Sıkı bir Odin hayranıydı. Bilgelik, şifa, ölüm, kraliyet, darağacı, bilgi, savaş, zafer, büyücülük, şiir, çılgınlık ve runik alfabeyle ilişkili Odin’i Ebru’dan dinlemek gerçekten keyif veriyordu. Bir süre görüşemedik. Sonradan “git-gel” bir zaman parçacığını yaşadığını uzun uzun bana anlattı.
“Sahi Ebru sen kimsin?” diye sormuştum bir sohbetimizde.
Şimdi, kimsin sen diye sorulduğunda hayata neşeli, iyimser bir bakış açısıyla bakarken kendine çok yakından bakmaya çalışan gölge yanlarına dahi teşekkür eden bir kadınım diyelim. böyle bir cevap vermişti bana.
Sonra devem etti, soluk soluğa anlatmaya:
2001 yılında çok âşık olarak evlendim gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. 2001 -2006 yılları arasında 5 yılı bomboş geçirdim. O kadar boş ki temizlik hastası olmama ramak kalmıştı, sıkıntıdan kapı önündeki paspası yıkayıp duran bir kadın olup çıkmıştım, örgü örmeyi bilmediğim halde sürekli yün ve şiş alıp bir şeyler yapmaya çalışıyordum çünkü yapacak hiçbir şeyim yoktu. Yaşlı komşularımın alışverişini yapıyor sonra da onların kısır partilerine katılıyordum.
Önce bir sanat merkezine resim öğretmeni olmak için kaydoldum, resim yapmaya başladım. Belli bir sene sonunda sınavı geçersek hoca olabiliyorduk. Ben resme devam ettim, kursa gelen bir ressam beni fark etmiş tablolarımı çok beğenmişti. Onunla iş birliği yapmaya başladık ve tabloların reprodüksiyonlarını siparişle çalışmaya başladım. Kısa bir süre sonra ressam abimizi kaybettik, atölye kapandı, ben de evde çocuk odaları için tablolar tasarlamaya başladım. İki sene çocuk odası tabloları hatta çocuk odası duvarları boyadım. Gelinler ve bebek bekleyen anneler ile çalıştım ve o yıllarda hem yapmış olduğum tasarımlar, çizimler ile hem de insanlarla dürüst etkileşimler kurarak çevre edinmeye başladım.
Sosyal medyada iyi ilişkiler ve sıkı bağlar kurulabiliyor. Bu karşılıklı dürüst davranışa ve samimiyete bağlı bir süreç ama… Ebru bu süreci iyi kullananlardan biri… Abartısız, yalın ve “neyse o” diyeceğimiz hikâyesiyle, takipçisiyle iyi ilişkiler kurmayı başardı. Instagram üzerinden kurduğu iyi ilişkiler sayesinde yeni işler alıyor, durmadan çalışıyordu. Çocuklara vakit ayırmakta zorlanıyordu. Ama iş beklemezdi. Sipariş beklemezdi. Sorumluluk terazisindeki dengeyi iyi kurmayı başarmıştı.
Ebru, senin bir ara “bride to be” tişörtü yaptığını biliyorum, kısaca anlatır mısın o süreci?
Tişörtlerin baskı olduğu yıllardı, ben de çocuk odası tablolarının yanına farklılık olması için tişört tasarımları ekledim. El emeği ürünler yeni yeni ortaya çıkmıştı, kafama göre tişört çiziyor, tasarımlar yapıyor, satıyordum. Bir gün yurtdışından gelen bir arkadaşım bana 'BRIDE TO BE tişörtü yapmanı istiyorum' dedi. Nedir o dedim?
Yurtdışında tüm gelinler hazırlık aşamasında bu tişörtleri giyiyor, Türkiye’de yok, senin çizmeni istiyorum dedi. Ona bir gelin tişörtü çizdikten ve satışa açtıktan sonra inanılmaz bir şey oldu. Bir gece telefonum çaldı ve evlilik hazırlığında olan bir genç kız 15 adet tişört istedi, 2 gün içinde hazır olmalı dedi. Nedimelerim ve ben giyerek bekarlığa veda partisi yapacağız! Şaşkınlık içinde idim. Önümde 48 saat var, mümkün değil hazırlayamam dediğimi hatırlıyorum. Telefonu kapattım bütün gece uyku tutmadı, sabah hazırlığa başladım. Tişörtü hazır edebileceğimi haber verdim ve başardım. Sonrası çok hızlı bir duyulma ve yayılma hali idi. Organizasyon firmaları bana ulaştı, hepsi benimle çalışmak istiyordu.
Birçok firmanın bekarlığa veda ürünlerini hazırlamaya başladım, gecem gündüzüm kalmadı 47 kiloya kadar düşmüştüm, yemek yiyecek vaktim yoktu. Birkaç dergide röportaj, bir iki haberde adım duyulunca bu işi biraz daha büyüttük. Kendi ofisimi açtım, ev hanımlarına iş vermeye başladım, kardeşimi, komşumu, annemi yanıma aldım ve birlikte çalışmaya başladık. Bazı ünlü isimlerin bekarlığa veda ürünlerini de hatta bebeklerinin ürünlerini hazırladım. Çok yorgun olduğumu hissettiğim bir günde ağlayarak ofisimin kapısını kapattım. Gidiyorum dedim.
Ve gerçekten de ofisin kapısını kapatıp gitti.
Nereye?
Büyükada’ya gittim dedi.
Sadece kafa dinlemek için 2 günlüğüne gittim aslında ama ikinci günün sabahında orada yaşamamız gerektiğine kadar verdik ve 3,5 yıl bomboş işsiz güçsüz kafamıza göre doğa ile baş başa yaşadık.
Ada hikayesinin devamı daha da ilginçti.
Neden o hayatı bırakıp geri geldin?
İlk seneler harikaydı. Biz 3,5 sene hiç hastalanmadık biliyor musunuz? Evimiz çam ormanının dibinde idi çünkü. Size o kokuyu tarif edemem. O sessizliği, o huzuru. Her güzelliğin bir doyumu var. ‘Bir Küçük Eylül Meselesi’ filmini izlediniz mi? Bir sabah ben de ‘Eylül’ gibi aynaya uzun uzun baktığımda gördüğüm kadını yadırgadım. Sevmedim. Astrolojide Pluto karesi diye bir transit vardır. İnsanı dönüşmeye zorlar. Bir anda tatlı olan şeylerin tatsız geldiğini fark edersiniz. Büyümeniz gerekiyordur ama alıkoyulduğunuzun farkında değilsinizdir, Pluto sizi omuzlarınızdan tutar sarsar. Adeta “kendine gelecek misin, ben mi getireyim?” der. Yenilenmeye doğru sürüklenmeniz için olur olmaz şeyler yaşarsınız. Çok komik gelecek belki size ama bahar aylarıydı, evimize bir tarla faresi dadandı önce. Hayatımda fareden korktuğum kadar korktuğum şeyler sayılıdır.
Yoksa fare yüzünden Büyükada’yı mı terk ettin? Peki nereden çıktı fare?
Sayılır... Takipçilerim bu olayı gün gün, saat saat bilirler, mesela nasıl ağladığımı, korktuğumu, psikologdan terapi aldığımı, o fareyi bulmak için neler yaptığımızı… Hem komik hem kötü günlerdi, sabah Snapchat'i açıyor akşama kadar fare maceralarımızı yayınlıyordum deliler gibi, izleniyordu… Bir sabah keyifle oturmuşum, dışarda bahar havası, şiir gibi kuş sesleri, keyfim yerinde, çayımı içip kitabımı okuyorum, ayağımın altından bir şey hızlıca geçti masanın altına girdi. Önce bir kuşun gölgesi evin içine vurdu sandım sonra aynı hızlı karaltı masa altından televizyonun altına kaçınca çığlık atarak mutfak tezgahına çıktım. Eşim, ev sahibim, bir komşu dâhil bütün gün beni sakinleştirmeye çalışıp fareyi aradılar. Yoktu.
Yakalayamadılar yani…
Ada’da pek çok kişiyle konuştuk, eve veteriner geldi, belediyeden adamlar geldi… Şimdi çok gülüyorum halime. Fareyi bulamıyorlar ama farenin kakaları her yerde... Yani biz yatınca geziyor bu hayvan belli ki. Bu arada eşim bir iki kere yüz yüze gelmiş fare ile… “Ebru, çok tatlı bir hayvan, minicik, öyle akıllı ki” diye anlattıkça ben daha fenalaştım. Ada’da konu komşu geliyor beni teselli ediyor; “Ada’da bunlar çok normal şeyler, ahşap evlerde bunlar olur, üzülmeyin, o ailesi ile birlikte köşede bir yerde yaşıyordur. Geceleri peynir, sucuk bırakın ortaya, alır gider” diyorlar. Aklımı kaçıracağım! Onu bırakın Ada’nın veteriner doktoru “yakın zamanda akrepler çıkabilir, 8 boğum akrep bile var, onu görseniz n’olcak, sakin olun lütfen” demez mi! Takipçilerim acil olarak kedi sahiplenmem gerektiğini söylediler ve acil olarak kedi sahiplendik… Kedimiz gelince ben fareyi unuttum, bir huzur geldi, bir daha da mevzusu açılmadı. Ama ben Ada’dan soğumuştum artık, bu bana yollanmış bir işaret diye düşündüm, eşim de iş için bir karaya bir adaya gitmekten yorulmuştu, geri dönmeye karar verdik.
Ebru, “O fareye minnettarım şimdi, iyi ki dönmüşüm.” dedi. Bir fare bir kedi, belki de Odin’in kardeşleriyle birlikte koruyucu gücü üzerindeydi. Pek astrolojiden anlamam ama bazı durumlarda astrolojinin dile getirdiklerini de şaşkınlıkla okuduğum olmuştu.
Ebru belki de seni İstanbul’a Odin’in atı Sleipnir getirdi, kim bilir?
Peki dönünce ne yaptın o boşluktan sonra İstanbul’un karmaşası nasıl geldi?
Boş yaşamak bana göre değilmiş bunu anladım. Çok okudum, gece gündüz durmadan okudum. Yeni ilgi alanlarım oldu, yeni insanlar tanıdım, sosyalleşmeye aç kalmış gibiydim, gece gündüz geziyor eve girmek istemiyordum. Eğitimler almaya, akademilere gitmeye başladım. İlk etapta çizim eğitimi vermeye başladım ve kendi tasarladığım ürünleri başkalarına öğretiyordum, onlara yol açmak istiyordum, bu hoşuma gidiyordu ama çok kısa sürdü çünkü korona bizi evlere kapatınca yüz yüze vermiş olduğum eğitimleri iptal ederek bu sefer tamamen kendi içime, özüme odaklandım. Online eğitimler vermek tabi mümkündü ama istemedim. O andan itibaren kendi özümü keşfetmek isteği ile manevi basamakların ilkine adım atarak yola çıktım. Çünkü aradığımın kendim olduğunu fark ettim. Bu dengesizlik ondandı.
Yorum Yazın