Görüş Bildir
Haberler
Mevlid Kandili'miz Mübarek Olsun

Mevlid Kandili'miz Mübarek Olsun

Mevlid Kandili'miz Mübarek Olsun

“And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir”(Tevbe: 128)

İşte

bu gece, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük

peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) 571 yılında Kameri

aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi yani dünyayı şereflendirdiği

gecedir.

O'nun

doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık

almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir

duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti. 

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı,

tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik

geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece,

insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır. 

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile

kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır.

Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı

'Vesiletün'necat' olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve

mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir. 

Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile

dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük

milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir

ifadesidir. 

Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve

kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun

sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz. 

Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.

Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü.

Göz­yaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder,

elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan

edilmişti!

Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tev­hid” inancından

mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruh­ları ve kalpleri kasıp

kavurmuştu. Gö­nüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı!

Hakikî sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.

İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk,

cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm

kamçısı al­tında mazlum inim inim inler hale gelmişti.

Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.

Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuv­vetiyle

sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya

beşerin daha fazla katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette

müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve

merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti!

İşte, o zât geliyordu!

Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz in­san, Allah’ın Son Peygamberi geliyordu!

Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geli­yordu!

O An…

Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık,

ken­disine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana

“hoş-âmedî”de bu­lunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.

Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi.

Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra.

Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.

Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti.

Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku

buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı!

Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak

sürura garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç

ve heyecan için­de adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din Nura garkoldu

semâvât-ü zemin” di­ye haykırdı.

O vahşet devrinde kâinat

ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed

Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren

bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

İşte

insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen 'Necisin, nereden geliyorsun,

nereye gidiyorsun?' sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân

ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde

değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını

bulacaktı.

Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

Yahudi

ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret

ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce

onlar bu müjdeyi verdiler.

O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp 'Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur' dediler.(1)

Bîr

Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde

Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin

bulunduğu bir toplantıda,

- 'Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?' diye sordu.

- 'Bilmiyoruz' diye cevap verdiler.

Yahudi, 'Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!

'Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece,

bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa,

Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği

arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var' dedi.

Toplantıda

bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her

birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. 'Bu gece

Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed

koydular.' haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudiye vardılar:

'Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?' dediler.

Yahudi 'Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?' dedi.

Onlar, 'Öncedir ve ismi Ahmed'dir' dediler. Yahudi, 'Beni ona götürün' dedi.

Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.

Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin

sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine

gelip ayıldığı sırada,

'Ne oldu sana, yazıklar olsun' dediler.

Yahudi,

'Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti.

Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar

peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

'Ey Kureyş topluluğu,

ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç,

kuvvet ve bir üstünlük verilecektir' dedi.(2)

Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

Peygamber

Efendimize hamileyken rüyasında, 'Sen, insanların en hayırlısına ve bu

ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her

hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra

ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.'

Yine kendisinden çıkan bir

nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve

çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü

Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)

Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:

'O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük.'

Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

'Hem Muhammed gelmesi oldu yakin

Çok alâmetler belürdi gelmedin'

Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.

Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

Araplara

göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz

olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber

Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz

gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)

Evet, bu

işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve

âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı

aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.

Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

Bütün

bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı,

puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni

olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)

İşte

bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle,

ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi

karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.

Getirdiği ebedi

nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı

sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi,

bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

Kaynaklar:

(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.

(2)A.g.e, 1:162-163.

(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.

(4)A.g.e., 1:102.

(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.

(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.

Kaynak: http://oktayerz.com/2014/01/mevlid-ka...
İçeriğin Devamı Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0