yazıyı yazmam için tek şart isimlerinin anonim olmasıydı.
İlk gün harikaydı. Geranium'da, 3 Michelin yıldızına sahip bu restoranda bütün gün baş şef Rasmus Kofoes tarafından ilgi gördük. Kendisi Bocuse d'Or birincisi ve kesinlikle gerçek bir yıldız.
Eğer Elçi, yani Kristian olmasaydı ve dört yıl önce bu projeyi gerçekleştirmeseydi üç gün üst üste Geranium, AOC ve Noma gibi restoranlarda yer bulmanız imkansız olurdu. Bu nedenle Elçi bu organizasyonun ismini 'İmkansız Akşam Yemeği' olarak koymuş.
Neyse gelelim geceye... Perakendeci ile aramızdaki ilk dialog şöyleydi:
'Ne iş yaparsın?'
'Yazı yazıyorum'
'Gazeteci?'
'Sayılır'
'Yalanları yazıyorsun yani?'
Bu perakendeciyi gerçekten sevmiştim.
Geranium tek kelimeyle müthişti. Yediğim midyeler o kadar güzel ve özenle hazırlanmıştı ki, bunu düşünmek bile beni delirtmeye yetiyordu. Dereotu taşları ise uskumru ve yabanturpu ile denizden yeni çıkmış ve parlatılmış taşların üzerinde sunuluyordu. 21 öğünlük bir yemekti - hepsinin şarap eşleştirmesi farklıydı. Şimdi 'geceden kalmayla' ilgili dediklerimi daha iyi anlamış olmalısınız.
Ertesi gün AOC'de buluştuk. İlk gittiğimiz yerine aksine burası gerçekten güzelce yemek kokuyordu. Bu sırada Elçi ve Banka Müdürünün arasında oturuyordum, konu son olarak Yunanistan'daki ekonomik krize bağlanmıştı.
AOC'de yemekler daha rahattı. Soğan, havyar ve mürver çiçeği ile hazırlanmış yemek deliliğin dahileşmiş haliydi. İsli patates, siyah balık yumurtası ve kahverengi tereyağı ise kelimeleri kifayetsiz bırakıyordu. En son olarak elle yediğiniz kemik üstünde pisi balığı vardı.
Yemek bitmeye yakın Milyoner Lamborghini'sini satmasından bahsediyordu. Dubai'nin sıcaklarına dayanamıyorlarmış bu arabalar. Büyük problem: Eriyen Lamborghini'ler.
Son akşam yemeğimizden önce diğerlerine katıldım. Hepsi Grisen(Domuz)'da bir şeyler atıştırıyorlardı. Burası hip bir fast-food restoranı ve dünyanın en hip Türk'ü tarafından işletiliyor, Umut. Umut, kenevirden ve havyardan hot dog yapıyor. Gerisini siz düşünün... O gün bana harika bir sandviç hazırladı, fırınlanmış et ve bearnaise sos ile, tabii yanında dağlar kadar patates kızartmasını atlamamam gerek. Elçi, akşam yemeğini yiyemeyeceğimden dolayı endişeli bakışlar atmaya başlamıştı bile.
Ancak gece öyle olmadı, çünkü harikalar diyarı Noma'ya gitmiştik. René Redzepi, bu mekanı kuran dahi, ondan önce ne yapıyormuşuz bilmiyorum.
Elçi beyaz takımıyla bizi Noma'nın özel yemek salonunda bekliyordu. Sadece bu geceye özel Amerikalı bir risk kapitalisti ve onun özel şefi de bize katılmıştı. (Kesinlikle bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum)
Birçok insan Noma'nın yemekle alakalı olmadığını söyler. Olay da bu. Buradaki amaç tecrübe. Hem de zamanın çok daha ötesinde. Bahsettiğim, karıncalı yoğurt tatlısı, fermente yumurtalı kral yengeç, Latin çiçekli ravioli...
Yiyebileceğimiz herşeyi yiyip, etkilenebileceğimiz herşeyden etkilendikten sonra gece her zamanki gibi içkilerle, gece klüpleriyle ve bolca acayipliklerle son buldu.'
Yorum Yazın
Ne?
İnternette gördüğünüz her şey doğrudur. -Hotdogçu Umut
elçinin numarasını nereden bulabilirim