Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
SÜT KARDEŞLERİ
SÜT KARDEŞLERİ
Küçük ve şirin ilçemizde, yıllar öncesinde hüsranla sonuçlanan bir düğün anlatılırdı kulaktan kulağa. Beni o kadar çok etkilemişti ki bu hikaye. Rüyalarımda sık sık görüp adeta o günleri ben de yaşardım. Uykuya daldığım an sis bulutunun arasından, kalabalık insan sesleri ve davul sesleri duyardım ilk önce. Sonrasında da babamın anten ayarı yaptığı siyah beyaz televizyonumuz gibi, daha net görmeye başlardım, gelişen olayları.
Düğüne, duyduk duymadık, davetli davetsiz demeden geliyordu insanlar. Hiç bir masraftan kaçmamış, bir tek oğullarına, şanına yakışır bir düğün yapıyordu cemiyet sahipleri. Yörenin en ünlü aşçısı tutulmuş, büyükbaş hayvanlar kesilmiş, bol etli kapamalar yapılmıştı. Damadın sağdıçları ise ellerinde uzun küreklerle, keşkek dövüp maniler söylemişlerdi. Gün batarken kadınlar en güzel giysilerini giyip, elmas yüzüklerini, küpelerini, burma bileziklerini ve beşi bir yerdelerini takıp boy gösterisi yapıyorlardı adeta. Yavaş yavaş erkekler ve kadınlar kendilerine ayrılan alanlara geçiyorlardı. Ay şeklinde sıralanmış tahta sandalyelerin en ön sırasına ilçenin güzel kızları oturuyordu. Çingene çalgıcının maharetli elleri vurdukça darbukaya ortalığı hareketlendirmiş, eğlence doruğa çıkmıştı. Kıvrak oyun havasının ritmine dayanamayan yaşlı ama ruhu genç hanımlar, davet beklemeden atıyorlardı kendilerini sahneye. Çoluk çocuk savrulan paraları ve şekerleri toplama telaşındaydı. Erkekler için özel tutulan ekip de almıştı yerini. Tokmak sallıyordu davulcu neşeyle, klarnetçi eşlik ediyordu, başını hareket ettirip sağa sola, kulaklarına üflüyordu gençlerin bahşiş bekleyerek. Kıvrak hareketlerle güzel çingene kızı, zil çalıp göbek atıyordu ortalıkta. Çakır keyif adamlar, içki masasında tatlı sohbetler yapıp, sonrasında da sahneye fırlıyorlardı. Ayaklarını vura vura, omuzlarını sarsa sarsa, müziğin ritmine uysa da uymasa da, tüm hünerlerini gösterip dans ediyorlardı. Su gibi içkiler içiliyor, mezelerin biri gidip diğeri geliyordu. Düğün devam ederken tüm hızıyla, kanal boyunda bulunan tek katlı eski ve ahşap bir evden inanılmaz derecede haykırışlar ve iç parçalayıcı ağıtlar yükseliyordu. İçerideki büyük odada evin büyük kızı Dudu, gözyaşları sel olmuş, yakasını bağrını yırtmış haykırıyordu. Sanırım on beş ya da on altı yaşlarında olmalıydı o günlerde. Saçları geceyi kıskandıracak kadar siyahtı, kalçasına kadar uzanıyordu, kocaman gözleri ağlamaktan şişmiş ve öfkeden çakmak çakmak olmuşlardı. Bu gece yapılan düğün onun ve Hasan’ın olabilirdi ama elleri kolları bağlanmış, kadere boyun eğmiş, yasağa uymuşlardı. Annesine isyan ederek haykırıyordu; bana o senin süt kardeşin dediniz niye daha önceden uyarmadınız bizi? Niye bizi yaşarken kabir azaplarına attınız? deyip yerden yere atıyordu kendini. Çaresizlik içinde annesi ve kız kardeşi de ağlıyor, kaderini kabul etmesi gerektiğini söylüyorlardı. İslam dini bunu emrediyordu, aynı göğüsten doyan çocuklar dinimizce kardeş sayılıyordu.
Yorum Yazın