Züleyha Ekici Yazio: Phythias, Felsefe Okulu ve Aşk
Aşk, ılık bir ışıltı ya da gözler buluştuğunda arzunun yarattığı elektrik şoku gibi zihinsel bir sarsıntı ile bedenimizde kendini gösterir. İlk olarak kıpırtılarla baş gösteren his, sonra daha güçlü bir evrede gerçek bir duyguya dönüşür.
Kısacık bir kelime olan ‘aşk’ hissettirdikleriyle deniz derya.
Uzmanlar aşkın bir kimyası olduğundan söz ediyor.
İki insan karşılaşıyor, vücut kimyalarında bazı değişimler gerçekleşiyor ve birbirlerine çekiliyorlar. Hormonların gücü devreye giriyor. Aşkın kimyasının hormonları ilk karşılaşma ile iş başına geçiyor.
Aşkta büyülenme olan birinci evrede vücutta amfetamin kimyasalının etkin olduğunu görüyoruz. Bu da feniletilamin, nörapinefrin ve dopamin hormonlarının artışıyla gerçekleşiyor. Beyinde hippotalamusta salgılanan endojen nöraiamin olan feniletilaminin, ilk görüşte aşktan sorumlu olan hormon olduğu söyleniyor. Bulutlar üzerinde yürüyor gibi hissetmemizin, dalıp dalıp gitmemizin ya da gülümsememizin nedeni bu hormondur. Dopamin ise aşkın gözü kör, kulaklar sağır etkisi yaratıyor. Ödül kimyasıdır. Beyinde salgılandığında kişiyi daha konuşkan, coşkulu, seksi ve istekli yapar. Nörapinefrin hormonunun kaç ya da dövüş cevabından sorumlu olduğunu görüyoruz. Tehlike var diyor bize. Kalp atış hızımız artıyor, heyecanı kontrol etmekte zorlanıyor, panik hissine veya sebepsiz korkuya kapılabiliyoruz.
Aşkta duygusal bağ kurma olan ikinci evrede ise endorfin hormonunun devreye girdiğini, sevgi ve bağlılık fazı olduğunu anlıyoruz. İlk karşılaşılan zamandan 3 yıl aralığına kadar geçen sürede birinci evrede etkin olan kimyasalların etkisi azalır. Gerçek aşk değilse ilişki biter. Endorfinin etkin rol oynadığı ikinci evrede bu hormon ilişkiye sükunet, içtenlik, sıcaklık, güven ve bağımlılık verir. Ne kadar çok sever ve sevilirsek endorfin salınımı o derece artar. İlk evredeki gibi heyecan vermez ama ilişkiyi sağlamlaştırır.
Aşkta güven, bütünleşme ve bağlanma evresi olan üçüncü evreye ulaşılabilirse gerçek aşk yaşanıyordur diyebiliriz.
Uzmanlara göre çoğu aşk bu evreye gelmeden bitiyor. Bu evrede oksitosin hormonu kalbi aşka açan anahtar kimyasaldır. Sarılmanın kimyasıdır. Aşkta cinsel duyguların uyanmasında rol oynar. Sesler, bakışlar, koklama, fiziksel temas bu kimyasalın salınımını tetikler. Diğer evrelere geçen aşıklar bu evreye geçtiklerinde duygusal ve fiziksel doyumu yakalıyorlar.
Diğer etkili kimyasallar arasında vazopressin, östrojen ve testosteron bulunuyor. Vazopressin, erkekte bağlılık yaratan, bağlılığı arttıran kimyasaldır. Kadınlarda bunu östrojen üstlenir. Testostron her iki cins içinde afrodizyaktır. Testosteronu düşük kadınlarda libido azalır ve depresif olur.
Biyolojik bir varlık olan biz insanlarda fiziki hayatımızın olağanüstü mekanizması bu kimyasallarla efsunlu bir şekilde işliyor. Tüm araştırmalardan öğrendiklerimizin ışığında Aristo’nun Phythias’ına ulaşmak için yaptıklarına, çöllerin aşılmasına ya da dağların delinmesine şaşırmamak gerekiyor. Her aşk zaman aşımına uğrayabilir ya da üçüncü evreye geçebilenler için sevgi, hayranlık ve güvenle ömür boyu devam edebilir. İki kişinin yakaladığı bu mucizeyi korumak ve çoğaltmak için tüm dikkatimizi sevgiye yöneltmeliyiz.
Yorum Yazın