Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Eşber Yağmurdereli: 'İlk Muhalif Tavrım Beşiktaşlı Olmaktı'
NEDEN EŞBER YAĞMURDERELİ?
“Eski zamanlar tabii… Polis işkence ediyor, ben küfür ediyorum. Polis elektrik veriyor, ben ağzıma geleni sayıyorum polise. Acıdan kıvranıyorum. Bi ara aklıma o gün oynanan Beşiktaş-Zonguldakspor maçı geliyor. ‘Maç kaç kaç bitti’ diye soruyorum iniltiyle. ‘1-1’ diyo polis. Sonra işkenceyi bırakıp ‘Sen Beşiktaşlı mısın’ diyor, ‘heralde’ diyorum. Beni tezgahtan indiriyor. Çay söylüyor. Karşılıklı çay içip, coşkuyla hakeme, futbolculara, takım yönetimine bir güzel saydırıyoruz. Sonra polis beni tekrar tezgaha alıyor. Polis işkence ediyor, ben küfür ediyorum. Polis elektrik veriyor, ben ağzıma geleni sayıyorum.”
EŞBER YAĞMURDERELİ KİMDİR?
Yazar, senarist, şair, öykü yazarı, aktivist Yağmurdereli 1945 yılında Erzurum – Tortum’da dünyaya geldi. 1955 yılında görme yetisini yitirdi. 1963’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Arkadaşlarıyla “ Yeni Eylem ” adında bir dergi çıkardı. 1986 yılında bir yarışmada “Pek Firaklı Bir Dağ Masalı” adlı öyküsüyle ilk ödülünü kazandı.
13 Mart 1978’de Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi / Acilciler grubunun kurucusu ve lideri olduğu iddiasıyla tutuklandı. 1 Ağustos 1991’de “şartlı tahliye” yasasıyla ceza evinden çıktı. “Barış için 1 Milyon imza kampanyası”nın sözcülüğünü yaptı.
8 Eylül 1991’de İnsan Hakları Derneği (İHD) mitingindeki konuşması nedeniyle 10 ay hapis cezasına mahkum oldu. Daha önce, “şartlı tahliye” edildiği için 10 aylık hapis cezası daha önceki cezasının geri kalanıyla birleştirildi ve 1997 yılında 22,5 yıl hapis için tekrar ceza evine konuldu. Kamuoyunda oluşan büyük tepki sonucunda, 9 Kasım 1997’de, ceza infazı 1 yıl süreyle ertelenerek serbest bırakıldı. Karar, 16 Aralık’ta geri çekilince, 1 Haziran 1998’de yeniden tutuklandı ve 18 Ocak 2001’de serbest bırakıldı.
HAYATIMIN İLK MUHALİF CÜMLESİNİ KURDUM “BEN BEŞİKTAŞLI OLDUM” DEDİM
Nasıl Beşiktaş taraftarı oldunuz?
Ben Erzurum’da maçlara giderdim herhalde sanıyorum 8-9 yaşlarındaydım, bir Brezilya takımı gelmişti Fluminense takımı gelmişti, Beşiktaş’la maçı vardı ve benim dayı dediğim Nail abi beni aldı maça götürdü. O zamanlar Mithatpaşa’ydı, o zaman şimdiki İnönü Stadyumu’nun adı. Orada takımı izledim. Nail abi de anlatıyor “Baba Recep bu, Nazmi bu, Ercan bu” diye.
Neyse Beşiktaş 2-1 yendi, çıktık vapurla gidiyoruz. Birden bire ben dedim, “Nail abi biliyor musun ben Beşiktaşlıyım” dedim. “Olamazsın”, dedi, “sen Fenerbahçelisin”. “Hayır” dedim, “ben Beşiktaşlıyım” O akşam yemeklerinde Fenerbahçe’nin konuşulduğu akşamlarda ben de bilip bilmeden Beşiktaş’ı dillendiriyordum, o şu anlama geliyordu: Oradan bir muhalif kimlik kazanıyorsunuz ve muhalif kimlik üzerinden bir söz hakkı kazanıyorsunuz ve sofrada yeriniz oluyor. Dolayı ile de muhalefet hem hoş bir iştir, hem de riskli bir iştir. Çoğunluk karşısında çoğunluğun genel geçer yargılarına ters bir şeyler savunuyorsunuz ama aynı zamanda farklılığınızı ortaya koymuş oluyorsunuz, deyim yerindeyse sürüden ayrıldığınız ortaya koyuyorsunuz. Bana dediklerinde “sen Fenerbahçelisin başka bir şey olamazsın”, ben de hayatımın ilk muhalif cümlesini kurdum. “Ben” dedim, “herkes gibi olmak istemiyorum, ben Beşiktaşlı oldum” dedim. Tabi zamanla bu muhalif kimliğin çok önemli bir katkısı oldu. Ben tam futbolu bilmiyorum ya, özelliklerini, şu bu, ben de bildiğim kadarıyla cevap vermeye çalışıyordum annem kızıyordu “çocuğu ağlatacaksınız” diye kızıyordu.
Ondan sonra anladım ki muhalif olduğum zaman sırf muhalif olmak yetmiyor. Muhalif kimliğin hakkını verecek şekilde bir birikime sahip olmanız lazım. O akşam yemeklerinden öğrendiğim şey budur: Muhalif olmanın hakkını verecek kadar bir bilgiye, bir birikime sahip olmanız ve onun ötesinde de bir cesarete ve yüreğe sahip olmanız gerekiyor. Sadece bilgi de yetmez çünkü cesaretle yürekle desteklenmeyen bilgi malumattır, sırf cesarete dayan bir muhaliflik de Don Kişotluktur, yani küçük düşersiniz. Dolayısıyla bu Beşiktaşlı kimlik ile diğer kimliğim birlikte yürüdü ve bugün de Beşiktaşlı olmaya devam ediyorum.
“BİR ARAP ŞEYHİ, BİR RUS OLİGARKI BEŞİKTAŞ’I ALIRSA BEŞİKTAŞLI OLURMUYUM BİLMİYORUM”
Sizin Beşiktaşlı olduğunuz dönemdeki futbol ile şimdiki futbol aynı mı peki?
Tabi benim çocukluğumda mahalli kümeler vardı, amatör gruplar vardı, sadece İstanbul’da büyük kulüpler vardı. Tabi ben Erzurum’da doğup büyüdüğüm için Erzurum’da 12 Mart, Palandöken gibi takımlar vardı. Bunlar bir ligden ziyade kendi aralarında maçlar yaparlardı. Ayrıca ben ilkokuldayken kalede dururdum okul takımında, okul takımı dediğim öyle çayırda çimende oynardık futbol…
Öyle futbolla bir ilgim var ama esas Beşiktaş’a gelince durum çok farklılaşıyor. Erzurum’da doğdum büyüdüm ama benim annem İstanbulluydu, İstanbul’da Çamlıca’da evimiz vardı. Yazları dört ay Çamlıca’da evimizde geçerdi ve teyzem vardı, onun çocukları vardı, dört tane benden büyük ki dayı derdim ben onlara, en küçüğü benden 10 yaş kadar daha büyüktü ve bütün Kadıköy’de olduğu gibi onlar da Fenerbahçeliydi. Dolayısı ile de özellikle yaz akşamları, akşam yemeğinde bir miktar hayat pahalılığı konuşulurdu, daha çok futbol konuşulurdu ve Fenerbahçe tam bir fenomendi evde.
Akşam yemeklerinde eski İstanbul evlerinde sosyal etkinliktir, herkes gündüz işe gider, sabah herkes işe gitme saatine göre ayrı kahvaltı yapar, akşamları da eve gelinir ve futbol konuşulurdu. Ama o günkü Beşiktaş bu günkü Beşiktaş mı? Elbette öyle bir şey yok. Artık bir futbol endüstrisi var bu endüstrinin içinde insanlar alınıp satılıyorlar. Ucuza alıp pahalıya satmaya çalışıyorlar ya da pahalıya alıp ucuza satıyorlar. Kulüp oradan zarar ediyor ama kulübün egemenleri de menajer dahil, bu işe bulaşanlar dahil, o farktan sebepleniyorlar.
Bu kapitalizmin kurallarından biri. Bir de Türkiye’de futbolu yönetenler futbol takımlarının marka değerinden onları destekleyen milyonlarca insanın gücünden yararlanmak için ve özellikle bu gücü diyelim müteahhitse müteahhitliğinde, siyasetse siyasetinde ceplerine koyuyorlar milyonları. Geliyorlar kulüplerin başkanları oluyorlar ve ortaya herkesin bildiği gibi bir futbol oligarşisi çıkıyor ve oligarşik durum futbolun özelliğine de yansıyor.
Diyelim ki mesela benim Beşiktaş için endişem şudur. İngiltere’de Fransa’da bakıyorsunuz petrol oligarkları Rusyadaki Sovyetler sonrası Sovyetlerin varlığı sırasında bir bürokrat olarak yönettiği değerleri Sovyetler ortadan kalktığı gün hanelerine geçirip birden bire dünyanın en zengin oligarkları haline gelmiş milyar dolarların sahibi olan adamalar parayı bastırıp bir futbol takımını alıp bunu hem kendi prestiji için kullanması hem de bir ticari değer olarak kullanması. Hep şöyle düşünüyorum bir Arap şeyhi bir Rus oligarkı Beşiktaş’ı alırsa ben Beşiktaşlı olur muyum bilmiyorum yani (gülüyor).
Taraftar bunun neresinde?
Taraftar desteklediği takımla kendi arasında bir ilişki kurup, bu ilişki üzerinden ürettiği sloganlarla muhalif bir kimliğe dönüştüğü andan itibaren, egemenlerin şiddetiyle karşılaşıyor. Bunun örneklerini çok gördük. Tribünlerdeki muhalif unsurların, tribün önderleri veya kulübün yöneticileri tarafından polise ihbar edilmesi gibi.. Futbolla yatıp kalkan bir toplumun ve özellikle de dediğim gibi toplumun en alt sınıflarını oluşturan insanların zaman zaman bir araya geldiklerinde tribünde kendilerine ilişkin sloganları haykıracakları zaman karşılaşacakları bir devlet şiddeti vardır. Türkiye’de bu böyledir. Bunu engellemek için de futbolda şiddeti bertaraf edeceğiz falan diyerek Passolig gibi şeyler icat edilir. Bu tamamen yurttaşın bireyin devlet tarafından kayıt altına alınması meselesidir yani burada şiddetin önlenmesinden ziyade fişleme durumu vardır.
“ONLAR İÇİN PARA BAŞKA YERDE DÖNÜYOR TARAFTAR GÖZDEN ÇIKARILABİLİR”
Tribünün boş kalmasını istemiyorlar da makbul taraftar istiyorlar sanki.
Taraftar olarak baktığımız zaman bir para ödeyip oraya giriyor. Aslında o para kulüp için çok önemli değil. O parayı kolaylıkla gözden çıkarabilir. Onlar için para başka yerlerde dönüyor geliyor. Dolayısıyla stadyumdaki taraftarı gözden çıkarabilir hatta hiç taraftar olmasa, futbol sanal ortamlarda oynanabilecek hale gelse diyelimki kulüplerin gelirleri sade televizyon, reklam bir havuzda karşılansa bundan hem egemenler hoşnut olur, hem de kulüp yönetimleri pek de zarara uğramaz.
Dolayısıyla futbolu insansızlaştırmak, sadece bir seyir unsuru haline getirmek, onun bir toplumsal arka planı olduğunu yok saymak ki o toplumsal arka plan tribün üzerinden kurulur ve zaten onun dışında bir anlamı yoktur. Dolayısıyla tribünü her zaman silebilirler. Bakın zaten tribünde ki seyirci sayısı giderek düşüyor. Kapitalizmin bugünkü kriz çözüş yöntemi üretimde yan yana bulunan insanları dağıtmak. Dolayısı ile muhalefet odaklarını ortadan kaldırmak. İnsan tanımı bir müşteri tanımı, o da bir birey. İnsanı birey haline düşürüp etkisiz hale getirmek sistemin genel anlayışı muhalefeti bu şekilde dağıtmak olduğu için altmış yetmiş kişinin stadda bir slogan söylemeleri siyaset felsefesi açısından onları rahatsız ediyor. Tribün taraftarlığı bu nedenle istenen birşey değil.
Ben de Beşiktaş Çarşı’nın mensubu olarak stad varken, şimdi stad tamirde ya, Beşiktaş’ta Şairler Parkı var. Orada toplanıyoruz beş altı saat önce. Yaşgünü olanın yaşgünü kutlanıyor orada, siyasi muhabbetler dahil her muhabbet oluyor. Ondan sonra birlikte stada gidiliyor. O grup içinde stada gitseniz şunu görürsünüz bir taraftan maç izleniyor ama tribünde bir sohbet ortamı doğuyor. Tamamen bir toplumsal ilişki var orada. Bu futbol dolayımı ile oluyor ama insanların toplu hareket etme, eğlenme ihtiyacını karşılıyor. Tribünde doksan dakika oturuluyorsa onun öncesinde sırasında muhabbet oluyor. Doksan dakika bittikten sonra semte gidiyorlar, kafelerde oturuyorlar ve maçın galibiyet mağlubiyet ötesinde maçın kendine özgü havası yaşanıyor.
Bir kamusal alan orası tabi. İnsanların toplu muhalefet yapmasını engelleyecek ortamları ve imkanları ortadan kaldırmak ve buna bağlı olarak futbolu sistem içine tamamen alarak iktisadi anlamda onu küresel pazarın unsuru konumunda tutmak yani futbolu insansızlaştırmak. Robotlar üretseler Messi gibi Ronaldo gibi oynasalar onlar ve robotlar arası maçlar aynı heyecanı yaratsa futbolcu denen insan unsurunu da çıkartabilirler. 22 kişi yerine 22 robot koyabilirler.
“FUTBOL HAYATININ BİTMESİNİ İSTEMİYORSA SOLCU OLDUĞUNU AÇIKLAMAZ”
Peki zaten giderek robotlaşmıyorlar mı? Canları acımasına rağmen sahada koşturulmaları, o psikolojik baskı, o ağrı kesiciler…Etin kemiğin içindeler ama robotlaşmış gibiler. Diğer yandan basına açıklama yapmayacaksın, konuşmayacaksın gibi yasaklar…Kamusal ifade özgürlükleri yok neredeyse.
Kendinizi futbolcu olarak düşündüğünüzde dizkapağınızın arkasındaki doku yırtılmasının televizyonda dizi gibi konuşulması insanı rahatsız edebilir. Konuşma yasağı falan kağıt üzerinde yazılmış şeyler değil, kapitalizm şöyle emreder: ne işle uğraşıyorsan o işle uğraş, başka şeylere kafa takma! Burada da öyle. Çok örnek vardır. 1970’lerde Metin Kurt futbolculara sendika kurun dediler, futbol hayatını bitirdiler. Çünkü şöyle diyordu biz Roma İmparatorluğu zamanındaki gladyatörler gibiyiz, insanlar bizim yaptığımız mücadele üzerinden kendilerini tatmin ediyorlar diyordu. Bugün böyle bir çıkış da yapılamaz, futbolcu pazarı köle pazarı gibi değeri artıyor, eksiliyor. Aklı başında bir futbolcu futbol hayatının bitmesini istemiyorsa mesela bugün solcu olduğunu açıklamaz.
BİLİC BEŞİKTAŞ’I AVRUPA ŞAMPİYONU DA YAPSA O SÖZ KARA KAPLI DEFTERE YAZILMIŞTIR
Bilic söyledi ama?
Bilic buradaki şeye tabi değil, Avrupa’da söylenir bu. Bilic başarısız olsa hemen gönderirlerdi o sözün üstüne. Şimdi bile hala göndermeye çalışıyorlar. Bilic Beşiktaş’ı Avrupa Şampiyonu da yapsa o söz kara kaplı deftere yazılmıştır. Türkiye gibi ülkede teknik direktörün sosyalizmden bahsetmesi ne demek. Lucescu bir iki bir şey söyledi, onun çalışma odasında Che’nin fotoğrafı var diye adamı göndermek için ellerinden geleni yaptılar. Bunun çalışma ruhsatı iptal edilmeli diye adamı en başarılı olduğu zamanda gönderdiler. Bir Hakan Şükür örneği var, o da siyasete girmedi onu aldılar oraya koydular. Futbolculuk eğitimi, kültürü insanlarda siyaset karşıtı bir düşünce dünyası yaratıyor.
Çarşı Gezi’de çok sevildi, bunu nasıl yaptı?
Beşiktaş Çarşı’yı kamuoyuna çıkartan sloganlarındaki toplumsal karşılıktır. Van depremi sonrası soyunmaları, atkılarını stada atmaları gibi…Futbolun mizahını ortaya çıkması daha doğrusu futbol üzerinden mizahı ortaya çıkartması toplumda karşılık görüyor. Mizah rahatsız ediyor toplumda karşılığı olan herşey bir muhalif karşı çıkış unsuru olarak görüldüğü için egemenlerce tepki görüyor. Davalarında cüppe giydim ama yargılamaya katılmadım. Savunmaları gerçekten mizah. Sanık, “Bizim hükümet yıkacak kadar gücümüz olsa Beşiktaş’ı şampiyon yapardık” dedi. Bu bitiriyor zaten olayı.
ÇARŞI SOLCU BİR GRUP DEĞİL, FARKLI SİYASİ GÖRÜŞTEN İNSANLAR VAR ARASINDA
Siz Beşiktaş maçlarını şimdi nerede izliyorsunuz?
Benim yıllardır gittiğim Tophane’de nargileci var. Deplasman maçlarını orada izliyoruz. Öbür zamanlarda Beşiktaş stadyumunda maç yapıldığı günlerde maçtan dörtbeş saat önce Beşiktaş’ta toplanıp oradan yürüye yürüye stada gidiyorduk. Birlikte bizim bir grubumuz var. Beşiktaşlı olmayan arkadaşlarım da gelir muhabbete dahil olur. Galatasaraylı Fenerli arkadaşlarım maçtan önce Şairler Parkı’na gelirler. Sloganları Park’ta tespit ediyoruz. Kollektif bir olay o. Mesela Beşiktaş Liverpool’a 8-0 yenilmişti . O zaman “Çarşı 9’a Karşı” demiştik (gülüyor) Bira içilirken yazdığımız slogan “Türkiye’de iki büyük var, biri Beşiktaş diğeri Büyük Rakı”. Şimdi bu sloganlar var ama oraya giden herkesi içki içiyor sanılmasın. İçimizde inanç sahipleri var. Toplumsal bir yan yana geliş var Beşiktaş Çarşı’da. Çarşı solcu bir grup değil, farklı siyasi görüşten insanlar var.
GÜNDÜZ KOĞUŞTA TELEFON ÇIKARTMIYORUZ SAKLIYORUZ. ARADIM TRT’Yİ “MAÇ NE OLDU” DEDİM, “SORMA ABİ YA” DEDİ. BEŞİKTAŞ YENİLMİŞ MAÇ BİTMİŞ O ANDA
Hapishanedeyken nasıl takip ediyordunuz?
Radyo varsa radyodan takip ediyorduk. Radyoda maç izliyoruz. Spiker maç anlatıyor. Beşiktaş mağlup birkaç dakika var maçın bitmesine ama abim, havalardan başladı, Afrika’daki safariye geçti, oradan Veliefendi çayırında at yarışlarının yapıldığı yerdeki piknikleri anlattı geçmişteki, yani maçtan koptuk. Ben de (gülüyor) gündüz koğuşta telefonu çıkartmıyoruz, saklıyoruz. Aradım TRT’yi “maç ne oldu” dedim, “sorma abi ya“dedi. Beşiktaş yenilmiş, maç bitmiş o anda. Telefonla öğrendik maç sonucunu.
En beğendiğiniz radyo spikeri kimdir?
Halit Ağabeydir, Halit Kıvanç. İki cümlesinden biri mizahtır. Onun için sanki öyle iyi anlatanlar vardır ki sanki sahnede stand up izliyormuşsunuz gibi. Sahada gördükleri onu tahrik eder. Mizaha doğru yönlendirir. O zaman çok daha keyif alırsınız gol yeseniz de keyif alırsınız. Takımınız gol yediğinde öyle bir cümle kurar ki olayın acısı azalır.
PENALTI ATARKEN ADAM SIRTINI DÖNÜYOR GÖRMEMEK İÇİN KAÇIRIRLAR DİYE KALEYE FALAN BAKMIYORLAR
Stadyumdaki maçlar?
Stadyumda engelliler için bir yer ayrılmış durumda. Görme engelli veya yürüme engelli kişi bir arada oluyor. Senin yanındaki farklı rakip takımdan ise bu bir tepkiye yol açabiliyor. Stadyuma gittiğim zaman ben radyomla gidiyorum maça. Radyodan izliyorum tribünden maçı. Televizyondan deplasman maçlarını izlerken spiker ayrıntılı anlatmıyor, radyomla izliyorum. Radyo 15-20 saniye önce söylüyor. Televizyonda görüntü geç geliyor. Bir akın başlamış mesela, ben “go”l diyorum. Arkadaşlar benden 15-20 saniye sonra seyrediyor. Akın oluyor, tam gollük pozisyon..Top kornere gidiyor, ben “out” diyorum. “Yahu bir sabret” diyorlar. O yüzden pek benimle maç seyretmeyi sevmiyorlar. Televizyon geç veriyor radyodan. Ben de filmin sonunu söylememek için artık çaktırmıyorum, saygı duyuyorum televizyondan izleyenlere. Penaltı atarken adam sırtını dönüyor görmemek için kaçırırlar diye kaleye falan bakmıyorlar (gülüyor)
Nasıl bir futbol seyircisiniz, sakin mi coşkulu mu?
Benim tepkilerim falan öyle fevri değildir. Gol olunca “gol” diyorum, “attılar” diyorum, “tüh” diyorum, “gol yedik” diyorum. Zaman zaman biraz tepki küfre kaçabiliyor (gülüyor) Futbol taraftarlığı fanatizme kadar götürülmesi gereken bir şey değil tabi deseler ki bu adam fenerli onunla konuşmaz gibi. Başka bir takım taraftarına dost olmak istemez. Bu peşin yargıdır. Bu futbolun haddini aşan durumlar. Ben de, biz de, benim çevrem de böyle değil.
O GOL, DESELERDİ Kİ MAÇ BU ŞEKİLDE BİTECEK ONA KARŞILIK HAYATIMDAN BİRKAÇ YIL ALSALAR VERİRİDİM YANİ O BİRKAÇ SAAT GEÇSİN DİYE
Unutamadığınız bir galibiyet, gol var mı?
İlk Milli Lig kuruldu. Yatılı okulda okuyorum. Okulda bir radyo var. Daha doğrusu bir salon var, eğlence salonu gibi. Orada bir hoparlör var, müdürün odasından radyoyu veriyorlar. Bir de okuduğum okulda tek Beşiktaşlı bendim. Beşiktaş’ın da en kötü yıllarıydı. Fener’in 7-0 yendiği falan olmuştu. Çok rahatsız ediyorlardı yatakhanede. Herkes bana yükleniyordu. Ondan sonraki sene Beşiktaş şampiyon oldu. Şenol Birol vardı, “Şenol Birol, Gol” diye slogan vardı. Fenerbahçe maçı var. Maçın 16. dakikasında Arif gol attı. Okul sessizliğe büründü. Birlikte oyun salonunda izliyoruz. Fenerbahçe akın falan yapıyor. Dayanamadım, en alt katta kalorifer dairesine indim. Arada saate bakıyorum ama biliyorum Fener bir gol atsa okul yıkılacak, o dört katlı bina yıkılacak. Saate baktım, maçın bitmesi lazım, kimsede çıt yok. Maç bir sıfır bitmiş. 59 ya da 60 yılı. Ondan sonra o sene Beşiktaş şampiyon oldu. Var ya okulun tek kralı bendim. Kimseyi konuşturmuyorum. O gol deseler ki maç bu şekilde bitecek deseler ona karşılık hayatımdan birkaç yıl alsalar verirdim yani o birkaç saat geçsin diye.
Kaynak: Arat Saadetyan/vivaspor