Görüş Bildir
Yaşamdan Kitaplara, Kitaplardan Sinemaya Aktarılmış 59 Seçmece Film
Jackass'e yaptığı katkılar ve unutulmaz video klipleri (Beastie Boys/Sabotage) yetmiyormuş gibi John Malkovich Olmak ile zekanın, tuhaf olan ile hayli ilgi çekici bir kesişmesini sunan yönetmen, ilk uzun metrajından pek de farklı olmayan bir filmle geri dönüyor. Üstelik senarist yine John Malkovich, filminin mucize adamı ise Charlie Kaufman.Öykünün merkezinde yer alan karakter bizzat senaryoyu yazan Charlie Kaufman. Susan Orlean'ın The Orchid Thief kitabını senaryolaştırmaya çalışmaktadır. Başındaki orkide belası yetmiyormuş gibi, bir de konvensiyonel bir gerilim senaryosu yazmaya çalışan ikiz kardeşiyle uğraşmaktadır.Filmin bu noktadan itibaren nerelere ilerlediğini öğrenmek için izlemeniz lazım, zaten söylesek de inanmazsınız ! Bir yaprağın damarları gibi çatallanıp budaklanan yapım, günümüz sinemasının en yaratıcı yönetmenlerinden biriyle, en çılgın senaristini bir araya getiriyor. Charlie Kaufman bu filmin senaristidir.
'Polis' Kavramınızı Altüst Edecek İzlanda Polisi'nden 16 Sevimlilik Örneği
İzlanda dünyada en az suç işlenen ülkelerden biri olarak biliniyor. Uyuşturucu kullanımının oldukça az olduğu bu ülkede, sosyal sınıflar arasında hiçbir fark yok.  Bu ülkede polisler silahsız görev yapıyor ve oldukça iyi vakit geçiriyor gibi görünüyor.Bu küçük ülkenin başkenti ve en kalabalık şehri Reykavik'te bulunan polis merkezinin resmi bir instagram sayfası bulunuyor. Profilinde bulunan 300'e yakın fotoğraf ve 75.000 takipçisi ile, polis merkezine ait bu sayfa oldukça eğlenceli ve birbirinden şirin kareler içeriyor. Hiç kuşku yok ki, Reykavik Polis Merkezi bu anlamda dünyanın en ünlü ve popüler polis servislerinden birisi.
Cep Telefonuyla Kanser Teşhisi!
Kanser hastalığının uzun teşhis süresi gergin bekleyişlere yol açıyor. Peki ya doktora ihtiyacınız olmadan kendinizi muayene edip tanınızı kendiniz koyabilseydiniz? University of Queensland in Australia’daki araştırmacılar tam olarak bunu hedefliyor ve araştırmalarında görüş yetenekleriyle internette de ünlü olan mantis karidesinden ilham alıyorlar.Mantis karidesleri görmek için insanlardan çok farklı bir yol kullanıyorlar. İnsanlar renklerdeki farklı tonlar ve kontrastlar ile etraflarındaki dünyayı görebilirken mantis karideslerinin birleşik gözleri polarize ışığı görmelerine olanak sağlıyor ve bu yetenekleri ile avlanıyorlar. Polarize ışık da kanser hücrelerinden normal hücrelerden yansıyor. Günümüzde polarize ışığı kanser hücrelerine tutarak tanı koyan cihazlar mevcut ancak bunlar çok büyük ve pahalılar. İşte araştırmacılar bu cihazın biraz daha geliştirildiği takdirde cep telefonlarına entegre olabilecek boyutlarda küçük ve ucuz alternatifleri üzerinde çalışmaya başlamışlar bile. İlk prototipleri başarıyla çalışan ürünler şüphesiz tamamlandığında Apple gibi teknolojinin bir sonraki patlama alanının sağlık olduğunu düşünen şirketler için oldukça kıymetli olacaktır.
Yıldız Tilbe Ölümden Döndü!
Yıldız Tilbe zehirlendi. Ünlü şarkıcı Yıldız Tilbe, Twitter hesabından pekmezsen zehirlendiğini açıkladı. Köylülerden satın aldığı pekmezi suya karıştırıp içtikten sonra fenalaştı...Köylülerden satın aldığı pekmezi suya karıştırıp içtikten sonra fenalaştığını Twitter'da anlatan Tilbe, “Bugün az daha dünya değiştiriyordum. Pekmez yedim, fenalaştım. Pekmez zehirler mi? Anlamadım” yazdı. Bir takipçisi suyla karışırsa enzimlerin aktif hale gelmesi nedeniyle pekmezin bozulacağını yazınca Tilbe, “Evet suya karıştırıp içtim” cevabını verdi.Milliyet
Reklam
Mutlaka İzlemeniz Gereken En İyi 16 Çingene Filmi
Latcho Drom, yaşadıkları her yerde ‘öteki’ olarak algılanan Çingeneler’in öyküsü. Cezayir asıllı bir Çingene olan Fransız vatandaşı Tony Gatliff, müzisyenliğinin de getirdiği birikimle filmlerinde müziği ön planda tutarak, genelde Çingene öyküleri anlatıyor bizlere. Latcho Drom sinema-müzik birlikteliğinin belki de doruğa ulaştığı filmlerden. Çingenelerin Hindistan’dan başlayan ve Mısır, Türkiye, Romanya’dan Avrupa’ya ulaşan yolculukları hiç diyalog kullanmadan, muhteşem müziklerle anlatılıyor. Şarkıların sözleri, Çingenelerin hem tarihsel hem de mekansal yolculuklarında yaşadıklarına vurgu yapıyor. Yaşadıkları onca acıya rağmen, coşkulu ve neşe dolu olmayı başarabilmiş bu halk, yanıbaşımızda ‘öteki’ olarak var olmaya ve dans edip şarkı söylemeye devam ediyor. İyi Yolculuklar, bir Hintli Çingene kervanının görüntüsüyle başlar. Göçebe alınyazılarını anlatan şarkılar türküler eşliğinde masallardan fırlamışa benzeyen bir manzarada, portakal rengi Racastan Çölü aşılır. Kendisi de Çingene kökenli olan Fransız vatandaşı Gatlif, köklerine ulaşma arayışı içinde bu filmi yapmaya girişmiştir. Gerçi Çingeneler sinemada hiç de es geçilen bir konu değildir ama Romanların bakış açısından ve Roman dilinde çekilen filmlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Gatlif’e göre İyi Yolculuklar, “ne belgesel ne de kurmaca bir film.” Yönetmenin ‘‘senfonik bir şiir’’ diye tanımladığı eseri için belki de en doğrusu Çingene müzikleri antolojisi demek olur. Filmin, envai çeşit telli sazla -sitar, zitar, keman, gitar- aşık atan dümbeleklerden darbukalara, kaşıklardan kastanyetlere dek aklınıza gelebilecek her tür vurmalı çalgıyla icra edilen inleyen ya da stakato (kesik kesik) nağmeli bir müziğe sahip. Ne de olsa müzik, Roman kültürünün özüdür; Gatlif’in müzisyenleri de nereye adım atsalar ocuklardan oluşan bir hayran kitlesi tarafından izlenir. Filmin yapısı da müzik üzerine kuruludur.
eBay ve PayPal 2015’te Ayrılıyor
eBay, 2015 yılından itibaren PayPal’ı ayrı bir şirket olarak konumlandıracağıyla ilgili Yönetim Kurulu kararını bugün paylaştı. Ayrılma kararında, hızla değişen iki farklı endüstride faaliyet gösteren iki şirketin birbirinden bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmesinin gerek rekabet gerek stratejik açıdan daha avantajlı olacağı belirtiliyor.Bölünmeyle birlikte üst düzey yönetiminde değişikliğe gidildi. eBay’in Pazaryerleri biriminin başkanı olarak görev yapan David Wnig, bölünmeden sonra eBay’in yeni CEO’su olarak görev yapacak. Şu anda American Express’in yöneticiliğini yapan Dan Schulman ise PayPal’a Başkan ve CEO olarak katılacak. Schulman’ın American Express’in mobil ve online ödeme operasyonlarını da yönettiğini hatırlatalım.Şirketlerle ilgili verilerin paylaşıldığı notta, PayPal’a bugün 152 milyon adet kayıtlı hesap olduğu belirtiliyor. Hesap sayısını geçtiğimiz çeyrekte yıllık yüzde 15 oranında büyüten PayPal, geçtiğimiz 12 ayda gelirlerini yüzde 19 oranında arttırarak, yaklaşık 7,2 milyar dolara çıkarmış. Online’da harcanan her 6 doların 1’inin PayPal üzerinden harcandığı belirtiliyor.Bugün 149 milyon aktif satın alma müşterisi olan eBay’in ise siteyi ziyaret ettiğiniz herhangi bir anda ortalam 700 milyon adet ürün listelediği belirtiliyor. Bunların yüzde 75’inin de yeni ürünler olduğu notlar arasında.Sayılar faaliyet gösterdikleri alanların en büyükleri arasında yer alan her iki şirketin birlikte yönetilmesinin zorluğunu gösteren işaretler olarak da görülebilir. Bunun yanında gerek e-ticaret gerek online ödemeler alanında son dönemde artan rekabetse, eBay’in bu kararında etkili olmuş gibi görünüyor. Zira Apple Pay’in gelişiyle en çok endişe etmesi gerek şirketin PayPal olduğu da sıkça konuşulan konulardan biriydi.Bunlara ek olarak, eBay finansal sonuçlarını açıkladığı Ocak 2014’te, ünlü yatırımcı Carl Icahn’ın PayPal ve eBay’in ayrılmasına yönelik talebini de paylaşmıştı. O dönemde Icahn’ın yeni aldığı hisse ve türevlerle birlikte yaklaşık 0,82’lik bir hak öne sürdüğü belirtiliyordu. Görünen o ki şirket bölünme kararında bu tavsiyeyi de takip etmiş.Webrazzi
Reklam
Zengin Fakir Ayrımı Yapan Karaktersiz 9 Hastalık
Tamam, biliyoruz. Hayat hiç de adil değil. Güzel olmak için hiçbir şey yapmamış bir insanın güzelliğini kullanarak para içinde yüzdüğü, şans eseri Amerika`da doğan çocuğun Somali`de doğan çocuktan hayata 10-0 önde başladığı, top oynayan adama milyonlar verilirken insan yetiştiren eğitmenlere üç kuruş verildiği bir dünyadan adalet zaten beklemiyoruz ama dostlar, en azından, yani en en azından hastalıklardan adil olmalarını beklemek hepimizin en doğal hakkı.Bu hastalıklar, zengin fakir ayıran, yetim hakkı yiyen adi ve şerefsiz hastalıklardır. Bütün hastalıkları suçlamıyorum, aralarında işini gayet temiz yapan, ayrım yapmayan delikanlıları da mevcuttur. Ama bu listedekilerin alayı namussuz.Onedio bir tıp sitesi değildir, insanların buraya tıbbi konularda akıl danışmak, fikir almak için geldiklerini düşünmüyoruz. Hastalık gibi ciddi konularla dalga geçmek gibi bir niyetimiz asla olamaz ama olaya bir parça eğlence katmak ve bu siteyi okuyan olgun insanlardan da bu esprileri süzebilecek aklıselimi beklemek hakkımız diye düşünüyoruz. Lütfen galerilerimizi okurken bunu göz önünde bulundurmayı ihmal etmeyin. Her galerinin başına 'bunları evde uygulamayın' da yazabilirdik ama sırıtır diye yapmıyoruz.
"Fenerbahçeli Futbolcular Muz Yesin"
Prof.Dr. Canan Karatay, taraftarı olduğu Fenerbahçe'ye kondüsyon reçetesi verdi: 'Bizim futbolcular 11 kişi 45 dakika oynuyor ve 15 dakika dinleniyor. Tenisçiler ise 8 saat koşturuyor. Ben de eski tenisçiyim, biz muz yerdik.' dedi.Söylemleriyle çığır açan Prof. Dr. Canan Karatay, genç futbolculara beslenme taktiği verirken Amerika'da tenis şampiyonu olduğunu söyledi. Başarısını ise muz yemeye bağladıTGRT Haber'e konuşan Beslenme konusunda çığır açan ünlü Kardiyolog Prof. Dr. Canan Karatay katıldığı bir canlı yayında, izleyicilerden gelen sorulara cevap verdi. Soruları cevaplarken canlı yayına bağlanan genç bir futbolcunun 'Nasıl beslenmeliyim?' sorusu üzerine Karatay, bir Fenerbahçe taraftarı olduğunu vurgulayarak genç futbolcunun sorusunu cevapladı. Geçmişte Amerika'da tenis şampiyonu olduğunu ve yarım boy muz yiyerek beslendiğini anlatan Canan hoca Fenerbahçe'nin son dönemdeki başarısızlığına da değindi. İşte Canan hocanın çarpıcı açıklamaları:Bizim zamanımızda Lefter en iyi futbolculardandı. Lefter 'Karbonhidrat sporcular için zehirdir' demiştir. Hayatında ekmek yememiş, yalnız yağ, yumurta ve balık yemiş. Hep zayıftı ve performansı yerindeydi.' Sözlerine Fenerbahçeli oyuncu Emre Belözoğlu üzerinden devam eden Prof. Dr. Karatay 'Emre, İspanya'ya gittiğinde fitti, buraya geldi, karbonhidart ağırlıklı beslendi şişmanladı' dedi. Bu açıklamasının ardından ise gerek Fenerbahçe'nin son zamanlarındaki başarısızlığına gerekse Türk futbolcularına değinen Prof. Dr. Karatay 'Bizim futbolcular ilk yarıda, 45 dakika oradan oraya çok güzel koşarlar. 2-3 gol atarlar. Ben eyvah derim. Çünkü ikinci yarıda gol yiyecekler. İkinci yarıda bizim çocuklar artık halsiz kalırlar. Bizim adetimizdir' ifadelerine yer verdi.Ünlü Kardiyolog sözlerine şu şekilde davam etti: 'Bizim futbolcular 11 kişi 45'er dakika oynuyor ve 15 dakika dinleniyorlar. Tenisçiler ise 8 saat teke tek koşturuyorlar ve çok yorulmuyorlar. Ben de tenis oynadım. Amerika'da şampiyonuluğum var. Yarım boy muz yerdim. Biraz da mineral için tuzlu su içerdim.' 'Son dakikada yüklenen karbonhidratın faydası yok. Adaledeki glikojen son dakikada birikmez.'Avustralya'da Ekmek tüketimiyle ilgili bin kadın üzerinde anket yapıldı. İnsanlar kilo vermek için ekmek yemezken uzmanlar, ekmeği beslenme düzeninden tamamen çıkarmanın hata olduğu belirtti. Özellikle kepekli ekmeği yememenin yarardan çok zarar getireceğini belirtildi.Kaynak: Hürriyet
'Yeniden Aşka Hazırım'
Bir dönem 'tükenmişlik sendromu' yaşadığını dile getiren Meryem Uzerli 'eski hayatıma döndüm' dediMuhteşem Yüzyıl dizisinde 'Hürrem Sultan' karakteriyle ünlenen ve bir dönem sonra 'tükenmişlik sendromu' gerekçesiyle diziden ayrılan Meryem Uzerli , 'Eski hayatıma döndüm. Ünlü olmak gerçek hayat değil. Yeniden aşık olmaya hazırım' dedi.ELLE dergisinin Ekim sayısı için röportaj veren Uzerli, ani bir karar ile Türkiye'den Berlin'e döndüğünde, nasıl bir hayata başladığını anlattı.Uzerli'nin ELLE dergisine verdiği röportaj şöyle:Türkiye'den Berlin’e döndüğünde nasıl bir hayata başladın?Bir süre, uzun bir süre kendimi dinledim. Zaten hamileydim. Evdeydim, bisiklete bindim, arkadaşlarımla buluştum. Normal şeyler.Dinledim derken, kendini mi dinledin? Hayatınla ilgili sorular mı sordun?Kendime çok sorular sormadım aslında. Evde oturdum ve düşündüm. Hay Allah, bir sürü olay üst üste geldi... Hepsini kabul ettim. Ve bunları kabul ettiğim için de çok düşünemedim. Sadece her gün uyandım ve kendime “Bugün sana ne iyi gelecek?” diye sordum. Yürüyüş yaptım. Arada arkadaşlarımla buluştum. Aylarca süren hamilelik döneminde çok kendimle kaldım.Zaten Türkiye’ye gelmeden önce kendi kendine bir hayatın vardı değil mi?Tabii ki vardı.Yani o yüzden alışkınsın, kendi başına olan bir insansın aslında.Evet aynen. Ben çok kalabalık bir ortam içinde olmadım. Tabii ki çok arkadaşım var ama...Berlin’de eski hayatına döndün aslında.Aynen, eski hayatıma döndüm. Yeni bir ev buldum, taşındım. Daha aydınlık bir ev. Hemen hemen aynı semt, aynı yerde.Berlin’de kimse benimle ilgilenmiyor.İstanbul’a gelmeden önce nasıl bir hayatın vardı?Televizyonda işlerim vardı, tiyatro yaptım. Filmler çektim. Arkadaşlarımla ilgilendim.Yani oyuncu olarak Almanya’da bir deneyimin vardı?Tabii, tiyatroda çalıştım ve de filmler çektim.Türkiye’ye gelip de birdenbire üne kavuştuğunda zorlandın mı?Yok zorlanmadım.Nasıl hissettin?Diziyi çekmeye başladık. Ben alışkın olduğum gibi sokağa çıktım. Her yerde yürüyüşe çıkıyordum. Önce hiç kimse bana bakmadı. Dizi yayınlandıktan sonra her gün daha fazla kişi beni tanır oldu. Sadece bunu fark ettim. Tabii ki özgürlüğüm biraz daha kısıtlandı, bunu hissettim. Ama zaten bu, ünlü müyüm ünlü değil miyim, meselesi beni çok ilgilendirmiyor. O yüzden fazla zorlanmadım. Ben ünlü müyüm?Bazı insanlar ünlü olmak için çabalar.Bu insanlar için ünlü olmak neden önemli, onu bilmek lazım. Mesela bir gün Bebek’te bir kafede otururken, bir çocuk geldi yanıma ve oyuncu olmak istediğini söyledi. Ve benim kadar ünlü olabilmek için ne yapabileceğini öğrenmek istedi. Ben de “Oyuncu mu, ünlü mü olmak istiyorsun?” diye sordum. Cevabı “Ben ünlü olmak istiyorum” oldu. “Bunun için sana bir yol gösteremem” dedim. Çünkü ben sadece oyuncu olmak istemiştim. Ünlü olmak değil. Benim için ünlü olmak önemli değil. Neredeyse bir senedir Berlin’de yaşıyorum. Kimse benimle ilgilenmiyor. Bazen Türk bir taksiciye denk gelirsem beni tanıyor. Fotoğraf çektirmek istiyor. O kadar.Ve bu seni üzüyor mu?Yok. Böyle bir şey beni hayatta üzmez. Çok mutluyum. Ünlü olmak gerçek hayat değil. Tabii ki işimi yaptığım için mutluyum. İnsanlar işimi beğeniyor. Beni kişilik olarak seviyorlar. Galiba bendeki enerjiyi hissediyorlar. Benim kalbimi hissediyorlar. Dizide güçlü bir karakteri oynadım. Tabii ki güzel bir duygu. Çaba sarf ettim, çalıştım. Birisi işini beğendiğinde tabii ki sen de iyi hissedersin. Beni mutlu eden bu, ünlü olmak değil.Dün için yaşayan bir insan olmadığını söyleyebiliriz?Aynen.T24
Reklam
"Şampiyonlar Ligi'ni Bu Sene Kazanabiliriz"
Belçikalı yıldız, çok iyi bir kadro oluşturduklarını ve bu sene sonunda Şampiyonlar Ligi'nde mutlu sona ulaşacaklarına inanıyor.Chelsea 'nin Belçikalı yıldızı Eden Hazard , tüm kulvarlar için yeterli kadroları olduğunu ve Şampiyonlar Ligi'nde zafere uzanacaklarını iddia etti.Haziran 2012'de Stamford Bridge'ye transfer olan Belçikalı, yeni kulübüne gelişinden sadece 1 ay sonra Bayern Münih'i devirerek Devler Ligi kupasının sahibi olmuştu.Bu yaz Diego Costa, Filipe Luis, Cesc Fabregas ve Loic Remy gibi ünlü isimlerin Londra ekibine transferiyle güçlerine güç kattıklarını ifade eden genç yıldız, Berlin'de Mayıs ayında oynanacak finalde tekrar mutlu sona ulaşacaklarına inanıyor.Devler Ligi şanslarını değerlendiren Hazard, kulübün resmi sitesine verdiği demeçte, 'Chelsea'ye geldiğimden günden beri Şampiyonlar Ligi'ni kazanma arzumu herkes biliyor. Elimizden gelenin en iyisini yaparak bunu başarabileceğimizi biliyorum.' dedi.Arkadaşlarına güvenen Belçikalı yıldız, 'Bu takımla neden olmasın? Real Madrid ve Bayern Münih bu sene kadrolarını oldukça güçlendirdiler. Evet bunların dışında birçok sağlam takım var. Öncelikle gruplardan çıkmaya bakacağız. Şimdilik ilk hedefimiz bu. Elbette insan o anı hep hayal ediyor. Her sene aynı umutla başlıyoruz. Umarım bu sene hasret sona erecek.' şeklinde konuştu.Salı günü G Grubu'ndaki ikinci maçına çıkacak olan Chelsea, Sporting Lizbon ile karşı karşıya gelecek. İlk hafta mücadelelerinde Schalke ile 1-1 berabere kalmışlardı.Goal.com
Clooney ve Alamuddin Çiftinin Düğününe İtalyan Basınından Tepki
'Hollywood'un gözde bekârı' unvanına Venedik'te veda eden George Clooney, İtalya'da hem heyecan hem de hayal kırıklığı yarattı.3 gün 3 gece süren bir merasimle Lübnan asıllı İngiliz avukat Amal Alamuddin'le evlenen Clooney, bir yandan bu kadar gösterişli bir düğün yaparken bir yandan da büyük bir gizlilik kalkanı oluşturduğu için tepki çekti.Clooney-Alamuddin çifti ve yakınları geçen Cuma günü Venedik'e gittiğinden beri, hem konukları hem de onların peşindeki gazetecileri taşıyan tekneler kentin ünlü kanallarını bloke etti.Çiftin ve yakınlarının kaldığı otellerin kara yolundan girişleri de kapatıldı. Düğün resepsiyonunun yapıldığı Aman Canal Grande otelinin kanala açılan girişine de özel bir çadır gerilerek ekstra gizlilik sağlandı.Fotoğraf sızdırana 5 milyon dolar tazminatDüğün resepsiyonu sırasında 400 kadar güvenlik görevlisi çalışırken, otel çalışanları ve konukların cep telefonu kullanması yasaklandı. Düğüne katılanlara bir sözleşme imzalatılarak, fotoğraf sızdırmaları halinde 5 milyon dolar tazminat ödeyecekleri uyarısında bulunulduğu öne sürüldü.Kimi Venedikliler ve turistler Hollywood yıldızlarını yakından görme ihtimalinden memnun olsa da kimileri ise düğün için uygulanan kısıtlamalardan şikayetçiydi.Venedik yakınlarındaki Padova kentinden sırf düğüne tanık olmak için geldiğini söyleyen Nanni Tamborino 'Tüm yolu bunun için geldim ama her yeri kapatmışlar. Clooney madem bu güzel şehirde böyle gösterişli bir düğün yapmak istiyor, o zaman bizim de görmemize izin vermeli' diyerek tepki gösterdi.İtalyan medyası da, 'yılın düğünü' olarak lanse edilen törenin ilk heyecanını atlattıktan sonra olağanüstü gizlilik tedbirlerini eleştirmeye başladı.La Stampa** gazetesi 'Eğer evlilik yemininin kısıtlı bir grup tarafından görülmesini istiyor idiyseler Venedik'i seçmek çok da iyi bir fikir olmayabilir' diye yazdı.RaiNews24** televizyonu da düğünün görüntülerinin Vogue dergisine satıldığını hatırlatarak tüm bu gösteriş içindeki gizliliğin aslında bir pazarlama taktiği olup olmadığını sorguladı.Clooney politikaya mı atılacak?Bazı yorumlarda ise Clooney'nin politikaya atılmayı planladığı öne sürüldü.Il Foglio** gazetesinden Fabiana Giacomotti, Amal Alamuddin'in ilk başlarda 'fazla göz önünde olmamak için' Clooney ile ilişki yaşamak istemediğini söyledi ve 'Peki şimdi ne oldu da böylesine gösterişli bir törenle evlenmeyi kabul etti? Bu bir pazarlama operasyonu mu? Esas amaç ne? Yoksa Clooney politikaya mı atılmak istiyor? Eğer öyleyse Amal Alamuddin harika bir eş seçimi' dedi.La Stampa gazetesi de Oxford mezunu insan hakları avukatı Amal Alamuddin'in 'harika bir first-lady' olacağını yazdı.Clooney-Alamuddin çiftinin Venedik'te evleneceği açıklandığında nikahın Pazartesi günü yapılacağı belirtilmişti. Ancak Cumartesi gecesi yapılan resepsiyon sırasında Clooney'nin sözcüsü bir resmi açıklamayla çiftin evlendiğini duyurdu.Düğünün detayları sır gibi saklansa da Venedik'e akın eden İtalyan basını çöpleri karıştırmak ve 'otele yakın kaynakları sıkıştırmak' gibi taktiklerle bilgi edinmeyi başardı.Çeşitli kaynaklarda yayınlanan bu bilgilere göre Cumartesi gecesi saat 20.18'de çift evlilik yeminini etti.Töreni, eski Roma Belediye Başkanı ve Clooney'nin yakın arkadaşı Walter Veltroni yönetti. Ancak İtalyan yasalarına göre çiftin nikahı ancak Pazartesi günü resmi olarak imzaların atılmasıyla geçerli olacak.George Clooney'nin yemin töreni sırasında çok heyecanlandığı ve elleri titrediği için düğün pastasını kesmekte zorlandığı da öne sürüldü.Clooney törende Armani smokin, Alamuddin ise İngiltere Prensi William'ın karısı Kate Middleton'ın da gelinliğini yapan Sarah Burton tasarımı bir gelinlik giydi.Düğüne, Bill Murray, Ellen Barkin, Cindy Crawford, Emily Blunt, Matt Damon, Bono gibi ünlülerin de aralarında bulunduğu 200'e yakın konuk katıldı. Cindy Crawford'un kocası Rande Gerber'in, Clooney'nin nikah şahidi olduğu tahmin ediliyor.Düğünün masraflarını da gelinin babası Ramzi Alamuddin'in karşıladığı söyleniyor.Clooney ve Alamuddin'in Venedik'te kullandığı teknenin adının 'Amore' (Aşk) olduğu dikkatlerden kaçmadı.Ancak, aslında bu teknenin adının 'Confusione' (Karışıklık) olduğu ve çiftin düğününe özel olarak 'Aşk' olarak değiştirildiği ortaya çıktı.İtalyan basını ise 'George ve Amal, İtalya'da tekne adı değiştirmenin uğursuzluk getirdiğine inanıldığını bilmiyor olmalı' diye yazdı.Övgü Pınar | BBC Türkçe
Reklam
Ünlü Rapçi Ceza'nın Bilinmeyen 13 Yönü
etiket
Birçoğumuzun 2006'da Yerli Plaka ile tanıdığı ünlü rapçi CEZA hakkında bilinmeyenler...1977 Üsküdar'da doğdu, rap konusunda Türkiye'nin çıkardığı ilk jenarasyondan gelmekte....
Venedik Venedik Olalı Böyle Düğün Görmedi
Amerikalı oyuncu George Clooney ve Lübnan asıllı İngiliz insan hakları avukatı Amal Alamuddin Venedik’te evlendi.Dört gün dört gece sürecek düğüne Anna Wintour, Matt Damon, Bill Murray ve Emily Blunt’ın da aralarında bulunduğu 90’ı aşkın ‘meşhur şahsiyet’ hücum edince Venedik’in kimyası bozuldu.Ünlü isimleri görmek için halkın hücumu bir yandan, görüntü peşindeki papparaziler bir yandan Büyük Kanal’da karmaşaya neden oldu.Diken
Reklam
Geçtiğimiz Haftanın Mutlaka İzlemeniz Gereken 10 Videosu
Geçtiğimiz haftanın en çok izlenilen, tartışılan ve dikkat çeken videoları karşınızda. İyi seyirler...  Daha fazla eğlenceli video için Videolar butonunu ve her videonun üzerine gelince solunda açılan paylaş kısmını kullanabilirsiniz!
Erdoğan'ın Zorlu Randevusu: Basın Özgürlüğü Savunucusu Uluslararası Heyetle Bir Araya Gelecek
Cumurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu hafta ‘ağır konuklar’ı var: Basın özgürlüğü savunucularından oluşan uluslararası bir heyet Türkiye temasları çerçevesinde Erdoğan’la da bir araya gelecek.Heyetin, hükümet aleyhine yazıp çizdikleri gerekçesiyle Türk ve yabancı gazetecilerin maruz bırakıldığı tacizleri ve kovuşturmaları gündeme getirmesi bekleniyor.The New York Times’ın haberine göre Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi üylerinden oluşan 20 kişilik heyetin, ‘otoritesine meydan okuma olarak gördüğü haberleri nedeniyle gazetecileri ve çalıştıkları kurumları azarlamasıyla ünlü’ Erdoğan’la ne zaman nerede buluşacağı kesin değil.Erdoğan, son olarak New York Times’ı diline dolamıştı.Haberde, basın özgürlüğü savunucularının, Erdoğan’ın yönetiminde Türkiye’nin gazeteciler için giderek zorlu bir ülke haline geldiğine işaret ettiği; son dönemde ‘saldırgan’ ya da ‘tahrik edici’ haberler, yazılar yazdıkları gerekçesiyle tutuklama, taciz, dava ve işter çıkarmalara maruz kalan gazetecilere dikkat çektiği belirtildi.Diken
İşte Dünya'nın En Derin Mağarası Krubera
Dibi görünmeyen mağara, görenleri hayrete düşürüyor.Uluslararası mağaracılardan oluşan ekip dünyanın en derin mağarası sayılan Abhazya’da Kafkaslar’ın eteklerindeki Krubera’ya indiler. Mağaracıların ulaştığı son nokta 2 bin 80 metre.Yani içerisine Amerika’daki ünlü Empire States gökdelenini boylu boyunca 4 kez sığdırabilirsiniz…Hatta fazla fazla yeriniz bile kalır…Bu ekip, herkesin kolay kolay giremeyeceği bu doğa harikası mağarayı görüntüledi. Tam 2 kilometre derinliğindeki bu çukur ‘dünyanın en ölümcül çukuru’ olarak adlandırılıyor.Kâşiflerin Fransa’da ilk kez 1000 metrenin altına indiği 1956 yılından bu yana, kuşaklar boyu sayısız mağaracı 2 bin metre derinliğe ulaşmayı düşledi. İşte dünyanın en derin mağarası sayılan Krubera, bu 50 yıllık düşün gerçekleşeceği yerdi.Karadeniz kıyısındaki Arabika masifinin kireçtaşı dokusu boyunca zikzaklar çizerek Krubera Mağarası’na giden patika, bir dizi basamak, şelale ve bazıları 100 metreyi derinliğe ulaşan ve birbirine dar koridorlarla bağlanan şaftlar boyunca aşağıya iniyor.Abhazya’daki bu mağaranın adı Rus jeolog Alexander Kruber’den geliyor. Gürcistan’dan araştırmacılar 1960’ta mağarayı 90 metre derinliğe kadar incelemeyi başardı. 2001’de Ukraynalı Yuri Kasjan’ın liderliğindeki ekip, Krubera’da bin 710 metreye inerek dünya rekorunu elde etti. 2004 yılında Moskova’dan bir ekip rekoru bin 775 metreye yükseltti. Uluslararası mağaracılardan oluşan son ekip, 2 bin metreyi aşacak bir yol bulmayı umuyordu.“GEÇMEMİZ İMKÂNSIZ”Yedi ülkeden gelen 56 mağaracıdan oluşan ekip 700, 1.215, 1.410 ve 1.640 metre derinliklerde, bir dizi kamp kurdu. Ekip üyeleri bu kamplarda yemek pişirdi, her bir çadırda beş ila altı kişi uyudu, ısınmak için birbirine sokuldu ve yeri geldiğinde de aralıksız 20 saat çalıştı.Yolculuğun üçüncü haftasına gelindiğinde, 1.775 metrede mağaracıların karşısına çıkan bir sifon inişi engelledi. Gennadiy Samokhin, 10 metre derinliğindeki gölün dibinde dar bir geçit bulmak için yaptığı dalışın ardından yüzeye çıktı: “Geçmemiz imkânsız.”DÜŞE GİDEN YOLSifonun çevresinden bir yol bulmaya çalışan Sergio García-Dils de la Vega, neredeyse dondurucu soğukluktaki şelaleye girdi. Bu deneme de başarısız olduğu gibi, su geçirmez kuru elbisesinde delikler olduğunu farketti.Denis Kurta ve Dmitry Fedotov, son bir çabayla, ‘Düşe Giden Yol’ adını verdikleri 100 metre uzunluktaki dar geçit boyunca güçlükle ilerlemeyi başardılar. Sonra anlaşıldı ki, bu geçit sifonunun etrafından dolaşarak dik bir biçimde aşağıya uzanıyordu. Ertesi gün Bernard Tourte ve diğerleri de onları izledi. Mağaracıların 2 bin 80 metre’ye inmelerin sağlayan düş kapısı işte bu geçitti. Mağaracılar bunu, düşe giden yol harekâtı olarak adlandırdı.ilgincbirbilgi
'Atatürk'ün Sandalına Takılan Veletlerden Biriydim'
Fotoğrafın efsanevi ismi Ara Güler anılarını anlattı...86 yaşındaki fotoğraf sanatçısı Ara Güler, Atatürk ile ‘tanışmasından’, 6-7 Eylül’e, Adnan Menderes'ten Picasso'nun evine kadar anılarını ‘fırçalar’ eşliğinde İzzet Çapa'ya anlattı.Dünyaca ünlü isimlerin fotoğraflarında imzası bulunan sanatçı Charli Chaplin'i felçli halde çekme fırsatı olduğu halde çekmediğini belirtirken, çektiği en güzel kadının İtalyan oyuncuAntonella Rinaldi olduğunu dile getirdi.Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa'ya konuşan Ara Güler'in söyleşisinin ilk bölümü şöyle:Ara Abi sen kim bilir şimdi neler anlatacaksın da ben nereden başlayacağımı bilemiyorum...- O zaman ne demeye gelip karşıma oturdun ulan!Dakika 1 Gol 1! Ne soracağımı da unuttum. Bari gazetecilik ezberinden gidelim; çocukluğunuzdan başlarsak efendim.- Bir yaz günüymüş, 16 Ağustos perşembe... Anamın sancıları tutmuş ve altıyı çeyrek geçe de ben doğmuşum. O günden bugüne kadar da yaşıyoruz işte.Allah daha çok ömür versin. Anne babandan bahsedelim mi biraz?- Babam aslen Şebinkarahisarlı, annemse İstanbullu. İkisi de Ermeni. Dedemin yalnız Kadıköy'de altı tane evi vardı, o yüzden annemlerin İstanbul'da tam nerede oturduğunu bilmiyorum.Annen zengin bir ailenin kızı yani...- Evet öyleydiler.Peki ya baba tarafı?- Baba tarafında kimse yoktu ki! 1915 Ermeni Tehciri sırasında sürüldükten sonra bir daha ailesinden haber alamamış. Kalmış mı adam yetim! Bizimkini yatılı Ermeni mektebine yollamışlar da o yüzden ölmemiş. O mektebe gitmese, bunu da öldüreceklerdi. Büyük facialar vardır bu memlekette! Allah'ın belası bir memleketti, ne zaman ne olacağı da belli değildi.Neyse biz ülkeyi bırakıp babana geri dönelim...- Eczane sahibi zengin bir herifti. Bakma o zamanlar zaten 4, bilemedin 5 eczane vardı İstanbul'da. Ayrıca öyle şimdiki gibi bakkaldan alışveriş eder misali 'Bana bilmem ne ilacını ver' falan yoktu. İlaçlar dükkanın arkasında yapılırdı. Büyük kimyacıydı benimki. Eczacıbaşı'nın kurucusu Süleyman Ferit Bey de sınıf arkadaşıydı.Eczacıbaşı sonradan aldı yürüdü ama...- Babamın yanında çoluk çocuk gibi kalıyordu aslında. Fakat 1956'da Adnan Menderes kalkınma fonundan Türk sanayici ve eczacılara büyük yardımlar etti. İşte ondan sonra Eczacıbaşı da Eczacıbaşı oldu.Nasıl bir ortam vardı evde?- O zamanlar buradaki Ermeniler, Fransız aileleri gibi yaşardı. Entelektüel bir yapımız vardı. Her birimiz en az 2-3 lisan konuşurduk. Beni de en iyi mekteplerde okuttular hep.Sen kaç lisan biliyorsun peki?- Türkçe, Fransızca, İngilizce, Ermenice biliyorum. Gerisini saymayayım, s*ktir et. Sınıfta kalmayan herif adam olmazSeni sınıfta oturmuş öğretmeni dinleyen bir çocuk olarak hayal bile edemiyorum Ara Abi. Hakikaten nasıl bir öğrenciydin?- Nasıl olacağım, haylazın tekiydim. 3 kere sınıfta kaldım. Zaten bana sorarsan, sınıfta kalmayan herif, adam olamaz. Hep bir korku vardır dersleri iyi olan öğrencilerde, o korkudan dolayı da sürekli çalışırlar.Evdekiler ne diyordu senin bu adam olma 'stratejine'?- Sokaklarda serserilik yapmayayım diye babam ortaokulun sonunda İpek Film'de işe koydu. Sinema şirketlerinin patronu, İsmail Cem'in babası İhsan Bey eczaneden arkadaşıydı.Ne iş yapıyordun film şirketinde?- Ne yapacağım ulan? Verdikleri her işe koşuyordum.Çekirdekten sinemacısın yani...- Benden başka orada çalışan herkes sinemacı oldu ama benim macera yarım kaldı.O niye?- Yeni bir filmin fragmanını göstermek için onlarca insanı şirkete davet etmişlerdi. Gösterim sırasında odanın kapısını bir açtım, baktım her taraf yanıyor. Ama öyle böyle değil, çok büyük bir yangın çıkmıştı binada. İtfaiyenin damdan en son kurtardığı adam bendim. Anam üzüntüden şeker hastası oldu o gün. Babam da bir daha izin vermedi sinema yapmama.Sen de 'sinema olamazsa tiyatro yaparım' mı dedin?- Muhsin Ertuğrul babamın arkadaşıydı zaten. Oyunlar için gerekli bütün makyaj malzemeleri bizim eczanede yapılırdı. Tiyatroyla hep ayrı bir bağım vardı. Her akşam piyesleri sahne arkasından izlerdim. Tahsilim de tiyatro üzerinedir zaten.Oyun da yazmışsın duyduğum kadarıyla...- Dokuz tane bir boka yaramaz piyes yazdım. Her şiir yazan kendini şair zanneder ya... Çocukça bir hevesti benimkisi, öyle çıkıp da oyun yazarıyım diyemem. Hikayeler falan da yazıyordum ayrıca. Hatta Ali İhsan Aygün takma adıyla Yeni İstanbul gazetesinin öykü yarışmasına katılmışlığım bile var.Neden takma isim kullandın Ara Abi?- Ermeni olduğumdan işin içine kamış koymasınlar diye, neden olacak? Ama kazandıktan sonra gittim dedim ki benim adım Ara Güler'dir.Küçükken Atatürk'le tanıştığın doğru mu?Florya Köşkü'nün yanındaki halk plajının üstünde evimiz vardı. Atatürk de zaman zaman oraya gelir denize girerdi. Atatürk'ü görmüşümdür. Çünkü hep orada otururdu, çizgili mayosuyla. Öyle barikat falan da yoktu. O geldiğinde biz de bütün veletler toplanırdık. Daha küçüğüz tabi, Atatürk'ün kim olduğunu bilmezdik bile.Sonra tanıştın mı bari?Ulan ne tanışması? Küçüğüz diyorum, kafan mı basmıyor. Arkası kesik bir sandalı vardı. İşte ben o sdandalın arkasına takılıp yüzen veletlerden biriydim. Olay bundan ibaret.Gelelim o zaman muhabirlik 'virüsünü' kapmana!Sinema şirketi yanınca bvabam beni hikaye yazıyorum diye Yeni İstanbul Gazetesi'nde işe soktu. 1950'de muhabir oldum. Ondan sonra da b*ku yedim; işte bugüne kadar geldim.6-7 Eylül olayları sırasında muhabirdin öyleyse?Tabii o günleri çok iyi hatırlıyorum. Yıl 1955. Hakj Oyunlarını Yayma ve Yaşatma Kurumu vardı. Açıkhava Tiyatrosu'nda bir gösteri olacaktı. Benim vazifem de gidiğ fotoğraf çekmekti. Neyse ben çıktım yola İstiklal Caddesi'nde yüyüryorum. Bir de ne göreyim? Camı çerçeveyi indiriyorular her yerde.Ne yaptın peki?Taksim Sineması'nın karşısında balkonu olan bir kahvehane vardı. Hemen oraya sığındım. Dışarda o ona bağırıyor, camlar kırılıyor, tüm dükkanlar yağmalanıyor, anlayacağın tam bir kaos. Millet dükkanların vitrinlerinden içeri dalıp yeni elbiselerle çıkıyordu. Kocaman herifler 3 paltoyu birden üstlerine giyiyorlardı. Soygun oldu resmen soygun!Tam bir rezillik...- Mehmet Cemal’in anasının Gilda diye bir dükkanı var, süs eşyaları satılıyordu. Gittiğimizde “Cemal Paşa’nın dükkanıdır burası” diye engel olmaya çalışıyorlardı. “Gilda Türk değildir. Gilda ne demek?” diye başladılar yıkmaya. O zihniyet bugün olsa bütün Türkiye yıkılır, bir tane dükkan kalmaz çünkü gavur isminden geçilmiyor.Aklın sizin eczanede kalmıştır...6 Eylül öğleden sonra başlayıp 7 Eylül sabahına kadar süren olaylarda 73 klise 7 ayazma 2 manastır bir fabrika ile 5538 gayrimenkul tahrip edildi ama bu olayda Beyoğlu'nda tek dokunulmayan dükkan babamın dükkanıdır.Şanslı adammış baban...- Ne şanslısı ulan? Bizim eczaneyi ilkyardım kliniğine çevirmişlerdi de ondan yıkmamışlar. Yaralananların hepsi oradaymış. Bu da işlerine geldiği için dokunmamışlar. Yoksa etraftaki tüm dükkanları talan etmişler. İptidai bir memleketti burası, iptidai!Dönemin başbakanı Adnan Menderes’le çok vakit geçirmişsin...- Sorma, Adnan Menderes benim canıma okumuştur o dönem.Hayrola niye?- İstimlaklar yapılırken devamlı yanında olmamı isterdi de ondan.Sen pek istemediğin yerde duracak bir adama benzemiyorsun halbuki...- O zamanlar Hayat Dergisi’nde çalışıyordum. Mecmua ilk çıkacağı zaman 100 bin satar diye hesap etmiştik. Ona göre kağıt stoğu yaptık, fakat 400 bin satınca boku yedik. Düşün bir, kağıt ta Macaristan’dan geliyor.Yeni kağıt siparişi verseydiniz siz de...- Ulan sen hangi dönemden bahsettiğimin farkında mısın? Matbaada baskı yapılacak kağıdın dağıtımı hükümete bağlıydı. İstedikleri haberleri basmayanlara kağıt mağıt vermiyorlardı. Biz de mecbur kalıyorduk bu p*zevenkin suyuna gitmeye. Beni sevdiği için Adnan Menderes’e yağ çekme görevi de bana verilmişti. O yüzden her gittiği yerde peşindeydim.O çalkantılı dönemde meslektaşların öoğu ya gözaltına laındı ya da hapse girdi. Senin var mı böyle bir tecrüben?Bu memleketin çalkantısız dönemi mi var? 27 Mayıs ihtilali olduğunda gittim çektim, tankları falan... O sırada Time Life, Stem ve Paris Match'ın buradaki temsilcisiydim.Hemen içeri aldılar tabii..Sorduğun suale cevap mı vereyim, yoksa sen mi anlatırsın?Tamam sustum dinliyorum?Neyse ihtilal oldu, fotoğrafları çektim, Filmleri yıkamadan beş rulo hazırladım, yurtdışına göndermek için üzerine etiketlerini yapıştırmıştım. Filmleri gören gümrükçü 'Abi hergün buradasın. Seni tanıyoruz. Ama bu tank resimlerini nasıl göndeririz? Bizim ağzımıza s*çarlar' dedi.Sen ne yaptın peki?Ne yapacağım? Resimleri tasdik ettirmek için Radyoevi'ne gittim. Sonuçta her şey oarad bitiyor. Kenan diye bir albay resimlere bakıp 'Bunlar ne?' diye sordu. UIan sanki p*ezevenk bu memlekette yaşamıyor. Başladı beğenmediklerini atmaya. Aklı sıra bana sansür uyguluyor. 'Hepsini atıyorsun, ben Time muhabiriyim. Adamlara kartpostal mı göndereyim? Sen istediğin kadar ihtilal yap, ben o resimleri göndermezsem dünyanın hiç bir şeyden haberi olmaz' dedim. O da yanındakilere 'Çok konuşuyor, alın şu i*bneyi' diye bağırdı.Nereye götürdüler seni?Daha bir gün önce makineli tüfekle o radyoevini basan herifler tutup kolumdan beni genel müdürün boş odasına götürdü. Kapının önüne e kaçmayayım diye bir er koydular. Arada gidip çocuğa 'Bana sigara ver ulan!' falan diyordum. Sabaha karşı aşağıdaki beni çağardı, resimleri verdi 's*ktir git' dedi.Sonuçta yurtdışına yollayabildin fotoğrafları..Yolladım yollamasına da bu olay yüzünden Türkiye'deki ihtilal dünyada 24 saat 'rötarlı' çıktı.Sophia Loren beni arkadaşı sanıp poz verdiBiraz havayı yumuşatalım... Fotoğrafını çektiğin en güzel kadın kimdi?- Kesinlikle Antonella Rinaldi! Müthiş bir İtalyan hatundu.Sophia Loren'den de mi güzeldi?- Yahu bırak onu bunu, Antonella muazzamdı.Sophia'yı da çektin ama değil mi?- Hem de ne çekmek! 11 kere gittim Cannes Film Festivali'ne. Bir keresinde Sophia, kocası Carlo Ponti'yle gelecekmiş. Otelin önünde müthiş bir kalabalık, her taraf fotoğrafçı kaynıyor. Hiç ipimde değil, ben milyon kere çekmişim Sophia Loren'i... Ben o fotoğrafçıların arasına girmiyorum, lüks muhabirim randevuyla çalışıyorum anladın mı? Neyse 'Kim bekler bunları?' deyip asansöre doğru yürüdüm. Arkamdan kim geldi dersin?Albay Kenan mı?- Zevzeklik etme. Bir baktım Sophia ve Carlo da asansöre doğru yürüyor. Hop ben de otel müşterisi gibi bindim arkalarından. Suratımı tanıyorlar ama kim olduğumu bilmiyorlar. Gazeteci olduğumu bilseler anında atarlar. Dokuzuncu katta indiler. Takibe devam ettim. Hep birlikte yürüyoruz, zannedersin aynı ailedeniz. Neyse süitlerine geldik, 'Oh be patırtıdan kurtulduk' dediler. Makinemi bir kenara bıraktım, bunlarla sohbet etmeye başladım.Sen, Carlo ve Sophia mı var sadece odada?- Birkaç kişi daha vardı canım. Ben de aralarında kaynayıverdim işte. Baktım Sophia yatak odasına geçti. Ayakkabılarını çıkarttı rahat etmek için, yatağın üzerine oturdu. Hemen 'Böyle birkaç kare resmini çekeyim mi senin' dedim, o da 'Çeeek' dedi. Beni hâlâ arkadaşlarından biri zannediyor (gülüyor).Ara istedi bir göz, Sophia verdi badem göz...- Fotoğrafları çektim, İstanbul'a yolladım. Rezalete bakar mısın, gazete 'Muhabirimiz Sophia Loren'in yatak odasında' diye manşet yapmış. Karıyı düzmüş gibi olduk iyi mi?Her ünlü kolay kolay 'çeek' dememiştir herhalde?Ne kolayı resim çekmek uğruna akıl hastanesine yattımNeden yaşadıkların yüzünden sinirin mi bozuldu?Yok ulan o kadar da değil Ürdün Kralı Talal akıl hastanesinde yatıyordu. Adamın öyle bir karısı vardi ki kafayı üşütmemesi işten bile değildi. Tüm dünya basını devrik kralın bir kare fotoğrafını çekmek için yarış halindeydi ama başaran yoktu. Neyse ben bunun resmini çekmek için hastaneye gitti. Tabii almıyorlar içeri. Başladım garip garip hareketler yapmaya, 'hastayım' falan demeye. Maksat hastaneye deli olarak girip fotoğraf çekebilmek!Çekebilsin mi bari?Gittiğimin ilk günü bana bir iğne yapmazlar mı feleğim şaştı. Fotoğraf çekmeye teşebbüs edince Talal'ın korumalarrı 'Bir daha seni görürsek vururuz' dediler. O gece hastaneden kaçtım.İçende ukte kalmış fotoğrafını çekemediğin başka kimler var?Bir tane çok zorlamama rağmen çekemediğim bir de fırsat olmasına rağmen bile bile çekmediğim var.Senin gibi adam fırsatını buluğ deklanşöre basmaz mı?pire gibi dolanarak dünyanın en cevval tipini yaratmışCharlie Chaplin'i felçli halde çekmek bana yakışmazdı da ondan. Chaplin benim dünyamı kuran bana vizyonu veren hayata bakmayı öğreten adam... O zamanlar İsviçre'de bir satoda yaşıyordu.. Karısı daAmerikalı ünlü yazar Eugene O'Neill'in kızı Oona'ydı. Bunların şatosunun önünde 3 gün kar kıyamet demedim bekledim. Sonunda Oona donmamdan korkup 'Konuşursan konuş ama resim çekme' dedi.E yine çaktırmadan çekseydin, son fotoğrafı olurdu...Adam yürüyen iskemlede felçli resimlerini çektirip akıllarda böyle bir imaj bırakmak istemiyordu. Çünkü o da benim gibi elimdeki fotoğraf möakinesinin acımasız olduğunu biliyordu.Objektifinden kaçan isim kimdi?Jen Paul Sartre! Tam ayağının altına alıp dövmelik, şımarık Fransız Rosif diye bir sekreteri vardı herifin. Gece sokakta görsem de karanlıktra benzetsem şu p*zevengi diye içimden çok geçirdim ama yapamadım. Aslında kazığı şuradan yiyorsun; Türk olduğun için.. Türk gazeteci olduğunu duyduklarında yarı yarıya kaybediyorsun. Bir de o it araya kamış koydu. Sonunda bir kaç resmini çektim Sartre'nin ama kendisiyle konuşma fırsatım olmadı.Sağlık olsun sende gidip koskoca Picasso çektin!Ulan çektim ama çekene kadar nele çektim sen gel onu bana sor. Herkes adamı tanımak istiyor fakat bir o kadar da çekiniyo. Oğlu benim arkadaşımdı Bir gün yemeğe davet etti gittim. Masada muhabbet ederken 'Babamla seni bir araya getirmemi istyiyorsun ama o beni hiç sevmez' dedi.Neden sevmezmiş?Yahu Picasso kaç çocuğu olduğunu bile bilmezdi. Mahallede atlamış durmuş işte. Antika bir herif...Sonunda nasıl kesişti peki yollarınız?Fotoğrafçılığını yaptığım Skira Yayınevi, Picasso'nun kitabını basacaktı. Patron da arkadaşım. 'Beni yanında götürmezseb senin için ne bir fotoğraf çekerim ne de bir daha seninle konuşurum' dedim. Ev atmosferindeki fotoğrafları çekme görevini yaptım.Tehditle ulaştın Picasso'ya yani...Gittim, üç gün evinde kaldım. Bir ara bana dönüp 'Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin remini çizeyim' demez mi! Düşünsene çağın en büyük ressamı Picasso beni çizecekti, ama herif 90 küsur yaşında ulan. Verdiği sözü bes dakika sonra unutur diye başladım etrafıda boş kağıt aramaya. Her yere baktım, bir temiz sayfa bulamadım. En sonuda çektim kütüphanesindn bir kitap, açtım kağapını, uzattım Picasso'ya. İçimden de 'Naıl olsa sayfayı yırtıp alırım' diye geçiriyorum.Sözünü unutmadan çizdi mi resmini?Çizdi tabii. İmzasını da attı. Türkiye'de b,r tane orjinal Picasso vardır o da benim evimde.Kitabını geri verseydin adamın?Ulan sonra baktım kitap da antika. Sayfasını yırtmam imkansız. Onu da öylece alıp, yanımda getirdim. Dali 10 dakikalık poz için 25 bin dolar istediRessamlarla devam edelim... Salvador Dali desem...- Herif Dali değil bildiğin deli. O da az uğraştırmadı beni. İlk tanışmamız Paris Meurice Otel'de kaldığı süitte oldu. Kapısını çaldım, içeri girdim. Burun burunayız herifle. Öfkeli gözlerle bana baktı, 'Niye fotoğrafımı çekmek istiyorsun?' diye sordu. Benden 'Ünlü bir kişisiniz de ondan' cevabını aldıktan sonra şöyle bir baktı; 'Peki. 10 dakika poz veririm ve 25 bin dolar isterim' dedi.Pamuk eller cebe...- 'Yanımda nakit yok gidip alayım' diye ayrıldım otelden. Parayı bırak, istediğim gibi çekim yapmam için en az bir saat lazım. Neyse biz hem vakit hem de nakit konusunda pazarlığımızı yaptık. Tekrar gittim bunun yanına. Fakat herif yerinde durmuyor, zannedersin makineyle eskrim yapıyor.Neymiş derdi?- Dali günlük yaşamında da gerçeküstü öğelerin peşinde bir adamdı. Öyle bir hava yaratıyordu işte. Bir ay boyunca böyle uğraştırdı beni, sonunda 'Ya dosdoğru çekeriz fotoğrafları ya da çeker giderim' dedim.Dali'ye resti çektikten sonra ne oldu?- Ertesi gün için söz verdi. Bir gittim, bu sefer odada üç Fransız gazeteci var. 'Bunların gözü önünde çalışamam' dedim. Onları göndereceğine söz verdi.Fotoğraf değil rest çekiyorsun adama...- Bu aldı gazetecileri karşısına; 'Katranın kimyasal formülünü bilir misiniz?' diye sordu. Ulan nereden bilsin adamlar? Neyse baktı hiçbirinden ses yok, Dali kendisi verdi formülü. Sonra da 'Ben bastonumu bir kazan katranın içine soksam, o baston 25 bin dolar eder. Siz aynısını yapsanız, hepinize aptal derler. Anladınız mı?' dedi. Gazeteciler başlarını sallayınca da 'İyi o zaman gidip yazın ne anladıysanız' diye adamları gönderdi. İşte ben de o gün Salvador Dali'nin fotoğraflarını çektim. Resimlerden birini de imzalattım. Herif ne kullandıysa 24 saat kurumadı attığı imza. Ee haydi artık keselim, yoruldum ulan!Tamam tamam son bir soru... Genelde huysuz ve aksi bir izlenimin var. - Enayiliğe kızıyorum da ondan. Herif enayi bir şey soruyor, azarlıyorum. O zaman da aksi olmuş oluyorum. Anladın mı? Bitti mi şimdi?T24
Reklam