“Ya hu sen nasıl bir adamsın, tüh rezil. Mahalledeki kedi besleme noktasının ne iyi fikir olduğu mudur senin dağarcığındaki en yaratıcı konu başlığı”. E fıkra mı anlatsaydım yani; bu kafayla onu da beceremezdim ya. Başlangıçta karşımdakinden sıkılıyordum, şimdi durum daha beterdi, kendimden sıkılmaya başlamıştım. Allah’ım, kurtulmam lazımdı. Saate baktım yeniden, bu sefer çaktırarak, “oooo amma da olmuş, kalksak mı” aşamasına geçmeyi planlıyordum. O da ne, çaktırmadan bakış başarımın üzerinden daha sadece dört -beş bile değil- dakika geçmişti. Baktığımla kaldım, pokerde elindeki iki yediliyi masaya düşürmüş blöfçü ve sakar bir kumarbaz gibiydim. Buharlaşmak istedim, ışınlanmak, uçmak, bayılmak, ölmek, ambulansla taşınmak, gitmek yani nasıl olursa artık.
Beni buraya getiren kendi yazdığım yazgıya söve saya içimden; oturdum. “Bir tane daha” söyledim garsona, söylerken on saniye kazanmıştım, getirince bir on saniye daha, “bravo kardeş, çözüm adamısın be” dedim kendi salak kendime. E tabii kızıyordum kendime ama “bir tane daha” sonra asıl suçluyu buldum: Zaman. Geçmiyordu. Kastı vardı bana. Ben onun öyle uçarak geçtiği zamanları, peşindeki toz bulutuna bakakaldığım zamanları bilmiyor muydum sanki. Biliyordum. O zaman, o zamanlara uçacaktım. Uçtum.
Gidecekti; ertesi gün. Sonrası da meçhul. Son bir yemek, her zamanki yer. Gerçi yeni tanışmış sayılırdık, “her zamanki yer” benim her zamanki yerimdi, onunla da toplasan üç kere gelmiştik. Olsun, yer “her zamanki” sıfatını kazanıvermişti, yiyip içtiklerimizin yanında parantez içinde “her zamankinden” yazıyor gibiydi menüde. Kimin daha çok konuştuğunu hatırlamıyorum, laf lafı açıp içinde iki tur atıyor sonra dudaklardan başka bir lafı alıyor, koluna takıp uçuşa geçiyordu. Uçarken zamanı da uçuruyordu kelimeler, bir daha da geri getirmiyorlardı. Uçan zaman zamanındaydık, kaçan zaman zamanındaydık. Sonra; sonra ertesi gün oldu birden. Havaalanı. Son bir kahve. Uçan zamanın yere çakıldığı zaman. Gitsin artık, “bitsin bu sahte zaman” zamanı. En ucuz cep telefonunun kısa mesaj şablonlarında bulunacak klişe cümlelerin zamanı. Geçmeyen zaman zamanındaydık, çöken zaman zamanındaydık.
Başka zamana uçmak zihnimi açmıştı. Geri uçtum ve yukarıdan bile çok sıkıcı gözüken masama kondum. İşe yaramıştı kısa keşif uçuşum. Hayır, o hala anlatıyordu ve dinlemeye gayret etsem zaman yorgun bir su aygırı gibi üstüme çökecekti yeniden. Bense yeni buluşumu geliştirmekle meşguldüm ve keyfim yerindeydi. İnsanın izafi olduğunu bulmuştum, zamanın değil.
Zaman, -varsa eğer- öyle sabit duruyordu, biz onun içinde hızlanıp yavaşlıyorduk. Kolumuzda saat olmasa, hatta saat denen “hava tartısına” benzer, kerameti kendinden menkul ölçme aleti olmasa böyle bir derdimiz olmayacaktı. Zamanı ölçme ve gösterme yöntemimizin sabitliği algılama yöntemimizin değişkenliğiyle çelişiyordu. Bütün sıkıntı da bundan kaynaklanıyordu. Çözdüm insanlığın ezeli derdini. Bir saat geliştirdim kafamda. Kenarında düğmeleri var, basıyorsun, yelkovan dörtnala, on beş dakikada bir saat geçiyor, “amma olmuş, gidelim mi” diyorsun. Ya da basıyorsun, akrep yerine çakılıyor, bir saat üç saat sürüyor, bir şey demiyorsun.
Derken, saatime baktım, kenarında düğme yoktu ama beni anlamıştı herhalde, zamanı uçurmuştu. “Amma olmuş, gidelim mi” dedim, “seninle zaman uçuyor.”
Ecmel Ayral
Facebook
Twitter
Instagram
Linkedln
YouTube
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio
Yorum Yazın
Zaman: Tam olarak Einstein'ın görelilik kuramıdir. Nasıl hissettiğimiz ile ilgilidir yoksa zamanın akışı aynıdır, değişmez. Güzel vakit geçirdiğimizde hızla ... Devamını Gör
Klavyene sağlık 👏👏😅