onedio
Yumuktepe'de 6 Bin 500 Yıllık 'Saray' Bulundu
Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mersin'deki Yumuktepe Höyüğü'nde devam eden arkeolojik kazılarda, tarihi izleri milattan önce 4 bin 500'lü yıllara uzanan bir 'saray'ın kalıntıları bulundu Obeyt Uygarlığı'nın izlerini taşıyan sarayın ve dışındaki kaldırımın kalitesi kazı ekibini şaşırttı İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden kazı başkanı Prof. Dr. Caneva: 'Burada depo kaplar ve 200'e yakın çömlek ve kase bulundu.Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mersin'deki Yumuktepe Höyüğü'nde devam eden arkeolojik kazılarda, tarihi izleri milattan önce 4 bin 500'lü yıllara uzanan bir 'Saray'ın kalıntıları bulundu. Sarayın dışındaki kaldırımın kalitesi, kazı ekibini bile şaşırttı.Tarihi izlerinin milattan önce 7 binli yıllara uzanması ve bu dönemden 13. yüzyıla kadar kesintisiz yerleşim yeri olması nedeniyle 'Medeniyetler Beşiği' adıyla anılan merkez Toroslar ilçesi Yumuktepe Höyüğü'ndeki arkeolojik kazılar, İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsabella Caneva'nın başkanlığında devam ediyor.Caneva, kazı çalışmalarıyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarının bir aydan beri devam ettiğini, bu süreçte güzel sonuçlar elde ettiklerini söyledi.Kazıların restorasyon çerçevesinde ilerlediğini anlatan Caneva, çalışmaların milattan önce 5 binli yıllarda oluştuğu tahmin edilen kalkolitik döneme ait tabakalarda yoğunlaştığını belirtti.'Büyük ya da elit bir aile yaşıyordu'Caneva, Yumuktepe'de bir Saray kalıntısının olduğunu geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda tespit ettiklerini ifade ederek şunları anlattı:'Yeni kazılarımızda bu sarayı tam hatlarıyla ortaya çıkarabildik. Saray diyoruz çünkü büyük bir bina. Milattan önce 4 bin 500'lü yıllara, geç kalkolitik dönemine ait bir bina. O zamanlarda normal evler çok küçük, bir iki odalı, ama burada çok büyük bir salon var. Sadece büyük değil aynı zamanda kaliteli bir bina, her oda kerpiçle iyice döşenmiş. Buranın içerisinde ne var? O dönemlerde ailelerde 2-3 adet tencere, en fazla 11 tane de kase olurdu. Burada depo kaplar ve 200'e yakın çömlek ve kase bulundu. Demek ki burada yemek çok fazla insana veriliyordu. ya işçilere, ya da misafirlere veriliyordu bu yemekler. Buradakiler normal bir aile değildi, büyük bir aile ya da elit bir aileydi.'Saray kalıntılarının Mezopotamya'da çok fazla bilinen Obeyt Uygarlığı'nın izlerini yansıttığını ifade eden Caneva, 'Burası normal evlere göre daha anıtsal ve kaliteli bir şekilde yapılmış. Sarayın dışarısında iyi yapılmış bir kaldırım var. Böyle bir kaldırımı daha önce hiç görmedim, belki literatüre biraz bakarım. Ama bu kadar kaliteli bir şey olacağını beklemiyordum. O da önemli bir şey gelişme oldu' diye konuştu.Kazı tarihi 1930'lu yıllara dayanıyorAnadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden olan Yumuktepe Höyüğü'nde ilk arkeolojik kazılar İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapıldı. İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılara 1946'da yeniden başlanıp 1947'de çalışma sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlanan 'Yumuktepe Arkeolojik Kazısı' çalışmaları ise her yaz sürdürülüyor. AA
Stonehenge'in Esrarı Çözülüyor
İngiliz arkeologlar Stonehenge anıtının altındaki ve çevresindeki topraklara ait şimdiye kadarki en ayrıntılı haritayı açıkladı.Arkeologlar çok farklı cihazlarla zeminin üç metre derinliğini taradı. İlk veriler anıtın tek bir yapı olmadığını ve çevresinde 17 tapınak daha bulunduğunu gösteriyor.İngiltere'nin Wiltshere kentinde bulunan ve geçmişi milattan önce 8000 yılına kadar dayanan Stonehenge taş çemberinin tam olarak ne amaçla kullanıldığı hâlâ bilinmiyor.Elde edilen kapsamlı verilere dayanılarak Stonehenge anıtının zaman içinde nasıl değiştiğinin ortaya çıkarılması bekleniyor.Araştırmanın ortaya çıkardığı sürprizlerden biri, Durrington Walls'da bulunan ve 1,5 km. genişliğindeki 'süper anıt'ın bir parçasını oluşturan 60 kadar dev taş veya sütunun izlerinin keşfi oldu.İngiltere Bilim Festivali'nde konuşan, proje başkanı ve Birmingham Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Vincent Gaffney, 'Son dört yıldır bu hayret uyandıran anıta bakıp etrafında neler bulunduğunu anlamaya çalışıyoruz. Burası gerçekten de özel kişilerin gelebileceği, ayrıcalıklı bir yer miydi konusu, en temel soru olarak hep karşımızdaydı.' dedi.Araştırma ekibinin 12 kilometre kareyi kapsayan üç boyutlu haritası, durumun böyle olmadığını ortaya çıkardı.Araştırmacılar tüm alanı yüzeyin farklı derinliklerinde tarayabilmek için altı değişik teknik kullandı. Kullanılan cihazlar arasında mıknatıs ölçer, yer radarı ve üç boyutlu lazer tarayıcı gibi gereçler vardı.Leicester Üniversitesi araştırmacılarından Nishad Karim de, 16. yüzyıla ait Tudor mezarlarını yeniden oluştururken benzer bir yöntem kullanmıştı.Karim, BBC'ye yaptığı açıklamada 'Yeraltı Görüntüleme Cihazı ve diğer teknikler kullanılarak, toprağın derinlikleri açıkça görülebildi ve binlerce yıl önceki uygarlıkların neye benzediği keşfedildi.' dedi.Bölgedeki sayısız tümsekten birinin altında 33 metre uzunluğunda ve 6000 yıllık bir ahşap bina olduğu saptandı. Bu binanın geleneksel gömme törenlerinde ve büyük olasılıkla ölülerin kemiklerinin etten ayrılması gibi geleneklerin yerine getirilmesinde kullanıldığına inanılıyor.Araştırma ekibindeki bir diğer kurum olan Ludwig Boltzmann Enstitüsü müdürü Prof. Wolfgang Neubauer, 'Yapıda üç sıra çatı taşıyıcı direk var. 300 metrekarelik bir alana yayılmış ve hafif ikizkenar yamuk şeklinde. Bu ilginç bir nokta, zira, Avrupa kıtasında da, o dönemden 100-200 yıl önce, dev taşlarla ilişkili benzer ikizkenar yamuk yapı örnekleri görüyoruz.' dedi.Stonehenge civarındaki tümseklerde, anıtla hemen hemen aynı yaşlarda 17 dini anıt ve yapı bulunduğu belirlendi.Bütün bu ilk bulgular, araştırmacıların verileri daha derin incelemeleri ardından zamanla açığa çıkarılacak olan bölgenin karmaşık tarihine ve değişimine işaret ediyor.BBC
Kadın Heykellerin Koruduğu Mezarlar
Yunanistan'ın Amphipolis kazı alanında yapılan çalışmalarda girişini kadın heykellerin koruduğu dev bir mezar keşfedildi. İçine girilemeyen mezarın Büyük İskender'in ailesi veya generallerine ait olabileceği düşünülüyor.Selanik'in yaklaşık 105 km kuzeydoğusunda yer alan Amphipolis alanında kazı yapan arkeologlar, Büyük İskender'in yakınları veya generallerine ait olduğu düşünülen mezarlar keşfetti. Mezarların girişinde, daha önce benzeri görülmemiş iki karyatit (kadın heykeli) bulundu.Arkeologlar, Yunanistan'daki en büyük antik mezar kalıntılarını ortaya çıkarmış olabileceklerini, karyatitlerin mezarın giriş kısmında yer aldığını belirtti. Mermerden oyulmuş karyatitlerin yer aldığı bölümde, koyu kırmızı ve sarı ile boyanmış ve üzerinde geometrik şekiller yer alan bir duvarın yer aldığı bilgisi verildi.Yunanistan Kültür Bakanlığı, antik mezarlığın keşfini Cumartesi günü duyurdu. Mezarlarda yer alan karyatitlerin, mezarın ana girişinde Ağustos'ta ortaya çıkarılan iki sfenksle aynı heykeltıraşlık yöntemlerini barındırdığı belirtildi.Yunan yetkililer, mezarın ikinci girişi olarak kabul edilen alanda bulunan karyatitlerin, 'büyük önem taşıyan bir define işaret ediyor olabileceğini' ifade etti. Karyatitlerden birinin yüzünün eksik olduğu ve her ikisinin gelenlere dışarı yönlendirmek istermiş gibi kollarını öne uzatmış halde durdukları belirtildi.M.Ö 300-325 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen mezarlığın, Büyük İskender'in yakınları veya generallerine ait mezarları içerdiği düşünülüyor.Kaynak: Al Jazeera
Osmanlı Padişahlarının Tarihe Kazınmış Unutulmaz 40 Sözü
Osmanlı Hanedanı’nın sultanları 1299’dan 1922’ye kadar kıtalararası geniş bir imparatorluğa hükmetmiştir. 623 yıl yaşamış bu İmparatorluk, sayısız bilge Padişah tarafından yönetilmiştir. İşte sizin için derlediğimiz bir kaç iz bırakmış Osmanlı Padişahlarının tarihi sözleri.
Reklam
Osmanlı Arması ve Sembollerinin Anlamı Nedir?
Arma kimliği anlatan, bir işarettir. Resimler, harfler ve şekillerden oluşur. Bir devleti, hanedanı ya da şehri anlatır. Devletlerin insanları tarafından benimsenen armaları vardır.1- Tuğranın etrafındaki güneş motifi, padişahın güneşe benzetilmesinden ileri gelir2- II. Abdülhamit’in tuğrası3- Sorguçlu serpuş: Osman gaziyi ve tahtı temsil eder4- Yeşil Hilafet sancağı5- Süngülü tüfek: Nizam-ı Ceditle birlikte Osmanlı ordusunun asıl silahı olmuştur6- Çift taraflı teber7- Toplu tabanca8- Terazi: şeşper ve asaya asılıdır, adaleti temsil eder.9- (Üstte) Kuran-ı Kerim. (Altta) Kanunnameler.10- Nışan-ı al-i imtiyaz: Devlet adına faydalı işlerde bulunmuş ilim adamları, idareci ve askerlere veriliyordu.11- Nışan-ı Osmani: Sultan Abdülaziz Han tarafından 1862′de ihdas edilmiş olup, devlet hizmetinde üstün başarı sağlayanlara verilirdi.12- Asa ve şeşper13- Çapa, Osmanlı denizciliğini temsil eder.14- Bereket boynuzu15- Nışan-ı iftihar16- Yay17- Mecidi nişanı18- Borazan, modern mızıka takımının kullandığı çalgı aletidir19- Şefkat nışanı, 1878′de II. Abdülhamit Han tarafından ihdas edilmiş olup; savaş zamanında, büyük afetlerde devlete, millete hizmet eden kadınlara verilirdi.20- Top gülleleri (Bazı armalarda bulunmuyor.)21- Kılıç22- Top, topçu ocaklarını temsil eder.23- El siperlikli tören kılıcı: bu kılıç klasik Türk kılıcı olmayıp, o devirdeki subaylar tarafından kullanılırdı.24- Mızrak.25- Çift taraflı teber, orduda üst düzey görevliler tarafından üstünlük sembolü olarak kullanılmıştır.26- Tek taraflı teber (balta)27- Bayrak28- Osmanlı sancağı29- Mızrak: Son dönem mızraklı süvari alaylarını remzeder30- Kalkan, Ortasında stilize edilmiş bir güneş motifi var. 12 yıldız: Rivayete göre bu 12 yıldız 12 burcu temsil eder…Sosyalbilgilerin
Reklam
Dizi İçin Meryem Ana Kilisesi'ni Ayakta Tutan Demirleri Kestiler
‘Bazı emanetler yürekte taşınır’ sloganıyla Fox TV’de yayına başlayan Emanet dizisinin çekildiği tarihi Meryem Ana Kilisesi’ni ayakta tutan demir gergiler kesildi. Kapadokyalılar suç duyurusunda bulundu; yapım şirketi ise iddiayı yalanlıyorNevşehir'de 1849 yılında inşa edilen Meryem Ana Kilisesi'nde sütunları birbirine bağlayan, bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan yapının ayakta durması için hayati önem taşıyan 2 gergi demir kesildi. Demirlerin, fox tv’de başlayan 'Emanet' dizisi ekibince daha rahat çekim yapabilmek için kesildiği öne sürülüyor; yapım şirketi iddiayı yalanlıyor.Kapadokya’da, 1924’teki mübadelede gönderilen Rumlardan kalan tarihi kilise, kültür varlığı olarak tescil edilmesine rağmen restorasyon bir türlü başlatılmadığı için yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Adını duvarlarındaki Hz. Meryem'in ölümünün (Koimesis) tasvir edildiği mozaiklerden alan kilise, Rumların gönderilmesinden sonra 1950-1983 yılları arasında Nevşehir cezaevi olarak kullanıldı. 1983 yılında boşaltılan kilise, 1986 yılında Milli emlak Müdürlüğü tarafından kültürel faaliyetlerde kullanılmak şartıyla Nevşehir Belediyesi'ne tahsis edildi. O günden beri restore edilmeyen ve kaderine terk edilen kilisede, geçen haftalarda Fox Tv'de yayınlanacak ‘Emanet’ dizisinin çekimleri yapıldı. İddialara göre çekim ekibi, kilise içerisine yerleştirilemeyen kameraları gerekçe göstererek yapının sütunlarını birbirine bağlayan iki gergi demirini kesti. Kesilen demirler kilise içine bırakıldı.Meryem Ana Kilisesi’ni ayakta tutan sütunların arasındaki demir gergiler kesildi.Demir gergilerin dikkatlice kesildiği görülüyor.‘Babalarının çiftliği mi?’Savcılığa suç duyurusunda bulunan Kapadokya Tarih Kültür Araştırma ve Koruma Derneği Başkanı Mükremin Tokmak, 'Demirlerden ikisi elektriğin olmadığı bir yerde 'spiral' kullanılarak kesilmiş. Demirlerin dışarı çıkarılmamış olması hırsızlık ihtimalini düşürüyor' dedi. Tokmak, dizi çekimleriyle ilgili ise 'Kapadokya'yı babalarının çiftliği gibi kullanıyorlar. Bu demirlerin kesilmesi durumunda çatı, çok ağır olduğundan mutlaka çöker. Müze Müdürlüğü 'Biz karışamayız' diyor. Bakanlık kiliseyi belediyeye tahsis etmiş ki belediye ise bu bölgede bulunan 3 bin adet eski Rum evlerini kentsel dönüşüm adı altında yıktı. Tahribat çok büyük' diye konuştu.Kilisenin yapısını iyi bilen Nevşehirli restorasyon uzmanı mimar Doğan Onur Araz da kilisede kesilen gergi demirlerinin yapının ayakta durabilmesi için hayati önem taşıdığını belirtti.‘Zaten harabe’ymiş!Dizinin yapımcılığını yürüten Gold Yapım Şirketi yetkilileri ise iddiaların gerçeği yansıtmadığını söyledi. Yapım şirketi yetkililerinden Ahsen Tüzün, ekiplerinin tarihi yapılarda son derece titizlikle çalıştığını belirterek 'Kilisede birkaç kez çekim yaptık. Zaten oldukça bakımsız ve harabeyi andıran bir yapı. Tarihi mekânlarda herhangi bir çivi dahi çakmadan, sanat tarihçileriyle çalışıyoruz. Bizle ilgili bir durum değil. Zaten savcılıkta da bu yönde ifade kullandık' diye konuştu.Dizinin sahnelerinden birinde de demir gerginin yerinde yeller esiyor.Herkes topu birbirine attıMeryem Ana Kilisesi'nin mülkiyeti hazineye ait. 1996 yılında Nevşehir Belediyesi'ne tahsis edilen kilisede 2003 yılında restorasyon çalışmaları başladı ancak bugüne kadar kurul onayına sunulmadı. Tokmak, kurumların topu sürekli birbirlerine attığını belirterek “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü, yapı hakkında tüm sorumluluğun belediyeye ait söylüyor. Herkes topu birbirine atıyor' dedi. Yapı ile ilgili bilgi veren Nevşehir Belediyesi, çalışmaların kısa zamanda başlayacağını söylese de içinden çıkılamaz hal alan restorasyon süreci binanın günden güne çökmesine neden oluyor.Kilisenin cezaevi olarak kullanıldığı dönemde yönetmen Yılmaz Güney, yazar Kemal Tahir tutuklu kalmıştı. Kilisede daha önce de Türkan Şoray ve Hakan Balamir’in oynadığı 1973 yılı yapımı Mahspus filmi çekilmişti.Arif Balkan / Milliyet
Urla'da 4 Bin Yıllık Batık Heyecanı
İzmir'in Urla ilçesinde Akdeniz'in en eski batıklarından biri olduğu değerlendirilen 4 bin yıllık batıkta ön çalışma devam ediyor.İzmir'in Urla ilçesinde gerçekleştirilen su altı kazılarında çeşitli dönemlerine ait çok sayıda batık saptandı. 4 bin yıllık olduğu tahmin edilen ve ön çalışması yapılan bir batığın, Akdeniz'de saptanmış en eski batıklardan biri olabileceği bildirildi.Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin (ANKÜSAM) Urla İskele'deki kampüsünde yoğun bir kazı sezonu yaşanıyor. Türkiye'nin su altında devam eden ender kazı alanlarından olan bölgede kara kazılarından daha fazla miktarda bulgu ve eser su üstüne çıkarılarak müzelerin yolunu tutuyor.Antik Klozemenai kentinin deniz altında kalan bölümü olan Limantepe Kazıları'na başkanlık eden Prof. Dr. Hayat Erkanal, M.Ö. 7'nci yüzyıldan kalma limanın tabanını açığa çıkarmak üzere çalışmaların devam ettiğini ifade etti.ANKÜSAM'ın yöneticiliğini de yürüten Prof. Dr. Erkanal, çok geniş bir alana kurulu olduğu tespit edilen kente ilişkin kazı çalışmasının yanında bölgenin deniz haritasının çıkarılması için çalışma yaptıklarını, dünya denizcilik tarihi açısından çok önemli bulgulara sahip bölgenin bir deneysel arkeoloji merkezi olması için de proje yürüttüklerini anlattı.Tarihi MÖ 6500 yıllarına dayanan kentin 8'inci yüzyılda yaşanan bir depremle su altında kaldığını aktaran Erkanal, kuruluşundan bu yana bir liman kenti olan Klozemenai'nin çeşitli dönemlere ait çok sayıda batığa ev sahipliği yaptığına dikkati çekti.Limantepe'de 17. yüzyıl Osmanlı teknelerinin yanında MÖ 2 binli yıllara ait teknelerin de saptandığını anlatan Erkanal, bulunan bir batığın ise 4 bin yıllık olduğunun tahmin edildiğini kaydetti.Batığın içinde bulunan malzemelerde bakarak tahminleme yaptıklarını, hangi döneme ait olduğu ve özelliklerinin belirlenmesi konusundaki çalışmanın devam ettiğini vurgulayan Erkanal, 'Batığın 4 bin yıllık olduğunun kesinleşmesi halinde arkeoloji açısından önemli bir bulguya da ulaşmış olacağız. Kaş açıklarından çıkarılarak Bodrum'da sergilenen Uluburun, 3 bin 500 yıllık. Mısır'da bulunan ve Uluburun'dan 150 yıl daha eski olduğu ifade edilen kadın firavun Hatşepsut dönemine ait bir batık daha var. Bulduğumuz batık üzerindeki çalışmalar, tahminlerimizi kesinleştirirse bu batıklardan daha önceki yıllara ait, Akdeniz'in en eski batığına ulaşmış olacağız' diye konuştu.'Batıkları çıkaracağız'Deniz altında çıkarılan batıkların tuzdan ayrıştırılmadığı taktirde parçalandığını, bu nedenle özel laboratuvar işlemlerinin yapılmasının gerektiğine değinen Erkanal, ANKÜSEM bünyesinde Urla'da açılan Mustafa Vehbi Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi ve Arkeoparkı'nda daha geniş restorasyon ve konservasyon laboratuvarlarlarına sahip olduklarını bildirdi.Batıkların çıkarılması noktasında çalışma yapabilecek duruma geldiklerini aktaran Erkanal, sözlerini şöyle sürdürdü:'Batıkların çıkarılması konusunda önceliğimiz Türk tarihinde önemli bir eksiklik olan bir Osmanlı gemisinin çıkarılarak sergilenmesi olacak. Bir dönem Akdeniz'e hükmetmiş bir deniz gücünü göstereceğimiz tek bir örneğin olmaması büyük eksiklik. Limantepe'de saptadığımız birkaç Osmanlı dönemi batığı var. Örneğin hemen limana dayalı durumda olan bir Osmanlı savaş teknesi var. Henüz hangi batığın çıkarılacağı belli değil. Bir batığın çıkarılması 7-8 yılı alan bir süreç. Önümüzdeki yıl muhtemelen böyle bir çalışmaya başlamış olacağız.'AA
Reklam
Bursa'da 8 Bin 400 Yıllık Ayak İzleri Bulundu
Yenişehir ilçesindeki Barcın Höyüğü kazılarında 'Taş Devri' olarak nitelendirilen Neolitik döneme ait, MÖ 6 bin 400 yılına tarihlendirilen yetişkine ait bir çift ayak izi bulundu. Kazı ekibinde görevli Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Rana Özbal, AA muhabirine, Barcın Höyüğü'nde Kültür ve Turizm Bakanlığının onayıyla Hollanda Araştırma Enstitüsü koordinatörlüğünde 2007 yılından bu yana kazı yaptıklarını söyledi. Özbal, bölgenin en eskisi olduğu bilinen höyükteki yerleşimin 8 bin 600 yıl öncesine uzandığına dikkati çekerek, 'Höyükte evler bitişik yapılmış. Buraya has bir düzen. Tabakalanmanın alt seviyelerinde çanak çömleklerde birtakım farklılıklar gördük. Bunlar da bize bu bölgede çanak çömleğin doğmaya başladığını gösterdi. Bu da Marmara için bilmediğimiz bir şey olduğundan yeni veriler sağlayan bir durum' ifadesini kullandı. Ayak izleri, MÖ 6 bin 450 yılına tarihlendirildi Höyükteki evin birinde bir çift iki ayak izi bulduklarını aktaran Özbal, bunun nasıl oluştuğunu araştırdıklarını dile getirdi. İzlerin, evin çıkışında yer aldığı bilgisini veren Özbal, şöyle devam etti: 'Evin zeminini ilk önce sıvamışlar. Çok güzel, saman katkılı, düzgün sıva katmanı vardı. Bu sıvayı ahşap kalasların üzerinde de bulduk. Onun üzerine sıva yaptıktan sonra sıva hala yaşken bastıkları zaman ayak izleri oluşmuş. Bu, sıvanın alt tabakası oluyor. Üst tabaka da tekrar sıvandıktan sonra ev yanmış. Bu sayede de izler korunmuş. Yani iki tabaka var. Alt tabakada izler, üst tabakada tekrar sıva var. 'Belki de izlerden dolayı zemin bozuldu' diye tekrar sıvamışlar. Onun üzerinden de belli süre geçtikten sonra ev yanmış. O sayede de izler bugüne ulaşmış. Ayak izi, radyokarbon tahminlerine göre MÖ 6 bin 450 yılına denk geliyor. Yuvarlarsak '6 bin 400' diyebiliriz.' Marmaray'ın inşası sırasında Yenikapı kazılarında da çok sayıda ayak izleri çıktığını hatırlatan Özbal, Yenişehir'dekilerin bundan daha önce oluştuğunu tahmin ettiklerine değindi. Özbal, 'Marmara Bölgesi için konuşacak olursak Neolitik dönem için en eskisi burada' değerlendirmesinde bulundu. İzler, yangın nedeniyle pişerek sertleşmiş Türkiye'deki bazı arkeolojik alanlarda görev yapan Konservasyon Uzmanı Evren Kıvançer de Barcın Höyüğü'ndeki izlerle ilgili çalıştığını belirtti. Bu izlerin, kazı alanında tutulamayacağını vurgulayan Kıvançer, 'Eser konumuna getirebilmemiz için o ayak izlerini kazı alanından alıp stabil hale getirmemiz gerekiyordu. Öncelikle izlerin bulunduğu koşullar bizim için çok önemliydi. Çıkan izler, yangın tahribatı sonucunda pişmiş ve sertleşmişti. Bu durum işimizi kolaylaştırdı' diye konuştu. Kıvançer, izlere dokunduğunda, sağlamlaştırmak ve stabil hale getirmenin mümkün olduğunu anladığını aktardı. Önce alt yüzeyden başlayarak küçük kazıma işlemleriyle, daha sonra sabitleyerek sağlamlaştırdıklarına işaret eden Kıvançer, şu bilgiyi paylaştı: 'Eseri, arazide güçlendirdik. Sağlamlaştırma işlemi bittikten sonra arazide silikonla izlerin kalıbını aldık. Bu arada eserimizin altından bazı buluntular, kemik eserler ve bazı objeler çıktı. Onları da yavaş yavaş çok küçük hareketlerle alt kısımdan çıkardık. Bütün bu işlemler 4-5 gün sürdü. Bu, bizim için oldukça yavaş bir süreçti. İzlerin bulunduğu bölgeyi pasta dilimi gibi keserek ve altına metal plaka sürerek çıkardık ve üzerindeki kalıpla laboratuvarımıza getirdik. Laboratuvarda da sağlamlaştırma işlemlerini geliştirdik, kenarlarını birtakım malzemeler ve harçla destekledik. Bu sayede eser müzede sergileninceye kadar korunacak.' Daha önce benzeri eser üzerinde çalışmadığını, buluntunun anı belgelediğine dikkati çeken Kıvançer, izlerle ilgili bilimsel çalışma yapılabileceğini söyledi. Kıvançer, 'Uzmanların araştırmalarıyla boy, ağırlık hatta cinsiyete varıncaya kadar açılımları olabilecek bir eser' diyerek, 'Bu eser, diğerlerinden farklı olarak mevcut alanının içinde bulunuyor ve mevcut koşulları stabilize edilerek oradan kaldırılıyor. Çok nadir karşılaşabilecek, özgün, özel bir durum oldu. Bunun gelecek nesillere aktarılmaması için artık hiçbir sebep yok' bilgisini verdi.AA
Türk Tarihinde Ağustos Ayında Gerçekleşmiş 12 Önemli Askeri Olay
26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, 'Türklere Anadolu'nun kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş' olarak bilinir.
Bir Belge de Nazımiye Nüfus Müdürlüğü'nden
Bugün size Ordu tarafından yine 1938’de yapılan, ama bu sefer 54 + 1 = 55 kişilik başka bir aile katliamının çok daha yeni bir belgesini sunmak istiyorum: Nazımiye Nüfus Müdürlüğü tarafından imzalanıp kırmızıyla mühürlenmiş bir nüfus kayıt örneği. Bu hafta içinde, Dersim’le ilgili çok önemli iki haber çıktı, gördünüz mü? “1938 askerî harekatı” sırasında Hozat’a bağlı Karabakır (Bargini) Köyü Saka Sure mevkiinde kadın-çocuk dahil 2 aileden 24 kişinin topluca öldürülmesi hakkındaydı. 1) Yakınlarının 1938’de topluca öldürüldükleri mahalde anıtmezar yapmak isteyen köylüler kemiklere rastlayınca Hozat Cumhuriyet Başsavcılığı ’na başvurup ayrıntılı inceleme talep ediyorlar. Ama aldıkları cevap, Türk adliyesinin yıllardır verdiği cevaptır: “Bunlar 1938’de ölmüştür, zaman aşımı vardır ”. Bunun üzerine başvurdukları Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi ilk defa hukuka uygun, çok farklı, çok insanca bir şey yapıyor. tarihli kararında özetle iki şey söylüyor: 1) Gerekli teknik-bilimsel inceleme yapılmadan ölüm tarihlerine karar verilemez; 2) Bu ret kararı Anayasa’ya, kanunlara, uluslararası hukuka aykırıdır. “Elimizde tarihli bir mahkeme kararı bulunmaktadır. tarihli olayda ana-babası kurşuna dizilerek öldürülen Rane adlı kadının veraset ilamı için mahkemeye yaptığı başvuru üzerine Hozat Asliye Ceza Mahkemesi ’nin verdiği bu kararda, insanlarımızın askerî harekât sırasında kurşuna dizilerek öldürülmeleri hakkında, ‘Harakatı [Harekât-ı] Askeriyede imha edilmek suretiyle’ tabiri kullanılmıştır”. 1937 ve 38, Dersim’de katliamdan geçilmeyen yıllar. Defalarca yazdım, isyan misyan olmadığı halde Ordu saldırıyor ( link ) ( link ). Amaç, “Dersim’i medeniyete kazandırmak”. Portekiz ve Fransa buna 1870’lerden itibaren “ mission civilisatrice ”i (uygarlaştırma görevi) demişlerdi. Konumuzdan uzaklaşmayalım. Bugün size Ordu tarafından yine 1938’de yapılan, ama bu sefer 54 + 1 = 55 kişilik başka bir aile katliamının çok daha yeni bir belgesini sunmak istiyorum: Nazımiye Nüfus Müdürlüğü tarafından imzalanıp kırmızıyla mühürlenmiş bir nüfus kayıt örneği. Fotokopisini ekte gördüğünüz bu belgeyi bana veren Kazım Arık dostum, 1938’de katledilen o ailenin reisi Bertal Efendi’nin, o sırada evli olup aile dışında bulunmak sayesinde katliamdan kurtulan kızı Azime’nin (Ezima) oğlu. Yani Bertal Efendi’nin torunu. Nasıl Rane Kadın veraset için deyip belge aldıysa, Kazım Bey de kadastro için deyip başvuruyor, mecburen veriyorlar. Zaten, belgenin ikinci sayfasının sol alt köşesinde yazıyor: “ İşbu nüfus kayıt örneği kadostro iş [kadastro işinde] ibraz edilmek üzere düzenlenmiş olup başka amaçla kullanılamaz ”. Katliamı nasıl kanıtlıyor? Doğumlarını gün/ay/yıl olarak verdiği bir dizi aile ferdinin ölüm tarihlerini sadece yıl olarak vererek 0/0/1938 . Ama önce olayın hikayesi anlatayım. Olay, Dersim’in Nazımiye (Kızıl Kilise) ilçesine bağlı 2.000 m. rakımlı dağ köyü Cıvrak ’ta geçiyor. Ailenin reisi, Bertal Efendi. Okumuş kişilere Dersim’de “Efendi” diyorlar. O dönemde çok nadir bir şey yapmış, Rüştiye (orta okul) okumuş. Çocuklarının da okur-yazar olmasına önem veriyor.1934’te verilen soyadı: Tanrıverdi. Bertal Efendi Askeriye’nin yem işinin de (at, katır, eşek) müteahhidi. Lider nitelikli bir adam. Oranın devlet ricaliyle dostluklar kurmuş. 1935 Tunceli Kanunu’nun 1. Maddesi gereği atanmış askerî vali Korkomutan Abdullah Alpdoğan Nazımiye’ye gelince halk onu öne sürüyor sorulara cevap vermesi için. Korkomutan aldığı cevapları yaverine not ettiriyor. 1938 Ağustos başında Bertal Efendi yem bedelini almaya gidiyor, Yüzbaşı Çetin Bey diyor ki: “ Sana kötü haberim var. Bütün aileyi sürgün için Elazığ’a göndermem gerekiyor. Benim yapabileceğim bir şey yok. Emir böyle.” Bertal Efendi şaşkınlıktan çarpılıyor, itiraz edeyim diyor, ama yapacak hakikaten bir şey yok. Neticede, “O zaman ben köye gideyim aileyi toplayayım” diyor. “Gerek yok”, diyor Yüzbaşı. “Sen bir pusula yaz, gelsinler”. Mecburen öyle yapılıyor. Annesi Zarife Hanım (Dakoye) çok yaşlı olduğu için evde bırakılacak, herkes yükte hafif pahada ağır şeyleri alıp gelecek. Yüzbaşı yine diyor: “Bertal Efendi, görüyorum canın sıkkın. Seni birkaç askerle köyüne göndereyim”. “Çok iyi olur” diyor Bertal Efendi. “Ama askerlere gerek yok; buralarda beni herkes tanır, bir sıkıntım olmaz”. Ama Yüzbaşı ısrarlı. Yola çıkıyorlar. Bütün bu konuşmalar orada bulunan Mehmet Beyazgül’ün tanıklığıyla sabit. Nazımiye kışla inşaatında çalışan Usife Kurize’nin anlattığına göre, kafile geçtikten bir süre sonra Nazımiye’ye 3 km mesafedeki Kevle Kıslı denilen yerden silah sesleri geliyor. Gidip gözetliyorlar ve geçen askerlerin terkilerindeki kazma küreklerin hikmeti anlaşılıyor… Pusula ulaşınca aile mecburen toparlanıyor. Askerî müfrezenin nezaretinde yola düzülüyor. Askerler yolda hepsini kurşuna diziyor ve cesetlerini yakıyor. Köye koşup anlatan: Yanlarında işlerine yardımcı olan, aileden olmayan Mela Kali adlı kadın. Kurtulan yok. Bertal Efendi’nin oğlu Aziz’i de, Mazgirt’te hayvan yemi teminiyle meşgulken izini sürüp öldürüyorlar. Sadece, evli oldukları için ayrı evleri olan bazı kızları (Pelgüzar, Ağze, Zöhre, Ezima), Bingöl’de bulunan “Küçük Bertal” denilen oğlan, İstanbul’da bulunan oğulları Memik, bir de askerdeki oğlan Mustafa kurtuluyor. 1915’te askerde olan Ermeniler de kurtulmuştu … Katledilenler Bertal Efendi’yle birlikte toplam 54 kişiyi buluyor. Peki, “+1 ” kim? Haberi duyunca kendini asan yaşlı büyükanne Zarife Hanım (Dakoye). Dostum Kazım Arık’ın kadastro deyip aldığı nüfus kaydından okuyoruz: … … Belgede göreceksiniz. Böyle gidiyor. Bütün aile sanki depremde ölmüş. Ölenlerin toplamı, alınan nüfus kaydında 54 kişi değil. Çünkü Nüfus Müdürlüğü Kazım Arık’a sadece mirasçısı olduğu kişilerin kaydını vermeyi kabul ediyor. Kazım Bey nüfus kaydını alamadıklarının mirasçılarını bulup yolluyor alsınlar diye, Nüfus’tan cevap: “ Biz o kayıtları artık Ankara’ya gönderdik, oradan sorun ”. Ankara uyanmış . Daha doğrusu, Dersimlileri uyutmaya devam ediyor. Kazım Bey 13.08.2012′de TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanlığı’na APS’yle bir dilekçe yolluyor, bugüne kadar cevap alamıyor. Ordu’nun yem müteahhidini ve tüm ailesini niye öldürüyorsun? Bunun cevabı, Dersim Harekatı başlamadan Mareşal Fevzi Çakmak’ın ettiği şu sözlerde: “ Bunların cahiliyle baş edemiyoruz, bir de okumuşunu düşünün ”. Rejim, Kürt’ün okumuşundan korkuyor. (Bugün AKP’nin Batı kültürü almışlardan korktuğu gibi) . Devlet’in sadece Bertan Efendi’yi değil, okuttuğu için bütün ailesini öldürtmesi de bundan. Bütün bunları çekmiş, atasını henüz toprağa verememiş insanlara dil dersi imkanı falan sağlayarak Kürt Meselesi’ni halletmek gibi şeyleri de, Allah kısmet ederse, nasılsınız inşallah, gelecek hafta konuşuruz… Not : Olayın öyküsünü Kazım Arık’tan dinledim. Elimde öldürülenlerin listesi ve TBMM’ye yollanmış dilekçe de var. İsteyen, olayı şu kaynaklardan da okuyabilir: Aziz Akgül, Cıvrak , İstanbul, Peri Yayınları, 2004, s. 169-170 ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim görevlisi dostum Şükrü Aslan (der.), Herkesin Bildiği Sır: Dersim , İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 468-479. Baskın Oran – AGOS BELGELER
Reklam
Osmanlıda 10 Güzel Adet
Kübera arasında her türlü süs eşyasına gösterilen rağbet bir zamanlar aşırı bir düşkünlük ve iptila derecesine kadar varmıştı. Bu isteklere uyarak kullanılan kahve fincan zarflarının da birçok çeşidi yapılmış ve çok pahalıya satılan cinsleri ortaya çıkmıştır. Küberadan kimseler akranlarında gördüklerine kendilerinin de sahip olabilmelerini bir haysiyet meselesi yaptıklarından bunların aynını tedarik etmek âdeta bir mecburiyet haline gelmişti. Bunlar birçok söylentilere yol açmaktaydı. Bir kısmı da akranına üstün gelebilmek için yeni bir şeyler yapmaya kalkışmış ve bu suretle ortada her şeyin pek çok nevi çoğalmıştır. Bu gibi eşya bir taraftan zerafetin, bir taraftan da servetin bir deliliydi.Kahve fincan zarflarının eskiden mevcut olan nevileri şunlardır: Altın üzerine mine ve mücevherli, altın ve çiçekli mineli, sırf altından üzeri oyma çiçekli, gümüş ve üzeri oyma çiçekli, Manastır ve Prizrenkâri gümüş tel örme, yıldız taşından, yeşim taşından, kan taşından, Gergedan boynuzundan, abanozdan üzeri gümüş kakmalı, safi abanozdan, Saksonyadan, tombak denen, altı bakır üstü altın yaldız kaplamalı ve kabartma çiçekli cinsleri, kuka denilen ağaçtan, ödağacından, bakırdan üzeri soğuk mineli.Adi dökme pirinçten yapılmış olanlar yanı sıra murassa ve mineli tarafların içine ufak boyda mızıka konmuş, kahve içildiği zaman altındaki düğmesi çevrilip kurulan ve elde tutulduğu sırada mızıka çalan cinsleri de vardı. Böyle değerli zarfların minelileri daima çift çift alınır, satılırdı.Kahve fincanlarına gelince en makbulu eski madenden, Saksonyadan düz beyaz veya beyaz üstüne çiçekli, kahverengi ve devetüyü renginde olanlardı. Zehir tutmaz diye meşhur Gergedan boynuzundan, billûrdan fincanlar da vardır. Adi kahve fincanlarını da bu arada eklemek lazımdır.
Reklam
Yok Olmadan Önce Görmeniz Gereken 10 Yer
Barındırdığı yaklaşık %35 tuz oranıyla, Dünya’nın en tuzlu gölü olan Ölü Deniz’ bu sebeple su üzerinde kendiliğinden kalabilmektesiniz. Bu gölün küresel ısınma ve bazı endüstrileşmeler sebebiyle önümüzdeki 50 yıl içerisinde yok olacağını biliyor muydunuz? Artık bu gölden çıkartılan Magnezium, Potasyum, Bromin ve Sülfat gibi çok değerli maddeleri bulamayacağız.
Muş Kilisesi Yıkıma Direniyor
Muş’un tarihi Kale Mahallesi’nin kentsel dönüşüm alanı ilanı edilmesiyle birlikte, Ermeni Kilisesi’nin yıkılabileceği gündeme geldi. Muş Belediyesi, kilisenin bulunduğu arazinin kamulaştırılmasını isterken kilise arazisinin sahipleri, kamulaştırma kararına karşı dava açtı. Muş’un en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve Ermenilerin soykırım öncesinde uzun yıllar yaşadığı Kale Mahallesi’nde, kentsel dönüşüm süreci devam ediyor. Mahallede bulunan ve şu anda kullanılmaz durumda olan Ermeni Kilisesi de kentsel dönüşüm çerçevesinde gündeme gelen yıkım sürecine direniyor. Muş Belediyesi TOKİ’yle yaptığı anlaşma sonrasında, Bakanlar Kurulu kararıyla mahalleyi kentsel dönüşüm alanı ilan etmişti. Agos’un tarihi mahallenin yıkılmak istenmesini kamuoyunun dikkatine sunmasından sonra, mahallede bir ev ve Ermeni Kilisesi, Muş’un bağlı bulunduğu Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenmişti. Ancak belediye, bu arada kilise için kamulaştırma davası açtı ve davayı kazandı. Agos gazetesinden Uygar Gültekin'in haberine göre, Yapılan itirazlar sonrasında ise Muş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, kamulaştırmaya tedbir kararı koydu. Van İdare Mahkemesi’ne ise kamulaştırmanın iptali için dava açıldı. Tarihi kilise, şimdilerde de yıkıma karşı direniyor. Muş Meryem Ana Ermeni Kilisesi, 1958 yılında kadar kamu mülküydü. 1958’de İl Özel İdaresi açık arttırmayla kilisenin bulunduğu araziyi sattı ve arazi, 1958’den itibaren Söylemez Ailesi’ne geçti. Cemaatsiz kalan kilise, yıllar içinde bakımsızlıktan çürüdü ve çatısı çöktü. Tarihi yapının şu an sadece dört duvarı ayakta. Kilisenin bulunduğu Kale Mahallesi, 21 Ekim 2012’de Bakanlar Kurulu kararıyla kentsel dönüşüm alanı ilanı edildi. TOKİ ile belediye arasında 2 Temmuz tarihinde imzalanan protokolle, 11 hektarlık alan için kentsel dönüşüm süreci işlemeye başladı. Belediye, konut sahipleriyle anlaşmaya vardı. Anlaşmaya varamadığı yerler için ise kamulaştırma yoluna gitti. Muş Belediyesi, Muş 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açtığı davada Kale Mahallesi’nde yürütülen kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında inşa edilecek kalıcı konut ve sosyal donatı sahalarıyla ilgili projelerin uygulanması için, kilisenin bulunduğu arazinin kamulaştırılmasını istedi. Belediye, Bakanlar Kurulu’nun aldığı karara da dikkat çekti. Kamulaştırma kararının ardından kilise arazisinin sahipleri, kamulaştırma kararına karşı dava açtı. Muş Asliye Hukuk Mahkemesi, kamulaştırma kararına tedbir koydu. Karar uyarınca kilise üzerinde hiçbir işlem yapılmayacak. Aile, ayrıca Van İdare Mahkemesi’ne kamulaştırma kararının iptali için dava açtı.Uygar Gültekin | Agos
Reklam