9 Soruda 22 Temmuz Operasyonu
Türkiye güne operasyon haberiyle uyandı. Gazeteci Ruşen Çakır ‘Emniyet’te Paralel Operasyon‘u kendi internet sitesinde mercek altına aldı. İşte 9 soruda 22 Temmuz operasyonu..
1) Operasyonun hedefinde kimler var?
Gelen ilk bilgilerden, Ergenekon, Balyoz, KCK, Odatv, Şike, 17 ve 25 Aralık 2013 operasyonlarında aktif görev almış polis şeflerinin gözaltına alındıkları anlaşılıyor.
2) Operasyon neden yapıldı?
Bu polis şefleri Ergenekon, Balyoz, KCK gibi soruşturmalar nedeniyle takdir edilip ödüllendirilmişlerdi. Gözden düşmelerinin esas nedeni Başbakan Erdoğan’ı, bazı bakanları, Erdoğan’ın aile fertlerini ve bazı yakın arkadaşlarını hedef alan 17-25 Aralık 2013 rüşvet/yolsuzluk soruşturmalarıdır. Son olarak, hazırlık aşamasındayken yarım kalan, iktidar partisi ile ona destek veren çok kişiyi kapsaması söz konusu olan Selam/Tevhid soruşturması da bu polis şeflerinden bazılarıyla irtibatlandırılıyor.
3) Operasyon Gülen cemaatini mi hedef alıyor?
Kesinlikle. Bu polis şeflerinin çoğu, Cemaat’in emniyet içindeki yapılanmasının kilit isimleri olarak telaffuz edilmişlerdi. Buna bağlı olarak çoğu 17-25 Aralık’tan sonra kızağa alınmıştı, bazıları da emekliye ayrılmıştı. Dolayısıyla 22 Temmuz 2014’ü Başbakan Erdoğan’ın ısrarla tekrarladığı “İnlerine gireceğiz” taahhütünün startı olarak görebiliriz.
4) Operasyon bekleniyor muydu?
Kesinlikle. Ancak zamanlama konusunda farklı tahminler yapılıyordu. 22 Temmuz’u geç bulanlar olduğu gibi, benim gibi, böylesine kapsamlı bir operasyonun cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılmasını beklemeyenler de vardı. Ancak 17-25 Aralık operasyonları sırasında İstanbul Mali Şube Müdürü olan ve daha sonra meslekten ihraç edilen Yakup Saygılı örneğinde olduğu gibi operasyonun muhatabı olan polis şeflerinden bazıları bunu neredeyse saatine kadar bildiler ve sosyal medya üzerinden alaylı bir dille duyurdular.
5) Operasyon neden Çankaya seçimleri öncesi yapıldı?
Bu konuda, özellikle Musul, Suriye, Gazze gibi zorlu gündemlerin etkisini bertaraf etme kaygısı gibi bir dizi tez ileri sürüldü, daha da sürülebilir. Ancak şurası muhakkak: AKP lideri Erdoğan 30 Mart yerel seçimleri kampanyasını, risk alarak Cemaat ile savaş temelinde inşa etti ve başarılı oldu. Buradan hareketle adaylığını açıkladığı andan itibaren de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aynı stratejiyi benimsediğini gösterdi. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan Cemaat ile savaşı kızıştırmanın zarardan çok kârı olacağını düşünüyor. Haklı olup olmadığını ancak 10 Ağustos gecesi anlayabiliriz.
6) Polis şeflerinden sonra sırada kim var?
Bu operasyonun işaretlerini bir süredir vermekte olan siyasi iktidarın medyadaki uzantıları bundan sonrası için Cemaat’in yargı içindeki yapılanmasına dikkat çekiyorlar. Eğer Erdoğan “paralel devlet” dediği yapıyı tasfiyede kararlıysa yargıya yönelmesi kaçınılmaz olacaktır. Fakat bunun polis şeflerine yönelmekten çok daha zor olacağı, özellikle uluslararası planda çok sert tepkilere yol açacağı muhakkak.
7) Cemaat’in cevap verebilecek gücü var mı?
Türkiye dahil dünyanın her yerinde bir döneme damgasını vurmuş olan siyasetçi ve bürokratların yeni bir dönem başladığında gözden düştüğü, hatta cezalandırıldığı olmuştur. Fakat bunlar genellikle siyasi iktidarın el değiştirmesiyle yaşanır. Şu an farklı bir durum yaşanıyor, dün siyasi iradenin desteğiyle bir döneme damga vurmuş olan polis şefleri bugün aynı siyasi iradenin talimatıyla gözaltına alınıyor. Buradan çıkarılacak en ciddi sonuç, Cemaat’in yakın döneminde gücünün zirveye tırmanmasını büyük ölçüde AKP iktidarının desteğine borçlu olmasıdır. Bu destek ortadan kalkınca, daha ötesi, siyasi iktidar dostken düşman olunca Cemaat’in de gücü ciddi olarak azalıyor. Yine de Cemaat’in gücünün tümüyle tükendiğini söyleyemeyiz.
8) Cemaat’in cevabı ne olabilir?
Öncelikle bir noktanın altını çizelim: gözaltına alınan herkesin tutuklanacağı, ilerde mahkum olacağı kesin değil. Kaldı ki bu tür operasyonlarla Cemaat’i emniyetten bütünüyle tasfiye etmek mümkün değil. Bununla birlikte, yakın zamana kadar emniyet-yargı-medya üçgeninde etkili hamleler yapabilen Cemaat’in bir ayağının sakatlandığı açık. Medya konusunda şöyle bir sorun var: Dün Cemaat, öncelikle kendisiyle organik ilişkisi olmayan medya kuruluşlarını sahaya sürüyordu. 17 Aralık’tan sonra bu konuda büyük ölçüde yalnızlaştı ve tüm yükün Cemaat’in kendi sırtına bindi ki bu yayın organlarının Cemaat dışındaki kesimleri etkilemeleri pek mümkün olamıyor. Geriye yargı ayağı kalıyor ki, emniyetten eskisi gibi beslenemeyen ve medyadan yeterince destek bulamayan savcı ve yargıçların hükümetle mücadele girmesi bir nevi kamikazelik olur.
9) Bu operasyonlara nasıl bakmalı, kimi tutmalı?
Hükümet ile Cemaat arasındaki iktidar savaşı bu operasyonla yeni bir safhaya vardı. Başından itibaren haklı ile haksız olanın net bir şekilde ayrıştığı bir savaşa tanık olmuyoruz. Dolayısıyla taraflardan herhangi birine mutlak bir şekilde inanmayan biri için bu savaşta taraf tutmak diye bir zorunluluk yok. Şu soruyu sormak kaçınılmaz: Cemaat 17-25 Aralık’ta rüşvet ve yolsuzluk iddiaları üzerinden hükümeti hedef almamış olsaydı bu kopuş ve savaş yaşanır mıydı, 22 Temmuz olur muydu? Düne kadar hep birlikte hareket eden Cemaat ile hükümetten herhangi biri geçmişteki hataları nedeniyle samimi ve ikna edici bir şekilde özeleştiri yapmadı, mağdur ettikleri kişilerden açıkça özür dilemedi ve onların zararlarını telafi yoluna gitmedi. “Geçmişe saplanıp kalmayın!” çağrılarına inanarak demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti savunuculuğu yapılamaz. 'Dün dündür, bugün bugün' diyenlere 'o zaman yarın da yarındır' diyebilmeliyiz.
Kaynak: rusencakir.com