Bir Garip Deney! İnsan En Çok Yalanı Kendisine Söyler'in Kanıtı: Bilişsel Çelişki Teorisi
İnsan en çok yalanı kendisine söyler desem sizlere, bana inanır mıydınız? Tüm zamanların en ilginç deneylerinden biri olan bu araştırma, Stanford Üniversitesinde ve meşhur psikolog Profesör Festinger tarafından 1950'lilerin sonunda yapılmıştır.
İnsan en çok kendi zihnini manipüle eder.
Deney başlıyor.
Deney için üniversite öğrencileri seçiliyor ve iki gruba ayrılıyorlar. İlk gruptaki denekleri bir odaya alıyorlar ve gerçekten çok gereksiz bir iş yaptırıyorlar. Bir müddet sonra odadaki tüm denekler söylenmeye başlıyorlar. Psikologlar sırayla denekleri odadan çıkarmaya başlarlar ve onlara birer deney anketi yaptırırlar. Söylene söylene odadan çıkan denekler için deney bitmiş gibi gözükse de aslında deney yeni başlıyordur..
Deneyi yöneten psikologlar odadan çıkan ve memnuniyetsiz olan gruba, diğer grupla karşılaştıkları zaman deney hakkında olumlu yorumlar getirmelerini ve deneyin başarısından ve ne kadar çok eğlendiklerinden bahsetmelerini söylerler. I. gruptan bir kesime 20$ gibi temsili bir para verirken bir kesime ise para vermezler. Denekler kendilerine söylenen şeylere uyarlar ve diğer deneklere bu işten ne kadar zevk aldıklarını söylerler.
Diğer denekleri çağırdıktan sonra odadan çıkan ekibe deneyden ne kadar zevk aldığına dair gerçekten bir anket yaparlar. Ve sonuç kesinlikle çok şaşırtıcıdır. Yalan söylemesi için 20$ alanlar deneyin aslında çok sıkıcı ve gereksiz olduğunu söylerken, bu iş para almayan ekip ise deneyin hiç de fena olmadığını hatta biraz eğlendiklerini bile söylerler. Deneyi yöneten psikologların aklı karışmıştır bile..
Beyin denge ister.
Fark ettiniz sizler de, değil mi? Deneklerin davranışları ile tutumları arasında gözle görülür bir uyumsuzluk var. Denekler, sıkıcı bir iş yapmalarına rağmen aslında çok da sıkıcı bir iş olmadığını söylemeleri tembihleniyor. Yani hissettikleri ile davranışları birbirinden tamamen farklı. Ama yazımızın başında ne demiştik? Beyin, bu ikisinin uyumlu olmasını ister. Kısacası kendi kendine şunu söyler: ‘’Ben bu yaptığım işten çok sıkılmama rağmen, neden çok eğlenceli dedim? Resmen saçmaladım..’’ İşte bu saçmalama durumu için para alan denekler bu uyumsuzluğu aşabiliyorlar, çünkü karşılığında para aldılar. Fakat para almadan bu yalanı söyleyen kesimde bilişsel uyumsuzluk devam ediyor. Artık yaptıkları bu davranışı değiştiremediklerinden dolayı tutumlarını değiştirme yoluna gidiyorlar. Ve zihinlerinde gerçekten sıkıldıkları bir işin aslında çok da sıkıcı olmadığını düşünüyorlar. Kendi zihinlerini manipüle etme yolunu seçip, kendi kendilerine yalan söylüyorlar..
Diyelim ki sevgilinizi seviyorsunuz fakat size yalan söylüyor..
Şimdi gelin bu deneyin denekleri bizler olalım.. Şöyle ki, sevgilinizi çok seviyorsunuz. Sevgilinizi sevdiğiniz kadar da yalandan nefret ediyorsunuz. Yani sevgilinize karşı tutumunuz olumlu, yalana karşı tutumunuz ise olumsuzdur. Bir gün sevgilinizin bir yalanını yakalıyorsunuz. Bu sizin zihninizde şöyle bir karşılık bulur: Yalan ile sevgiliniz arasında bir bağ oluşur ve bu zihninizde bir dengesizliğe yol açar. Çünkü sevdiğiniz bir insan sevmediğiniz bir davranışta bulunmuştur. Peki bu dengesizlik nasıl aşılacak?
Aslında iki yol var bunu aşmak için. Ya sevgilinize karşı olan tutumunuzu değiştireceksiniz ve ona karşı olan hislerinizi azaltacaksınız veya yalana karşı olan nefretinizi kısıp, biraz daha toleranslı olacaksınız. Ya da bir başka yolu seçip sevgilinizin zihninizde edindiği yeri ayrıştırıp onun yalan söylemeyen tarafını sevmeye devam edecek, diğer kısma karşı mesafeli olacaksınız.
Tüm bunların dışında bir yol daha var: Kendi kendinize yalan söylemek. Eğer ne sevgilinize olan sevginizden ne de yalana olan nefretinizden vazgeçemezseniz, bu sefer kendi kendinize sevgilinizin size yalan söylediğini reddederek zihninizde bilişsel dengeyi kuracaksınız.
Çıkan sonuç çok basit aslında, değil mi? İnsanlar doğaları gereği zihinlerinde ki her şeyi bir dengeye oturtmaya çalışırlar. Eğer ortada bir dengesizlik ya da çelişki olursa bundan rahatsız olur ve bazı yöntemlerle bundan kurtulmaya çalışırlar.
Gerekirse kendilerine yalan bile söylerler..
En fazla yalanı kendi kendimize söyleriz demiştim, değil mi?
Davranışlarımız mı düşüncelerimizi yoksa düşüncelerimiz mi davranışlarımızı belirler?
Artık yavaştan sona doğru geliyoruz. Verilen örnekleri iyice anladığınız takdirde bu teorinin hayata dair de çok önemli dersler verdiğini göreceksiniz. Fazla emek verdiğimiz ya da elde etmek için acılar çektiğimiz bir objeyi ya da beraber olmak için çok uğraştığımız bir kişinin neden negatif özelliklerini görmemezliğe gelerek gözümüzde tabulaştırdığımızı da gözler önüne seriyor. Örneğin dahil olmak için günler süren bir çaba ve ağır şartlarla dolu seçme sınavlarına maruz kaldığımız bir grup ya da organizasyonda, girdikten sonra ne kadar aptal insanlarla dolu olduğunu görmemize rağmen bu durumu bir türlü kabullenemeyiz. Çünkü ‘’ben bu iş çok uğraştım ve kendisine değer veren bir insanım’’ tutumu ile ‘’bu organizasyon için çok uğraştım fakat tamamen aptal insanlarla doluymuş, kendimi de aptal gibi hissediyorum’’ tutumu taban tabana zıtlık oluşturur. Zihnimizde bu durumu kendi lehine çevirebilmek için kendi kendine yalan söyler, organizasyonu pozitif görme eğilimine girer. Aynı şeyi bir ilişki içinde düşünebilirsiniz. ‘Kaçan kovalanır’ tabiri sizlere daha açıklanabilir gelecektir, eminim..
Ne kadar ilginç bir işleyişi var insan beyninin, değil mi? Kendi yalanımıza kendimiz inanıyoruz. Eğer bunu yapmazsak, bu çatışma mutlaka bir takım ruhsal problemlere dönüşüyor. İnsan, doğası gereği, tutarlı ve belirsizlikten uzak bir mental sisteme ihtiyaç duyduğu için, ortada net ve apaçık bulunan gerçeğe aykırı veya bu gerçeği tamamen reddeden bir fikri bile zihinsel denge ve sükunet adına tek gerçek olarak kabul ediyor.
Kısacası, bizler sadece düşündüğümüz gibi davranışlar sergilemiyoruz, davranışlarımız bir süre sonra düşüncelerimizi belirlemeye başlıyor..