Görüş Bildir
Haberler
Ali İmran Suresi Nasıl Okunur, Anlamı ve Faziletleri Nedir? Ali İmran Suresinde Ne Anlatılmaktadır?

Ali İmran Suresi Nasıl Okunur, Anlamı ve Faziletleri Nedir? Ali İmran Suresinde Ne Anlatılmaktadır?

Esat Bingöl
24.09.2022 - 02:37

Medine devrinde, hicretin 3. yılında indirilmeye başlanan ve 200 ayetten oluşan Al-i İmran suresi, genel olarak peygamberlikten, peygamberin vasıflarından, görevlerinden ve onlar hakkındaki bazı yanlış düşüncelerden bahsetmektedir. İsmini 33. ayetteki Al-i İmran (İmran'ın ailesi) tamlamasından alan surenin Eman, Kenz ve Tayyibe gibi isimlendirmeleri de mevcuttur. Al-i imran suresinin okunuşuna, mealine ve sure hakkında daha fazla bilgiye haberimizden erişebilirsiniz.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Ali İmran Suresi Fazileti

Ali İmran Suresi Fazileti

Bu sûrenin ve bazı âyetlerinin faziletleri hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Bakara ile Âl-i İmrân sûrelerinin önemine değinen hadisler sebebiyle İslâm bilginleri bu iki sûrenin tefsirine ayrı bir ilgi göstermişler ve bunları konu edinen özel tefsirler kaleme almışlardır. Bir hadîs-i şerifte Resûlullah, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini iyi bilip gereğince davrananlara bu sûrelerin kıyamet gününde şefaatçi olacağını haber vermiş (Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 42; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 4), bir başka hadiste de yüce Allah’ın “ism-i a‘zam”ının Bakara sûresinin 163. âyeti ile Âl-i İmrân’ın başında bulunduğunu belirtmiştir.

Ali İmran Suresi İle İlgili Hadisler

Ali İmran Suresi İle İlgili Hadisler

Nevvas b. Seman r.a.'dan rivayetle: Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kuran ve dünyada Kuranla amel edenler kıyamet günü getirilecek Bakara ve Al-i İmran sureleri onun önünde olacaklardır.” 

Nevvas diyor ki: Rasulullah (s.a.v.), bu iki sure için üç örnek verdi onları asla unutmadım, şöyle demişti: “O iki sure aralarından ışık sızan iki şemsiye gibi yan yana veya iki kara bulut gibi, veya kanatlarını germiş saf saf kuşlardan oluşan sürüler gibi gelecekler ve Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyan adamların Cennete girmeleri için mücadele vereceklerdir.” (Tirmizi, Fedailil Kuran: 5 Hn: 2883; Müslim: Salat-ül Müsafirin: 27)

Ali İmran Suresi Kaçıncı Suredir?

Ali İmran Suresi Kaçıncı Suredir?

Enfâl sûresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce Medine’de nâzil olan Ali İmran suresi, mushaftaki sıralamada 3, iniş sırasına göre 89. sûredir.

Ali İmran Suresi Konusu

Ali İmran Suresi Konusu

Başlangıcında yüce Allah’ın “hay” ve “kayyûm” olduğu hatırlatılan ve Kur’an-ı Kerîm’in önceki ilâhî kitapları onaylama özelliğinden söz edilen bu sûrede, vahye dayalı dinler arasındaki tekâmül ilişkisine işaret edilmekte, Allah katında yegâne geçerli dinin İslâm olduğu vurgulanmakta, İslâm’ın inanç esasları (özellikle ulûhiyyet ve nübüvvet) ile (birr ve takvâ gibi) bazı temel ahlâk kavramları üzerinde durulmakta, Mekke’deki kutsal evden (Kâbe) söz edilmekte, hac vecîbesine ve başka bazı amelî görevlere değinilmektedir. Sûrede özellikle, hıristiyanların Hz. Îsâ’yı tanrılaştırmaları, yahudilerin de ona iftira ve karalamalarda bulunmaları, bu suretle her iki din mensuplarının da onun hakkında aşırılıklara sapmaları karşısında İslâm ümmetinin gerçekten ayrılmayan ve orta yolu gösteren bir hakem görevi üstlenmiş olacağı ima edilmekte; Bakara sûresinde Ehl-i kitap’tan yahudilere ağırlık verildiği gibi burada da hıristiyanlara ağırlık verilmekte, bu din mensupları ortak bir ilkeyi (Allah’tan başkasına kulluk etmeme ve hiçbir şeyi O’na ortak görmeme ilkesini) kabulden hareketle yürütülebilecek bir diyaloga davet edilmektedir. Diğer taraftan müslümanlara da yüce Allah’ın lutfettiği nimetler hatırlatılıp, düşmanların tuzaklarına düşmemeleri ve üstlendikleri misyonun bilincinde olmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu temalar işlenirken Hz. Meryem, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Hz. İbrâhim’in hayatlarından ve İslâm tebliği açısından önemli bir dönüm noktası olan Uhud Savaşı’ndan kesitler verilmektedir. Bu arada Uhud Savaşı sırasında ve sonrasında müslümanların, münafıkların ve müşriklerin davranışları tahlil edilip değerlendirilmektedir.

Bu sûre ile önceki sûre (Bakara sûresi) arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran müfessirler özellikle şu noktalara değinmişlerdir: a) Her ikisinin başlangıcında “kitab”ın anılıp insanların “iman edenler ve etmeyenler” şeklindeki tasnifine yer verilmiş olması (birincisinde iman edenlere öncelik verildiği halde, ikincisinde –artık İslâm’a çağrının yayılmış olması sebebiyle– kalplerinde eğrilik bulunanlar önce zikredilmiştir), b) Her ikisinin Ehl-i kitabın bazı inanç ve tutumlarını tartışmaya ağırlık vermesi (birincisinde yahudilere geniş yer verilip hıristiyanlara kısaca değinildiği halde, ikincisinde –hıristiyanlar gerek tarih sahnesindeki varlıkları gerekse İslâm mesajına muhatap olmaları itibariyle yahudilerden sonra geldiklerinden– hıristiyanlara geniş yer ayrılmıştır), c) Her ikisinin, önceki bir yaratma kanununa göre olmaksızın gerçekleşen iki olaya (Hz. Âdem ve Îsâ’nın yaratılışına) –sırasına uygun olarak– yer verip, bu açıdan ikincinin birinciye benzerliğini hatırlatması, d) Her ikisinin –dikkatli bir karşılaştırma yapan kişinin öncelik-sonralık uygunluğunu farkedebileceği şekilde– aynı türden (meselâ savaş ahkâmı gibi) hükümlere yer vermiş olması, e) Birincinin başlarken müttakilerin kurtuluşa ermiş olduklarını haber vermesine uygun olarak, ikincinin takvâyı öğütleyerek son bulması.

Ali İmran Suresi Okunuşu

Ali İmran Suresi Okunuşu

1) Elif lâm mîm

2) Allahü lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyum

3) Nezzele aleyke'l-kitâbe bi'l-hakki müsaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzele't-tevrâte ve'l-incîl

4) Min kablü hüden li'n-nâsi ve enzele'l- fürkan* innellezîne keferu bi âyâtillahi lehüm azâbün şedîd* vallâhü azîzün zü'ntikâm

5) İnnellâhe lâ yahfâ aleyhi şey'üm fil erdı ve lâ fi's-semâ'

6) Hüvellezî yusavviruküm fi'l-erhâmi keyfe yeşâ'* lâ ilâhe illâ hüve'l-azîzü'l-hakîm

7) Hüvellezî enzele aleyke'l-kitâbe minhü âyâtün muhkematün hünne ümmül kitabi ve üharu müteşâbihât* fe emmellezîne fi kulubihim zeyğun fe yettebiune mâ teşâbehe minhü'btiğâ'el fitneti vebtiğaâ'e te'vîlih* ve mâ ya'lemü te'vîlehu illallah* ve'r-râsihune fil ilmi yekulune âmennâ bihî küllün min ındi rabbinâ* ve mâ yezzekkeru illâ ülü'l-elbâb

8) Rabbenâ lâ tüzığ kulubenâ ba'de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledünke rahmeh* inneke ente'l-vehhâb

9) Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fıh* innellahe lâ yuhlifü'l mîad

10) İnnellezıne keferu len tuğniye anhüm emvâlühüm ve lâ evlâdühüm minellâhi şey'a* ve ülâike hüm vekudü'n-nâr

11) Kede'bi âli fir'avne vellezıne min kablihim* kezzebu bi âyâtina fe ehazehümü'llâhü bi zünubihim* vallâhü şedîdü'l-ikâb

12) Kul lillezıne keferu setuğlebune ve tuhşerune ilâ cehennem* ve bi'sel mihâd

13) Kad kâne leküm âyetün fî fieteyn iltekata* fietün tükâtilü fî sebîlillahi ve uhrâ kafirâtün yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn* vallâhü yüeyyidü bi nasrihî men yeşâ'* inne fî zâlike le ıbraten li üli'l-ebsâr

14) Züyyine li'n-nâsi hubbü'ş-şehevâti mine'n-nisâi ve'l-benıne ve'l-kanatîri'l-mukantarati mine'z-zehebi ve'l-fiddati ve'l-hayli'l-müsevvemeti ve'l-en'âmi ve'l-hars* zâlike metâul hayâti'd-dünya* vallâhü ındehu husnül meâb

15) Kul e ünebbiüküm bi hayrin min zâliküm* lillezîne'ttekav ınde rabbihim cennâtün tecrî min tahtihe'l-enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcün mutahharatün ve rıdvânün minallâh* vallâhü basîrun bil ıbâd

16) Ellezîne yegulune rabbenâ innenâ amennâ fağfir lenâ zünubenâ vekınâ azâben nâr

17) Es'sâbirıne ve's-sadikîne ve'l-kânitîne ve'l-münfikîne ve'l-müstağfirîne bil eshâr

18) Şehıdallahü ennehu lâ ilâhe illâ hüve ve'l-melâiketü ve ülü'l-ilmi kâimen bil kıst* lâ ilâhe illâ hüve'l-azîzü'l-hakîm

19) İnne'd-dîne inde'llahi'l-islâm* ve mahtelefe'llezıne utü'l kitâbe illâ min ba'di mâ câehümü'l-ılmü bağyen beynehüm* ve men yekfür bi âyâtillâhi fe innallâhe serîu'l-hısâb

20) Fe in hâccuke fe kul eslemtü vechiye lillahi ve meni'ttebean* ve kul lillezîne utü'l kitâbe ve'l-ümmiyyıne e eslemtüm* fe in eslemu fe kadihtedev* ve in tevellev fe innemâ aleykel belâğ* vallâhü basîrum bi'l-ıbâd

21) İnnellezıne yekfürune bi âyâtillâhi ve yaktülune'n-nebiyyıne bi ğayri hakkin ve yaktülune'llezıne ye'mürune bi'l-kısti mine'n-nâsi fe beşşirhüm bi azâbin elîm

22) Ülâike'llezîne habitat a'mâlühüm fi'd-dünyâ ve'l-ahırah* e mâ lehüm min nâsırîn

23) E lem tera ilellezıne utu nasîben mine'l-kitâbi yüd'avne ilâ kitâbillahi li yahküme beynehüm sümme yetevellâ ferîkun minhüm ve hüm mu'ridun

24) Zâlike bi ennehüm kâlu len temessene'n-nâru illâ eyyâmen ma'dudat* ve ğarrahüm fî dînihim mâ kânu yefterun

25) Fe keyfe izâ cema'nâhüm li yevmin lâ raybe fıhi ve vüffiyet küllü nefsin mâ kesebet ve hüm lâ yüzlemun

26) Kuli'llâhümme mâlike'l-mülki tü'til mülke men teşâü ve tenziu'l-mülke mimmen teşâ'* ve tüızzü men teşâü ve tüzillü men teşâ'* bi yedike'l hayr* inneke alâ külli şey'in kadır

27) Tulicü'l leyle fi'n nehari ve tulicü'n nehâra fi'l leyl* ve tuhricü'l hayye mine'l meyyiti ve tuhricü'l meyyite mine'l hayy* ve terzüku men teşâü bi ğayri hısâb

28) Lâ yettehızil mü'minune'l kâfirıne evliyâe min duni'l mü'minın* ve men yef'al zâlike fe leyse minallâhi fı şey'in illâ en tetteku minhüm tükah* ve yühazzirukümü'llahü nefseh* ve ilallâhil masıyr

29) Kul in tuhfu mâ fı suduriküm ev tübduhü ya'lemhüllâh* ve ya'lemü mâ fi's semavâti ve mâ fi'l ard* vallâhü alâ külli şey'in kadır

30) Yevme tecidü küllü nefsin mâ amilet min hayrin muhdaran ve mâ amilet min su'* teveddü lev enne beynehâ ve beynehu emeden baidâ* ve yühazzirukümü'llahü nefseh* vallâhü raufüm bi'l-ıbâd

31) Kul in küntüm tühıbbüna'llâhe fettebiunı yuhbibkümü'llâhü ve yağfir leküm zünubeküm* vallâhü ğafuru'r-rahıym

32) Kul etıy'ullâhe ve'r-rasul* fe in tevellev fe innallâhe lâ yühıbbü'l kâfirın

33) İnnallahe'stafâ âdeme ve nuhan ve âle ibrâhıme ve âle ımrane ale'l âlemın

34) Zürriyyeten ba'duhâ min ba'd* vallâhü semıun alım

35) İz kâletimraetü ımrâne rabbi innı nezertü leke mâ fı batnı muharranan fe tekabbel minnı* inneke ente's semıu'l alım

36) Fe lemmâ vedaathâ kâlet rabbi innı veda'tüha ünsâ* vallâhü a'lemü bi mâ vedaat* ve leyse'z zekeru ke'l ünsa* ve innı semmeytühâ meryeme ve innı üıyzühâ bike ve zürriyyetehâ mine'ş şeytani'r racım

37) Fe tekabbelehâ rabbühâ bi kabulin hasenin ve embetehâ nebâten hasenen ve keffelehâ zekeriyyâ* küllemâ dehale aleyhâ zekeriyye'l mıhrâbe vecede ındehâ rizkâ* kâle yâ meryemü ennâ leki hâzâ* kâlet hüve min ındillâh* innallâhe yerzüku men yeşâü bi ğayri hısâb

38) Hünâlike deâ zekeriyyâ rabbeh* kâle rabbi heb lı mil ledünke zürriyyeten tayyibeh* inneke semıud düâ'

39) Fe nâdethü'l melâiketü ve hüve kâimün yüsallı fi'l mıhrâbi ennallâhe yübeşşiruke bi yahyâ müsaddikam bi kelimetin minallahi ve seyyiden ve hasurav ve nebiyyem mine's sâlihıyn

40) Kâle rabbi ennâ yekunü lı ğulâmüv ve kad beleğaniye'l kiberu vemraetı âkır* kâle kezâlikellahü yef'alü mâ yeşâ'

41) Kâle rabbic'al lı âyeh* kâle âyetüke ellâ tükellime'n nâse selâsete eyyâmin illâ ramza* vezkü'r rabbeke kesırav ve sebbıh bil aşiyyi ve'l ibkâr

42) Ve iz kâleti'l melâiketü ya meryemü innallahe'stafâki ve tahharaki vastafâki alâ nisâil âlemın

43) Yâ meryemuknütı li rabbiki vescüdı verkeıy mear râkiıyn

44) Zâlike min embâil ğaybi nuhıyhi ileyk* ve mâ künte ledeyhim iz yülkune aklâmehüm eyyühüm yekfülü meryeme ve mâ künte ledeyhim iz yahtesımun

45) İz kâleti'l melaiketü yâ meryemü innallâhe yübeşşiruki bi kelimetim minhüm ismühü'l mesıhu ıyse'bnü meryeme vecıhen fi'd dünya ve'l âhırati ve minel mükarrabın

46) Ve yükellimü'n nâse fi'l mehdi ve kehlev ve mine's sâlihıyn

47) Kâlet rabbi ennâ yekunü lı veledüv ve lem yemsesnı beşer* kâle kezâlikillahü yahlüku mâ yeşâ'* izâ kadâ emran fe innemâ yekulü lehu kün fe yekun

48) Ve yüallimühü'l kitâbe ve'l hıkmete ve't tevrâte ve'l incıl

49) Ve rasulen ilâ benı isrâıle ennı kad ci'tüküm bi âyetim mir rabbiküm ennı ahlüku leküm mine't tıyni ke hey'etit tayri fe enfühu fıhi fe yekunü tayram bi iznillah* ve übriül ekmehe vel ebrasa ve uhyil mevtâ bi iznillah* ve ünebbiüküm bi mâ te'külune ve mâ teddehırune fı büyutikum* inne fı zâlike le âyetel leküm in küntüm mü'minın

50) Ve müsaddikal limâ beyne yedeyye mine't tevrati ve li ühılle leküm ba'dallezı hurrime aleyküm ve ci'tüküm bi âyetim mir rabbiküm fettegullahe ve etıy'un

51) İnnallahe rabbı ve rabbüküm fa'büduh* hâzâ sırâtüm müstekıym

52) Fe lemmâ ehasse ıysa minhümül küfra kâle men ensârı ilallah* kâlel havâriyyune nahnü ensârullah* amennâ billah* veşhed bi ennâ müslimun

53) Rabbenâ amennâ bi mâ enzelte vetteba'ner rasüle fektübnâ mea'ş şâhidın

54) Ve mekeru ve mekerallah* vallahü hayrul mâkirın

55) İz kâlellahü yâ ıysâ innı müteveffıke ve râfiuke ileyye ve mütahhiruke minellezıne keferu ve câılü'llezıne'ttebeuke fevkallezıne keferu ilâ yevmi'l kıyameh* sümme ileyye merciuküm fe ahkümü beyneküm fımâ küntüm fıhi tahtelifun

56) Fe emmellezıne keferu fe üazzibühüm azâben şedıden fi'd-dünyâ ve'l ahırah* ve mâ lehüm min nâsıriyn

57) Ve emmellezıne âmenu ve amilus sâlihâti fe yüveffıhim ücurahüm* vallahü lâ yühıbbüz zâlimın

58) Zâlike netluhü aleyke mine'l âyâti ve'z zikri'l hâkım

59) İnne mesele ıysâ ındellahi ke meseli adem* halekahu min türâbin sümme kâle lehu kün fe yekun

60) El-hakku mir rabbike fe lâ teküm mine'l mümterın

61) Fe men hâcceke fıhi mim ba'di mâ câeke mine'l ılmi fe kul tealev ned'u ebnâena ve ebnâeküm ve nisâena ve nisâeküm ve enfüsenâ ve enfüseküm sümme nebtehil fe nec'al la'netellahi âlel kâzibın

62) İnne hâzâ lehüvel kasasul hakk* ve mâ min ilâhin illellah* ve innallahe le hüve'l azızü'l hakım

63) Fe in tevellev fe innallahe alımüm bi'l müfsidın

64) Kul yâ ehle'l kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâim beynenâ ve beyneküm ellâ na'büde ilallahe ve lâ nüşrike bihı şey'ev ve lâ yettehıze ba'duna ba'dan erbâbem min dunillah* fe in tevellev fe kulü'şhedu bi ennâ müslimun

65) Yâ ehle'l kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(ba’dihî)* e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne)

66) Hâ entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ leyse lekum bihî ilm(ilmun), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne)

İçeriğin Devamı Aşağıda

67) Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne)

68) İnne evle'n nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâza'n-nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyu'l-mu’minîn(mu’minîne).

69) Veddet tâifetun min ehli'l kitâbi lev yudillûnekum ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).

70) Yâ ehle'l kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn(teşhedûne).

71) Ya ehle'l kitâbi lime telbisûne'l hakka bi'l bâtılı ve tektumûne'l hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).

72) Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûn(yerciûne).

73) Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul inne'l hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul inne'l fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

74) Yahtassu bi rahmetihî men yeşâ’(yeşâu), vallâhu zu'l fadli'l azîm(azîmi)

75) Ve min ehli'l kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fî'l ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).

76) Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbu'l muttekîn(muttekîne).

77) İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).

78) Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu mine'l kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi)* ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).

79) Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhu'l kitâbe ve'l hukme ve'n-nubuvvete summe yekûle li'n-nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûne'l kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).

80) Ve lâ ye’murekum en tettehizû'l melâikete ve'n-nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e ye’murukum bi'l-kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne). 

81) Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

82) Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humu'l fâsikûn(fâsikûne).

83) E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).

84) Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe ve'l esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve'n-nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

85) Ve men yebtegi gayre'l islâmi dînen fe len yukbele minh(minhu), ve huve fî'l âhireti mine'l hâsirîn(hâsirîne).

86) Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enne'r-resûle hakkun ve câehumu'l beyyinât(beyyinâtu) vallâhu lâ yehdi'l kavme'z-zâlimîn(zâlimîne).

87) Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi ve'l melâiketi ve'n-nâsi ecmaîn(ecmaîne). 

88) Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumu'l azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).

89) İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

90) İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summe'zdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humu'd-dâllûn(dâllûne).

91) İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bih(bihî), ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).

92) Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun). 

93) Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrât(tevrâtu), kul fe’tû bi't-tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

94) Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humu'z-zâlimûn(zâlimûne).

95) Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne). 

96) İnne evvele beytin vudia li'n-nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden li'l âlemîn(âlemîne).

97) Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi ale'n-nâsi hiccu'l beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani'l âlemîn(âlemîne).

98) Kul yâ ehle'l kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn(ta’melûne).

99) Kul yâ ehle'l kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ ivecen ve entum şuhedâu ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).

100) Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtû'l kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne). 

101) Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

102) Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

103) Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ tefarrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin mine'n-nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).

104) Veltekun minkum ummetun yed’ûne ile'l hayri ve ye’murûne bi'l ma’rûfi ve yenhevne ani'l munker(munkeri), ve ulâike humu'l-muflihûn(muflihûne). 

105) Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumu'l beyyinât(beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm(azîmun). 

106) Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh(vucûhun), fe emmellezîne'sveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkû'l azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).

107) Ve emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâh(rahmetillâhi), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

108) Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bi'l hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen li'l âlemîn(âlemîne).

109) Ve lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ard(ardı), ve ilâllâhi turceu'l umûr(umûru). 

110) Kuntum hayra ummetin uhricet li'n-nâsi te’murûne bi'l ma’rûfi ve tenhevne ani'l munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlu'l kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu'l mu’minûne ve ekseruhumu'l fâsikûn(fâsikûne).

111) Len yedurrûkum illâ ezâ(ezen), ve in yukâtilûkum yuvellûkumu'l edbâr(edbâre), summe lâ yunsarûn(yunsarûne).

112) Duribet aleyhimu'z zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin mine'n-nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimu'l meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûne'l enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).

113) Leysû sevâ’(sevâen), min ehli'l kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâe'l leyli ve hum yescudûn(yescudûne).

114) Yu’minûne billâhi ve'l yevmi'l âhiri ve ye’murûne bi'l ma’rûfi ve yenhevne ani'l munkeri ve yusâriûne fî'l hayrât(hayrâti), ve ulâike mine's-sâlihîn(sâlihîne).

115) Ve mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûh(yukferûhu), vallâhu alîmun bi'l muttekîn(muttekîne).

116) İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ulâike ashâbu'n-nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

117) Meselu mâ yunfikûne fî hâzihi'l hayâti'd-dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûn(yazlımûne).

118) Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumu'l âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).

119) Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bi'l kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumu'l enâmile mine'l gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâti's-sudûr(sudûri).

120) İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît(muhîtun). 

121) Ve iz gadavte min ehlike tubevviu'l mu’minîne makâide li'l kıtâl(kıtâli), vallâhu semîun alîm(alîmun).

122) İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel yetevekkeli'l mu’minûn(mu’minûne).

123) Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).

124) İz tekûlu li'l mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin mine'l melâiketi munzelîn(munzelîne).

125) Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin mine'l melâiketi musevvimîn(musevvimîne).

126) Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(bihî), ve men nasru illâ min indillâhi'l azîzi'l hakîm(hakîmi).

127) Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(hâibîne).

128) Leyse leke mine'l emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûn(zâlimûne)

129) Ve lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l ard(ardı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâ’(yeşâu), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

130) Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafeh(mudâafeten), vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).

131) Vettekû'n nârelletî uiddet li'l kâfirîn(kâfirîne).

132) Ve atîûllâhe ve'r-resûle leallekum turhamûn(turhamûne).

133) Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ's-semâvâtu ve'l ardu, uiddet li'l muttekîn(muttekîne).

134) Ellezîne yunfikûne fî's-serrâi ve'd-darrâi ve'l kâzımînel gayza ve'l âfîne ani'n-nâs(nâsi), vallâhu yuhibbu'l muhsinîn(muhsinîne).

135) Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiru'z zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).

136) Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâ'l enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecru'l âmilîn(âmilîne).

137) Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fî'l ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetu'l mukezzibîn(mukezzibîne).

138) Hâzâ beyânun li'n-nâsi ve huden ve mev’ızatun li'l muttekîn(muttekîne).

139) Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumu'l a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

140) İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(misluhu), ve tilke'l eyyâmu nudâviluhâ beyne'n-nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbu'z-zâlimîn(zâlimîne).

141) Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhaka'l kâfirîn(kâfirîne).

142) Em hasibtum en tedhulû'l cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’leme's-sâbirîn(sâbirîne).

143) Ve lekad kuntum temennevne'l mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne).

144) Ve mâ muhammedun illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihi'r-rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczîllâhu'ş-şâkirîn(şâkirîne).”

145) Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbe'd-dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbe'l âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczî'ş-şâkirîn(şâkirîne).

146) Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr(kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbu's-sâbirîn(sâbirîne).

147) Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ale'l kavmil kâfirîn(kâfirîne).

148) Fe âtâhumullâhu sevâbe'd dunyâ ve husne sevâbi'l âhireh(âhireti), vallâhu yuhibbu'l muhsinîn(muhsinîne).

149) Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum fe tenkalibû hâsirîn(hâsirîne).

150) Belillâhu mevlâkum, ve huve hayru'n-nâsırîn(nâsırîne).

151) Se nulkî fî kulûbillezîne keferû'r-ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ(sultânen), ve me’vâhumu'n-nâr(nâru), ve bi’se mesve'z-zâlimîn(zâlimîne).

152) Ve lekad sadakakumullâhu va’dehû iz tehussûnehum bi iznih(iznihî), hattâ izâ feşiltum ve tenâza’tum fî'l emri ve asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhıbbûn(tuhıbbûne), minkum men yurîdu'd-dunyâ ve minkum men yurîdu'l âhireh(âhirete), summe sarafekum anhum li yebteliyekum, ve lekad afâ ankum, vallâhu zû fadlin ale'l mu’minîn(mu’minîne).

153) İz tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ve'r-resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).

154) Summe enzele aleykum min ba’di'l gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayre'l hakkı zanne'l câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ mine'l emri min şey’(şey’in), kul inne'l emre kullehu lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ mine'l emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâti's-sudûr(sudûri).

155) İnnellezîne tevellev minkum yevmelteka'l cem’âni, inneme'stezellehumu'ş-şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).

156) Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fî'l ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun). 

157) Ve lein kutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le magfiretun minallâhi ve rahmetun hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).

158) Ve lein muttum ev kutiltum le ilâllâhi tuhşerûn(tuhşerûne).

159) Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza'l kalbi lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).

160) İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe menzellezî yansurukum min ba’dih(ba’dihi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).

161) Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull(yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevme'l kıyâmeh(kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne). 

162) E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve bi’se'l masîr(masîru).

163) Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn(ya’melûne).

164) Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu'l kitâbe ve'l hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

165) E ve lemmâ esâbetkum musîbetun kad asabtum misleyhâ, kultum ennâ hâzâ, kul huve min indi enfusikum innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

166) Ve mâ esâbekum yevmeltekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel mu’minîn(mu’minîne).

167) Ve li ya’lemellezîne nâfekû, ve kîle lehum teâlev kâtilû fî sebîlillâhi evidfeû kâlû lev na’lemu kıtâlen letteba’nâkum, hum lil kufri yevmeizin akrabu minhum li'l îmân(îmâni), yekûlûne bi efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim, vallâhu a’lemu bi mâ yektumûn(yektumûne).

168) Ellezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumu'l mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

169) Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).

170) Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

171) Yestebşirûne bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel mu’minîn(mu’minîne).

172) Ellezinestecâbû lillâhi ve'r-resûli min ba’di mâ asâbehumul karh(karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm(azîmun).

173) Ellezîne kâle lehumu'n-nâsu inne'n-nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).

174) Fenkalebû bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû rıdvânallâh(rıdvânallâhi), vallâhu zû fadlin azîm(azîmin).

175) İnnemâ zâlikumu'ş-şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh(evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

176) Ve lâ yahzunkellezîne yusâriûne fî'l kufr(kufri), innehum len yadurrûllâhe şey’â(şey’an), yurîdullâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fî'l âhireh(âhireti), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

177) İnnellezîneşteravu'l kufra bi'l îmâni len yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve lehum azâbun elîm(elîmun).

178) Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ(ismen), ve lehum azâbun muhîn(muhînun).

179) Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîze'l habîse mine't-tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum ale'l gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”

180) Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevme'l kıyâmeh(kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsu's-semâvâti ve'l ard(ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun). 

181) Lekad semiallâhu kavlellezîne kâlû innallâhe fakîrun ve nahnu agniyâu se nektubu mâ kâlû ve katlehumu'l enbiyâe bi gayri hakkın, ve nekûlu zûkû azâbe'l harîk(harîki).

182) Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin li'l abîd(abîdi).

183) Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhun nâr(nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

184) Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bi'l beyyinâti ve'z-zuburi ve'l kitâbi'l munîr(munîri).

185) Kullu nefsin zâikatu'l mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme'l kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha ani'n-nâri ve udhıle'l cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtu'd-dunyâ illâ metâu'l gurûr(gurûri).

186) Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtû'l kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ(kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmi'l umûr(umûri).

187) Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtû'l kitâbe le tubeyyinunnehu li'n-nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).

188) Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin mine'l azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).

189) Ve lillâhi mulku's-semâvâti ve'l ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

190) İnne fî halkı's-semâvâti ve'l ardı vahtilâfi'l leyli ve'n-nehâri le âyâtin li ulî'l elbâb(ulîl elbâbı).

191) Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı's-semâvâti ve'l ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâbe'n-nâr(nârı).

192) Rabbenâ inneke men tudhıli'n-nâre fe kad ahzeyteh(ahzeytehu), ve mâ li'z-zâlimîne min ensâr(ensârin).

193) Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî li'l îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ mea'l ebrâr(ebrâri).

194) Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevme'l kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhlifu'l mîâd(mîâde).

195) Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’d(ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâ'l enhâr(enhâru), sevâben min indillâh(indillâhi) vallâhu indehû husnu's-sevâb(sevâbi).

196) Lâ yegurranneke tekallubelluzîne keferû fî'l bilâd(bilâdi).

197) Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).

198) Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâ'l enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun li'l ebrâr(ebrâri).

199) Ve inne min ehli'l kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîu'l hısâb(hısâbi).

200) Yâ eyyuhellezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ali İmran Suresi Anlamı

Ali İmran Suresi Anlamı

1) Elif-lâm-mîm.

2) Allah; O’ndan başka asla ilâh yoktur; hayy ve kayyûmdur.

3-4) O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; furkanı da indirdi. Bilinmeli ki Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.

5) Kuşkusuz yerde olsun gökte olsun hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

6) Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur. Mutlak güç ve hikmet sahibi olan Allah’tan başka ilâh yoktur.

7) Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

8) Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız sensin.

9) Rabbimiz! Muhakkak sen insanları geleceğinde asla şüphe olmayan bir günde toplayacaksın. Şüphesiz Allah sözünden dönmez. 

10) Şüphesiz, inkar edenlere, ne malları, ne de evlatları Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar.

11) (Bunların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah azabı çok şiddetli olandır.

12) İnkar edenlere de ki: 'Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!' 

13) Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.

14) Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır. 

15) De ki: 'Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır.' Allah, kullarını hakkıyla görendir. 

16-17)(Bu nimetler) “Ey rabbimiz! Biz gerçekten iman ettik, günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğruluktan şaşmayanlar, huzurda boyun bükenler, hayır yolunda harcama yapanlar ve seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyenler (içindir). 

18) Allah, hak ve adaleti ayakta tutarak, kendinden başka tanrı olmadığını bildirdi; melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler. (Evet) O’ndan başka tanrı yoktur; O mutlak güç ve hikmet sahibidir. 

19) Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur. 

20) Eğer seninle tartışmaya girerlerse, de ki: “Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” Ehl-i kitaba ve ümmîlere, “Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?” de! Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse, sana düşen yalnızca bildirimde bulunmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir

21) Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adalet isteyen insanları öldürenler var ya, onlara can yakan bir azabı müjdele! 

22) İşte onlar dünyada da âhirette de emekleri boşa giden kimselerdir. Onların hiç yardımcıları da yoktur. 

23) Kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara baksana, aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar da, içlerinden bir grup yüz çevirip gerisin geri gidiyor. 

24) Onların bu tutumu “Sayılı günler dışında bize ateş asla dokunmayacak” demelerinden ötürüdür. Uydura geldikleri yalanlar dinleri hakkında kendilerini yanıltmaktadır. 

25) Peki onları geleceğinde kuşku bulunmayan bir gün için topladığımızda ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese hak ettiği tastamam verildiğinde halleri nice olacak! 

26) De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”

27) “Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın ve dilediğine sayısız rızık verirsin.”

28) Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah’la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Sonunda dönüş Allah’adır. 

29) De ki: “İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir; göklerde olanları da yerde olanları da bilir. Allah her şeye kādirdir.”

30) Herkesin yaptığı iyiliği de işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün, (insan) ister ki kendisi ile kötülükleri arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.

31) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”

32) De ki: “Allah’a ve resule itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez. 

33-34) Allah, birbirinden gelme nesiller olarak Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesini ve İmrân ailesini seçip âlemlere (bütün yaratılmışlara) üstün kıldı. Allah hakkıyla işitmekte ve bilmektedir.

35) Bir zamanlar İmrân’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen.” 

36) Onu doğurunca dedi ki: “Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir- erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.” 

37) Bunun üzerine rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ onun bulunduğu yere, mâbeddeki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve “Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorar, o da “Allah tarafından” cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.

38) Orada Zekeriyyâ rabbine dua edip dedi ki: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin.”

39) O mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: “Allah’ın bir kelimesini (Hz. İsâ’yı) tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor. 

40) Zekeriyyâ ise şöyle dedi: “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?” Buyurdu ki: “İşte böyle; Allah dilediğini yapar.”

41) “Rabbim, dedi, bana bir alâmet göster.” Şöyle buyurdu: “Senin için alâmet insanlara üç gün ancak işaretle konuşmandır. Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”

42) Melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi.

43) Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil.”

44) Bunlar sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar tartışırken de sen yanlarında değildin. 

45) Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır. 

46) O hem beşikte iken hem de yetişkin halinde insanlarla konuşacak ve sâlih kişilerden olacak.”

47) Dedi ki: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?” Allah buyurdu: “İşte öyle, Allah dilediğini yaratır, bir işin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol!’ der, o da oluverir.”

48) Rabbin ona yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek. 

49) Onu İsrâiloğulları’na elçi olarak gönderecek ve o şöyle diyecek: “Kuşkuya yer yok, işte size rabbinizden bir mûcize ile geldim; size çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar ona üflerim, Allah’ın izni ile derhal kuş oluverir; yine Allah’ın izniyle körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim; ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz elbette bunda sizin için bir ibret vardır.

50) Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınmış olanların bir kısmının sizin için helâl olduğunu bildireyim diye gönderildim ve size rabbimden bir mûcize getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. 

51) Kuşkusuz Allah benim de rabbimdir, sizin de rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte doğru olan yol budur.” 

52) Îsâ onlardaki inkârcılığı sezince, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” 

53) “Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz.”

54) (Yahudiler) tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur. 

55) Allah buyurmuştu ki: “Ey Îsâ! Ben seni vefat ettireceğim, seni katıma yükselteceğim, seni o inkârcılardan arındıracağım ve sana tâbi olanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte, ayrılığa düşüp durduğunuz hususlarda aranızda hükmü o zaman ben vereceğim.”

56) “İnkâr edenleri dünyada da âhirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak.”

57) İman edip dünya ve âhirete faydalı işler yapanlara gelince, Allah onlara mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez. 

58) İşte bu sana okuduğumuz apaçık delillerdir, hikmet dolu sözlerdir.

59) Allah nezdinde Îsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan var etti; sonra ona “ol” dedi ve oluverdi. 

60) Gerçek, rabbinden gelendir. Öyle ise kuşkulananlardan olma.

61) Sana gelen bu bilgiden sonra her kim bu konuda seninle tartışmaya kalkışırsa, de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da Allah’ın lâneti yalancıların üzerine olsun diye dua edelim.” 

62) İşte bunlar gerçek haberlerdir. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. 

63) Eğer yine yüz çevirirlerse, kuşkusuz Allah bozguncuları çok iyi bilmektedir. 

64) De ki: “Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin.” Eğer yine yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki biz Müslümanlarız” deyin. 

65) Ey Ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Tevrat da İncil de kesinlikle ondan sonra indirildi. Hiç düşünmüyor musunuz?

66) İşte siz böylesiniz; hadi hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız, fakat hiç bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

67) İbrâhim ne yahudi ne hıristiyan idi; bilâkis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, müşriklerden de değildi. 

68) Doğrusu insanların İbrâhim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur. 

69)Ehl-i kitap’tan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Oysa onlar ancak kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar. 

70) Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp durduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71) Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?

72) Ehl-i kitap’tan bir grup şöyle dedi: “Gün başlarken müminlere indirilmiş olana iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler.

73) Ve kendi dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın.” De ki: “Doğru olan yol ancak Allah’ın gösterdiği yoldur. Birine, size verilenin benzeri veriliyor diye mi veya rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecekler diye mi (böyle davranıyorsunuz)?” De ki: “Kuşkusuz lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.” Allah (zâtında ve sıfatlarında) sınırsızdır ve her şeyi bilmektedir. 

74) Rahmetini dilediğine özgü kılar. Allah büyük lütuf sahibidir. 

75) Ehl-i kitap’tan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen onu sana noksansız öder; içlerinden öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Çünkü onlar “Ümmîlere yaptıklarımızdan dolayı bize bir vebal yoktur” derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylemektedirler.

76) Hayır, öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever. 

77) Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle satanlara gelince, işte onların âhirette hiç nasipleri yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem veren bir azap vardır.

78) Onlardan bir grup, kitapta olmayanı ondan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler ve Allah katından olmadığı halde, “Bu Allah katındandır” derler. Onlar bile bile Allah hakkında yalan uydurmaktadırlar.

79)  Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara “Allah’ı bırakıp bana kul olun” demesi düşünülemez. Aksine “Öğretmekte olduğunuz kitap ve yapmakta olduğunuz incelemeler gereğince rabbin halis kulları olun!” der. 

80) Ve o peygamberin size melekleri ve peygamberleri rab edinmenizi emretmesi de (düşünülemez). Müslüman olmanızdan sonra size inkârcılığı emreder mi hiç? 

81) Allah peygamberlerden, “Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekini tasdik eden bir elçi size geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz” diyerek söz almış, “Kabul ettiniz mi ve bu ahdimi üstlendiniz mi?” dediğinde “Kabul ettik” cevabını vermişler; bunun üzerine “O halde şahit olunuz, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim” buyurmuştu. 82) Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir. 

83) Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar! Oysa göklerde olanlar da yerde olanlar da isteyerek veya istemeyerek hep O’na boyun eğmişlerdir ve O’na döndürüleceklerdir.

84) De ki: “Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ, Îsâ ve bütün peygamberlere rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayırım yapmayız ve biz O’na teslim olmuşuzdur.” 

85) Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır. 

86) İman edip bu resulün hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. 

87) İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğramalarıdır. 

88) Ebedî olarak bu lânetin içine gömülüp gideceklerdir. Ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine fırsat tanınacaktır. 

89) Ama yaptıklarının ardından tövbe edip kendilerini düzeltenler başka; çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. 

90) Elbette imanlarının ardından inkârcılığa sapıp sonra inkârlarını daha da arttıranların tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapkınların ta kendileridirler. 

91) Evet, inkâr edip de kâfir olarak ölenler var ya, onların hiç birinden -kendini kurtarmak için dünya dolusu altın verecek olsa dahi- asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem veren bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.

92) Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir. 

93) Tevrat indirilmeden önce, İsrâil’in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceklerin her türlüsü İsrâiloğulları’na helâl idi. De ki: “Doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirip okuyun!”

94) Artık bundan sonra kim Allah hakkında yalan uydurursa işte onlar zalimlerin ta kendileridir. 

95) De ki: “Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz. O müşriklerden değildi.” 

96) Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir. 

97) Orada apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.

98)  De ki: “Ey Ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah’ın âyetlerini inkâr edersiniz?”

99)  De ki: “Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

100) Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir grubun sözünü dinlerseniz sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden küfre döndürürler. 

101) Size Allah’ın âyetleri okunup dururken, üstelik Allah resulü de aranızda bulunurken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. 

102) Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak Müslüman olarak can verin. 

103) Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. 

104) İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. 

105) Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır. 

106) Bir gün ki nice yüzler ağaracak, nice yüzler de kararacaktır; yüzleri kararanlara, “İman ettikten sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı!” (denir).

107) Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler; orada onlar ebedî kalacaklardır.

108) İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Bunları sana gerçek olarak okumaktayız. Allah hiçbir varlığa zulmedilmesini istemez.

109) Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah’a varır. 

110) Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır. 

111) Onlar size incitmekten başka zarar veremezler. Sizinle savaşırlarsa geri dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez. 

112) Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. 

113) Hepsi bir değildir: Ehl-i kitap’tan öyle bir topluluk var ki, geceleri ibadete durup Allah’ın âyetlerini okur, secdeye kapanırlar. 

114) Bunlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar iyi kimselerdendir. 

115) Ne hayır yaparlarsa bilsinler ki karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah kötülükten sakınanları bilir. 

116) İnkâr edenlerin malları da çocukları da Allah’a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır. 

117) Onların bu dünya hayatında harcadıklarının misali, kendilerine zulmeden halkın ekinine isabet edip onu helâk eden kavurucu bir rüzgârdır. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar. 

118) Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız! 

119)Size gelince, bakın siz onları seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın tamamına inanıyorsunuz; onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” diyorlar; yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar. De ki: “Öfkenizden çatlayın!” Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir. 

120) Size bir iyilik gelirse bu onları üzer, ama başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. 

121) Hani sen sabah erkenden savaşmak için müminleri mevzilere yerleştirmek üzere ailenden ayrılmıştın. Allah her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir.

İçeriğin Devamı Aşağıda

122) O zaman sizden iki bölük, Allah onların velîsi olduğu halde bozulup çekilmeye yüz tutmuştu; müminler yalnız Allah’a güvensinler. 

123) Andolsun ki Allah size, zayıf ve çaresiz iken Bedir’de de yardım etmişti. Allah’a isyandan sakının ki şükretmiş olasınız. 

124) O zaman inananlara şöyle diyordun: “Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi?” 

125) Evet, eğer siz sabır gösterip itaatsizlikten sakınırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize gelseler bile rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. 

126) Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştır. Zafer, yalnız güçlü ve hikmet sahibi Allah katından gelir. 

127) (Allah bu yardımı) inkâr edenlerin bir kısmını helâk etmek veya onları ümitsiz olarak geri dönecek şekilde bozguna uğratmak için (yapmıştır).

128) (Resulüm!) Bu işte senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul eder veya onları cezalandırır. Çünkü onlar zalimlerdir.

129) Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dilediğini bağışlar dilediğine azap eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. 

130) Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a itaatsizlikten sakının ki kurtuluşa eresiniz. 

131) Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.

132) Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz. 

133) Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın! 

134) Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.

135) Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. 

136) İşte onların yaptıklarının karşılığı rableri tarafından bir bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir! 

137) Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın. 

138) Bu Kur’an insanlara bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür. 

139) Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz. 

140) Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.

141) Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor. 

142) Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?

143) Gerçek şu ki, ölümle karşılaşmadan önce onu istiyordunuz; işte şimdi onu apaçık görmektesiniz. 

144) Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir. 

145) Hiçbir kimse Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez. Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz. 

146) Nice peygamber vardır ki onunla birlikte birçok Allah erleri savaştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemediler, yılmadılar, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. 

147) Onların sözü şunu demekten ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!” 

148) Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini ve âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini güzel yapanları sever.

149) Ey iman edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi gerisin geri döndürürler de sonra hüsrana uğramış olursunuz.

150) Oysa sizin mevlânız (koruyup kollayanınız) Allah’tır ve O, yardımcıların en iyisidir. 

151) Kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Çünkü onlar, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koştular. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür! 

152) Andolsun ki Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hatırlayın ki O’nun izniyle kâfirleri öldürüyordunuz, ama Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz, emre itaat hususunda birbirinizle tartıştınız ve emre aykırı hareket ettiniz; içinizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordunuz; derken Allah denemek için onların karşısında sizi bozguna uğrattı. Sonunda yine de sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütufkârdır.

153) O zaman siz dönüp hiç kimseye bakmadan yukarı doğru çekiliyordunuz; peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu, kaybettiklerinizin ve başınıza gelenlerin üzüntüsüne katlanabilmeniz için (söz tutmamanıza karşılık) Allah size tasa üstüne tasa verdi. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 

154) Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Cahiliye düşüncelerine kapılarak, “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki: “İşin tamamı Allah’a aittir.” Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: “Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik” diyorlar. De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir.” 

155) İki ordunun karşılaştığı gün sizden bozguna uğrayanlar var ya, sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı. Şüphe yok ki Allah onları affetmiştir, Allah çok bağışlayıcıdır, pek halîmdir. 

156) Ey iman edenler! Sizler, sefere çıkan veya savaşa giren kardeşleri hakkında -Allah sonunda bunu kalplerinde bir hasret acısı kılsın diye- “Onlar yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi olmayın. Hayat veren de öldüren de Allah’tır; Allah yaptıklarınızı görmektedir.

157) Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz biliniz ki Allah’tan gelecek bir bağışlama ve bir rahmet, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır. 

158) Andolsun ki, ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda mutlaka toplanacaksınız. 

159) Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.

160) Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler. 

161) Hiçbir peygamber savaşanların hakkını zimmetine geçirmez. Kim böyle bir haksızlık yaparsa kıyamet günü, zimmetine geçirdiğini yüklenmiş olarak gelir; sonra herkese kazanmış olduğunun karşılığı, kimse haksızlığa uğratılmaksızın tastamam ödenir. 

162) Allah’ın rızası peşinde olan, Allah’ın gazabına uğrayan gibi olur mu hiç! Bunun varacağı yer cehennemdir; o ne kötü bir varış yeridir! 

163) Onlar (Allah’ın rızasını arayanlar) Allah katında derece derecedir. Allah onların yaptıklarını görmektedir. 

164) Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar, apaçık bir sapkınlık içinde bulunuyorlardı. 

165) Düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp kendi başınıza gelince “Bu nereden başımıza geldi?” mi diyorsunuz? De ki: “O, kendinizdendir.” Doğrusu Allah her şeye kadirdir.

166) İki ordunun karşılaştığı günde başınıza gelenler, Allah’ın izniyle oldu ve bu, müminleri belli etmek içindi. 

167) Bir de münafıkları ortaya çıkarması için... Onlara, “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada bulunun” denildi. Onlar, “Savaş olacağını bilsek elbette size katılırız” dediler. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Gizlediklerini Allah onlardan daha iyi bilir. 

168) Onlar, oturup kardeşleri hakkında, “Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi” diyenlerdir. De ki: “Eğer sözünüzde doğru iseniz, ölümü başınızdan savın!”

169-170) Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. 

171) Onlar Allah’tan gelen bir nimet, bir lütuf sebebiyle ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesi ile de sevinç içerisindedirler.

172) Bunca yara aldıktan sonra yine Allah’ın ve peygamberin çağrısına koşanlar var ya işte onlardan bu güzel davranışta bulunan ve karşı gelmekten sakınanlar için de büyük mükâfat vardır. 

173) Birtakım insanlar onlara, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diye cevap verdiler. 

174) Bunun üzerine Allah’ın lütuf ve keremiyle kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler Allah’ın rızasına da uymuş oldular. Allah büyük lütuf sahibidir. 

175) Bakın, bu şeytan ancak kendi yandaşlarını korkutur. Mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. 

176) (Resulüm!) İnkârda yarışanlar seni üzmesin; Onlar Allah’a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah âhirette onların hiç nasibi olmasın istiyor; onlar için büyük bir azap vardır. 

177) İmanı küfürle değiştirenler, şüphesiz Allah’a bir zarar veremeyeceklerdir. Onlar için elem verici bir azap vardır. 

178) İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz fırsatın sakın onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Onlara verdiğimiz fırsat ancak günahlarını arttırmaya yarıyor. Onlar için alçaltıcı azap vardır. 

179) (Ey inkâr edenler!) Allah müminleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Allah size gaybı da bildirecek değildir; fakat Allah (gaybı bildirmek için) peygamberlerinden dilediğini seçer. Artık Allah’a ve peygamberlerine iman edin; inanır ve sakınırsanız sizin için büyük bir ecir vardır. 

180) Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. 

181) “Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Hem bu söylediklerini hem de haksız yere peygamberleri öldürmelerini elbette (bir tarafa) yazacağız ve “Yakıcı azabı tadın!” diyeceğiz.

182) Bu, ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullara asla zulmedici değildir. 

183) Onlar, “Doğrusu Allah, ateşin yakıp bitireceği bir kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere inanmama hususunda bizden söz aldı” diyenlerdir. De ki: “Benden önce nice peygamberler size mûcizeler ve dediğiniz şeyi getirmişlerdi. Doğru söylüyorsanız onları niçin öldürdünüz?” 

184) Seni yalanladılarsa bil ki senden önce belgeler, sahîfeler ve aydınlatıcı kitap getiren peygamberler de yalancılıkla suçlanmışlardı. 

185) Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir. 

186) Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda denemeden geçirilirsiniz; şüphesiz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan birçok üzücü şey işitirsiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bilin ki bu size gereken davranışlardandır. 

187) Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Ama onlar bunu kulak ardı edip kitabı az bir dünyalıkla değiştiler. Karşılığında aldıkları ne kadar da değersiz! 

188) Sanma ki yaptıklarından memnun olanlar, yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananlar, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır! Onlar için elem verici bir azap vardır. 

189) Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.

190) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. 

191) Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!

192) Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan hiç şüphe yok onu rezil etmiş olursun. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. 

193) Rabbimiz! Doğrusu biz ‘Rabbinize inanın!’ diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et. 

194) Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığıyla bize vaad ettiklerini ver bize; kıyamet gününde bizi rezil etme. Sen asla sözünden caymazsın.” 

195)Rableri onların dualarına şöyle karşılık verir: “Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun -ki birbirinizden meydana gelmişsinizdir- sizden bir şey yapanın emeğini asla boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. Andolsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır!” 

196) İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyar diyar dolaşmaları sakın seni yanıltmasın; 

197) Kısa süren bir faydalanma... Sonra sığınakları cehennem. Ne kötü bir mesken! 

198) Fakat rablerine karşı gelmekten sakınanlara, Allah katından bir ikram olarak, altından ırmaklar akan cennetler vardır; orada temelli kalacaklardır. Allah katındaki mükâfat iyi kimseler için daha hayırlıdır. 

199) Ehl-i kitap’tan öyleleri vardır ki hem Allah’a hem size indirilene hem de kendilerine indirilmiş olana inanırlar, Allah’a karşı saygı duyup Allah’ın âyetlerini az bir pahaya değişmezler. İşte onların rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah hesap görmekte çok çabuktur. 

200) Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.

Ali İmran Suresi Neden İnmiştir?

Ali İmran Suresi Neden İnmiştir?

Müfessirlerin çoğunluğuna göre, sûrenin önemli bir bölümünün geliş sebebi, Necran hıristiyanları adına Medine’ye gelen heyetle Hz. Peygamber arasında geçen Allah inancı konusundaki tartışmalardır. Bu vesileyle nâzil olan âyetlerin sayısı ve sûrenin iniş zamanı hakkında farklı görüşler vardır. Necran heyetiyle ilgili rivayetten sonra bunlara yer verilecektir.

Coğrafî kaynaklar Yemen’de, Kûfe civarında ve Havran’da Necran adını taşıyan birden fazla yerleşim biriminin bulunduğunu kaydeder. Burada söz konusu olan kişiler, Yemen Necranı’ndan heyet halinde gelen hıristiyanlardır. Hıristiyanlık aslî şekliyle Arap yarımadasının önce bu kasabasında yayılmış ve başlangıçta Yemen hükümdarlarının sert tepkileriyle karşılaşmıştır. Daha sonra burası Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuştur. Nitekim tarih kaynakları burada inşa edilen ve Kâbe-i Muazzama’ya karşılık olmak üzere “Kâbe-i Necrân” adıyla anılan görkemli kilisede çok sayıda piskoposun görev yaptığını belirtmektedirler.

Aralarında bu kiliseye mensup din adamlarının da bulunduğu altmış kişilik bir Necran heyeti (aşağıda açıklanacağı üzere hicretin 9. yılında veya daha önceki bir tarihte) Medine’ye bir ziyarette bulunmuştu. Bu heyet içinde on dört kişi temsilci konumundaydı. Bunlardan üçü heyetin en yetkilileri idi: Başkan Abdülmesîh (el-Âkıb), başkan yardımcısı Eyhem (es-Seyyid) ve piskopos Ebû Hârise b. Alkame.

Bir gün ikindi namazını müteakip süslü ve ihtişamlı elbiseler içinde mescide gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan bu heyet mensupları, kendi ibadet vakitleri geldiğinde doğuya doğru dönüp hıristiyan usulüne göre âyin yapmak istediler. Resûlullah onlara müsaade etti. Heyet birkaç gün Medine’de kaldı ve müslümanlar tarafından ağırlandı. Bu süre içinde heyetin ileri gelenleriyle Hz. Peygamber arasında Allah inancı ve Hz. Îsâ’nın durumuna dair önemli tartışmalar cereyan etti. Heyet mensupları arasında tam bir inanç birliği olmadığı gibi, sorulan sorulara verdikleri cevaplar da tutarlı değildi. Hz. Îsâ için bazan “Allah” bazan “Allah’ın oğlu” bazan da “üçün üçüncüsü” diyorlardı.

Hz. Peygamber onların iddialarını çürüttükten sonra, kendilerini bağlayacak sorular yöneltti. Sonunda sükût etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Resûlullah onları İslâm’a davet etti. Bu teklife karşı direnme yollarını denediler:

– “Ey Muhammed! Sen Îsâ’nın, Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun?” dediler. Resûlullah:

– “Evet” deyince:

– “İşte bu bize yeter” dediler. Allah Teâlâ resulüne onları “mübâhele”ye (açık biçimde lânetleşme) davet etmesini vahyetti (bu konuda ayrıntılı açıklamaya 61. âyetin tefsirinde yer verilecektir). Resûl-i Ekrem bu çağrıyı yapınca bir gün süre istediler.

Bu konuda ne yönde bir karar alabileceklerini kendi aralarında müzakere ederlerken içlerinden biri şöyle dedi: “Îsâ efendimizle ilgili çekişmeyi çözüme bağlayışından anlaşılmış oldu ki Muhammed gerçekten Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir. Bilirsiniz ki bir toplum peygamberle lânetleşmeye kalkışırsa Allah, büyüğüyle küçüğüyle onları mahveder. Dinimizde kalmaya kararlıysanız, bu zatla lânetleşmeye girmeyiniz ve iyilikle ayrılınız.”

Sonunda Hz. Peygamber’e gelip şöyle dediler: “Ey Ebü’l-Kasım! Seninle lânetleşmeye girmemeye, seni dininle baş başa bırakıp kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. Fakat biz senden hoşnuduz ve sana güveniyoruz. Ashabından uygun birini aramızdaki malî ihtilâfları çözmek üzere bize gönder.”

Resûlullah bu talep üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı bu iş için görevlendirdi. Rivayete göre Hz. Ömer, hiçbir zaman yöneticilikten hoşlanmadığı halde, Hz. Peygamber’in söz konusu görev için karar verdiği gün, hayatında ilk defa içinde bu arzuyu duyduğunu ve kendisinin tayin edileceğini umduğunu ifade etmiştir 

Necran heyetiyle yapılan tartışmalar vesilesiyle nâzil olan bölümün 1-61, 1-82 ve 1-84. âyetler olduğu yönünde görüşler vardır (bk. Şevkânî, I, 345; İbn Âşûr, III, 143-144; Elmalılı, II, 1011). Necran heyetinin Medine’ye hicretin 9. yılında gelmiş olduğu yönündeki yaygın bilgiye mukabil, İbn Hişâm’ın bu heyet hakkındaki bilgileri tarih vermeksizin aktarması, Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliğinin bulunması ve sûrenin içerik ve üslûbu bazı müellifleri bu sûresinin ne zaman nâzil olduğu konusunda farklı değerlendirmeler yapmaya sevketmiştir.

Ali İmran Suresi Tefsiri

Ali İmran Suresi Tefsiri

Al-i İmrân sûresinin baştan 120. âyetine kadar olan bölümün hicretin ilk yıllarında nâzil olduğunu gösteren bir içeriğe sahip bulunduğuna işaretle, sûrenin ilk seksen küsur âyetinin Bedir Savaşı’ndan bile önce nâzil olduğu, muhtemelen Hz. Peygamber’in daha önce inen Âl-i İmrân âyetlerini Necran heyetine okuduğu için bunu duyan bazı kişilerin bu âyetlerin o zaman (hicretin 9. yılı) indiğini zannettikleri de ileri sürülmüştür. Fakat bu görüşün sahibi olan Süleyman Ateş’in konuya ilişkin açıklamaları kendi içinde tutarlı görünmemektedir. Zira Ateş “hicrî 5. yıldan sonra Medine’de yahudi kalmadığı” noktasından hareketle “bu sûrede yahudilerin yerinin bulunmadığı” tarzında ve kendisinin başka ifadeleriyle bağdaşmayan kesin bir kanaat de ortaya koymaktadır 

Kanaatimize göre Âl-i İmrân sûresinde “Ehl-i kitap” olumlu ve olumsuz yönleriyle geniş bir biçimde ele alınmış, inanç esasları bakımından hıristiyanlara ağırlık verilmekle beraber birçok yerde yahudilere de atıfta bulunulmuştur. Özellikle Hz. İbrâhim hakkındaki tartışmaya gönderme yapan âyetler (65-68) bunun açık bir kanıtıdır. Hatta 64. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere Ehl-i kitaba yapılan diyalog çağrısını, aslî şekliyle tevhid inancına dayalı din mensuplarına yapılmış genel bir davet biçiminde anlamak mümkündür. Şevkânî’nin de belirttiği üzere, bu sûrede geçen Ehl-i kitap ifadelerinin sadece hıristiyanlar hakkında olduğuna dair bazı ilk dönem bilginlerinden nakledilen rivayeti mutlak biçimde doğru saymak mümkün değildir (I, 391); bu rivayeti, Bakara sûresiyle karşılaştırıldığında burada hıristiyanlara ağırlık verilmiştir şeklinde anlamak daha uygun olur. Âyetlerin sıralaması konusunda yukarıda işaret edilen bilgiler dikkate alındığında, daima nüzûl sırasına ilişkin rivayetlerden hareketle zaman tesbiti yapmanın isabetli olmayacağı açıktır. Âyetlerin anlaşılmasında tarihî bilgiler ve nüzûl bilgileri önemli bir yardımcı role sahip olmakla beraber, yorumu bu bilgiler içine hapsetmeksizin ve öncelikle Kur’an’ın içerdiği mesajlar üzerinde dikkatle durulduğu takdirde yorumun ufkunu genişletme ve sağlıklı sonuçlara ulaşma ihtimali artar. Tabii ki, bu yorumların da kesinlik taşıyan verilerle çatışmamasına özen gösterilmesi gerekir. Buna göre, sûrede geçen ifadelerin de kimlere uygun düştüğü noktasının esas alınması, kesinlik kazanmamış rivayet veya ihtimaller dolayısıyla yoruma kesin bir üslûp katılmaması uygun olur.

Tefsirin tamamına erişmek için tıklayınız

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
2
0
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?