Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Doğuştan Yetenekli ve Zeki Olan İnsanlar, Varoluşsal Depresyona Meyilli Oluyor!
Bir insan çevresinde olup biteni olduğu gibi kabul etmiyor, kendi zihninde yorumluyor ve bunlara cevap arıyor ise, bu insan doğuştan zeki ya da yeteneklidir.
Fakat bu niteliklere sahip olmanın bir de kötü yanı var: Varoluşsal depresyon.
Yüksek zekalı insanlar varoluşsal depresyona meyilli oluyorlar.
Bu insanlar oldukça duyarlıdır.
Doğuştan yetenekli insanlar, birçok insanın yaptığı gibi kendilerini yaşamın normal akışına bırakmak ve günlük meselelere odaklanmak yerine daha önemli ve derin konuları düşünüyor, kendi zihinlerinde bunların muhakemelerini yapıyor ve bu endişelerin sonucunda da depresyona meyilli hale geliyorlar.
Bu insanlar ayrıca çevrelerinde olan olaylara karşı da oldukça duyarlıdır, etraflarında gelişen olayların daha farklı nasıl olabileceğine dair olasılıkları düşünür, konu üzerine çözümlemeler getirmeye çalışırlar. Bu durum da onlara dünyanın gidişatını sorgulama, bu düzenin nasıl bozulduğunu görme becerisi kazandırıyor.
Bunun yanında bu insanlar duygusal anlamda daha yoğun bir hissiyata sahip oluyorlar, bu durum da onları beklentilerine ulaşamadıkları zamanlarda daha fazla hayal kırıklığına uğratıyor.
Toplumdaki sınıflandırmaları kabul etmez, üzerine fikir üretirler.
Bu kişiler toplumdaki ve etraflarındaki yanlışlıkları, tutarsızlıkları da kolayca fark eder; onlara göre uzun süreden beri gelen gelenekler sorgulanmalıdır. Toplumdaki yaşa veya cinsiyete göre yapılan anlamsız sınıflandırmalar, insanların birbirlerini her durumda yargılama yetileri, insanlar olarak her gün birbirimizi bıkmadan usanmadan kırmamız, toplumlardaki en üst seviyeye çıkmış tahammülsüzlük… İşte tüm bu sorular bu insanların üzerine en çok düşündükleri yargılardır. Birçok insanın yapmaya cesaret edemediği düşünme eylemini korkmadan gerçekleştirmek.
Bir şekilde, bir şeylerin yetersiz olduğunun farkındadırlar.
Doğuştan yetenekli bir çocuk bu endişelerini çevresindekilerle paylaştığında, genellikle olumsuz bir tepkiyle karşılaşır ve çevresindekilerin, özellikle de kendi yaşıtlarının, bu düşünceleri paylaşmadığını fark eder. Yaşıtlarının bu endişeleri taşımak yerine daha somut şeylerle ilgilendiklerini görürler. Bunun sonucunda bu gençler, genellikle de içlerinden en yetenekli olanlar, kendilerini dışlanmış hisseder ve yakınlarından gittikçe uzaklaşır.
Bu yoğun düşünceleri, kendi potansiyelleriyle de birleşince, doğuştan yetenekli gençler zamansal ve mekânsal yetersizlikler karşısında öfkeli bir ruh haline bürünürler. En basit haliyle, yeteneklerini ortaya çıkaracak çalışmalar yapmak için zamanı yetersiz bulurlar. Bu yetersizlik içinde bazı tercihler yapmak zorunda kalırlar ancak hiçbir zaman “kesinlikle doğru” tercihi yapamadıklarını düşünürler. Zamanla da hayatlarının akış yönünün sıradan insanlar gibi bir okul bitirip, meslek edinme telaşına girdiğini fark ederler ve öfke hali artar.
Öfkenin yerini zamanla depresyon alır.
Yeteneklerinin farkında olan birey, zamanla bir şeyi daha fark eder: Aslında öfke duymasına sebep olan şeylerin birçoğu kendi iradesinin dışında ve kader olarak nitelendirilen bir kavramın sonuçlarıdır. Öfkesi yersizdir. Öfkesinin yerini de zamanla depresyon alır.
Çevresindeki insanlara nazaran daha sorgulayıcı bir zihne sahip olan genç, kendisini bu adaletsizlikten kurtaracak yollar ve yöntemler aramaya başlar. Girdiği sonsuz ve adaletsiz döngüden sıyrılmaya çalışır. Bir süre sonra farkına vardığı şey ise aslında bu dünyada çok değersiz bir yıldız tozu olduğumuz ve uğruna çabaladığımız şeyler de dâhil, her şeyin koca bir hiçlikten meydana geldiğidir. Bir sonraki adım ise hayatın anlamını sorgulamaktır. Bu dünyanın nihai olup olmadığı, tek yaşamın şu an yaşadığımız yaşam olup olmadığı, her şeyin aslında bu kadar büyük bir hiçlikten meydana gelip gelmediği gibi…
Bu tür sorgulamalar “orta yaş krizi” denilen dönemde ortaya çıktığında normal karşılanabilir ancak 20’li yaşların başında ortaya çıkması ciddi bir duruma işaret ediyor. Bu tür varoluşsal depresyonlara dikkatlice yaklaşmak gerekiyor çünkü sonu bazen hiçte istenildiği gibi bitmiyor.
Rüyalarına sıkıca sarıl...
Peki, bu varoluşsal kaygılarla mücadele etmeye çalışan gençlere nasıl yardımcı olabiliriz? Varlığımızın bir sonu olduğu konusunda hiçbirimizin yapabileceği bir şey yok. Ancak bu endişelerle boğuşan gençlere, yalnız olmadıklarını ve onları anlayan birileri olduğunu gösterebiliriz. Dışlanma hissi yaşamalarına engel olabiliriz. Bunu sağlamanın en iyi yollarından biri, onlarla uzun süreli ilişkiler kurmak. Belki doğuştan yetenekli bu çocuklarla aynı varoluşsal endişeleri taşımıyor olabilirsiniz ancak onları anladığınızı gösterebilirsiniz.
Dışlanma hissini aşmanın bir diğer yolu da dokunma. Özellikle yakın çevresindekilerin, ebeveynlerin düzenli olarak sarılması veya kendi aralarında bazı şakalar yapması sağlayabilir. Dokunma, varoluşun en temel ve içgüdüsel hali olarak görülüyor. Sadece doğuştan yetenekli olanlar değil, varoluşuyla ilgili depresif hisler içinde olan herkese yardımcı olmak mümkün. Bunu yapmanın tek yolu, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek ve belki de şair Langton Hughes’ın verdiği mesajları gerçekleştirmelerini sağlamak:
Rüyalarına sımsıkı sarıl
Eğer rüyalar ölürse
Hayat kanadı kırık bir kuştan farksız olur
Uçamaz
Rüyalarına sıkıca sarıl
Eğer rüyaların kaybolursa
Hayat çorak bir topraktan farksız olur
Karlarla kaplı…