Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Savcı Algı Yaratmaya Çalışıyor | Mehmet Y. Yılmaz | Hürriyet
Şems Ethem'in paçavrasında masa başında uydurulan haberi 'ihbar' kabul edip soruşturma açan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcısı Selami Hatipoğlu, Şems'in bir başka paçavrasına demeç verdi.
Dün yayınlanan habere göre Başsavcı 'Basın özgürlüğüne müdahale var diyenler soruşturmamızı manipüle etmeye çalışıyor. Basın özgürlüğüne müdahale olsaydı bunları yazamazlardı' diyor.
Belli ki Başsavcı'nın AİHM kararları ile ilgili olarak ciddi bir eğitime ihtiyacı var.
Uydurma haberlerle bir yayın grubuna toptan bir soruşturma açmasının, Türkiye için bir üst hukuk metni olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin açık ihlali olduğundan haberdar bile değil.
Başsavcı soruşturmanın Bakırköy Başsavcıvekili İdris Kurt'un başında olduğu Terörle Mücadele Bürosu tarafından yürütüldüğünü de belirtiyor.
'Soruşturma kapsamında PKK ve DHKP-C terör örgütleri lehine Doğan Grubu'na bağlı TV ve gazetelerde yayınlanan tüm haberler ve köşe yazıları mercek altına alındı. Tek tek tespit edilen yayınlarda eser sahiplerinin yanı sıra sorumlu üst düzey isimler de ifadeye çağırılacak' diyor.
'Tek tek' neleri tespit ettiğini merak ettim.
Bu grubun yayınlarında böyle bir tane bile haber de bulamazsınız, köşe yazısı da!
Bunlar Olurken Müzakere Ediyordunuz, Şimdi Savaş Niye? | Ezgi Başaran | Radikal
Bıkmadan usanmadan bu soruyu sormamız gerekiyor: İnsanlarımız niye ölüyor?
Müzakere masası niye devrildi?
Dün yanyana fotoğraf çektirdiğiniz insanlar bugün niye yeniden düşman ve de tüm kötülüklerin kaynağı oldu?
Bugün niye barışın yollarını aramak yerine savaştayız?
Devletin anlattığı şekliyle operasyonların başlamasının ve çözüm sürecinin son bulmasının sebebi, Ceylanpınar’da iki terörle mücadelede görevli polisin evlerinde öldürülmesiydi.
Kalleşçe bir saldırıydı gerçekten.
Peki çözüm sürecinin başladığı 2013 yılından beri böylesi cinayetler, emniyete saldırılar, provokasyonlar yaşanmamış mıydı?
Gelin yakın tarihli örnekleri hatırlayalım…
**
Ekim 2014…
Silopi Emniyet Müdürlüğü’ne uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Valilik olayı şöyle açıklamıştı: “PKK/KCK terör örgütü yandaşı/üyesi şahıslarca uzun namlulu silahlarla ateş açılmış, görevli personelce anında karşılık verilmiştir.
Çıldırmışsınız… | Nedim Şener | Posta
Neden rezil olmak için bu kadar uğraşıyorsunuz?
Neden tüm dünyanın size gülmesi için elinizden geleni yapıyorsunuz?
Neden düşman gördüğünüz insanların hayatını zehir etmeye çalışıyorsunuz?
Neden, neden ey tetikçi gazeteciler.
Bir gazete “Al Sana Belge” diye manşet atıyor. Doğan Grubu’nun Onursal Başkanı Aydın Doğan ile yazarlar, televizyoncular ve gazeteciler hakkında yıllar önce yazılmış haberler, çekilmiş görüntüler üzerinden “Terör örgütü propagandası” soruşturması açılıyor.
Sağduyu, vicdan aramıyorum ama bu kadar mı aklınızı yitirdiniz?
Yetmemiş savcılığın soruşturma açtığı haberiyle birlikte dün de “Al Sana Belge-2” diye bir manşet atmışlar.
Belli ki muhabirlerini savcının soruşturma dosyasını kalınlaştırmak için koşturuyorlar. Arşivde, internette ne bulurlarsa “Terör örgütü propagandası”diye manşete çekiyorlar.
Katil Robotlar! | Neva Çiftçioğlu Banes | HaberTürk
Hemen söze girmeden belirtmem gerekiyor: Biraz sonra okuyacaklarınız ilk başta bilimkurgu fikirlerin abartılarak anlatımı gibi hissedilse de, halihazırda tüm dünyada tartışılan, lakin ülkemizde sadece birkaç kişi tarafından üstünkörü değinilmiş gerçek bir problemi dile getirmektedir. Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde büyük bir gizlilik içerisinde pişirilmiş, kotarılmış, kiminin alkışladığı, kimininse şiddetle protesto ettiği bir “teknolojik ürün silsilesi geri dönüşümü” , çok zor sorunları bizlerle tanıştırmak üzere. Üstelik durdurmak için hiçbir yasal engel yok. Protestoların amacı derhal yasal bariyerler koydurmak, toplumları haberdar ederek hep birlikte bencilce verilen kararlara direnmek...
Konu, otonom (yani hiçbir insan muamelesine gerek kalmadan, kendi kendine karar verebilen) robotlar. Yıllardır uzaktan takip edip uygulama alanlarında gelebileceği boyutları pek de tahmin edemediğim bu tür robot çalışmaları geçen hafta bazı ülkelerin askeri kurumlarınca “kullanıma hazır” diye boy gösterince kelimenin tam anlamıyla şoke oldum. Gerçi “Boy gösterdi” diyorum, ama öyle sansasyonlar yaratarak değil. Dışarıya sızan haber tarzında. Bilimle biraz ilgisi olan, yeni teknoloji meraklısı okur ve yazarlar dışında işin boyutlarını anlamayanlar, “Abartılacak bir şey yok, zaten yıllardır bu konu konuşuluyor, ortada belli bir ürün yok” deyip geçiverdiler.
Neredeyiz? | Ali Bayramoğlu | Yeni Şafak
2000'ler başında ana dalga ülke içinde, iç dinamikler üzerinden özgürlükçü bir istikametteydi.
Sıkıntılardan ve krizden çıkılan bir dönemdi.
28 Şubat'ın, onu takip eden asker denetiminin yarattığı anti demokratik yorgunluk, siyasi merkezin yıpranma ve yozlaşma öyküsü ya da 1990'larda başlayan 11 yıl süren kuvvetli bir istikrarsızlık, yolsuzluk evresi, bunun diğer bir yansıması olan iflas kokan ekonomik krizler, siyasal merkezden uzaklaşan, toplumsal merkezin ise içine doğru hareket eden, mutlak asayiş nesnesi olarak algılanan kimlik hareketleri, bunlar karşısında militan demokrasi dalgası, bu dönemin bildik unsurlarıydı.
2000'lerle birlikte rüzgarın değişim arzusundan ve özgürlükçülükten yana esmesi, 1990'ların bu çöküntü dönemine yönelik refleksif toplumsal bir tepkidir.
2000'leri bu yöndeki arayışlar başlatmış, koşullar bu başlangıca müsaade etmiştir.
Türklerin ve Kürtlerin Sahicilik Sorunu | Nuray Mert | Cumhuriyet
“Olmayan bir ülkeden söz ediyorlar / Olmayan dilden, kardeşlikten.
Konuşma yok/ Yok Kelimeler” Bejan Matur, Son Dağ
Sivil demekle, sivil olunmuyor, “sivil polis”lerin sivil toplumun bir parçası olmadığı gibi. Dünkü, basbayağı bir “terötü telin” mitingi, bu ülkenin sahici sesi değil, keşke olsaydı. Kardeşlik demekle de kardeş olunmuyor, keşke olsaydı. Bayraklara gelince, bayrak tabii ki ırkçılığın, dayatmanın sembolü olmamalı, keşke gerçekten olmasaydı. Ama, bugüne kadar bayrak, o kadar suiistimal edildi ki, korkutma aracına dönüştü, keşke olmasaydı. Keşke, meydanlar sahici bir sesle çınlasaydı.
Kürt siyasetinin, yeniden silaha sarılmasının hiçbir mazeretinin olmadığını düşündüğümü defalarca yazdım, bu resmi görüşüm değil, sahici kanaatim; zaten hiçbir zaman resmi görüşüm olmadı. Devlet/hükümet/ devlet partisi’nin de, Kürt tarafının da bize barış vaadi vardı, şimdi bize neden bu noktaya gelindiğini izah etme borcu var dedim. Yıllardır, “Kürt meselesi kardeşlik masalı ile çözülemez, konuyu haklar, özgürlükler ve dahi siyasi statü meselesi olarak görmeyi reddederek bir yere varamayız” diye yazıyorum. Nihayet, 2013’te iktidar partisi/ devlet/hükümet, her ne ise “barış süreci” başlatarak konuyu daha gerçekçi bir zemine taşıdı.
Devletin Ajansının Yaptığına Bak Sen | Emin Çölaşan | Sözcü
Sevgili okuyucularım hem Türkiye’de hem de bizim basın dünyasında akıl almaz olaylar oluyor.
Yandaş olmayan gazeteciler ve yayın organları kimliğimizle korkunç bir iktidar baskısıyla yüz yüzeyiz.
Şimdi size bunun en son örneğini veriyorum.
Devletin Anadolu Ajansı (AA) bundan tam 95 yıl önce Nisan 1920’de kuruldu. Ulusal bağımsızlık savaşı başlamıştı.
Savaşın ve Anadolu’da olup bitenlerin bütün aşamaları AA’nın o dönemde kısıtlı koşullarda yaptığı yayınlarla dünyaya duyuruldu.
Ajans yeni Türk devletinin, özgürlük ve bağımsızlığın yükselen sesi oldu.
Geçti…
Ve devletin Anadolu Ajansı tanıtım logosunu değiştirdi.
Önceki logo şöyleydi:
“Anadolu Ajansı.
Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk.
6 Nisan 1920.”
Atatürk’ün isminin orada bulunması herhalde sakıncalı (!) bulunmuştu ki,
siteden kaldırıldı.
Abdullah Demirbaş'tan (Cezaevinden) Mektup | Oral Çalışlar | Hürriyet
Diyarbakır'ın merkezindeki Sur ilçesinin bir dönem önceki belediye başkanı Abdullah Demirbaş'tan, bir mektup aldım.
Abdullah Demirbaş tutuklu. Henüz iddianame hazırlanmadığı için, tam olarak ne ile suçlandığını bilmiyoruz.
Demirbaş, 2004 yılındaki belediye başkanlığında, kentin çok kültürlü, çok dilli özelliğini öne çıkarmış; çıkardığı tanıtım broşüründe Kürtçeyi, Ermeniceyi de içeren çok dilliliği savunan bir tavır almıştı. Bu nedenle tutuklanmıştı. Belediye başkanlığı görevinden alınan Demirbaş'la birlikte şehrin Belediye Meclisi de Kürtçe broşür nedeniyle düşürülmüştü.
Demirbşa, 2009 seçimlerinde daha yüksek bir oyla yeniden seçildi. Paralel yapının kurguladığı KCK davasından yeniden tutuklandı. Sağlık sorunları nedeniyle, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, tedavi olması için serbest bırakıldı.
Ağustos 2015'te yeniden tutuklanan Demirbaş, şimdi de ciddi sağlık sorunları yaşıyor. Cezaevi koşullarında hayatı tehlike altında. Bu konuda, Adli Tıp raporu da bulunuyor.
Dostum Abdullah Demirbaş'tan içinde bulunduğu koşulları anlattığı bir mektup aldım. Sizinle paylaşıyorum.
Demirbaş'ın, bir an önce, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasını umuyorum.
ABD-Kürt İşbirliği Tam Gaz | Amberin Zaman | Diken
Türkiye ile PKK arasında yeniden alevlenen çatışmaların yakın gelecekte sona ereceğine dair herhangi işaretin belirmediği bu günlerde ABD bu durumun PKK’nin Suriye kolu YPG ile derinleşen ilişkilerini olumsuz etkilemesinden kaygı duyuyor.
Bu kaygılar ağırlıklı olarak dışişleri bakanlığında dillendiriliyor. YPG ile PKK arasındaki ‘fark’ cansiperane şekilde vurgulanıyor. PKK’nin aksine YPG’nin ABD’nin terör listesinde yer almadığı cümlesi papağan gibi tekrarlanıyor.
Değişmeyecek bir gerçek
ABD ile çiçeği burnunda ittifaklarının hasar göreceğinden endişe duyan kimi YPG’liler de huzursuzluğunu gizlemiyor. PKK’nin Türkiye’deki eylemlerine son vermesinin herkesin hayrına olacağına inanıyorlar. Ama gerçek şu ki YPG de PKK de Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki Kürt siyasi hareketinin (KSH) ayrılmaz birer parçası.
Hepimiz Hasan Cemal'iz, Nokta! | Ahmet Kekeç | Star
Hasan Cemal’e, “Akan kanın bir numaralı sorumlusu Saray’daki Sultan’dır... Nokta!” başlıklı edebi makalesi üzerine soruşturma açılmış.
Savcı ifadeye çağırıyor.
Gitmezse (yani 7 gün içinde savcının davetine icabet etmezse) zorla götürülecek.
Polis koluna girecek Hasan ağabeyimizin, savcının karşısına çıkaracak, ifadeden sonra da “Gidebilirsiniz Hasan Bey” diyecek.
Soruşturma, bir ceza davasına dönüşür mü, bilmem.
İhtimal vermiyorum.
Bu tür soruşturmalar, ceza davasına dönüşse bile, hürriyeti bağlayıcı cezalar verilemediği için, genellikle takibatsız bırakılıyor... Hasan Cemal korkmasın. Bir şey olmaz. Ayrıca bir şey olmayacak... Bol noktalı ve ünlemli “obsesif yazılarına” kaldığı yerden devam edebilecek
Müşteki Erdoğan olsaydı, belki tazminat davasına hükmedilirdi. Hasan ağabeyimiz de (davanın aleyhte sonuçlanması durumunda) üç-beş bin lira kaybederdi. Hepsi bu...
İşin dehşet tarafı ne, biliyor musunuz?
Hasan Cemal 12 Mart’tan sonra (yani 45 yıl sonra) ilk kez bir savcılık soruşturmasına muhatap oluyor... Bugüne kadar hep “steril ve güvenli ortamlarda” yazmış. Darbe kışkırtıcılığı yapmış, militarizm güzellemelerinde bulunmuş, “sakın silah bırakmayın” diye terör örgütlerine akıl vermiş,“Paşa beni aradı, dedi ki...” diye başlayan makaleler döşenmiş, bir demokratın işlememesi gerekli ne kadar cürüm varsa, hepsini “hakkıyla” işlemiş ama bir şey olmamış...