Aysu Türkoğlu, 16 saat boyunca Kuzey Kanalı'nı yüzerek geçti. Bu başarı, sadece bir yüzme maratonu değil, aynı zamanda azmin ve kararlılığın simgesi. Aysu, 'Ben nereye kadar gidebilirim?' diye sormadı, sadece yüzdü ve tarihe geçti.
Naz Arıcı, 29 yaşında orta yaş sendromuna girmedi ve buz patenine başladı. Ne mi oldu? 5 kez dünya şampiyonu oldu. Naz, hayatın her anında yeni bir başlangıç yapabileceğimizi gösterdi.
Başak Mireli, Atlantik'i tek başına geçti. O, sadece denizlerin değil, hayatın dalgalarıyla da başa çıkabileceğimizi kanıtladı.
Dilek Koçak, köyde hayvan otlatırken keşfedildi ve 20 Yaş Altı Atletizm Şampiyonası'nda altın madalya kazandı. Dilek, nerede ve nasıl başladığınızın değil, nereye vardığınızın önemli olduğunu gösterdi.
Filenin Sultanları, Ülkemizi gururla temsil ettiler, başarıları o kadar büyük ki, maç sonuçları önemsiz kaldı. Takım ruhunun ve birlikte çalışmanın zaferini yaşattılar bize.
Mete Gazoz, okçulukta dünyanın en iyisi, hatta bir dünya markası. Mete, hedefe kilitlenmenin, azimle ve kararlılıkla çalışmanın sonucunu tüm dünyaya gösterdi.
Ve Şahika Ercümen... Bahamalar'da, Mavi Çukur'da 100 metreye 3 dakika 14 saniye içinde dalarak rekor kırdı. Tüm imkansızlıklara rağmen, beklediği desteği görmeden, kırık paletle antrenman yapan Şahika, sınırların sadece düşüncelerde olduğunu, gerçekte ise her şeyin mümkün olabileceğini gösterdi.
Bu zaferler sadece fiziksel mücadeleyle değil, psikolojik dayanıklılık ve inançla gerçekleşti.
Tıpkı 30 Ağustos 1922'de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: 'Zafer, zafer benimdir, diyebilenindir!'
Zaferin kazanılmasındaki koşulları ve günümüz Türkiye'sinin gerçekliğiyle yüzleştiğimizde, Atatürk'ün 'Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.' sözüne tekrar sarılmanın kaçınılmaz olduğunu görüyoruz.
O dönemde, ekonomik zorluklar, yetersiz silah ve teçhizat, yorgun ve yıpranmış bir ordu... Ama bir yandan da inanılmaz bir azim, birlik ve beraberlik, vatan sevgisi... Ve tabii ki, işini en iyi biçimde yapan komutanlar, askerler ve kazanacağına inanan bir halk...
Peki ya şimdi?
Ekonomik zorluklar? Zorluk seviyesi kademe kademe artan bir simülasyonun içerisindeyiz sanki. Dövizin yüksekliği, enflasyonun can sıkıcılığı, alım gücünün azalışı, işsizlik oranlarının artışı... Ama bir yandan da teknolojik ilerlemeler, start-up'lar, genç girişimcilerimiz... İşini en iyi biçimde yapanlar, ekonomik zorluklara rağmen ülkemizi ileriye taşıyanlar... Ya da taşımaya çalışanlar. Ancak, bu ekonomik zorlukların altında yatan sebepleri sorgulamadan, sadece sonuçlarına odaklanarak ya da sabrederek bir yere varabilir miyiz?
Sağlık? Pandemi döneminde sağlık çalışanlarımızın kahramanlıklarını gördük, hatta haklarının ödenemeyeceğini de ödeyemeyerek gösterdik. Onlar, işini en iyi biçimde yapanlar arasında ilk sıralarda. Ancak hastanelerdeki yoğunluk, ilaç fiyatlarındaki artış, sağlık hizmetlerine erişimdeki zorluklar... ve maalesef doktor göçü göz ardı edilemez. Peki, bu sorunların temelinde ne yatıyor? Sadece pandemi mi?
Eğitim? Uzaktan eğitimle tanıştık, teknolojinin nimetlerinden faydalandık. Ancak eğitimdeki eşitsizlikler, öğretmenlerin maaşları, okulların fiziki koşulları... İşini en iyi biçimde yapmaya çalışan öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz varken, sistemdeki aksaklıklar sürekli gündemde. Eğitimde reformdan bahsediyoruz ama bu reformu sadece cümle içinde kullanıyoruz.
Çevre? Ormanlarımızın yanışını, denizlerimizin kirliliğini üzülerek izliyoruz. Ancak bir yandan da fidan dikmeye, çevreyi korumaya çalışan gönüllülerimiz, aktivistlerimiz var. Onlar da işini en iyi biçimde yapmaya çalışanlardan. Ancak, çevre politikalarımızın yetersizliği, doğal kaynaklarımızın hoyratça kullanılması, çarpık yapılaşma bu sorunların temelinde değil mi?
Teknoloji? Dijitalleşme, yapay zekâ, otomasyon... Bunlarla birlikte gelen işsizlik sorunları, etik meseleler... Ama bir yandan da teknolojiyle ülkemizi daha ileriye taşımaya çalışan gençlerimiz, mühendislerimiz, bilim insanlarımız... Lütfen bizimle kalın, gitmeyin bir yere.
Peki ya siyaset? Bir yanda vatanını seven, işini en iyi biçimde yapmaya çalışanlar. Diğer yanda ise... Neyse, bu konuda fazla söze gerek yok sanırım. Herkes kendi vicdanında neyin ne olduğunu biliyor.
Sonuç olarak: Gerçek vatanseverlik; sadece savaş meydanlarında değil, yaşamın her anında, her detayında en iyisini yapmaktır.
Öğretmenlerimizin derse girdiklerinde maddi konuları düşünmediği, tarlasını eken çiftçinin maliyetine değil ekinin kalitesine odaklandığı, doktorlarımızın fiziksel ve psikolojik şiddete uğramadığı, gençlerimizin işsizlik endişesiyle değil de sadece gezmek için yurtdışına çıktığı, özgün eserler yapmak isteyen sanatçılarımız ya da en doğru bilgiyle haber peşinde koşan gazetecilerimizin sansür gölgesinde olmadığı, ve her şeyin en iyisini hak eden ülkemizin.
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun!
Instagram
X
LinkedIn
Web
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Yorum Yazın
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷