Yalnızlıktan Ölen ve Cesetlerine Yıllar Sonra Ulaşılan Dünyanın En Şanssız İnsanları
Ekşi Sözlük yazarlarından irfangerekli'nin yalnızlığı ele aldığı bu entry'si hem içinizi ürpertecek hem de sizi çok şaşırtacak.
Not: Bu yazı, yazarının izniyle yayımlanmaktadır!
York Üniversitesi, 180.000 kişi üzerinde yaptığı 23 farklı araştırmada yalnızlığın insanı öldürebileceğini buldu.
Dr. Nicole Valtorta, Times gazetesinde yalnızlığın en az sigara içmek kadar tehlikeli olduğunu söylüyor.
Bilimsel araştırma, yalnızlığın insanı ruhundaki bir bıçak gibi yavaş yavaş öldürebileceğini ortaya koyuyordu.
Freud, yalnızlığı nesne kaybı olarak ele alırken, Sullivan'a göre sağlıklı bir duygusal gelişim için yakınlık kurma ihtiyacı şarttı.
Fromm-Reichmann hakikati adrese teslim etti. Yalnızlığın insanda yarattığı etki ve dehşet açlık ve susuzluk kadar şiddetliydi.
Klein, Peyami Safa okumamıştı. O yüzden gerçeği hiç de şairane olmayan bir şekilde söyledi.
Hepimiz pre-verbal dönemde anne ile konuşmadan anlaşılma yaşantısını ileride de deneyimlemeyi arzuluyorduk. Bu da yoğun depresif duygular ve yalnızlık hissiyatına sebebiyet veriyordu. Yalnızlık duygusu azalabilirdi ama asla yok olamazdı.
Yani yalnızlığa mahkumduk!
Cem Adrian haklıydı.
Yalnızlık saklandığımız o küçük delikte buluyordu.
Yalnızlık bir tarihti, büyüdükçe kabulleniyorduk. Çok konuşuyor ama hiç dinlenmiyorduk.
Lakin yalnız ölmek ve kimsenin seni hiç merak etmemesi?
Son nefesinde elini tutabilecek birisi olsun evladımın diye çırpınır anneler. Bir gün gideceklerinden emindirler çünkü..
Robin Williams, hayattaki en kötü şeyin yalnız bir insan olarak ölmek değil, yapayalnız hissetmene sebep olan insanlarla bir aradayken ölmek olduğunu söyler.
Bense aksini iddia ediyorum.
Hayattaki en kötü şey, yapayalnız hissetmene sebep olan insanlarla bir aradayken değil onlarsız yalnız bir insan olarak ölmek.
O akşam Hedviga’nın son akşamıydı. Ölü bedeni tam 42 yıl sonra bulundu.
Hedviga Golik için sıradan bir gündü. Her gün olduğu gibi akşam eve geldi, kendisine bir bardak çay koydu. Sonra tv karşısında koltuğuna oturdu. O akşam Hedviga’nın son akşamıydı. Ölü bedeni tam 42 yıl sonra bulundu. Usulca koltuğunda can vermiş, saçları omzuna düşmüştü. Tv hala açıktı. Kimse merak etmemişti kendisini. Kimse sormamıştı ve yanında kendine doldurduğu bir fincan soğuk çay vardı.
Bir fincan çay.. . Soğuk... Yalnızlığı kadar soğuk... Ve yaşamın reyting saatlerinde bir ses duymak için açılmış ve kapanmamış eski bir televizyon... Dinliyorsun ama sen konuşamıyorsun.
Kimse kendisine ne olduğunu merak etmemişti. Sormamıştı. Ne bir mektup ne bir arkadaş... Kimsesizdi. Yalnızlığın göklerine çekilen azametli bir bayrağın gölgesinde öylece... Akşamüstü... Kapıdan içeri ölümden başka kimse girmiyor. Her gün ölüyorsun ve kimse seni merak etmiyor.
Joyce Vincent’ı bulduklarında televizyonda BBC1 kanalı açıktı. 38 yaşındaydı.
Dairesinde hayata gözlerini yumduğunda ne ailesi, ne arkadaşları, ne komşuları 3 yıl boyunca öldüğünü fark etmediler.
Ondan geriye sadece yukarıda resim kaldı. Yüzündeki hafif gülümseme, yüzündeki yalnızlığın çukurlarını saklamıyordu. Gülemiyordu. Dile kolay 3 yıl.. Yok oluyorsun ortadan ve kimse yokluğunu merak etmiyor.
Barbara Salinas-Norman’ın cesedi öldükten 2 sene sonra dairesinde bulundu.
Kendisi yazar, aktivist ve öğretmendi. Kayınbiraderi eve girdiğinde ölü bedeninin yanında Rosie the Riveter 'ın resmi vardı. Ne ironik. Yaşam kadar ironik.
Simon Allen, şehir merkezinde oturuyordu. Ayağında bir çift çorapla oturma odasında koltuğunda hayata gözlerini yumdu.
Ölü bedenini 2 yıl sonra buldular. Evine baktılar ne bir aile fotoğrafı, ne arkadaş resmi, ne bir hediye, ne bir not ne de sosyal hayata dair bir şey; hiçbir şeyi yoktu. Yoktu Simon Allen aslında. Hiç var olmamıştı. Kalbine giren yalnızlık her gün daha çok acı veriyor, bir akşam hayata veda ediyordu. Yaşadığı gibi öldüğünü de kimse fark etmedi. Apartmana yayılan kötü kokudan rahatsız olan komşuları bile bilmiyordu. Dairesine girdiklerinde belki de ilk defa Simon Allen diye birinin var olduğunu fark ettiler. Belki de sonrasında da hiç fark etmediler. Ne hazin !
Yalnızlık, düş kırıklığı gibi rengarenk çiçeklerini yaşamın biçip geçiyor ve bıraktığı keder ise ufku kaplayan kara bulutlar gibi... İçindeki fırtınanın gürültüsü aynalardaki sesleri bastırıyor.
Geneva Chambers, aksi biri olarak tanınıyordu ve cesedi öldükten 3 yıl sonra bulundu.
Geneva Chambers, aksi biri olarak tanınıyordu. Hatta kendisine kurabiye getiren bir kadını bile kovmuştu. Kimse ile iyi bir ilişkisi yoktu. Kim bilir neden böyle oldu? Birçok insan vardır böyle aksi, ters, kendi başına kalmak isteyen, hemen yüz çevrilen... Oysa kuru toprağın yağmura yağmadan önce seslenip seslenmediğini kim bilir? Cesedi öldükten 3 yıl sonra bulundu. Karanlıktan korkuyordu. Öldüğünde evinin ışıkları hala yanıyordu. Ama yalnızlığını aydınlatmıyordu. Kimse kapısını çalmadı. Ne bir mektup ne bir merhaba. Öyle evinde yanan ışıkların altında yatağında öldükten sonra bile süren yalnızlık, 3 yıl, kimse merak etmeden...
David Carter'ın bedeni öldükten 4 yıl sonra bulundu.
David Carter, çevresinde hayat dolu, esprili bir adam olarak tanınıyordu. Akıllı ve zeki bir adamdı. 2007 yılında işinden istifa etti. New Mexico’ya taşınacağını söylüyordu. Evinde intihar etti. Bedeni öldükten 4 yıl sonra bulundu. 4 yıl boyunca bir kişi bile kendisini merak etmemişti. Bankalar hariç! Düşünün, evinizde ölüyorsunuz ve sizi tek merak eden faturalarınızı ödemediğinizi fark eden bankalar.
Fransız polisi evinde yalnız yaşayan bir adamın cesedini bulduğunda ölümünün üzerinden tam 15 yıl geçmişti.
Bir adam dedim çünkü kim olduğunu bulamadılar. Kimseyi tanımıyordu. Ne bir akrabası, ne bir dostu ne de bir eşi.... Hiç kimseydi. Hiç kimse olarak doğdu. Hiç kimsesi yoktu. Hiç kimse tanımadı. Hiç kimse kendisini sormadı. Hiç kimse olarak yaşadı ve hiç kimse olarak öldü. Yalnızlık hiç kimse olmaktı. Daha öte bir şeydi nüfus cüzdanınızdan. Doğduktan sonra ehliyetinizi almak için yaşamanız yetiyordu.
Alman polisi, ölümünden 7 yıl sonra yaşlı bir adamı yatağında bulmuştu.
Yanında bir paket sigara, televizyon rehberi ve bozuk Alman Markları vardı. Para birimi bile değişmişti. Apartmanı basan kötü koku sebebiyle polis dairesine girmişti. Öldüğü o son gece her gece olduğu gibi, olur da gece birileri kapıyı çalarsa açarım ayıp olmasın diye pijamalarını giydi. Yatağına o gece son kez uzandı. Ömrü boyunca yalnızdı. Son nefesini aldığında belki kurtulduğunu düşünüyordu. Polise kayıp olduğuna dair 7 yıl boyunca hiçbir ihbar gelmemişti. O gece bu dünyanın kalabalıkların gürültüsü sustu kulağından. Damarlarındaki yalnızlıkla beslenen zehir kalbini durdurdu.
Sabah kalkıyorsun, kimse seni merak etmiyor...
Yürüyorsun... Kimse seni merak etmiyor...
Otobüse biniyorsun, yemek yiyorsun, arkadaşlarınla eğleniyorsun...
Eve geliyorsun, başını yastığa koyuyorsun.
Ve kimse seni merak etmiyor!
Koltuğunda ölüyorsun...
Kimse seni merak etmiyor...
Kimse...
Seni...
Merak etmiyor!
Hiç kimse!
Ah keşke dostluğun ve sevginin ormanında kuru bir yaprak olsak...
Birbirimizi konuşmadan anlayabildiğimiz, yargılamadığımız ve incitmediğimiz... Birbirini zehirleyen başı göğe yükselmeye çalışan birer bitki olmak yerine... O zaman ne çıkardı savrulmaktan? Elbet tutardık birbirimizin elinden fırtına gelince.
Yalnızlık, çocukluğumuzun peşinden kıvrıla kıvrıla gelen bir yılan.
Besleniyor. Beslendikçe o koca gövdesi gürültü ve sahtelik doluyor.
Öyle şişmiş ki gövdesi, bir gün çatlasın diye bekliyorsun.
Şişiyor, şiştikçe daha çok artıyor iştahı. Doymak bilmiyor.
Ve sürekli zehirliyor.
Damarlarından akıp giden toksini hissediyorsun.
Ancak tedavi edemiyorsun.
Orhan Veli KANIK ne güzel demiş:
Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Yorum Yazın
Bana kara mizah gibi geldi. Ceset 42 yıl sonra bulunuyor. 42 yıl boyunca ceset hiç mi kokmadı? Evin bulunduğu yerin yetkilileri hiç mi merak etmedi bu evde n... Devamını Gör
42 yıl televizyon açık mı kalmış o kadar yalnızsa onun elektrik faturasını kim ödemiş, yalan haber yapmayın
faturadan ziyade elektrik hiç kesillmemiş mi diye düşündüm ama elektrik kesilip geri gelince tv açıldı mı acaba?
Benim sonum da böyle olacak büyük ihtimalle, ama cesedimi bile bulamayacaklar, çünkü onu da kedim yiyecek.