Ne dersiniz, vicdanın sınıfı, fakiri- zengini, doğusu- batısı olur mu? NAZİ Almanya’sında, Bosna – Hersek’te, Ruanda’da, Cezayir’de, Arakan’da, Uygur’da vs vs yaşanan toplu katliamları hatırlayın. Milyonların gözü önünde, insanlar kadın- yaşlı- genç- çoluk, çocuk demeden öldürüldüler. Hem de ‘iyi insan- iyi çevreden gelen insan’ diye tanımladığımız toplulukların gözü önünde. Nasıl oluyor da, örneğin seyrettikleri acı bir öyküde, bir film karşısında gözyaşlarını tutamayan insanlar, birden bu kadar kör kalabiliyorlar? Hatta kötülüğe birbirlerini azmettirebiliyorlar? Ne dersiniz, insan aklı nasıl kötüyü seçiyor? Ya da gerçekten kötüyü seçiyor mu? Şöyle de söyleyebilirim, insanlarda bir ‘’ahlaki zeka’’ dan söz etmek mümkün ise, bu zeka hangi erdemler üzerinde yükseliyor? Düşünsenize, bazen iyi niyetle de kötülük yapabiliyoruz…
Madem erdemler dedik, buradan devam edelim. Günümüz rekabet dünyası, sizce de kötülüğü besleyen bir rahim görevi görmüyor mu? Kimin söylediğini hatırlamıyorum, bir söz geldi aklıma ‘’Yarışı bir kişinin kazacağı bir ortamda kötülük olur’... Yarışı kazanmak için, kaç kişinin ayağına bastınız? Bu rekabet mi – kötülük mü? Yoksa, sosyal öğrenme ile mi gerçekleşiyor kötülük? Yani, acaba bir şeye iyi veya kötü derken, ‘’kullanışlı olma haliyle’’ değerlendiriyor olabilir miyiz? Yani işimize gelene iyi, işimize gelmeyene kötü mü diyoruz?
Hadi devam edelim :) ‘’Kötülüğün aynı zamanda, iyiliğin çürütülmüş hali’’ olduğunu düşünürsek, günümüzde bir değer haline gelen kötülüğe pek de şaşırmamak lazım sanırım. Ne demek istiyorum, baksanıza, tüm filmlerde, dizilerde kötülükler- kötü karakterler büyük ilgiyle izleniyor. Madem bu kadar iyiliğe öykünüyoruz, bu durumu nasıl açıklamak gerekir? Diyelim bu duruma siz de karşınız ama ne yapabilirim ki diye düşünüyorsunuz. Sorumluluğu otoriteye teslim edince, kötünün egemen olmasında tuzunuz olmamış mı oluyor?
Yorum Yazın