onedio
2 Bin Yıllık Apollo Heykelini İnternette Satacaktı
Gazze'de bir balıkçı tarafından aylar önce denizden çıkarılan 500 kilo ağırlığındaki Yunan tanrısı Apollo'ya ait heykele, internette satışa sunulduktan sonra polis tarafından el koyuldu. İnternetteki müzayede sitesi eBay'de bir süre önce Joudat Ghrab (26) adlı balıkçının satışa çıkardığı heykel için 500 bin dolar istendiği fakat gerçek değerinin bunun çok üstünde olduğu belirtiliyor. Balıkçının bir eşek üstünde taşıyarak evine getirdiği heykelin arkeoloji dünyası için büyük bir kazanç olabileceği ifade ediliyor. Net olmayan fotoğraflara bakarak yorum yapmak zorunda kalan uzmanlar heykelin en az 2 bin yıllık olduğunu vurguluyor. Değeri konusunda yorum yapılamayacağını söyleyen Kudüs Arkeoloji Fakültesi'nden Jean-Michel de Tarragon, 'Eser emsalsiz. Çünkü mermer ya da taş dışında metal heykel çok az sayıda bulunuyor. Kimse fiyatını belirleyemez. Fakat denizden çıkmışa benzemiyor' dedi. Balıkçı Ghab ise heykeli Mısır-Gazze sınırının 100 metre açığında bulduğunu söylüyor Milliyet
Hitler'in Gizemli Tüneli
Avusturya'da Nazi lideri Hitler'e ait olduğu iddia edilen tünel bulundu. Hitler'in bu tünelde atom bombası araştırması yaptırdığı iddia edildi. Avusturyalı belgeselci Andreas Sulzer, 1885-1958 yılları arasında yaşayan biyolog Victor Schauberger'in hayatını anlatan bir film üzerinde çalışıyor. Yıllardır bu proje üzerinde çalışan Sulzer, biyolog Schauberger'in Nazi lideri Hitler'le de bağlantısı olduğunu buldu. Avusturya'da yayımlanan 'Krone' gazetesine konuşan belgecelci Andreas Sulzer, biyolog Viktor Schuaberger'in 1941 yılında Avusturya'nın St.Georgen bölgesinde bulunan Hitler'a ait gizli tünellerde 'atom bombası' projelerinde yer aldığını belirtti. Sulzer, iddialarını Schauberger'in o dönemde arkadaşlarına yazdığı mektuplara dayandırdı. Mektuplarda Schuaberger, arkadaşlarını Naziler'in bu gizli tünellerine karşı uyarıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın Nazi Almanyası'nın yenilgisiyle sona ermesi sonrası Avusturya'nın bu bölgelerini Rusya işgal ediyor. Rusların bu gizli tunellerdeki araştırma araç ve gereçlerine el koyarak, ülkelerine transfer ettiği ve tünellerin birçoğunu da havaya uçurduğu ileri sürülüyor. Nazilerden geriye kalan diğer tüneller ise, 2002 yılından bu yana ise Avusturya inşaat şirketi BIG tarafından betonla dolduruldu. Türkiye
İznik Gölü'ndeki 1600 Yıllık Bazilikaya İlk Dalış
Bitinya, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan İznik'in adını verdiği gölde, aralık ayında havadan görüntülenen erken Roma dönemine ait bazilikaya ilk dalış yapıldı. Erken Hristiyanlık mimarisinin özelliklerini taşıyan bazilikanın kıyıdan yaklaşık 20 metre açıkta ve 2 metre derinlikteki kalıntılarına Bursa Valiliğinin davetiyle gelen profesyoneldalış ekibi ve AA ekibi, 740 depreminde sulara gömüldüğü tahmin edilen bazilikayı bu kez su altında detaylı şekilde görüntüledi. Profesyonel dalış ekibinde yer alan uzmanlar, teknik inceleme ve bazilikada ana gövde ölçümü yaptı. İznik'e gelen su altı görüntüleme yönetmeni Tahsin Ceylan, Bodrum su altı arkeoloğu Emre Savaş'ın da aralarında bulunduğu profesyonel dalış ekibi, AA ekibi ve Dünya su altı serbest dalış rekortmeni Şahika Ercüment, iskelede hazırlıklarını tamamladıktan sonra tekneyle bazilikanın bulunduğu bölgeye hareket etti. Bursa Büyükşehir Belediyesinin İznik'te başlattığı 'Tarihi Kültürel Mirası Tespit ve Havadan Fotoğraflama Çalışmaları' sırasında çekilen görüntülerde tesadüfen fark edilen bazilikanın konumlandığı alanda, ekip yaklaşık 2,5 saat su atında kaldı. Bazilikada teknik inceleme ve ana gövde ölçümlerini gerçekleştiren ekibe, İznik Müze Müdürlüğü arkeologları da eşlik etti. Doğu-batı doğrultusunda uzanan tarihi yapıyı detaylarıyla görüntüleyen ekip, kiliselerde ayin odasını kapsayan yarım daire planlı yapı unsuru 'apsis (kavis, yay)' ile ortadaki salon kısmı geniş olmak üzere, yapıyı sütun ya da paye dizeleriyle üç ana bölüme ayıran ve koridor uzantıları olarak bilinen 'nef'leri yakından görüntüledi ve fotoğraflarını çekti. Dünya su altı serbest dalış rekortmeni Şahika Ercüment de bazilikaya tüpsüz dalış yaptı. Bursa Valiliği'nin davetiyle dalış yapan Sualtı Görüntüleme Yönetmeni Tahsin Ceylan'ın, çektiği görseller basın mensuplarına dağıtıldı. AA
Dünyanın En Eski Ayak İzleri Bulundu
İngiltere'nin doğusundaki Norfolk kıyılarında bulunan ayak izlerinin 800 bin yıl öncesine ait olduğu belirlendi. İlginç keşif bilim adamlarını heyecanlandırırken, söz konusu kalıntının Afrika haricinde dünyanın en eski ayak izleri olduğu belirtildi.Happisburgh kıyılarında bulunan ayak izleri, bilinen en eski insan varlığının Kuzey Avrupa'da olduğuna ilişkin doğrudan kanıtları oluşturuyor.Bilim dergisi Plos One'da yayımlanan keşfin gelgitin ardından denizin çekilmesi sonucu mayısta gerçekleştiği, kıyıdaki kumların arındırılması ile bir dizi oyuğun ortaya çıkarıldığı belirtiliyor. Keşif ekibinden Dr. Nick Ashton, ayak izlerini erken dönem insanlarına dair bilinen temel bilgileri yeniden yazılmasına neden olabileceğini belirtiyor.Türkiye
Reklam
Reklam
İşte BİM'in Mozaikleri
'Batının Zeugması' denilen mozaiklerle ilgili karar, arkeoloji dünyasını şaşkına çevirdi. BİM'in İzmir Kemalpaşa'da depo yapmak istediği arsada bulunan ve taşınmasına neden olan tarihi mozaikler Zeugma'dakiler kadar önemli. İzmir Kemalpaşa'da geçen yıllardaki kurtarma kazılarında çok değerli taban mozaikleri, Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait panolar ve büyük bir yerleşim kompleksi ortaya çıkmıştı. 'Batının Zeugması' olarak nitelendirilen mozaikler, MS 4 yüzyıl ile 7 yüzyıl arasına tarihleniyor. Radikal'den Ömer Erbil'in haberine göre, kaynaklardan henüz antik kentin ismi bile tespit edilememişken dünya şaheseri sayılabilecek mozaiklerin taşınmasına karar verilmesi arkeologları da şaşırttı. İzmir Müzesi ya da üniversite tarafından kazı çalışmaları genişletilmesi beklenirken kurulun mozaikleri kaldırma kararı vermemesi gerekiyor. 'Bir aristokratın villası' değerlendirilmesi de yapılan mozaikler için bilinmedik bir antik kent olabileceği vurgusu da yapılıyor. 'KORUMA ALANI GENİŞLETİLMELİ' Arkeoloji Sanat Dergisi Editörü Nezih Başgelen, mozaiklerin kaldırılmasına karar verenlerin bir yanlışın içinde olduklarına değinerek bilimsel kazı çalışmalarının alanda devam etmesi gerektiğini ve eserlerin en azından bilimsel verileri tamamlanıncaya kadar yerinde kalması gerektiğini, sit derecesinin kesinlikle değiştirilmeyerek koruma alanının genişletilmesi gerektiğine değindi. Başgelen, ''Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu bugüne kadar aldığı kararlarla adeta bir Kültür Varlıklarını Koruma (ma) ve (Yoketme) Yüksek Kurulu gibi hareket ediyor'' dedi. 'YERİNDE KORUNMALI' Kurtarma kazıları sırasında da dönemin Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü de 'Hiç bilmediğimiz bir antik kentle karşı karşıyayız, Anadolu'da keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda antik kent bulunuyor'' demişti. Yine Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da mozaiklerin yerinde korunması gerektiğine dikkat çekerek, mozaikler için 'Batının Zeugması' benzetmesi yapmıştı. TEKLİF GERİ ÇEVRİLDİ 17 Aralık operasyonun ardından internete ve basına yansıyan fezlekelerde, Kemalpaşa'daki araziyle ilgili BİM'in yönetim kurulu başkanı Latif Topbaş ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in telefon konuşmaları da yer almıştı. Topbaş'ın, burasının koruma kararının 3'üncü derece SİT'e düşürülmesi için Bakan Çelik'ten yardım istediği iddia edilmişti. Bakanlık yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Ömer Çelik, iddia konusu olan telefon görüşmesinde, duvarın taşınmasının mümkün olmadığını söyleyerek olumsuz bir tavır ortaya koydu. Yetkililer, 'Daha önce de mozaik taşınması gibi konular söz konusu olduğu halde buradaki örnekte duvarın taşınmasının imkânsız olduğu tespiti yapıldı. Dolayısıyla da ilgili firmanın talebi geri çevrildi. Bu detaylar telefon görüşmesinin basına verilmeyen son bölümünde yer alıyordu' dediler. BİM DEVREDİYOR BİM Birleşik Mağazalar A.Ş.'den konuyla ilgili yapılan açıklamada şöyle denildi: '20 Ağustos 2013 tarihinde şirketimiz, bulunan tarihi eserlerin müzeye taşınması hususunda ilgili Üst Kurul'a bir başvuruda bulunmuştur. Üst Kurul, Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan raporu dikkate alarak 12 Aralık 2013 tarihinde bulunan mozaiklerin müzeye taşınması ve diğer kalan duvar kalıntılarının yerinde korunması şartıyla araziyi 3'üncü derece sit alanı ilanı olarak karara bağlamıştır. Bugün bulunulan noktada, şirketimiz tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na söz konusu arazinin maliyet fiyatı üzerinden kamu tarafından geri alınması için yazılı müracaatta bulunma kararı alınmış bulunmaktadır.' MOZAİKLER KÜLTÜR BAKANLIĞI'NIN SİTESİNDE SERGİLENİYOR Kemalpaşa'da 2012 yılında keşfedilen antik şehir büyük heyecan, yaratmış, konuyla ilgili detaylı bilgi ve fotoğraflar Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sitesinde de yer almıştı. BİM'in depo çalışmaları sırasında keşfedildiği sitedeki açıklamada da yer alıyor. İşte o paragraf: 'İzmir'in Kemalpaşa ilçesinde yapılan kazılarda milattan sonra 4. yüzyıla ait olduğu düşünülen 'Anadolu Pars'ı mozaiklerinin de bulunduğu antik bir şehir bulundu. Kemalpaşa Organize Sanayi bölgesinde yapılan kurtarma kazısı sonrasında 'Batı'nın Zeugması' denebilecek mozaikler ortaya çıktı. Bir firmanın sondaj kazıları sırasında fark ettiklerini, alanın daha önce de definecilerin kazı yaptığını vurgulayan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, 'Yapılacak bilimsel çalışmalar sonucu belki bu kentin de hangi kayıp kent olduğu ortaya çıkacak.' dedi. Kemalpaşa ilçesinde bir perakendeşirketinin depo olarak kullanacağı alanda yasa gereği sondaj kazısıyapılmasıyla adeta bir tarih hazinesi çıktı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da 'Bayram müjdesi olacağını' iletmesinin ardından Kemalpaşa'daki bir antik kent herkese heyecan yaşattı.' Söz konusu fotoğraflar ve açıklamalar halen Bakanlığın sitesinde yer almaya devam ediyor.
Reklam
Tarihimiz Hakkında İlginç Bilgiler
Oğuzhan Koç'un derlediği bir çok ilginç bilgiden birkaçını sizler için sundum. Gerek günümüzle ilgili tahliller olsun,gerek geçmişimizden kahramanlık dolu hikayeler olsun hepsini merakla okuyabileceğiniz bir yazı.
Mozaikler Gidiyor, BİM Geliyor
Market zinciri BİM'in Kemalpaşa'da depo yapmak istediği arsada bulunan tarihi mozaiklerin taşınmasına karar verildiği ortaya çıktı. Ancak Batı'nın Zeugma'sı olarak da adlandırılan mozaiklerle ilgili yapılan görüşmeler, kamuoyuna 'Urla Villaları'yla ilgili olarak yansıdı. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, görevi devrettiği Bakan Ömer Çelik ve BİM'in ortaklarından işadamı Latif Topbaş'ın kamuoyuna da yansıyan konuşmalarındaki mozaiklerin aslında bu tarihi kalıntılarla ilgili olduğunu söyledi. 2012 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay mozaiklere hayran kalmıştı Günay, Hürriyet gazetesinden Banu Şen'e  şu bilgileri verdi: 'Ben Kemalpaşa'daki mozaiklerin bulunduğu alanı 2012'nin son aylarında gidip görmüştüm. Gerek mozaikler, gerekse çevresindeki duvar kalıntıları önemli bir yerleşim merkezi olduğunu açıkça gösteriyor. Gördüklerimiz bizi çok heyecanlandırdı ve Ege Bölgesi'nde önemli bir Zeugma keşfettiğimizi düşündük. Bu düşüncelerimizi de basınla paylaştım. Ancak bu buluntulardan yaklaşık üç ay sonra görevimden ayrılmak zorunda kaldım. Bu alan o zamanki tespitlerime göre 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı olarak işaretlenmesi gereken bir alandır. Şimdi burada yeni bir yapılaşma gerçekleştirmek için sürdürülen çalışmaları dikkatle takip ediyorum ve ayrıntıları öğrenmeye çalışıyorum. Daha ayrıntılı bilgi edindikten sonra bu konuda ve İzmir'de SİT alanlarında yapılmaya çalışılan başka alanlarla ilgili detaylı açıklama yapacağım. Yalnız bir şey var ki o da bun alana kesinlikle depo yapılamaz.' Önce taşınamaz sonra taşınsın kararı Süreç şöyle gelişti: 2012'de Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi Ulucak mevkii 7 No'lu parselinde perakende zinciri BİM depo amaçlı inşaat yapmak üzere çalışmalara başladı. Sondaj çalışmaları sırasında arkeolojik buluntular ortaya çıktı. Alan, İzmir 2 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından mozaikler ve duvarlara ulaşılmadan, ilk etapta 3. Derece SİT olarak tescillenip korumaya alındı. Alanda kurtarma kazıları başladı.Bu kazılarda Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait mozaikler ve büyük bir yerleşim kompleksi ortaya çıktı. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay o günlerde, alanda bir basın toplantısı yaparak, buranın 'Batı'nın Zeugması' olacak değerde önemli bir arkeolojik bölge olduğunu söyledi. Bu arada BİM sanayi inşaatı yapmak istediğini, alanın ya üzerinin örtülmesini ya da mozaikler ile duvar kalıntıların kaldırılmasını talep etti. Ancak kurtarma kazıları tamamlandığında mozaikler ve duvarların olduğu alanın 1. Derece, diğer kısımların ise 3.Derece olarak tescillenmesi, bu nedenle de mozaik ve duvarların kaldırılmadan yerinde korunmasına karar verildi. BİM; kurulun 12.06.2013'te aldığı bu karara iki kez itiraz etti. Bu kez itirazlar Ankara'ya, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'na gitti. 12 Aralık 2013'te toplanan kurul, BİM'in itirazlarını değerlendirdi. Müze müdürlüğünün raporu ile BİM'in yaptığı itiraz başvurusuna ek olarak sunulan ve Ege Üniversitesi Rektörlüğünden Prof. DR. Ersin Doğaner ve Yrd.Doç. Emine Tok tarafından hazırlanan raporları dikkate alan Yüksek Kurul, mozaiklerin taşınmasına karar verdi. Plan veren duvarların bulunduğu alana ilişkin ise Koruma Yüksek Kurulu'nun 37 sayılı ilke kararları hükümleri göz önünde bulundurularak hazırlanacak projelerin, İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu'nca değerlendirilmesi kararı çıktı. Koruma altında Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi içindeki alan, koruma altına alındığı günden bu yana sürekli polis gözetiminde tutulurken, 550 metrekarelik villanın 11 odasının altısında bulunan mozaiklerin ise toprakla kaplanarak koruma altına alındığı görüldü. Kalıntılar arasında duvarlar, sütunlar ve mezarlar da dikkat çekti. Takdir kurulun Kurtarma kazılarını gerçekleştiren İzmir Arkeoloji Müzesi'nin Müdürü Mehmet Tuna, özellikle mozaiklerin bulunduğu alanın 1.Derece Arkeolojik SİT Alanı olduğunu belirtirken Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Antik Smyrna Kazı Başkanı Yrd.Doç.Akın Ersoy buluntuları değerlendirdi: 'İpuçlarından MS.4.yy yüzyıl sonralarından 7.yy'a kadar kullanıldığı anlaşılıyor. O dönemde kırsalda olan merkezi mekanlı villalara benziyor. Ya zengin Nyphaion'li (Kemalpaşa) ya da Smrynalı (İzmir) bir aristokrata ait bir villa olabilir. 200 yıllık yaşam süren bir yapı. Kente Müslüman Arap saldırıları olduğu sırada burada yaşamın sona erdiğini söylemek mümkün. Şu an görünen malzemeler orijinal. Kamu yararı söz konusu olduğunda kimi zaman kurullar müzede sergilenmesi yönünde böyle kararlar alabilir. Ancak bu şekliyle baktığımızda 1. Derece Arkeolojik SİT alanı olmaya aday bir alan. Ama takdir yine de koruma kurulunundur.' Alanın en son durumu ile görüşlerine başvurulan İzmir 2 No'lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, internet sitelerindeki arıza nedeniyle en son yüklemeyi 2 Eylül 2010'da yaptıklarını daha sonra başvurumuza yazılı olarak yanıt vereceklerini belirtti. Batı'nın Zeugması Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 20 Ekim 2012'de 'İzmir'e bayram öncesinde herkesi çok şaşırtacak ve görenlerin şaşkınlığını gizleyemeyeceği büyük bir arkeolojik müjde vereceğiz' şeklinde açıklamasıyla gündeme gelmişti. Milattan sonra 4'ncü yüzyıla ait antik bir Roma kenti olduğu düşünülen alanda yapılan kurtarma kazısı sonrasında geniş çaplı kazı çalışmaları başlamış ve yine o dönemin Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, 'Anadolu'da kayıp kentlerin olduğu biliniyor. Yapılacak bilimsel çalışmalar sonucu belki bu kentin de hangi kayıp kent olduğu ortaya çıkacak. Burada 'Batı'nın Zeugması' denebilecek bir yapılaşma var' demişti. Süslü, 'Alan sadece villadan oluşmuyor. Sondaj kazılarıyla arazi genelinde yapılara rastlamakla beraber zaman içinde zengin verilere de rastlayacağımız aşikar. Bir kent ya da yerleşim birimi olup olmadığı belirlendikten sonra buranın durumu netlik kazanacak' demişti. BİM: GERİ ALINMASI İÇİN BAŞVURACAĞIZ BİM Birleşik Mağazalar A.Ş. ise konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: Sosyal medya üzerinden yayıldığı tespit edilen tapelerle, mülkiyeti şirketimize ait bu arazi arasında hiçbir ilişki yoktur. Şirketimize ait İzmir ili, Kemalpaşa ilçesi, Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesinde yaklaşık 40.000 m² büyüklüğünde bir arazi bulunmaktadır. Söz konusu araziye ilişkin son durum bilgileri kronolojik olarak şu şekildedir: 1- 26 Ocak 2012 tarihinde bu arazi üzerinde bir depo yapımı için proje hazırlanmış ve yerel yönetimin onayına sunulmuştur. 2- Bunu takiben 13 Mart 2012 tarihinde kuralına uygun olarak başlatılan hafriyat çalışmaları esnasında bazı kalıntıların varlığı tarafımızca tespit edilmiş ve gecikmeksizin İzmir Müze Müdürlüğü bilgilendirilmiştir. 3- 23 Mart tarihinde müze arkeologları yerinde yaptıkları inceleme sonucunda söz konusu kalıntılar ile ilgili bir tespit tutanağı düzenlemişlerdir. Bunun akabinde 23 Mayıs 2012 tarihinde İzmir 2 No'lu Koruma Kurulu tarafından mülkiyetimizde olan bu arazi 3. derece sit alanı ilanı edilmiştir. 4- 3 Eylül 2012 tarihinde ise Müze Müdürlüğü tarafından öncelikle sondaj kazıları başlatılmış ve devamında 26 Eylül tarihinde kurtarma kazıları başlatılmıştır. Keza 29 Ekim 2012 tarihinde kazı alanı dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından ziyaret edilmiş; bulunan tarihi eserler basında haber olarak yer almıştır. 5 – 5 Nisan 2013 tarihinde kurtarma kazısı tamamlanmış, müze uzmanları tarafından hazırlanan rapor temelinde İzmir 2 No'lu Koruma Kurulu, 12 Haziran 2013 tarihinde eserlerin bulunduğu bölüm için 1. derece sit diğer kalan kısım için 3. derece sit alanı kararı almıştır. 6- 20 Ağustos 2013 tarihinde şirketimiz, bulunan tarihi eserlerin müzeye taşınması hususunda ilgili Üst Kurula bir başvuruda bulunmuştur. Üst Kurul Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan raporu dikkate alarak 12 Aralık 2013 tarihinde bulunan mozaiklerin müzeye taşınması ve diğer kalan duvar kalıntılarının yerinde korunması şartıyla araziyi 3- derece sit alanı ilanı olarak karara bağlamıştır. Bugün bulunulan noktada, şirketimiz tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na söz konusu arazinin maliyet fiyatı üzerinden kamu tarafından geri alınması için yazılı müracaatta bulunma kararı alınmış bulunmaktadır. Hürriyet - Gerçek Gündem
Yabancı Gözüyle Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu birçok kişinin bildiği üzere miladi 1299 yılında Söğüt'te kurulan, başlarda küçük bir beylik iken devletin en geniş sınırlarına ulaştığı Kanunî Sultan Süleyman devri ve sonrası için tüm Dünyaya 'bir devlet nasıl İmparatorluk olur?' ekolünü benimsetmiştir. Yaptığım araştırmada bazı yabancı şahsiyetlerin Osmanlı İmparatorluğu ve o zamanın tebaası hakkında düşüncelerini sizlerle de paylaşmak için bir kaç örnek sunmak istiyorum. Kullanılan kaynaklar: http://belgelerlegercektarih.wordpress.com  ,  http://osmanlikulturunuyasatmadernegi.com/
Reklam
İstanbul'un Hüzün Akan Çeşmeleri
Osmanlı su kültürünün nadide bir meyvesi sokak çeşmeleri, hem vatandaş hem yetkililer eliyle tahrip ediliyor. Kitabesi kırılan, musluğu çalınan, asfalta gömülü, depoya çevrilmiş, hatta baz istasyonu monte edilen çeşmelerin hali içler acısı. İncele incele narin bir kalıp şeklini alan ve bu kalıptan çıkmış onlarca sanat eseriyle mamur hale gelen medeniyet başkentimiz eski günlerini mumla aratıyor. Her geçen gün artan kalabalığın arasında sıkışıp kalmış ata yadigârı çeşmeler, bilinçsiz yapılaşma ve vandalizmin en büyük kurbanı. Sokak ve imar çalışmaları sırasında zeminin yükseltilmesinden dolayı yarıya kadar asfalta gömülü, dükkâna hatta baz istasyonuna çevrilmiş, kitabesi kazınmış veya çalınmış, muslukları sökülmüş, kurnası çöp tenekesine dönüştürülmüş, üzerine yapıştırılmış reklam afişlerinden zar zor seçilen tarihi çeşmelerin sayısı yüzleri buluyor. Hatırlanacağı üzere, son yüzyılda yapılan devasa imar faaliyetleri birçok çeşmenin yok olup gitmesine sebep olmuştu. Bununla beraber, günümüzdeki bazı iyi niyetli restorasyon çalışmaları devam etse de yakın tarihte yürürlüğe konan kentsel dönüşümün de bu konuda hassas kriterler içerdiği söylenemez. Denilebilir ki, yol zeminin altında kalan çeşmeleri ihya ederek kurtarabilme şöyle dursun, var olanı koruyabilmek bile büyük bir zanaat. Kaldı ki halkın da tarihî yapıları koruyup kollamak adına bir bilinç sahibi olduğundan bahsetmek pek kabil değil. İşte duyarsızlık ve cahilce tasarruflara kurban edilen çeşmeler ve acı hikâyeleri... Gülhane Parkı belki de İstanbul’un en önemli turistik mekânı. Ama her yaz bir insan akınına uğrayan bu önemli merkez, türlü yağmadan yakasını kurtaramıyor. Duvara bir sedef gibi hakkedilen çeşmelerin bugün suları akmıyor. Zira çeşmeler hırsızların mütemadiyen devam eden yağmasına maruz kalıyor. Yaz aylarında çekilen bu fotoğrafta da farklı bir tahribata şahit oluyoruz. Kitabesinde Sultan II. Abdülhamid’in hayratı olduğu yazan çeşmenin kurnası yenmiş mısır koçanları ve pet şişelerle doluyor. Beşiktaş’ta Şenlikdede Mescidi karşısındaki set üstünde yer alan çeşme, kelimenin tam anlamıyla karalama tahtasına çevrilmiş. Kısa bir zaman önce üzeri temizlenen tarihî Ramiz Ağa Çeşmesi, sprey boyalarla kirletiliyor. Üzerindeki kitabede suya dair ayet ve hadislerin bulunduğu çeşme en son 45 sene önce akıyormuş. İlginç yanı alınlığın tam ortasından çıkan incir ağacı. Çevredekiler incir mevsimi gelince önünde gölgelik yaptığını ve çok lezzetli incirler verdiğini söylüyor. Beşiktaş, Asariye Caddesi başında kendinden emin bir tavırla zamana ve insanlara direnen Sultan Abdülhamid Çeşmesi’nin yakın bir zaman önce kurnası kırılmış. Aynalığındaki izlerde üzerine defalarca ilan ve afiş asıldığı belli oluyor. Musluğu da çalınan çeşmenin 8 cm kalınlığındaki mermer kurnası da kırılmış. Önü ve arkasına arabaların park ettiği çeşmenin de bu yüzden kırılmış olabileceği tahmin ediliyor. Sıradaki hikâye, Vatan ve Millet caddelerini birleştiren Muratpaşa Sokağı’ndan. Yakınlardaki Muratpaşa’nın hayratı olarak çevre ahaliyi sulayan bu çeşme çarpık yapılaşmanın kurbanı. Tam arkasına yapılan bina yüzünden statiği kaymış ve yola doğru çökmüş. Kitabesi de ciddi derecede zarar gören çeşmenin süslü aynalığı da toprak altında kalmış. Karaköy Yeni Cami Çeşme Sokağı’ndaki tarihî çeşmenin kitâbesini okumanın imkânı yok. Bundan dolayı herhangi bir malumat edinmek de çok zor. Acilen espampajının alınması gerekiyor. Hırdavatçı dükkânlarının arasında kalan tarihi çeşme, egzoz dumanından dolayı da karardıkça kararmış. Yolun altında kalmak talihli çeşmelerimizden birisi de, Yeni Cami Çeşmesi. Yahya Kemal’in o muhteşem mısralarıyla tasvir ettiği Süleymaniye Camii, maalesef günümüzde hırdavattan deriye, kırtasiyeden hac malzemesine kadar onlarca izbe imalathane ve salaş dükkânla kuşatılmış. Burada dolaşırken yalağına beton dökülerek merdivene çevrilen Firuze Sokak’taki çeşmenin görüntüsü can yakıyor. Hemen yanındaki baskülde tartılacak karton kutuların konulduğu yalağı çoktan yok olmuş. Kitabesindeki tarihe göre Sultan I. Abdülhamit devrinde Kaim-makamı Melek Muhammed Paşa kethüdası sahib-ul hayrati ve-l-hasenati Hacı Huseyn Ağa’nın hayratı olarak yaptırılmış. (1771/1772) 100 sene sonra bir yangın geçirmiş. Kim tarafından yeniden ihya ettirildiği bile satır satır yazıyor. Üsküdar’da restorasyon çalışmaları henüz tamamlanmış Sadrazam Halil Paşa sebiline yapılanlar görenleri çıldırtacak türden. Aziz Hüdai Sokağı ile Yeni Çeşme Sokağı köşesindeki bu çeşme köhne halinden henüz çıkmıştı ki yeni bir çirkinliğe daha uğradı. 1626 yılında Sultan Ahmet Camii’nin de mimarı olan Sedefkar Mehmet Ağa tarafından yapılmış bu klasik Türk mimarisi ürünü çeşme, yeşil renkte Allah ve ay yıldız çizilerek mahvedilmiş. Anlaşılıyor ki bu tahribi yapanlar, Allah adını çeşmenin üzerine yazmakla kim veya ne adına hareket ettiklerinin bile farkında değil. Şişhane Metro İstasyonu Kasımpaşa’ya bakan çakışındaki Mehmed Ağa Çeşmesi, benzeri görülmemiş bir vandalizme maruz şu sıralar. Çeşmenin lüleli musluklarıyla şırıl şırıl aktığını görenler yok denecek kadar az. Önce hemen yanında bulunan ahşap bina üzerine yıkılmış ve ahşap enkaz iki yıla yakın üzerinde kalmış. Çevredekilerin uyarıları ve ikazları ile güç bela korunmaya çalışan çeşmenin duvarına baz istasyonu kurulmuş. Tarihî yapının duvarı delinerek yapılan kıyım bir tarafa başka yer yokmuş gibi bitişiğinde yeni bir inşaat daha yükseliyor. Kasımpaşa Küçük Piyale Mahallesi sınırları içinde, Kulaksız Caddesi üzerinde yer alan çeşme, ‘Uyan ey gözlerim uyan’ diyen Sultan III. Murat’ın çeşmesi. Sultan tarafından 1585 tarihinde kesme küfeki taştan inşa edilen çeşme de diğerleri gibi beton zemine saplanıp kalmış. Nişin üzerinde on iki mısradan oluşan kitabedeki şiir ise Prizenli Şair Nihadi Çelebi’ye ait. Çeşme bugün alelade bir musluk takılarak, bu kadarlık da olsa iade-i itibar görüyor. Galata’da Perşembe Pazarı yakınlarındaki çeşme tam anlamıyla bir şark kurnazlığı eseri. Yanıkkapı Sokağı ile Tenha Sokak’ın kesiştiği noktada bulunan tarihî Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi, beline kadar asfaltta kalmış olmasının yanında akıllara zarar bir soygunun abideleştiği bir anıt. Bundan birkaç sene evvel, yan tarafındaki hazne duvarı delinerek dükkana çevrilmiş. Bu da yetmemiş, tarihî çeşmenin üzerine bir kat çıkılarak elektronik malzeme toptancısına kiralanmış. Elmayı yiyen bir kurt gibi içi boşaltılan çeşmenin dört sene önce çekilmiş bir fotoğrafında kitabesi de yerli yerinde duruyordu. Şimdi sökülen kitabesi ve çeşme nişi boş. Galata’nın en eski Osmanlı çeşmesi (1568-69) bugün ticarethane ve arabaların arasında sıkışmış durumda. Aksaray Selçuk Sultan Camii Sokak içinde yer alan sokak çeşmesinin hali içler acısı. Zaten yolun yükselmesinden dolayı kaybolan mermer çeşmenin önüne elektrik trafoları konularak hayattan tamamen koparılmış. Üzerinde herhangi bir yazı veya kitabe bulunmasa da ince sanatlarla süslenmiş bir sokak çeşmesi olduğu hemen göze çarpıyor. Ancak ne bir zamanlar onun suyundan içenler, ne yetkililer mevcut durumdan şikayetçi. ERKAM EMRE - İSTANBUL
Reklam
İstanbul'un İlçe ve Semt İsimleri Nereden Geliyor?
BAĞDAT CADDESİ: Bizans döneminden bu yanavarlığı bilinen yol (şimdi cadde), Osmanlılar döneminde Üsküdar’dan Şam veBağdat yönüne giden kervanlarca kullanılıyordu. Osmanlı ordusu, Doğu seferlerine bu yoldan çıkıyordu.Adının Bağdat Caddesi olması bu nedenledir. ALTINBOYNUZ: Biz ‘Haliç’ diyorsak da Batı kaynaklarında ‘Altın Boynuz’olarak geçiyor. İsminin orjinali Rumca. ‘Hriso Keras’ Rumca'da altın boynuzanlamına geliyor. Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin çatal vaziyette, boynuzuandırması nedeniyle bu ismi almışdır. BAB-IALİ: Günümüz Türkçesinde ‘Yüce Kapı’ anlamına gelen bu terim,aynen tercüme edilerek diğer dünya dillerine de girmiştir. İstanbul’da devletitemsil eden her ofis, ‘kapı’ diye anılırdı. Yani bugünün devlet dairesininkarşılığı ‘kapı’ idi. Basın kuruluşları İkitelli’ye taşınmadan önce “Bab-ı Ali”denilince akla basın geliyordu. ABİDE-İHÜRRİYET: Şişli’de Hürriyet tepesindeki anıtın adı. Bugünkü dillesöylenirse ‘Özgürlük Anıtı’. AĞACAMİİ: Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üstündeki Ağa Cami’siniŞeyhülharem Hüseyin Efendi yaptırmıştı. Hüseyin Efendi aynı zamanda‘Galatasaray Ağası’ydı. Bu nedenle Ağa Cami olarak anılır. AYAZMA:İstanbul’da çok fazla sayıda ayazma var. Nedir ayazma? Hıristiyanlarıninançlarına göre kutsal ve şifalı su; bu maksatla ziyaret edilen yerlerdekidini yapıdır. Her ayazmanın adını taşıdığı aziz ve azizeler için özel bir günüvardır. BAHARİYE:Osmanlı padişahları ve vezirler, özellikle bahar mevsiminde, Haliç kıyısındaEyüp Sultan’dan sonra gelen ve Bostan iskelesi ile Silahtarağa arasında uzananbölgeye giderlermiş. Buraya köşkler yaptırılmış. Baharda yeğlenen bir bölgeolduğu içinde ‘baharlık’ anlamına ‘bahara ait’ yani ‘bahariyye’ diye anılmış. BALAT:Rumca saray anlamına gelen ‘palation’ sözcüğünden geldiği sanılmakta. Önceİstanbul’un Haliç kıyısındaki kapılarından birine verilen ad, sonra bütünsemtin adı oldu. BALTALİMANI:Rumeli Hisarı’nın ötesindeki eski adı ‘Fadalya’ olan ‘Baltalimanı’, adınıİstanbul’un fethi sırasında Gelibolu’daki donanmayı hazırlayan ve kuşatmasırasında gemileri bu limana getirmeyi başaran Baltaoğlu Süleyman Bey’den aldı.Baltaoğlu Süleyman Bey Osmanlı Devletinin ilk Kaptan-ı Derya’sıydı. BEBEK:İsmini, Fatih’in bu bölgenin muhafazasına memur ettiği bölükbaşının ‘Bebek’lakabından almıştı. Bebek Çelebi ya da Bebek Çavuş’un bu semtte bir köşkü vesonradan hasbahçe olan bir bahçesi vardı. BELGRADORMANI: Ormanın adı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulanBelgrad köyünden gelmekte. Belgrad köyü 1521 Sırbistan seferinden sonra İstanbul’agetirilen Sırp tutsakların yerleştirilmesi amacıyla kurulmuştu. BEŞİKTAŞ:Bu semt ‘Kone Petro’ adıyla anılıyordu. Anlamı ‘Taş Beşik’ idi. Rahip Yaşka, Hzİsa’nın beşiğini Kudüs’ten getirip, burada yaptırdığı kiliseye koymuştur. Hz.İsa çocukluğunda bu beşik içinde yıkanmış, bu sebeple bu kilise Rumlar arasında‘Taş Beşik’ olarak ün yapmıştır. Rahip ölünce beşiğin Ayasofya’ya bırakıldığısöylenir. Bu söylenti bir delile dayanmadığı için efsane niteliği taşımaktadır. BOMONTİ:Semt adını, 1902 yılında Bomonti Kardeşlerin burada kurdukları Bomonti BiraFabrikası’ndan almıştır. Bu bina daha sonra İstanbul Tekel Bira Fabrikasıolarak anılmıştır. CERRAHPAŞA:Semt, buradaki cami-nin adını taşır. Camiyi 16’ncı yüzyılda, Sadra- zam CerrahMehmet Paşa yaptırmıştır. Mimar Davud Ağa’dır. Cerrah Paşa camiyle birlikteçifte hamam, çeşme ve türbe de yaptırmıştır. CİHANGİR:Kanuni Sultan Süleyman’ın, Tophane ile Fındıklı arasındaki kıyıdan 300basamakla ulaşılan yüksekçe bir yere oğlu Cihangir’in anısına yaptırdığı cami,semte adını vermiştir. AKARETLER:Avrupa yakasında,Maçka-Dolmabahçe arasında, Beşiktaş ilçesinin birmahallesidir. Sultan Abdülaziz Taşlık Aziziye camisinin masraflarını karşılamakiçin bir vakıf kurdurmuştur, Bu vakıf gelir sağlamak amacıyla kirayaverilebilecek binalar yaptırmıştır. Projenin tamamlanması II.Abdülhamit’e nasipolmuştur. Kira,irat getiren anlamındaki Akaret ismi bu binalara yakıştırılaraksemte Akaretler adı verilmiştir. AYRILIKÇEŞMESİ: Anadolu yakasında, Kadıköy’den Acıbadem’e giderkenHaydarpaşa’dan gelen yolla kesiştiği yerdeki semttir. Eskiden Trakya veİstanbul’dan hacca gidecek olanlar burada toplanırlar ve hep birlikte yolaçıkarlarmış. Hacı adayları yakınları ile burada vedalaşıp yola çıktıklarındansemte Ayrılık Çeşmesi adı verilmiştir. BAHARİYE:Anadolu yakasında, Kadıköy-Fenerbahçe-Moda arasındadır. Kentte yerleşiminyaygın olmadığı dönemlerde, İstanbulluların yazlık olarak kullandıkları birsemtti. Bir söylentiye göre, bahar aylarında semtteki hareketliliğin artmasısebebiyle baharlık anlamında 'Bahariye' adı verildiğidir... BAKIRKÖY:İlk çağlarda Hebdamon Septimus adıyla anılmaktaydı. Bizans döneminde yazlıkolarak kullanılmıştır . Constantinus (Büyük) zamanında buraya saraylar ,köşkler, kiliseler yaptırmıştır. Bizans'ın son döneminde Makrihori, Osmanlıdöneminde Marki Köy olarak bilinen semtin adı Cumhuriyet'in ilanından sonraBakırköy olarak değişmiştir... BEYKOZ:Antik çağdaki adı Amykos'dur.Beykos ismi ilk defa Bizanslılar tarafındankullanılmıştır. Bithnia Kralı ve Kocaeli valileri bu semtte ikamet etmişlerdir.Kos farsçada köy anlamındadır. Semtte oturan ünlü kişilerden dolayı yöreyeBeykos denildiği ismin zamanla Beykoz'a dönüştüğü sanılmaktadır... BEYOĞLU: Bizansdöneminde yerleşim alanı değildi. Yöreye karşı yaka, öte yaka anlamında Pera yada Peran bağları deniliyordu... Beyoğlu denilmesine ait çeşitli söylentilervardır. İlki Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon Rum İmparatorluğu'na sonvermesinden sonra (1460) Kral ailesinden Prens Aleksisos Kommenos burayayerleştirilmesinden dolayı bu ismin verildiğidir. İkincisi Kanuni SultanSüleyman döneminde burada oturan Venedik elçisinden dolayı bu isminverildiğidir. (Yapılan yazışmalarda elçiye Beyoğlu denildiği için) CİBALİ:Burada bulunan sur kapısı,İstanbul'un fethine katılan komutanlardan Cebe AliBey adıyla anılmaya başlanmıştır. Cebe Ali Bey kapısı zamanla Cibali kapısınadönüşmüştür ve semt de Cibali ismini almıştır... ÇENGELKÖY:Bizans İmparatoru Justinianos buraya karısı Sophia için bir saray yaptırmıştırve semte Sophianea adı verilmiştir. Osmanlı döneminde bu semtte gemi çapalarıimal edildiğinden adı Çengel Köyü olarak benimsenmiştir. Zamanla Çengelköyşeklini almıştır. Bir başka söylentiye göre de; Osmanlı döneminde leventliktenyetişen Çengeloğlu Tahir paşa (Sonradan Kaptan-ı Deryalığa kadar yükselmiştir)bu semtte oturmuş ve yörede mescit, çeşme gibi yaptırmış ve birçok hayırişlerine önayak olmuş semtin sevilen kişilerinden biri olmuştur, semte busebepten onun ismi verilmiştir... DOLMABAHÇE:Yunan mitolojisine göre Arganut ların kralı İason Karadeniz seferi dönüşündeburada karaya çıkmıştır, bundan dolayı antik çağdaki adı İason’dur. BuradaBizans döneminde gezinti yeri olan küçük bir koy vardı. Osmanlıların İstanbul’ualmasından sonra, I. Ahmet döneminde Kaptanı Derya Halil Paşa bu koyudoldurmakla görevlendirildi ve dol-durma işleri II. Osman dönemindetamamlandı.(1614) Park haline getirilen koy Hünkar bahçesi adıyla anılmayabaşlandı ismi zamanla Dolmabahçe’ye dönüştü... EMİRGAN:IV Murat yöreyi,Revan kalesini çarpışmadan kendisine teslim eden (1635) Safevivalisi Emirgüneoğlu’na bağışlamıştır. Bir konak yaptıran Emirgüneoğlu buradayaşamış ve semt Emirgün yada Mirgün olarak anılmış zamanla Emircan dahasonraları Emirgan şekline dönüşmüştür. FERİKÖY:Semtin ismi hakkında değişik söylentiler vardır. İstanbul'un ünlüLevantenlerinden Mösyö Ferry Galata da oturur ve zaman zaman bu cıvadra avaçıkarmış. Daha rahat avlanabilmek için buraya bir köşk yaptırmış ve semttekiyerleşim bu köşk etrafında yoğunlaşır. Yöre Ferry nin köyü olarak anılmayabaşlanır ve isim zamanla Feriköy e dönüşür. Bir başka söylentiye göre deOsmanlı padişahı A.Mecit tarafından bugün semtin bulunduğu geniş arazi MadamFeri ye bağışlanmıştır. Feri’nin köyü ismi zamanla Feriköy'e dönüşmüştür... FLORYA:Reşat Ekrem Koçu'ya göre İskender efendi namlı bir kişi burada yaptır- dığıbahçeye doğduğu kasabanın ismini vermiş (Forina Arnavutluk'ta küçük birkasabadır) isim zamanla Florya'ya dönüşmüş ve semtin ismi olarakbenimsenmiştir... İSTİNYE:Bizans dönemindeki adı Stenia zamanla İstinye şekline dönüşmüştür. KADIKÖY:Semtin tarihi Bakır çağına kadar uzanmaktadır. Semti Megara’lı göçmenlerKhalkedon adıyla kurmuştur (İÖ 8yy) . Orhan Gazi Khalkedon un bir kısmınıOsmanlı topraklarına kattı. Fatih Sultan Mehmet in kenti fethinde sonra buyörenin bakımsız bir köy görünümünün düzelmesi için İstanbul Kadısı Hızır Beyin buraya yerleşmesini istemiştir. Semt önceleri Kadıköy’ü sonraları Kadıköyolarak anılmıştır. KALAMIŞ:Eski ismi yunanca sazlık ve kamışlık anlamında Kalamis iken zamanla Kalamışşeklini almıştır. KANDİLLİ: Antikçağdaki adı Ekhaia’dır. Zaman zaman Göksu’dan deniz yolu ile saraya dönenpadişahlar için yakılan kandillerden yada IV Murat’ın Revan seferindendönüşünde bu semtteki köşkte doğan şehzadesi Mehmet için yedi gece yakılankandillerden dolayı semte Kandilli köy adı verilmiş, zamanla Kandilli şeklinialmıştır. KARTAL:Bizans dönemindeki adı Kartalimen dir. Semt zamanla Kartal ismiyle anılmayabaşlanmıştır. Bir başka söylentiye göre de küçük bir balıkçı köyü olan semtteyaşayan ve çok sevilen Kartelli isimli balıkçıdan dolayı önceleri Kartelli’ninköyü olarak anılan semtin adının zamanla Kartal a dönüştüğüdür. KAZLIÇEŞME:Burada bulunan bir çeşme semte ismini vermiştir. Bu çeşmenin üzerinde alçakkabartma olarak kaz figürleri vardır. Bir söylentiye göre, İstanbul un fethisırasında baş gösteren su sıkıntısın- da uçuşan kazlar takip edilmiş veburadaki su kaynağı bulunmuştur. Sonraları bu su kaynağı üzerine bir çeşme inşaedilmiştir. Günümüze kadar birçok yenilemeler gören çeşme halen semttebulunmaktadır.   LEVENT: Osmanlı Padişahı III Selim döneminde, Nizam-ı Cedidaskerleri için kurulan Levend kışlası semte adını vermiştir. MAÇKA:.Adının Farsça Masgah (Nişangah) tan geldiği söylenmektedir. Zamanla Maçka yadönüşmüştür. Bir diğer söylentiye göre de Fatih Sultan Mehmet in 1461 yılındaTrabzon'u fethinden sonra Trabzon’dan buraya gönderilen Maçkalılardan dolayısemte Maçka adının verildiğidir. OKMEYDANI: İstanbul’unfethi sırasında Fatih Sultan Mehmet in otağ kurduğu yerdir. 1490 yılında Fatihin burada on dokuz sınır taşıyla sınırları belirlenen çok geniş bir alanaTekke-i Tirendezan (Okçular tekkesi ) yaptırmasıyla semt Okmeydanı olarakanılmaya başlanmıştır. SÜTLÜCE:Bizans döneminde küçük bir köy olan semtte (Sut membat köyü) bronzdan yapılmışve göğüslerinden su akan bir kadın heykeli varmış. Sütlerinin bol olması içinyeni doğum yapan kadınlar tarafından ziyaret edilirmiş bu yüzden semte Sütlüceadı verildiği söylenmektedir. ŞİLE: Kentte yerleşim yaklaşık İ.Ö 5000 yıllarındabaşlamıştır. Şile ismi Mercanköşk olarak bilinen bir dağ çiçeğinin yunancaadından gelmektedir. İlçe tarihte Aschil, Phile, Astere, Kilia isimleriyleanılmıştır. Eski bir Milet kolonisi olan kent Lidya,Pers, Galat,Roma, Selçuklu,Bizans ve Osmanlı egemenliklerinde kalmıştır. TAKSİM:Adını 19. yy. da kurulan su dağıtım şebekesinden almıştır.Maslak-Mecidiyeköy-Şişli yönünden gelen içme suyu burada toplanır ve dört yönedağıtım (taksim) yapılırdı. UNKAPANI:Kapan Osmanlı döneminde pazaryeri, satışyeri, kontrol yeri anlamınagelmekteydi. İstan- bul’un alınmasından sonra kente gelen gıda maddeleribelirli yerlerde teslim alınır ve İstanbul kadısı temsilcisi, esnaf temsilcisitarafından denetlenirdi. Çeşitli gıda maddelerinin bu tür trafiğinin yoğunolduğu yerlere Kapan denirdi.(Yağ kapanı, Bal kapanı gibi)Şehre gelen unlarınbu semte indirilip depolandığı için yöreye Unkapanı isminin verildiğisanılmaktadır.
Ankara'nın İlçe ve Semt İsimleri Nereden Geliyor?
Başkent Ankara’nın ilçelerine verilen isimlerin her biri ayrı bir hikayeyi barındırıyor. Binlerce yıllık tarihinde çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Anadolu, tarihi ve doğal güzellerinin yanı sıra mitolojik zenginliğiyle de insanoğlunu hayran bırakacak özellikler taşıyor. Anadolu’nun kalbi Ankara’nın tarihinde de yaşanan olaylar ve coğrafi konumu, ilçe isimlerine de yansıyor. İlçe isimlerinin nereden geldiğine dair kulaktan dolma bilgiler bilinse de, tam anlamıyla doğru bilgiler bulunmuyor. Ancak halk arasında ilçe isimleriyle ilgili çeşitli anlatımlar dikkat çekiyor. AA muhabirinin ilçe belediyeleri ile çeşitli kaynaklardan Ankara’nın 25 ilçesinin isimlerinin nasıl ortaya çıktığına ilişkin elde ettiği bilgiler şöyle: Kazan: Kazan ismine ilk defa 1530 tarihli Tapu Tahrir kayıtlarında rastlanıyor. Kazan’da, İlhanlıların Ankara’ya egemenlikleri zamanında 'Gazan Han' adına basılmış sikkelerin buluntuları dikkat çekiyor. Bu rivayete dayanarak 'Gazan' isminin zaman aşımına uğradığı ve 'Kazan' olarak değiştiği bilgiler arasında yer alıyor. Ayrıca yapılan Ankara Savaşı esnasında Osmanlı ordusunun yemek ihtiyacını karşılamak üzere bölgeye dev kazanlar kurulmasından dolayı ilçeye bu ismin verildiği rivayet ediliyor. Akyurt: Ankara’nın kuzey doğusunda yer alan Akyurt (Ravlı), Cumhuriyet döneminde ilçe merkezi olan köylerimizden birisidir. 'Ravlı' adıyla bilinen bu köy, 1463 yılı kayıtlarında 30 haneli olduğu bilinir. Ravlı köyünün tamamı 1. Murad döneminde yaşamış hayırsever Melike (Melek, Meleki) Hatun’un Medresesinin vakfına aittir. 21 köyün bağlı olduğu nahiye merkezi olan Ravlı köyü 1990 yılında resmi gazete yayımlanan kanunla Akyurt olarak ilçe merkezi olur. Beypazarı: Beypazarı’nın tarihinde Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar’ın egemenliği altında kaldığı bilinmektedir. Rivayetlere göre, M.S 491-518 yılları arasında hüküm süren Bizans İmparatoru Anastasios’un döneminde piskoposluk merkezi olarak bilinen Beypazarı (Lagania) ziyaretinde şehrin adını 'Lagania-Anastasiopolis' yani 'Anastasios Kenti Kaya Doruğu Ülkesi' olarak değiştirir. Başka bir bilgide, Beypazarı’nın, ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah’ın veziri Dinar Hezar’ın olduğu ve onun için şehre 'Germiyan Hezar' da denildiğinden bahsedilir. Bölge, Osmanlı Devleti’nin toprak rejimi ve Tımarlı Sipahi merkezlerinde ticari ve ekonomik hayatın yoğunluğundan dolayı 'Beğ Bazarı' olarak da adlandırılmıştır. Ayaş: Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Ayaş, Ankara’nın kuzeybatısında yer alıyor. İpek yolunun durağı olan Ayaş, bir Türkmen Oymağı adı olduğunu bilinmesiyle birlikte Öztürkçe kökenli 'Parlak, aydınlık gece' anlamına da geliyor. Gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan büyük Türk Seyyahı Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Ayaş’tan bahsedilmektedir. Polatlı: Menteşe köyünün 1860 yılında Sivritepe eteğine kurulan Polatlı, 1 Ağustos 1926 tarihinde 877 sayılı kanunla ilçe oldu. Frigya krallarından Pulat’ın, bu bölgeye yerleşmesinden dolayı kendi isminin bölgeye verildiği ileri sürülmektedir. Farsça kökenli Pulat, çelik ya da kuvvetli anlamına gelmesinden dolayı Polat olarak türetilmesi ihtimaller arasında yer alıyor. Bir diğer iddia ise şehrin adını bu bölgede yaşayan ve atlarıyla meşhur olan Yakup Ağa’dan aldığıdır. Yakup Ağa’dan bahsedenlerin kendisine 'Bol Atlı Yakup Ağa' dedikleri ve bunu daha sonra 'Bol-atlı' şeklinde kısaltarak zaman içerisinde 'Polatlı' olarak kaldığı halk arasında söylenir. Etimesgut: Tarihi kaynaklarda Etimesgut değişik adlar almıştır. Bölge, Amaksyz, Amaksis, Amaksuz, Akmasuz, Ahi Mesud, Etimesud ve Etimesgut olarak en son haline gelmiştir. Etimesgut Belediyesi’nin verdiği bilgilere göre, Atatürk’ün örnek nahiye olarak 1929 yılında kurduğu Etimesgut’un, eski adı Ahimesud’dur. Bölgede Ahi Mesud ismiyle bir ahinin yaşamasından dolayı bu ismi aldığı bilinir. Pursaklar: Pursaklar isminin doğuşunda bir çok rivayet bulunmaktadır. Pursaklar Eski Muhtarı Kemal Çelik, eski zamanlarda Pursaklar’ın ormanlık alan olması nedeniyle Pür-saklar (yapraksaklar) denildiği bilgisini veriyor. Bir başka görüşe göre, Pursaklar isminin 1463 yılında Osmanlı dönemindeki kayıtlarda 'Busaklar' olarak geçtiği belirtiliyor. 17. yüzyılda 'Busaklar' isminin 'Pursaklar'a dönüştürülüp, Ankara’nın merkez köylerinden birisi haline getirildiği anlatılıyor. Ankara Savaşı’nın yapıldığı yer olarak bilinen Pursaklar, Moğolların fil ordusunun bu bölgede saklandığı konusunda iddialarda, önceleri 'Filsaklar' olan bu bölgenin isminin, zamanla değişerek ilk önce 'Pirsaklar' daha sonra da günümüzdeki adı ile 'Pursaklar' olduğunu söyleniyor. Kızılcahamam: Kızılcahamam, ilk çağlara kadar uzanan tarihinde, Yabanabat, Çorba ve son olarak da Kızılcahamam ismini aldığı iddia ediliyor. Ayrıca, 'Kızılcahamam' isminin yöre toprağının rengi ile yörede bulunan şifalı kaplıcalarından aldığı tahmin edilmektedir. Çubuk: 'Çubuk' kelimesi, Türklerde erkek ismi, aşiret ismi ve yer adı olarak kullanılmıştır. Çubuk’un isminin de 11. yüzyılda Selçukluların, Sultan Melikşah devrinde Anadolu’daki fetih hareketlerine katılan Türk Beyi, yani Çubuk Bey’den almış olduğu biliniyor. Başka bir rivayete göre, Çubuk yöresinin bulunduğu ovanın suyu oldukça boldur. Bundan dolayı yerleşim alanı çayırlık, çimenlik, kavak, söğüt ve bağ çubuklarıyla kaplıdır. Daha önce çayırlık olan bölgeye, çubuğu bol olmasından dolayı 'Çubuk' adı verilir. Bala: Farsça kökenli olan Bala, yüksek, yukarı anlamına geliyor. Bala’nın 600 yıl önce Kara Ali adında bir Türk tarafından veya Süleyman Gürbüz Han tarafından kurulduğuna dair söylemler bulunuyor. Aynı zamanda ilçe, tarih boyunca 'Kasaba-i Bala, Bozulus Sancağı, Tabanlı Kazası' olarak adlandırılmıştır. Mamak: 1983 yılına kadar Çankaya ilçesinin bir semti olan Mamak, daha sonra Ankara’nın merkez ilçelerinden bir haline geldi. Geçmiş zamanlarda Ankara’da uzun zaman hüküm süren Ahiler, bölgeyi kuran ve yönetenlerin isimlerini yaşatmak için mekanların adına yönetenlerin adını verirdi. Bu bölgeler, orayı idare eden Ahi büyüklerinin isimleriyle anılırdı. Örneğin Ahi Mamak, Ahi Mesud, Ahi Tura gibi... Ahi Mamak, bölge olarak idaresi altında olduğu için buraya ismini verdiği iddia ediliyor. Ankara’nın Osmanlılara geçmesinden sonra burada bulunan çiftliğe Tahir komutan atanmasından dolayı bölgeye Tahir Mamak da denildiği rivayet ediliyor. Nallıhan: Nallıhan adını nasıl aldığı hususunda ise iki söylenti var. İsminin, bölgedeki han ve yakınlarından geçen Nallı Suyu’ndan veya bölgede bulunan önemli bir hanın kapısındaki naldan aldığı yönündedir. Bir diğer söylenti ise, halk kahramanı Köroğlu buradan geçerken gece handa konaklar, ertesi gün ayrılırken hanın bahçe kısmında atının nalı düşer. Nal yerinden alınarak hanın kapısına asılır ve buradan da Nallıhan ismi çıkar. Keçiören: Tarihte Keçiören adının nereden geldiği hakkında bir çok rivayet bulunmaktadır. Keçiören ismi ilk olarak 1463’te 'Ankara Mufassal Tahrir Defteri'nde Karye-i Kiçiviran tabi-i Kasaba' (Kasaba’ya bağlı Kiçiviran köyü) olarak geçer. Kiçiviran kelimesi 'Küçük Viran' anlamına gelir. 1530’lu yıllarda bölge Keçi-viran olarak zikredilir. 1955’li yıllardan önce son derece temiz havası ve ünlü bağlarıyla adeta bir dinlenme yeri olan bu bölge, bahçeleri, çeşit çeşit meyve ağaçları, bağları, havuzları, kuyuları ile meşhurdu. İnsanlar meyve sebzelerini kendileri yetiştirir, özellikle üzüm ve armuda önem verirlerdi. Bu nedenle de Keçiören bağlarında yetişen üzümler ayrı bir lezzette olurdu. Bölgenin meşhur zümrüt yeşili alanlarla kaplı olduğu ve bu bağlarda otuzun üzerinde üzüm çeşidi yetiştirildiği söylenmektedir. Ankara’nın en geç olgunlaşan üzüm çeşitleri bu bölgede yetiştiği için 'geç veren' bağları denilmesinden kaynaklı olarak, zamanla bugünün Keçiören’ine dönüşmüştür. Bir başka rivayete göre, Keçiören ismi söylenip yazıldığı gibi 'Keçi’lerin ören yeri' kelimelerinin birleşmesiyle oluşur. Keçiören, Ankara Keçisi’nin otlak yeri olmasıyla birlikte tarihi yerleşim yeri anlamında ören kelimesiyle birleşmiştir. Haymana: Osmanlı Devletinin Kurucusu Osman Gazi’nin annesi Hayme Ana, ilçe merkezinde vefat etmesi ve buraya defnedilmesinden dolayı bölgeye 'Hayme Ana' adı verildiği doğrultusunda söylemler vardır. Haymana kelimesi, Divan-ı Lügatit Türk’te mera, otlak ve yeşillik anlamına gelir. Güdül:  İlçe, Anadolu Selçuklu hükümdarlarından I. Mesut’un eniştesi ve Ankara Emiri olan Şehabüldevle Güdül Bey tarafından şimdiki yerinde, tahminen 850 yıl önce kurulmuştur. 1 Eylül 1957 yılına kadar Ayaş ilçesine bağlı bir nahiye olduğunu bilinmektedir. İlçe isminin Güdül Bey tarafından geldiği tahmin ediliyor. Sincan: 17. yüzyılda arşivlerinde yer alan Sincan köyü, İpek Yolu’na yakın oluşundan ötürü tarihi çağlarda önem kazanmıştır. Etimolojik bakıldığında da Sincan, şen, canlı insanların yurdu anlamına gelmektedir. Sincan, Atatürk’ün önerileriyle Romanya Köseabdi’den gelen soydaşların buraya yerleştirilmeleriyle tipik bir göçmen köyü görünümünü almıştır. Nüfusu hızla artan Sincan, 30 Kasım 1983 tarihinde çıkartılan 2963 sayılı kanunla ilçe haline getirilmiştir. Altındağ:  Milat önce ve sonra yerleşmelerin bulunduğu ilçeyi ilk Frig Kralı Midas kurar. İlçe, 'Antik ve Osmanlı Ankara’sı' olarak bilinmesinin yanı sıra Anadolu Selçuklu’sunun 'melik' şehri olmuş ve Osmanlı’nın eyalet merkezliğini yapmıştır. Zengin bir tarihe ve kültür mirasına sahip olan ilçe, başkentin ilk yerleşim alanı olması nedeniyle tarihi açıdan çok önemli eserlere ev sahipliği yapar. Bu yüzden bölge olarak değerli arsalara, evlere sahiptir. Bölgede yaşamanın pahalılığından ve değerli mekanların, arsaların olması, altın gibi değerli görülmesi ve ilçede yer yer yüksek kesimlerinin olmasından dolayı bölgeye 'Altındağ' adını verildiği rivayetler arasında bulunuyor. Çamlıdere: Kuruluşu eski zamanlara dayanan Çamlıdere, eski yıllarda 'Kuzviran' olarak anıldığı bilgiler arasında yer alıyor. İlçede türbesi bulunan Ömer’ül Faruk’un 4’üncü soyundan Şeyh Ali Semerkandi’nin yöreye gelip yerleşmesiyle bölge Şeyh Ali Köyü (Kuzviran) olarak anılmaya başlar, daha sonra da 'Şeyhler' olarak değiştirilir. Bölge, Şeyh Ali Semerkandi Diyarı olarak ta bilinmektedir. 1953 tarihinde çıkarılan 6191 sayılı kanunla ilçe statüsünü kazanan Çamlıdere, bölgede bulunan dere ve etrafındaki çamlardan dolayı bugünkü ismini aldı. Çankaya: Çankaya ilçe ismiyle ilgili olarak çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bölgedeki bir su pınarının üzeri tamamen yeşil yosunlarla kaplanmış havuza benzer bir kayanın üzerinden geçmesi ve bu suyun bir çok hastalıklara şifa canlara can olmasından dolayı bölgeye 'Can-Kaya' ismi verildiği sanılıyor. Rivayete göre, zaman içerisinde harplerde yıkılan suyun geldiği gözü kapanır, daha sonra suyun gözü açılır, ama eskisi gibi dertlere deva, hastalara şifa olmaz. Lakin 'Cankaya' adı bugüne kadar gelmiştir. Başka bir rivayette, ilçede bulunan Papaz Bağı bölgesinde eski zamanlarda bir kilisenin olduğu ve bu kilisenin tapınma saatlerinde buradaki çanın sürekli çaldığı doğrultusunda söylemler bulunuyor. Bölgede eskiden çengi oynatılmasından dolayı 'Çengikayası' olarak da zikredildiği öne sürülüyor. Elmadağ: 1530 yılı belgelerinde Kasaba nahiyesine bağlı bölge, 'yozgad köyü' olarak bilinir. Köy, Osmanlı Devleti döneminde 'Hac Yolu' üzerinde bulunması dolayısıyla bir derbent (karakol) görevi görür. Daha sonraki yıllarda Bala kazasına bağlı bir köy olan 'yozgad', milli mücadele yıllarında önem kazanmasından dolayı 'küçük yozgad' adı ile nahiye merkezi olur. 1934 yılından itibaren kurulan fabrikalardan dolayı belde gelişerek büyümeye başlar. Küçük Yozgad, 27 Mart 1944 tarihinde Çankaya ilçesine bağlı Elmadağ isimli nahiye teşkilatı haline gelir. Bölgede bulunan elma ağaçları ile dolu olan tepe ve dağlarından bu adı aldığı rivayet edilmektedir. Gölbaşı: 1923 yılında kadar Örencik köyüne bağlı 10 haneli 'Gölhanı' adıyla anılan bir mahalle iken, Bucak Müdürlüğü ve Jandarma Karakolu’nun bu bölgeye taşınması sonucunda ismi 'Gölbaşı' olarak değişir ve bucak merkezi olur. Aynı zamanda ilçe bünyesinde bulunan gölden ismini almıştır. 30 Kasım 1983 tarihinde 2963 sayılı kanunla Gölbaşı, ilçe haline gelir. Kalecik: Kalecik Kalesi’nin, Romalılar devrinde Bursa Tekfuru tarafından kızına çeyiz olarak yaptırıldığı bilinmektedir. İlçe ismini bölge ortasında, çevreye hakim tepe üzerinde bulunan küçük kaleden almıştır. Şereflikoçhisar: İsminin kökeni bölgeye Türkler yerleşmeden önceki ismi Archelais Garsaura idi. Osmanlı kaynaklarında adı, 'Koşhisar' olarak geçen ilçe ismi, 'Çift Kale' anlamına geldiği sanılmaktadır. Bu sözcük zamanla Koçhisar’a dönüşmüştür. Rivayete göre, Şerefli aşiretinden ve buradaki kaleler bağlantısından ötürü de isminin başına şerefli sözcüğü konmuştur. Ancak, burada yaşayanlar Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında çok şehit vermesinden ötürü de Şerefli sözcüğü yasa ile bölgeye verilmiştir. Yenimahalle: Artan konut sıkıntısı yüzünden yeni bir mahalle oluşturulması için 1946-1949’lı yıllarda Ankara’nın 9. Belediye Başkanı Dr. Ragıp Tüzün’ün girişimleriyle Yenimahalle kurulmuştur. Saimekadın: Mamak’a bağlı Saimekadın Mahallesi’nin isminin 1402’de Çubuk Ovası’nda yapılan Ankara Savaşı’ndaOsmanlı ordusuna yardım eden bir kadından geldiği biliniyor. Kaynaklarda, Osmanlı askerine yardım eden Saime Kadın’ın isminin oturduğu bölgeyle anılmaya başladığı ifade ediliyor. Bir başka kaynakta ise Hacı Bayram Veli’nin soyundan gelen ve bölgede bahçeleri bulunan 'Saime Hatun'un semte adını verdiği belirtiliyor. Halk arasında anlatılan bir başka öykü ise şöyle: 'Saime kadınla alışverişte bulunan biri aldığının karşılığını getirip vermiş. Saime kadın eline tutuşturulan bir tomar parayı saymaya başlayınca parayı veren eksiksiz olarak ödemede bulunduğunu anlatmak üzere, ’sayma kadın, sayma kadın’ diye uyarmış. Böylece kadının adı ’sayma’dan türeyerek Saime olmuş ve bölgenin ismi de böyle anılmaya başlanmış.' Solfasol: Hacı Bayram Veli’nin doğup büyüdüğü yer olarak bilinen Solfasol semtinin gerçek adının zülfazıl (faziletli, erdem sahibi kişi) olduğu çeşitli kaynaklarda yer alıyor. Balgat: Ankara’nın gözde mekanlardan Balgat’ın isminin öyküsü ise şöyle: 'Kat/gat' kelimesinin öz Türkçe’de şehir anlamına geldiği ve Balgat’ın 'balşehir' olduğu kaynaklarda yer alıyor. Balgat ismiyle ilgili halk arasındaki yaygın inanış ise şöyle: 'Mustafa Kemal Atatürk’ün yolu bir zamanlar şehrin dışında kalan Balgat köyüne düşer. Köyde soluklandığı evde çay içmek isteyen isteyen Atatürk’e gelen çayda şeker yoktur. Atatürk, ’Şeker yok mu?’ diye sorunca oradakiler de Ankara şivesiyle 'Şeker yok amma bal var, bal gat Atam, bal gat' der. Atatürk de bunun üzerine bölgenin ismini ’Balgat’ koyar.' Cebeci: Kelimenin sözlük anlamı, Osmanlı’nın yeniçeri ordusunda silah yapan ve bakımıyla görevlendirilen, savaşta silah ve cephaneyi orduya ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf askerdir. Osmanlı dönemindeki Cebeci kışlalarının bugünkü Cebeci semtinde kurulmasından dolayı bölgenin ismi de buradan geliyor. Dikmen: Sözlüklerde koni biçimindeki tepe, dikilerek oluşturulan ağaçlık, dik arazide orman olarak belirtilir. Ankara’nın yüksek tepelerinden biri olan Dikmen’in artık koni biçimli olup olmadığı anlaşılmamaktadır ancak semtin tepe sırtlarında kara çam ormanı bulunmasından dolayı bölgeye bu isim verilmiştir. Kasalar mevkisi, meyve ve sebze kasalarının geniş bir arazide depolanmasından dolayı bu adı almıştır. Ayrancı: Eskiden yoğun olarak görülen Rumlara Ayrancı denilmesinden dolayı bu bölgenin isminin Ayrancı olduğu söylenir. Bentderesi: Ankara’nın su ihtiyacının karşılanması amacıyla Hatip Çayı üzerine bent kurulması, bu bölgenin Bentderesi olarak anılmasına neden olmuştur. Dikimevi: Giysi ve çamaşır dikilen iş yeri, terzi bulunan bölgeye Dikimevi denilmiştir. Kırkkonaklar: Başlangıçta 40 hane bulunan semt, Kırkkonaklar adıyla anılmıştır. Dışkapı semti, Ankara’nın giriş ve çıkış kapısı olarak nitelendirildiği için bu ismi almıştır. Akköprü: Bugün büyük bir alışveriş merkezi ve metro istasyonunun bulunduğu Akköprü semti, adını Çubuk Çayı, İncesu Deresi ve Hatip Çayı’nın birleştiği noktada 1222’de Selçuklu Komutanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış, 3’ü büyük toplam 7 kemerli köprüden almıştır. Yüzüncü Yıl: Yapılaşmaya 1980’li yıllarda başlanan Yüzüncü Yıl Mahallesi’ne, 1981’de Atatürk’ün doğumunun 100. yılı kutlamalarında Yüzüncü Yıl adı verilmiştir. -Günümüze kadar değişen semt isimleri- Esenboğa kelimesi aslında bir şahıs ismidir. Ankara Savaşı’nda başarı gösteren Timur’un generallerinden İsen Buga’nın (mutlu, kutlu, güzel, iyi ve sağlıklı öküz) ismi zaman içerisinde Esenboğa olarak günümüze gelmiştir. Evliyalar semti olarak nitelendirilen Bağlum, 1530’da Anadolu vilayetinin Ankara kazasına bağlı bir köy olup Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı 438 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937-1530) isimli eserin 354. sayfasında katip hatası olarak 'Yavlum' diye kaydedilmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda 'Bavlum' olarak değiştirmiştir. Haymana sözcüğünün anlamı, başıboş hayvanların salındığı çayırlık, halk ağzında ise tembel demektir. Bir de 'Haymana beygiri gibi dolaşmak' yani 'işsiz, güçsüz dolaşmak' deyimi vardır. Çayıra salınan hayvanlar, ovanın bu adla anılmasına yol açmıştır. Halk arasında anlatılan öykü ise şöyle: 'Mana' ismindeki kızının burada intihar etmesine üzülen Timur Sultanı’nın acı acı 'Hey Mana, Hey Mana!' diye bağırması üzerine bölgedekiler artık bu semte 'Heymana' derler. Telsizler bölgesindeki Türk Telekom Kültür Merkezi olarak kullanılan yapılar, 1928’de telsiz istasyonu olarak yapılmış ve 1951’e kadar Ankara Telsiz İrsal İstasyonu olarak hizmet vermiştir. Çok sayıda telsiz direği olmasından dolayı semte Telsizler adını vermiştir. Gökçegöl olarak da anılan Mogan Gölü’nün adı söylentiye göre, tarikat önderi anlamına gelen 'Mugan'dan gelmiş ve zamanla Mogan’a dönüşmüştür. Elvankent, adını, Ahi Elvan Hazretleri’nin türbesinden almıştır. Peçenek mevkisinin adı, Oğuzlar’ın 24 boyundan Gökhan kolu olan 'Beçene'den gelmiştir. Peçenek sözcüğünün kökü olan Beçene kelimesinin sözlük anlamı 'çalışkan, gayretli'dir. Adliye Sarayı’nın olduğu alana geçmişte Çaputçu Çayırı denilmiştir. Hayvanların otlağı ve çocukların oyun yeri olan Çaputçu çayırının özelliği mahalle kavgalarının burada yapılmasıdır. -Adını coğrafik özelliklerinden alan mekanlar- Ankara’nın yüksek yerlerinden Etlik, yapılaşmanın olmadığı dönemlerde çok fazla rüzgar alan semt olmasıyla bilinirdi. Hava akımına maruz kalan bu bölgede kesilen hayvanların etleri burada muhafaza edilmiş ve bölgeye coğrafi koşullarından ötürü Etlik ismi verilmiştir. Öveçlerin sözlük anlamı '2-3 yaşındaki erkek koyun'dur. Ancak 'öveçler' kelimesi, kitaplarda yer alan bilgiye göre, 'keklikten ufak, keklik gibi öten, avcıları peşinden koşturan sevimli kuş' anlamına gelir ve bu kuşların bölgede çoğunlukla bulunmasından dolayı buraya Öveçler denilmiştir. Dilimize Farsça’dan geçmiş 'seyran' sözcüğü 'gezinme ve bakıp görme, geçirme' demektir. Üzüm bağlarının da bulunduğu Ankara’nın yüksek kesimi Seyran Bağları, zamanında gezinti yeri ve çevreyi görme imkanı veren bir alan olmasından dolayı 'Seyran' ismini almıştır. Ankara Hukuk Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesinin arka tarafları olan Topraklık’ın da ilginç bir hikayesi var. İşi olmayan kimseler, bölgeden aldıkları killi toprağı eşeklerle mahallelerde dolaştırarak 'bebe toprağı' satarlardı. Tahta beşiklere serilen toprağın bebeği daha iyi uyuttuğu ve geliştirdiği söylenirdi. Bu hikmetli toprak, bölgeye ismini vermiştir. Önceleri Keltepe olarak anılan Hacettepe, ağaçlandırma çalışmalarının ardından 17. yüzyıl başlarında Hacıtepesi Mahallesi olmuş ve ağızlarda 'Hacettepe'ye dönüşmüştür. Fransızca kökenli bir kelime olan Şose’nin anlamı ise 'taş kırıkları veya kum kullanılarak yapılan yol' demektir. Eski zamanlarda taşlı ve kıvrımlı yollarının olması nedeniyle bu ismi almıştır. Tınaztepe’nin sözlük anlamı, dövülerek savrulmaya hazırlanan ekin yığınıdır. Buna bağlı olarak, mahallede ekin yığınlarının bulunmasından dolayı bölge bu adla anılmıştır. Gaziosmanpaşa Kuleli Sokak’ta bulunan ve şimdi Kuloğlu tarafından satın alınan üzüm bağı, eskiden Ermeni bir papaza ait olmasından dolayı bu isimle anılmıştır.
İznik'te İnsan Yüzü Figürlü Mozaik Bulundu
İznik'te kanalizasyon kazısı yapılırken Doğu Roma döneminden ait insan yüzü figürlü taban mozaiği bulundu.Alınan bilgiye göre, Beyler Mahallesi Afyon Sultan Sokağı'nda kanalizasyon kazısı yapan ekipler, iki metre derinlikte bir cisme rastladı. Bunun bir tarihi eser olduğunu fark eden görevliler, İznik Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdi. Müze yetkilileri tarafından gerçekleştirilen incelemede, Doğu Roma döneminden kaldığı sanılan cismin, insan yüzü figürlü taban mozaiği olduğu tespit edildi. Polis ile müze ekipleri tarafından koruma altına alınan mozaiğin çevresinde genişletme çalışması yapılacağı ve böylece hem büyüklüğünün hem de bir eve mi yoksa mabede mi ait olduğunun belirleneceği öğrenildi. Muhabir: Halil Ataş | AA
Kırşehir'de 800 Yıl Önceki Uzay Çalışmaları
Kırşehir Belediyesi, Selçuklu Devleti döneminde Kırşehir Emiri Cacabey tarafından yaptırılan rasathane ve medresenin bulunduğu alana astronomi müzesi kuracak. Kırşehir Belediyesi, Selçuklu Devleti döneminde Kırşehir Emiri Cacabey tarafından yaptırılan rasathane ve medresenin bulunduğu alana astronomi müzesi kuracak. Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Cacabey Medresesi'nin kentin önemli kültür ve turizm değeri olduğunu söyledi. Bu değerin daha etkin tanıtımı için çalışma yürüttüklerini ifade eden Bahçeci, Cacabey Meydanı Düzenleme projesi ve Açık Hava Astronomi Müzesi'nin bunların başında geldiğini vurguladı. Medresenin, Türkiye'nin de önemli eserleri arasında yer aldığına dikkati çeken Bahçeci, şöyle konuştu: 'Cacabey Medresesi, Türkiye'nin en önemli eserlerinden bir tanesi. Ecdadımız, Selçuklu Devleti döneminde 1272 yılında uzayı araştırmak için astronomi üniversitesi kurmuş. Bu çok önemli bir eser. Bu eseri hem turizme kazandırmak hem de gençlerimize ecdadının neler yaptığını göstererek onların öz güvenine katkı sağlamak amacıyla burada meydan düzenlemesi yaptık. Cacabey'in etrafını sadeleştirip, biraz daha ön plana çıkaran, aynı zamanda Kırşehir'in kültürünü de yansıtabileceğimiz uygulamalarla farklı kent meydanını oluşturacağız.' Güneş saatleri, yıldız saatleri, açı ölçerler... Cami olarak hizmet veren medresenin yapım amacındaki özelliğini hala koruduğunu dile getiren Bahçeci, kuracakları müzede, o dönemde kullanılan aletlerin prototipini sergileyeceklerini kaydetti. Bahçeci, Cacabey Medresesi'nin yanına Açık Hava Astronomi Müzesi yapacaklarını ifade ederek, 'Türk İslam medeniyetine mensup bilim adamlarımızın icat ettiği ve kullandığı 20 aleti buraya koyacağız. Bu objelerin tamamı İstanbul Gülhane'deki Türk İslam Medeniyetleri Müzesi'nde mevcut. Biz de onlardan 20'sini seçtik. Prototiplerini yaptırarak bu alana yerleştireceğiz. Güneş ve yıldız saatleri, açı ölçer gibi farklı amaçla kullanılan eserleri getireceğiz. Bunların Türkçe, İngilizce ve Japonca anlatımları olacak' dedi. Yaklaşık 800 yıllık uzay çalışmalarının yaşatılacağı müzeyi bu yıl bitirmeyi hedeflediklerini belirten Bahçeci, Ahi Evran Külliyesi projesinin tamamlanmasıyla da Cacabey ile Ahi Evran-ı Veli'yi buluşturmayı planladıklarını kaydetti. Zaman içerisinde Cacabey ile ilgili farklı projeler uygulayacaklarına da değinen Bahçeci, 'Amacımız, hem Cacabey'i Kırşehir turizmine kazandırmak hem de gelecek nesillere en güzel şekilde aktarabilmek. Bunların dışında yine aynı dönemleri içeren Ahi Evran Külliyesi projemiz de devam ediyor. Zanaatkarlar çarşısı, müzesi, araştırma merkeziyle yaşayan bir külliye olacak. İki proje tamamlandığında Ahi Evran ile Cacabey'i birleştirmiş olacağız' diye konuştu. Bahçeci, Kırşehir'in, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalan önemli tarihi özellikleri bulunduğuna dikkati çekerek, burasının Kapadokya turizminin giriş kapısı olarak algılanmasını istediklerini sözlerine ekledi. Cacabey Medresesi'nin özellikleri Kent merkezinde bulunan Cacabey Medresesi, Selçuklu döneminde Kılıçaslan'ın oğlu Keyhüsrev zamanında Kırşehir Emiri Nurettin Cibril Bin Cacabey tarafından 1271-1272 yıllarında gözlem evi ve medrese olarak yaptırıldı. Eser, sonradan camiye çevrildi. Kesme taştan yapılan iki eyvanlı kapalı avlulu medrese, döneminde astronomi yüksek okulu olarak hizmet verdi. Yapıdan ayrı olan tuğladan yapılmış çinili ve tek şerefeli minaresi ilk önce gözlem yeri olarak kullanıldı. Ana eyvanda yer alan karşılıklı iki sütun koni ve küre biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle oluşturuldu. Caminin giriş kısmında güneş ve gezegen sistemlerini andıran geometrik şekiller yer alıyor. A Haber
Reklam