Biyoloji öğretmeni olduğum için her yıl kendi öğrencilerime biyolojik boyutuyla konuyu anlatıyordum. Tabi ki işin içinde olmama rağmen, bu konu hakkında detaylı bilgim yoktu. Bebeğim 6 aylıkken, tez konumu değiştirmeye karar verdim. Çünkü aslında bu kadar dışarıdan göründüğü kadar basit bir olay olmadığını fark etmiştim. Bu konuda farkındalık yaratmak için tez yapmak istedim. Örneğin, çocuğumu hastanenin genetik pediatri bölümüne götürdüğüm zaman çok fazla genetik farklılık ve kalıtsal hastalıkların olduğunu ve giderek sayıca arttığını öğrendim. Sadece başıma geldiği için down sendromundan yola çıktım. Ama genetik farklılıklar ile ilgili olarak hamilelikteki tarama testleri, genetik danışmanlığın önemi, konu hakkında aileleri bilgilendirme, eğitim süreçleri, eğitim ortamlarında karşılaştıkları güçlükler hakkında daha fazla bilgiler ders kitaplarında yer almalı ve farkındalık oluşturulmalı. Ben biyoloji eğitimcisi olmama rağmen, yeterli bilgim olmadığını fark ettim.
Miray Hanım, peki tezini kimlerle yaptın, sonucunda ne buldun?
Tezimde kendi branşımdan olan biyoloji öğretmenleri ve öğretmen adaylarıyla çalıştım. Bu konudaki hastalık ve tanı oranın artmasına rağmen, ders kitaplarında genetik hastalıklar ve farklılıklar konusunda yeterli bilgiler olmadığını ve bazı bilgilerin eksik ya da hatalı olduğunu fark ettim. Biyoloji öğretmen ve öğretmen adaylarının bu konuda yeterince bilgili olmadığı, hatta yanlış bilgileri olan öğretmen ve öğretmen adayları olduğunu fark ettim ki, bu kişiler de öğrencileri yani aslında geleceğin anne baba adaylarını, toplumdaki bireyleri yanlış bilgilendirmiş olabilirler.
Down sendromlu bir çocuğun annesi olmak nasıl bir duygu? Bu seni birey olarak nasıl etkiledi?
Başta benim için çok korkutucu oldu. Çünkü bilinmez bir durumdu. İyi veya kötü değerlendirme dışında ne yapmamız gerektiği, gelecekte ne olacak gibi her şey çok karışıktı. Gözümde çok farklı senaryolar vardı. Başta dünya başıma yıkılmış gibi hissettim. Ama her şey kızımı görene kadardı. Çünkü yeni doğduğu halde bana gülümsediğinde, bambaşka bir yolculuğa çıktığımızı anladım. Korku dolu bir yolculuktu, evet ama aynı zamanda çok heyecanlıydı. Korkumun en büyük sebebi çocuğumun durumu değildi aslında, ileride toplum içerisinde çocuğumun nasıl karşılanacağıydı. Onun incinebilecek olması bütün korkularımın sebebiydi. Ama aklımda hep onu en güçlü şekliyle hayata hazırlamak vardı. Öncelikle sağlık ve eğitim konusunda neler yapmamız gerektiği konusunda bilinçlenmeye başladık. Daha iki aylıkken rehabilitasyon merkezlerinde eğitime başlayıp, evde de bu eğitimi sürekli olarak destekledik. Bu süreçte, normalde çok sabırsız bir insan olmama rağmen sabırlı olmayı, bir anne olarak bu tür konularda daha fazla empati kurmayı öğrendim. Aslında onunla anne olmayı öğrendim.
Bu yolculukta seni en çok üzen ve en çok mutlu eden ne oldu?
En çok üzen toplumdaki bazı bireylerin çocuğumun özel durumundan dolayı kurdukları olumsuz ve umutsuz cümleler. Genel geçer bilgilerle, tam olarak bilimsel olmayan bilgilerle beni umutsuzluğa iten cümleler. En çok üzen şey ise, çocuğumla yürürken sokakta insanların dikkatlice rahatsız edici bir şekilde bize bakmaları. Sadece beş yaşında bir çocuk oysaki. Çocuğumun bunu fark etmesi de bu yaşta çok üzücü. “Allah kolaylık versin, bu da senin sınavınmış.” gibi saçma sapan cümleler ben ve benim gibi diğer anneleri özellikle de çocuklarımızı rencide ve demoralize etmekten başka bir şey değil. Farklıklara saygı duyulmalı. Bu tarz yaklaşımlar çocuğumun toplum içindeki hayatı, eğitim hayatı gibi birçok konuda beni sürekli düşündürüyor ne yazık ki. Ama bu tip insanlar ne yazık ki hep olacak. Sadece kromozom fazlalığı olması, onların bu toplumda var olmasını ve olacağını değiştiremez. Mesele sadece 21 Mart’ta sosyal medya paylaşımları ile farkındaymış gibi davranmak, hatta bazen çocukları süs objesi gibi meydana çıkarıp alkışlamak değil, onların toplumda her zaman var olduğunu kabullenip, özel gereksinimli her bireye toplumun bir parçası gözüyle bakılmalı.
Mutlu eden ise, en başta eşimin bana çok destek olması, kendim umutsuzluğa düşsem de eşim ve ailemin hep destek olması, elimden tutmaları. Aynı zamanda üniversiteden yakın olduğum hocalarımın da hep desteğini hissettim. Ama en mutlu eden şey ise, çocuğumun sağlığının iyi olması ve onun mutlu bir çocuk olması. Kutsal, 3 yıldır kaynaştırma öğrencisi olarak anaokuluna gidiyor ve aslında bunca çabamızın da hasatını almaya başladığımızı görmek bizi gururlandırıyor. Çünkü okulda, toplumda çok uyumlu bir çocuk, yaşıtları ile olabilecek farklarda oldukça az ve tolere edilebilir şeyler.
Gülcan Çetin:
Kutsal’ın bu kadar mutlu olmasının sebebi, Miray ve eşinin çocuğa karşı olan olumlu tutumu.
Miray Doğan:
Evet evet… Bu vesileyle, rehabilitasyon merkezi ve anaokulundaki öğretmenlerimiz, idareciler ve tüm çalışanlara tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Bizi hiçbir zaman yalnız hissettirmediler ve Kutsal’a her çocuk gibi özenle yaklaştılar. Tutumları çok dikkatli ve olumluydu.
Son olarak Miray Hanım, down sendromlu çocuğu olan annelere bir mesajın var mı?
Hâlâ bilinçli olmayan ya da ne yapacağını bilemeyen özel gereksinimli çocuğa sahip aileler var. Öncelikle aileler çocuğunu çok sevmeli ve kabullenmeli, hiç vakit kaybetmeden eğitime başlamalılar, çünkü erken eğitim gerçekten çok önemli. Çocuğuna fayda sağlamak için bilinçlenmeliler. Onlar bizim çocuklarımız, ellerinden tutun ve her dakikası bile bambaşka olan bu yolculuğun birlikte tadını çıkarın.
“Gerçek dostlar kromozom saymaz. Çünkü down sendromu 1 eksiklik değil +1 fazlalıktır.”
21 Mart Down Sendromu Farkındalık Günü sadece bugüne özel, sözde kalmasın!
Miray’ın Kutsal’ı hepimizin Kutsalıdır…
Prof. Dr. Gülcan Çetin ve Miray Doğan’a sonsuz teşekkürlerimle…
Instagram
Twitter
Yorum Yazın