Bir Hamburger İçin Ne Kadar Toprak Lazım?
Tabaktaki yemeğiniz oraya nasıl geliyor? Koyunlar meralarda zıplarken neden fabrikalara sıkıştı? Endüstriyel et tüketimi ekolojiyi ve sağlığımızı nasıl etkiliyor?
Heinrich Böll Stiftung'un hazırladığı Et Atlası, Türkiye'deki durumu ele alan makalelerin de eklenmesiyle Türkçeleştirildi.
Et Atlası, dünyadaki endüstriyel et tüketimi nedeninin çevre ve topluma etkilerini veriler ve grafiklerle anlatıyor.
Atlası, Cezayir Toplantı Salonu'nda yapılan toplantıda Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği Kırsal Kalkınma Programı Koordinatörü Yonca Verdioğlu , Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Abdullah Aysu, Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Merkez'nden Bülent Şık tanıttı.
Toprağın, suyun üçte biri hayvan yemine gidiyor
Verdioğlu, bir avuç şirketin denetimindeki endüstriyel tarım nedeniyle ekolojik yıkımın yaşandığını, hayvanların acı çektiğini, küçük çiftçinin topraklarından koparıldığını, dünyanın bir yarısının obezite, diğer yarısının ise açlıkla karşı karşıya olduğunu belirtti.
Eskiden hayvanlar doğal yemlerle beslenirken şimdi yıllık buğday, çavdar, yulaf ve mısır üretiminin yüzde 40'tan fazlası hayvan yemi olarak kullanılıyor. Yani dünyada ekili alanın üçte biri bu yemlere ayrılıyor.
Yine dünyada yüzde 70'i kullanılan suyun üçte biri hayvancılığa harcanıyor.
Verdioğlu, Atlas'ın amacını endüstriyel et üretim düzenine karşı gezegeni yok etmeden, artan nüfusu besleyerek kökten değişikliğe giden alternatif yollar önermek olarak açıkladı.
Yani 'Yemek yemeyi politik bir faaliyet' olarak görerek adil, doğa dostu, küçük üreticiyi destekleyen katılımcı bir model yaratmak.
Nilay Vardar | Bianet
'Et Atlası' raporu pek iştah açıcı değil
Heinrich Böll Vakfı ve Friends of Earth tarafından yayınlanan “Et Atlası” endüstriyel et üretimi ve artan et tüketiminin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne seriyor.
Sokaklar “gurme” biftekçilerden, süpermarket dolapları hangi hayvanın eti olduğunu üzerine yazmasalar anlayamayacağımız gıdalardan geçilmez olmuş ve et kültürü dörtnala yayılmaya devam ederken, tabağımıza gelen etin çevresel ve toplumsal etkilerini inceleyip tadımızı kaçıran (!) çalışmalara bir yenisi daha eklendi. Heinrich Böll Vakfı , Friends of Earth ortaklığı ile hazırlanan rapor bizi “akşama köfte yapmadan” ve “Adana’lar iki olmadan” önce gıda tercihlerimizin dünyamıza etkileri konusunda bir kez daha düşünmeye davet ediyor.
Tabağımıza gelen gıdanın politik sonuçları var
Rapor bugüne kadar konu üzerinde yapılmış çalışmalardan çarpıcı sonuçları bir araya getiriyor ve eti nasıl üretip ne kadar tükettiğimizin sonucu olan yıkımı A’dan Z’ye, daha doğrusu tarladan midemize kadar inceliyor. BBC’ye demeç veren Heinrich Böll Vakfı başkanı Barbara Unmuessig ‘e göre rapor kimseyi suçlamayı amaçlamıyor: “Kimseye vaaz ya da ahlak dersi vermek niyetinde değiliz. Ne yediğimiz kişisel bir tercihtir. Ama tabağımıza gelen gıdanın politik sonuçları olduğunu da hatırlamak gerekli.”
Rapordaki verileri gördükten sonra ise yediklerimizin sadece “kişisel tercihten” öte anlamları ve çevremiz üzerinde yıkıcı sonuçları olduğunu görmeye başlıyoruz. Rapor, buğday, arpa, yulaf ve mısır üretiminin %40′ını, toplam tarımsal alanın %70′ini ve tatlı suyumuzun çeyreğini kullanmamıza neden olan bir sektörle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Bu oranlardaki kişisel payımızı görmemiz içinse daha somut bir örnek üzerinden, 1 kg kırmızı et için gereken kaynaklardan yola çıkıyor. 1 kg havuç üretmek için 133 lt, 1 kg domates üretmek için de 184 lt suya ihtiyaç duyulan dünyada 1 kg kırmızı et için harcadığımız su miktarı 15.455 litre.
Başka bir deyişle evlerimizde kullandığımız damacanalardan tam 813 tanesi, günde 3 litre su içtiğinizi varsayarsak 14 yıllık su ihtiyacınız kadar su sadece 1 kg et için tüketiliyor. 3,6 kg buğday ve 36 kg kaba yem de cabası. Tabii bu su hayvanlar tarafından içildiği için değil, yem ve ilaç üretiminden başlayıp tabağımızda biten yem, ilaç, kimyasal üretimi, kesim, saklama, soğutma ve ulaştırmayı da içeren sürecin bir sonucu.
Antibiyotik ve hormon kullanımı sağlığı tehdit ediyor
Raporun bu sürecin yönetimine bakan bölümü ekonomik ve toplumsal sonuçları irdeliyor. Bugün hayvancılık sektöründe egemen ilk eğilim şirket birleşmeleri ve satınalmalar neticesinde giderek az sayıda şirketin pazara hakim olması. Bu sürecin 1985-2005 yılları arasında 70 milyon küçük üreticiyi pazardan sildiğini ve üreticilikten tüketiciliğe kaydırdığını ortaya koyan rapor bu sürecin devam etmesinin yerel ekonomilerde yaratacağı yıkıma dikkat çekiyor. Et üretimi liderlerine baktığımızda pazarın büyüklüğünü görebiliyoruz: Lider konumdaki JBS firmasının cirosu 38,7 milyar dolar olarak açıklandı.
İkinci egemen eğilim ise et üretiminin yoğunlaşması, yani daha küçük alanlarda (fabrika çiftliklerde ya da tavukhanelerde) daha fazla hayvan büyütülmeye çalışılması. Bu hayvanları çok daha kötü şartlara mahkum ederken antibiyotik ve hormon kullanımını zorunlu kılarak toplum sağlığını tehdit ediyor. Süperdirençli bakterilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bu koşullar yeni salgınlara davetiye çıkartıyor.
GDO’lu gıdanın başlıca müşterisi hayvan yemi sektörü
Endüstriyel et üretimi ile bağdaştırılan bir diğer tehdit ise GDO . Glifosat türü tarım zehirlerine dirençi olacak şekilde genetiği ile oynanan soya ve mısırın başlıca müşterisi hayvan yemi sektörü. Et üretimi hem bu ürünlere olan talebi arttırdığı için çeşitli bilimsel araştırmalarda canlılar üzerindeki zararlı etkileri kanıtlanmış GDO teknolojisinin güçlenmesine neden oluyor hem de bol bol uygulanma şansı bulan glifosat zehrinin et üzerinden tüketicilere geçmesine neden olarak insan sağlığını tehdit ediyor.
Raporda mevcut üretim anlayışının biyoçeşitlilik üzerine etkilerine de yer verilmiş. “Verimli” tür arayışındaki sektör şu anda sütün %83′ünü Holstein türünden, kırmızı etin %65′ini sadece üç türden alıyor. Bu genetik çeşitliliğin azalmasına ve ait olduğu iklimsel koşullardan uzak yaşayıp zayıf düşen hayvanların üretimi için daha fazla ilaç kullanılmasına neden oluyor.
Et tüketimi iklim değişikliğini arttırıyor
Son bir paragraf da iklim için. Rapor, ürettiği sera gazları nedeniyle küresel iklim değişikliğinin en büyük aktörlerinden biri olarak kabul edilen endüstriyel hayvancılığın bu kötü şöhretini perçinliyor. Raporda kullanılan verilere göre 1 kg dana eti üretimi 27 kg CO2 eşdeğeri sera gazı salımına neden oluyor. Bir karşılaştırma yapabilmek adına bu miktar kilometrede 200 gram CO2 salan ortalama bir arabayla 135 km dolaşmak demek.
Peki çok mu et tüketiyoruz? Rapora göre evet ve bu artmaya da devam edecek. 2022 yılına kadar et talebinde %80′lik bir artış beklendiği belirtilirken bunun halihazırda baskı altında bulunan kaynaklar üzeride yıkıcı bir etki yaratabileceğinden bahsediliyor.
Yeşil Gazete