Bir Emre Hikayesi: Tek Başıma Çıktığım Seyahatin Bana Kattığı Şeyler
Kim arayış içinde değil ki? Herkes şehrin gürültüsünden kaçmak, yalnızlaşmak istiyor. Belki de yalnız kalamayacağımızı bildiğimiz için bu yoğun istek. Herkese yalnız kalması için bir hafta verilse, kaçmak isteyenlerin %80’i ikinci gün geri dönecek kim bilir? Belki ben de bu %80’in içindeyim, ama fırsatım varken, henüz sorumluluk almamışken, bana ihtiyacı olan birileri yokken bu şansımı kullanmak istiyorum. Biraz para biriktirdim, tek başına çıkılan yolculukta en az para harcayarak en çok yer görmenin 15 yolu içeriğini hatmettim. Biriktirdiğim bu para bana dünyayı dolaştırmaz ama “ölmeden önce mutlaka görmeniz gereken 25 yer” içeriğindeki en az 13 yeri rahat rahat gezdirir.
Ailem biraz mırın kırın etti, ama onlara bunun benim için çok önemli olduğunu, yapmazsam asla ben olamayacağımı, beni zenginleştireceğini, vs. anlatınca yumuşadılar. Gerçi annem zenginleşme deyince para kazanacağımı zannetti ama bozmadım. Babam “sanki çok bi s.kimsin de kendini bulacaksın, git bul ebenin a.ını” dedi. Kırılmadım, gücenmedim, nihayetinde 55 yaşında adam, kendi doğruları vardır elbet. Bunu ona söylediğimde hiç tepki vermedi, insan filmlerde gördüğü bir anlık duraklamanın ardından gelen coşkulu sarılmaları aramıyor değil ama olsun babam o benim gönül koyacak değilim. Hem tek başıma çıktığım seyahatten döndüğümde bendeki değişikliği görünce hatasını anlayacak, aferin evlat! diyecek nasıl olsa.
Neler lazım, ne kadar para çekmeliyim, bu yolculuğun bana kazandırmasını beklediğim şeyler, insanlara yaklaşma biçimleri, vb. bir sürü soruya cevaplar verdiğim listeler yaptım kendime. Çünkü bu yolculuk, bir eğlence, bir kaçamak değildi benim için. Farklı biri olmaya, büyümeye, tecrübe kazanmaya, hayatımın geri kalanını şekillendirmeye gidiyordum. Gitmeden önce elbette hedeflerimi, amaçlarımı, ihtiyaçlarını belirlemeliydim. Böylesine planlı, programlı, olgun ve aklı başında oluşum beni heyecanlandırmıştı. Daha yolculuğa başlamadan en az üç mükemmel haslet kazanmıştım. Haslet kelimesini kullanıyor olmam bile başlı başına bir fark değil miydi?
Bu yolculuğun bana kazandıracakları arasında yeni yerler görme, yeni insanlar tanıma, farklı kültürlere tanık olma, para kullanmasını öğrenme, hayatta bir başıma olduğumu görme, ufkumu genişletme gibi maddeler başı çekiyordu. Oldum olası sosyal biri olarak ilk maddelerde sorun yaşayacağımı zannetmiyordum. Ama para, konaklama, yolculuk, vb. maddi şeyler beni ürkütüyordu açıkçası. Oysa yüzlerce video izlemiştim, çölde tulum içinde uyuyan, harabe, metruk binaları mesken edinen, otostop yaparak dünyayı dolaşan, pedal çevirerek günlerini geçiren vs. O an kafama dank etti, ben nasıl yapacaktım bu yolculuğu? Arabam yok, bisikletle yapamam, motosiklet kullanamam, uçakla gitsem, bunun tatilden farkı ne? Ambale oldum bir anda. Her şeyini planladığım seyahatin en önemli şeyini nasıl gözden kaçırmıştım?
İki şansım vardı, ya otostop yaparak devam edecektim, ya da uçağa binip bir Avrupa ülkesine gidecek oradan kah yürüyerek, kah otobüse, trene binerek yurda dönecektim. Otostop işi çok sıkıntılı geldi bana, ama bu yolculuk zaten sıkıntı çekmek için değil mi? diyerek otostop yapmaya karar verdim.
Başlangıç
İki saattir yolun kenarında bekliyorum, üç beş araba durdu ama onlar da “seni Kadıköy’e atarız istersen” dediler, yahu Kadıköy’e gidecek olsam minibüse binerim amk! Nihayet Edirne’ye giden bir abi buldum, atladım kamyona. Eli yüzü düzgün bir abiydi diyemeyeceğim zira hiç konuşmayan, sürekli sigara içen, ara sıra ince ince beni süzen biriydi. Acaba pantolon paçasından altıma giydiğim termal tayt görünüyor da beni o sebeple mi kesiyor diye baktım ama yok, görünmüyordu. Yolculuğumuzun yaklaşık 1. saatinde, Edirne’de ne yapacaksın? diye sordu. Şimdi ona kendimi bulma yolculuğumu anlatacak değildim, o an içimde bir pişmanlık hissi oluştu. Keşke uçağa binip Almanya’ya gitseydim, oradan usul usul dönerdim diye geçirdim. Daha yola çıkalı 1 saat olmadan bunları düşünüyor olmama kızdım. Bu arada sorusunu sormuş olan arkadaş da cevap bekliyordu, ziyaret dedim. Kimin var orada dedi, net ve kısa cevaplı sorular soruyordu. Kimsem yok, bir ilkokul arkadaşım vardı ama nerededir bilmiyorum dedim. E ne demeye gidiyorsun Edirne’ye, hem de otostopla? Paran mı yok? Turist misin? dedi. Güzel sorulardı bunlar, belki de otostop çekmeden önce kendime sormam gereken güzel sorular.
Edirne’ye hayatımda ilk defa geliyor olmanın hüznüyle karışık duygular içerisinde, şoförün meydan dediği bir yerde indim. Nereye gideceğimi, geceyi nerede geçireceğimi, karnımı en ucuza nasıl doyuracağımı hiç bilmiyor olmanın verdiği garip bir korku ve heyecan vardı içimde. İşte bu dedim, işte bunu yaşamak için çıktım ben yola ve daha ilk durağımda bu duygunun esiri olmaya başlamıştım. Hemen ufak bir şeyler yiyip yatayım, yarın uzun bir gün olacak dedim ama ne nerede yatacağımı ne de yarının neden uzun bir gün olacağını bilmiyordum. O an fark ettim ki aslında hiç plan yapmamıştım, yani yapmıştım da sadece her şey en optimal şartlarda devam ederse yürüyecek bir planım vardı. Dakika bir gol bir, plan yatmıştı. Şu andan itibaren ne yiyeceğim, nerede kalacağım, nereye gideceğim hiçbiri belli değildi artık.
Aklıma parklar geldi ama hava çok soğuktu ve yağmur vardı. Selimiye Camii’ne gitmek gibi dahiyane bir fikir geldi o an aklıma. Allah’ın evinden daha güzel bir yer olabilir miydi yolda kalmışlar için. Ya kardeşim, neden anlamıyorsun yatacak yerim yok! diye bağırdım Selimiye’nin bekçisine. Benim sorunum değil dedi, Camiye güvenip mi yola çıktın? Burası otel mi? diye sert bir karşılık verdi. Ulan dedim, nerede STV dizilerinde gördüğümüz nur yüzlü dedeler? Yarım saatlik çetin mücadelenin ardından kendimi Bulut Otel’in önünde buldum. “Türkiye sınırları içinde hiç para harcamayacağım” sözüm de böylece yalan oldu. Güya tanrı misafiri olacaktım, teyzeler beni doyuracaktı, anne diyecektim onlara, yılda iki kere yanlarına gelip hayır duası alacaktım… Türk misafirperverliğini sorgulaya sorgulaya 75 tl verdiğim odama çıktım. Yiyecek hiçbir şeyim olmadığı için 20 liraya bomboş bir tost yedim.
Canım iyice sıkılmıştı, kendimi bulma yolculuğum kendimden nefret ettiğim bir sürece dönüşmüştü ki daha ilk gündeydim. Saçmalama, kendine gel dedim yüksek sesle. Böyle bir yolculuğun sıkıntısız geçmesi mümkün olabilir mi? Tamam plansızlığımın kurbanı oldum ama şimdi planlarımı gözden geçiriyor, alternatifi bol, mükemmel bir plan yapıyorum dedim, yine bağırarak. Uyumuşum, uyandığımda saat 11’e geliyordu. Böylece her sabah gün doğumunu yakalayacağım planımı da yemiş oldum. Yatakta doğruldum, her yanım ağrıyordu, ulan çok yürümedim de nedir bu ağrı sızı diye düşünerek banyoya gittim, 24 saat sıcak su vadeden otelde sular kesikti. Avradını s.kiyim diyerek çıktım, ıslak mendilimi aradım, evde unuttuğumu fark ettim, harika dedim, ikinci güne mükemmel başladım.
Devam edecek…