Serda Kranda Yazio: Yazar Olmak ya da Olmamak, İşte Bütün Mesele Bu
Hayatımın büyük bir kısmını yazmak isteyen ya da daha iyi yazmak isteyen insanlarla birlikte geçirdim. Onlarla birlikte hem pek çok yazma sorunu keşfettik hem de bu sorunlar için çözümler ürettik. En çok karşılaştığım sorunlardan biri, yazarın ne yazacağı hakkında çok da fikrinin olmamasıydı; diğeriyse yazarak ne yapmak istediğinin farkında olmaması.
Bu şu demek, “Bir şey olmadıysa bile kesinlikle bir şey oldu!” Bir şeyler seziyor… Aklında uçuşan güzel bir şeyler var, isimler, diyaloglar, kurgu parçaları ama her şey yok. Sadece bazı şeyler var. Ve sanıyor ki bunlar yeter, kalanı biraz tasvir biraz diyalog hop kapanış. Ama o iş öyle değil elbette.
Roman kurmak yepyeni ve neredeyse gerçek bir hayat kurmaktır. Hatta gerçek hayattan bile daha gerçek. Çünkü kendi gerçekliği/bağlamı içinde mantıklı da olmalı, oysa hayatta pek çok şey hiç de mantıklı değildirJ. İşte bu yüzden, bu hayatı canlandırabilmek için ona ait her şeye hem vakıf hem de hâkim olmak gerekir. Ve insanlar sanırlar ki bilgisayarın başına geçecekler ve her şey bir anda beliriverecek. Yazmak hâlbuki sadece can suyu vermektir. Oraya gelene kadar her şeyi ama her şeyi düşünmüş, tasarlamış ve yerli yerine yerleştirmiş olmak gerekir. En azından ideali bu.
Yazıp yazıp bozarlar. Okur okur beğenmezler. Daha kötüsü beğenirler. Oldu gibi gelir, olmadı gibi gelir… Bir zaman sonra da ya sıkılırlar ya da biten dosyalarını bir cesaret yayıncıya gönderirler. Oysa hiçbir şey tamam değildir. Hiçbir şey bitmiş değildir. Roman, öyle bir çırpıda meydana çıkan bir şey değildir.
Ben gördüm sen de gör hep birlikte görelim
Roman neden var? Asırlardır anlatılan onca hikâye neden anlatıldı, neden okundu? Ve bugün onca gelişimine rağmen insan zihninin, hala ama hala onu edebiyata yönlendiren ihtiyaç, tam olarak neyin ihtiyacı? Her roman, bir hayata bir yerinden dahil olmak ve bir yerinden de oradan çıkmaktır. O bize hiç olmamış bir şeyi takip ettirir. Öyle muhteşem bir zihinsel düzmecedir ki her şeyin yalan olduğunu bilir ama yine de iştahla çeviririz sayfaları. Çeviririz çünkü birinin peşine takılmışızdır, o ne istiyorsa biz de onunla beraber acaba ne olacak diye merakla ilerleriz. Hepsi bu mu? Hepsi bu olduğunda, romandan biraz eksik kalırız diye düşünüyorum. Sadece koklamış ama içmemiş gibi.
Bir tatlı illüzyon
Bir acaba ile başlayıp yepyeni bir evren kurmak
“Şöyle biri olsa, onun da böyle bir sorunu olsa ama o sorunu aşması için de şöyle engelleri olsa ve o engelleri aşabilmesi için durmadan bir şeyleri feda etmesi, değişmesi ya da hiç değişmeden tüm o şeylerin üstesinden gelmesi ya da gelmemesi gerekse… Acaba nasıl olurdu?” gibi meraklı oyunlarla başlıyor bazen yazar. Bazen de okuyanın eline bir soru bırakmak isteyerek... Ve bu amaç uğruna bir kamyon şeyi layıkıyla ve kontrollü bir şekilde uyduracak. Ne hoş ve ne çılgınca değil mi?
Yazan ve okuyan
İnsan neden kendi gördüğü bir şeyi başkaları da görsün ister? Duyduğu, hissettiği, fark ettiği, sezdiği, düşündüğü… Kim bilir? Diğer yandan yazının içinde böyle bir niyet olduğu da bir gerçek. Bu açıdan bir çeşit zihindeşlik tesis ediyor. Yazan ve okuyanın ortak kullanımına açılmış o ilginç mikro evrende artık iki kişi var. Bu zihindeşlik içinde bir yandan da sadece iki kişinin bildiği yepyeni bir gerçeklik yapılandırılıyor. Belki bu yüzden aynı kitabı okuyan insanlar arasında da tuhaf bir çekim, ilginç bir ruhsal akrabalık hissi, ifade edilmesi güç bir ortaklık bağı filizleniyor.
Borgesciler… Marquezciler… Kafkacılar…
Bir kitabı sevmek, onu yazan kişiyle bir çeşit uyumlanmayı da beraberinde getiriyor. Siz artık aynı dünyanın insanları oluyorsunuz. Ve sanki birlikte yeni bir çekim alanı yaratıyorsunuz ya da her ikiniz de aynı alanın tesiri altına giriyorsunuz. Ne demiştik, roman işi kafa işi. Onun kafası öyle çalışır, dünyası öyle şeylerden oluşur ve yapıtları da bu evrenin çıktıları olarak dünyadaki diğer temsilcileriyle buluşur. Belki bu nedenle Borgesciler daha felsefeci, Marquezciler daha matrak ama maceracı, Kafkacılar da daha derin ve huysuz kişiler olarak yazarların güçlü temsiliyet kabiliyeti altında birleşirler. Çünkü okurun evreni, yazarın evreniyle anbean alışveriş halindedir.
Tabii iyi romanlar ve iyi romancılar lazım bize
Biliyoruz, artık herkes kitap yazıyor. Kitap yazmak çok kolay bir iş halini almış gibi bir algı var. Giriş, gelişme ve sonuç. Oldu da bitti maşallah. Belki bu nedenle, birçok vasat hatta vasat altı örnek sebebiyle roman yazarlığı da popüler işler arasında. Olsun elbette bunda bir sorun yok, sorun, roman kurmak hakkında çok kafa yormamak. Henüz hazır değilken başlamak ve henüz hazır değilken yayımlamak… Keşke herkes daha iyi bir yazar olmak için kendine zaman tanıyabilse…
Çünkü yazmak kolay, zor olan yazar olmak.
Yorum Yazın
Hanfendi yazar, Natüralizm'e karşı mısınız acaba ?Sizce bir roman ve zaman makinası arasındaki fark nedir ? Üçüncü soruyu bulamadım ya(Estetik olarak üçüncü ... Devamını Gör