onedio
Mehmet Akif Ersoy Kimdir?
İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokul yıllarında babasından Arapça öğrenmeye başladı. Dil derslerine büyük ilgi duyuyordu. Rüştiye’deki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca derslerinde hep birinci oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi. Mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreş öğrendi. Başta güreş ve yüzme olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı. ŞİİR TUTKUSU Şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. 6 ay içinde Kuran’ı ezberleyerek hafız oldu. 1895′te Mektep Mecmuası’nda “Kuran’a Hitab” adlı şiiri yayımlandı. Memuriyet hayatı başladı. Edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete’de, Servet-i Fünun Dergisi’nde şiirleri ve yazıları yayımlandı. Milli Mücadele’yi destekledi. Ankara’ya gidip 1. Millet Meclisi’nde Burdur milletvekili oldu. İstiklal Marşı’nı yazdı. İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ardından İstanbul’a döndü. KUR’AN TERCÜMESİ Diyanet İşleri ile Kuran’ı Türkçe’ye tercüme etmek için anlaşma imzaladı. Bu görevi başlangıçta reddetmişti. Çünkü kendi eserlerini yazmak istiyordu. Ancak bu çeviriyi yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden çok yoğun ısrar vardı. Kabul etmek zorunda kaldı. Adeta inzivaya çekilerek 6-7 sene üzerinde çalıştı. Sonuçtan memnun kalmadı. Mukaveleyi fesh etti. Siroz hastalığına yakalandı. 1936 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti.
Selfie Çekerken Tarihi Heykeli Kırdı!..
Bir öğrenci selfie çekerken 19. yy Greko-Romen heykelini kırdı. Öğrencinin İtalya'nın Milano kentindeki tarihi bir heykelin kucağına oturarak Instagram fotoğrafı çekmeye çalışırken heykeli kırdığı belirtildi. Öğrencinin selfie çekmek için heykelin kucağına oturduğu sırada heykelin bacağı koptu. Ancak olay bir gün sonra anlaşıldı. İtalya'nın en ünlü akademik kurumlarından olan Brere Güzel Sanatlar Akademisi çalışanları kırık bacakla karşılaşınca ne olduğunu anlamak için güvenlik kameraları kayıtlarını inceledi. Heykel, Hellenistik devrina ait yarı insan yarı hayvan olan ve sızmış halde uyuyan 'Sarhoş Satiri' temsil ediyor.Adı açıklanmayan öğrencinin bacak kopmadan önce fotoğrafı çekip çekemediği ise bilinmiyor. Metin Güneş / CNN TÜRK / Londra 
Reklam
Zamanında Kullanılmış Birbirinden Acayip 23 Dinleme Cihazı
Bakanlar ve milletvekilleri telaş yapmasın bunlar şimdiki gibi telefonlara yerleştirilen dinleme cihazlarından değil. Şimdiki devasa kulaklıkları andıran(!) bu acayip cihazlar elektronik radar bulunmadan önce radar niyetine kullanılıyordu ve mekanik kulak zarları gibi çalışıyorlardı. Saçma gözükseler de sesin hangi yönden geldiğini ve ses dalgalarını sayarak kaynağın uzaklığını bulabiliyorlardı. Bir ilginç bilgi daha: Ordular bu cihazları duyma yetileri daha keskin olur diye çoğu zaman görme engellilere kullandırıyorlardı.
18 Mart 1915 i Hatırlayalım...
18 Mart ÇanakkaleBulutlar sarmıştı her yanı,Kapkara bir geceydi,Yağmur,bardaktan boşalırcasına,Sağnak gibi yağıyordu,Yedi düvelin gemilerinden yükselen,Top,tüfek sesleri,Her yanı inletiyordu,Mustafa Kemalin askerleri,Aslanlar gibi dövüşüyordu,Ve Çanakkale kahramanca,Düşmana selam veriyordu,Kükrüyordu tepeden,Mustafa Kemal,Vatanıma ayak basacaksa düşman,Yaşamanın ne gereği var,En son nefer ölünceye kadar,Dövüşeceksiniz aslanlar,Görecek bütün dünya,Ne aslanlar doğururmuş,Emineler,Hatçeler,Ayşeler,Fatmalar.Ali Osman Yılmaz
Reklam
Çanakkale Savaşı 18 Mart 1915
Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleriarasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti konumundaki İstanbul’u alarakİstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zaptetmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı’nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914′ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya’nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz’de İngiliz donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul’a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması’na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz’e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmiştir. Birleşik Krallık Donanma Bakanı Winston Churchill, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı’nın donanmayla geçilerek İstanbul’un işgalini öngören bir planı Başbakan Herbert Asquith’e vermiştir. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz’a geniş çaplı ilk saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vaz geçilmek zorunda kalındı. Deniz harekatıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan İngiliz ve Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. İngiliz ve Fransız çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnusahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos'ta Kurmay AlbayMustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir. Kaynak :http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87anakkale_Sava%C5%9F%C4%B1
Myrleia: Süpermarket Bodrumunda Bir Antik Kent...
Bursa'daki Myrelia antik kenti, üstünde yapımına izin verilen süpermarketin bodrumuna hapsoldu. Antik kentte 5 katlı yapılaşmaya da izin çıktı. Radikal'den İdris Emen'in haberine göre, Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya ilçesinde 1. derece SİT alanı olan bölgenin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na bölgenin 1. derece SİT alanı ilan edilmesini önerdi. Koruma kuruluysa tarihi limanı 3. derece SİT alanı ilan ederek imara açtı. 1. derece sit alanını 3. derece yaptılar Uludağ Üniversitesi, 2010 yılında Bursa’nın Mudanya ilçesinde 1. derece SİT alanı olan bölgenin yakınında yaptığı yüzey çalışması sırasında yoğun seramik parçalarına rastlayınca Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na bölgenin 1. derece SİT alanı ilan edilmesini önerdi. Koruma kuruluysa tarihi limanı 3. derece SİT alanı ilan ederek imara açtı. Ardından Tesco Kipa Kitle Pazarlama Şirketi de 23 Eylül 2012 tarihinde aldığı ruhsatla bölgede süpermarket yapımına başladı. Ancak süpermarketin temel kazıları sırasında antik kentin M.Ö. 7. Yüzyıl’a ait duvarı ile heykellere rastlanınca bölge halkı süpermarket inşaatının durdurulması için koruma kuruluna başvurdu. İki ay süreyle bölgede incelemede bulunan koruma kurulu, tarihi Myrelia kentinin 3. derece SİT alanı olarak kalmasını uygun bularak kent üzerine yapılan alışveriş merkezinin devam ettirilmesine karar verdi. 2700 yıllık tarihe 5 kat Kurul tarafından verilen özel izinle antik kentin üzerinde yapılan süpermarketin inşaatı bitti. Yaklaşık 20 metre uzunluğa ve iki metre genişliğe sahip 2700 yıllık kent duvarları ve tarihi kalıntılar, süpermarketin bodrum katında cam çerçeve içine konulmuş. Etrafı cam çerçeveyle çevrilen tarihi kalıntılar süpermarketin içinde müşterilere sergilenecek. Bölge halkı ise antik kent üzerine kurulan süpermarketin yıkılması ve yerine müze yapılmasını istiyor. Antik kent üzerine kurulan süpermarketin yıkılması için açılan dava devam ederken, Mudanya Belediyesi tarafından hazırlanan ve antik kentin bina kat yüksekliğini 2’den 5’e çıkartan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nâzım imar planı Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylanarak koruma kuruluna gönderildi. Plan kurul tarafından da onaylandığı takdirde tarihi Myrelia antik kentinde 2 olan kat yüksekliği 5’e çıkarılacak, Myrelia antik kentinin liman kısmında bulunan 50 bin metrekarelik alan ise turizm alanı olarak imara açılacak. İdris Emen | Radikal Kaynak: Milliyet
Reklam
Adolf Hitler'in Hızlı Yükselişinin Belgesi Niteliğindeki 14 Fotoğraf
Bir dönem dünyayı ilgilendiren bir durum / tehdit / kimilerine göre lider olan Adolf Hitler'in söylemleri, eylemleri, hayat görüşü yıllardır tartışılıyor ve tartışılmaya devam edecek. Fakat yaşadığı dönemde üstün hitap yeteneğiyle etrafına topladığı milyonlarca insan olduğu hepimizin malumu. Bu durumun kanıtı niteliğindeki 14 ilginç fotoğraf sizlerle...
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi Vezir-i Azamları
1-Piri Mehmed PaşaYavuz Sultan Selim saltanatının son yıllarında ve Kanuni Sultan Süleyman saltanatının ilk yıllarında 25 Ocak 1518 - 27 Haziran 1523 tarihleri arasında beş yıl beş ay iki gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.Yavuz Sultan Selim'in vefatına kadar mevkiini muhafaza ettiği gibi oğlu Sultan Süleyman'a da üç sene vezir-i âzamlık yaptıktan sonra 1523'de vezaret haslarıyla emekli edildi.2-İbrahim(Pargalı) PaşaI.Süleyman saltanatı döneminde 27 Haziran 1523 - 15 Mart 1536 arasında sadrazamlık yapmış, önemli siyasal ve askeri olaylarda rol oynamış Osmanlı devlet adamıdır.Kanuni'yle birlikte akşam yemeği yedikten sonra Paşa, kendisi için sarayın harem dairesinde hazırlatılmış olan odada, âdet olduğu üzere başı vurularak değil, padişah soyundan olanlara -kanı akmasın gerekçesiyle- uygulanan biçimde boğularak öldürülmüştür.3-Ayas Mehmed PaşaI.Süleyman saltanatı döneminde 14 Mart 1536-13 Temmuz 1539 arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.İbrahim Paşa'nın katli üzerine 14 Mart 1536'da veziriazamlığa getirildi. 13 Temmuz 1539'da veba hastalığından vefat etti.4-Lütfi PaşaI.Süleyman saltanatı döneminde 13 Temmuz 1539 - Nisan 1541 arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.13 Temmuz 1539'da Ayas Mehmed Paşa'nın vebadan vefatı üzerine sadrazam görevine getirilmiştir. Lütfi Paşa bu görevde iki yıl kalmıştır.Padişahın kardeşi olan Şah Sultan'a tokat attığı gerekçesiyle görevinden azledilmiştir.5-Hadım Süleyman PaşaI.Süleyman saltanatı döneminde Nisan 1541-28 Kasım 1544 arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.28 Kasım 1544'te yerine Mısır Beylerbeyiliğine getirilen Deli Hüsrev Paşa ile Hadim Süleyman Paşa'nın Mısır Beylerbeyi olduğu sıradaki uygulamaları hususunda suçlamalarda bulununca aralarında tartışma çıktı. Hatta padişah önünde hançerler çekildi. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman her iki Paşayı da görevden aldı.6-Rüstem PaşaI.Süleyman saltanatı döneminde 28 Kasım 1544 -6 Ekim 1553 ve 29 Eylül 1555-10 Temmuz 1561 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.1544'de Hadım Süleyman Paşa'nın azledilmesinin ardından vezir-i azamlık görevine Rüstem Paşa'yı getirtti.Kanuni, Şehzade Mustafa'yı öldürttükten sonra yeniçerilerin ayaklanma çıkarabileceği korkusuyla Rüstem Paşa'yı azletti (1553) ve yerine Kara Ahmed Paşa'yı getirdi.29 Eylül 1555 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman basit bir bahaneyle Kara Ahmed Paşa'yı Divan-ı Humayun'un ortasında idam ettirdikten sonra Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu. 10 Temmuz 1561 İstanbul'da ölümüne dek sadrazamlık görevini sürdürdü.7-Kara Ahmed PaşaKanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 6 Ekim 1553 - 28 Eylül 1555 arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.29 Eylül 1555 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman basit bir bahaneyle Kara Ahmed Paşa'yı Divan-ı Humayun'un ortasında idam ettirdikten sonra Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu.8-Semiz Ali PaşaKanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 1561-1565 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.Devşirme olarak saraya girmiş, 1545 de Emir-i Alem olarak Enderundan çıkmıştır. Yeniçeri Ağası, Rumeli Beylerbeyi, Mısır Beylerbeyi, Kubbe Veziri olmuş; Rüstem Paşa’nın vefatı üzerine de 10 Temmuz 1561 günü Sadrazamlığa atanmıştır.28 Haziran 1565 günü vefat etmiştir.9-Sokullu Mehmed PaşaI. Süleyman döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığı ve yine I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde toplam 14 yıl, 3 ay, 17 gün Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını yapmış Sırp asıllı bir Osmanlı devlet adamıdır.Sokullu Mehmed Paşa, 11 Ekim 1579 tarihinde III. Murat'ın eşi Safiye Sultan tarafından tutulan ve derviş kılığına girmiş bir yeniçeri tarafından bir ikindi divanı çıkışında kalbinden hançerlenerek öldürüldü.
Şehzade Mustafa kimdir?
Şehzade Mustafa (1515, Manisa – 6 Ekim 1553, Konya), (Osmanlıca adı: شهزاده مصطفى) Kanuni Sultan Süleyman’ın Mahidevran Sultan’dan olma oğlu.Saruhan, Amasya, Konya sancak beyliklerinde bulunmuştur. Babasının tahtına göz dikmekle suçlanmış; Nahcıvan seferi’ne giden Osmanlı ordusunun Konya’da konakladığı sırada, padişahın otağında boğdurulmuştur. Katli, devlete isyan suçundan dolayıdır; ancak deliller ve şahitler konusunda tartışma bulunmaktadır. Hürrem Sultan’ın tahta kendi oğullarından birini geçirmek için Şehzade Mustafa’ya tuzak kurduğu ve ölümünü hazırladığı iddia edilmektedir.1553 yılında Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi 1.561 sayfasında Fransız trajedisi La Soltane ya Gabriel Bounin tarafından konu edinilmiştir.1515 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeliği sırasında Manisa’da dünyaya geldi. Dedesi Yavuz Sultan Selim’in 1520’de hayatını kaybetmesi üzerine Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul’a giden babasının yanında İstanbul’a gitti.Hürrem Sultan’ın babasının sarayına girmesinden sonra annesi Mahidevran Sultan ile Kanuni’ye dört şehzade daha doğuran Hürrem Sultan arasında, Kanuni’den sonra kendi oğullarının tahta çıkmasını sağlamak için büyük bir mücadele yaşandı. Şehzade Mustafa, 1533 -1541 arasında Saruhan Sancakbeyi (Aydın sancağı ilavesiyle) olarak görev yaptı. Saruhan (Manisa), padişah adayının görev yaptığı yer kabul edilirdi, dolayısıyla Şehzade Mustafa dönemin veliaht şehzadesiydi. 16 Mayıs 1541’de Amasya Sancakbeyliğine atandı; Saruhan Sancakbeyliğine ise kardeşi Şehzade Mehmed getirildi. Halk ve askerler bu duruma tepki gösterdi, bunun üzerine I.Süleyman doğu topraklarının güvenliği için şehzadenin Amasya’ya gönderildiğini ve veliahtlığının sürdüğünü açıkladı[2]. Ardından, Mehmet’in beklenmedik şekilde 1543’te ölümünden sonra Saruhan Sancakbeyliğine Şehzade Selim getirilirken; Şehzade Mustafa ise 1549 yılında Konya Sancakbeyliğine atandı.Şehzade Mustafa’nın şahsına dair önemli verilerden biri de Bernardo Navagero adlı İtalyan elçinin hakkında verdiği bilgilerdir. Yazdığı bir mektup aynen şu şekildedir:“ “Şehzâde Mustafa, sultanın ilk oğlu. Annesi de Çerkes olan kadın. Şu anda Amasya’da ikamet ediyor. İranlılar’ın sınırında, İstanbul’dan 26 gün uzaklıktaki bir mesafede. Yıllık geliri 80 bin dükaya tekabül ediyor. Annesi de onunla birlikte yaşıyor ve oğlunun zehirlenmesini engellemek için her türlü önlemi alıyor. Onun için en tehlikeli şeyin zehir olduğunu, başka hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini söylüyor. Mustafa’nın annesini büyük ölçüde sevip saydığı söyleniyor.Herkes onu çok seviyor ve herkes babasının yerine tahta çıkmasını istiyor. Yeniçerilerin de onun hükümdar olmasını istedikleri çok açık. Sultanın bütün kullarının arzusu da bu, çünkü ilk oğlu olmasından yanısıra çok dürüst, cömert ve cesur olması da herkesin onu istemesi için yeterli sebepler. Topraklarına gelen her yeniçeriye, sultanın kullarına, sadece çok iyi davranmakla, onları misafir etmekle kalmıyor, aynı zamanda çok güzel hediyeler de sunuyor. İşte sahip olduğu nâmı da böyle kazanmış. Her ihtiyaçları için yeniçeriler kendisine rahatça başvurabiliyorlar ve onun idaresinden bugüne kadar kimse sultana şikâyetçi olmamış.Babasına sık sık armağan olarak güzel atlar, ayrıca birkaç bin düka da gönderiyor ve bunu seve seve yaptığı çok belli.Şimdiye kadar babasına karşı hiçbir ters harekette bulunmamış. Hem de başka bir kadından olan diğer kardeşlerinin babasına yakın olduklarını bildiği, hatta biri sarayda yaşadığı halde. Bu konuda çok ılımlı.Söylediğim gibi herkes babasının ardından Şehzâde Mustafa’nın hükümdar olmasını bekliyor ve istiyor. Ancak değişik olaylardan dolayı şans Şehzâde Selim tarafına da düşebilir (Diğer ikisine çok fazla önem verilmemiş). Sultanın çok sevdiği annesinin planları ve çok yetkili olan Rüstem’in planları da bu doğrultuda. Yani sultanın ölümünden sonra Selim’in padişah olmasını desteklemek için şimdi planlar yapıyorlar. Bu yüzden paşa en önemli mevkilere kendine yakın, onun emrinde olan kişileri yerleştiriyor. Sancakların yanısıra, hem yeniçeri ağasını yerleştirdiği, hem de kardeşini kaptanıderya mevkilerine çıkardığı gibi. Paşa kaptanıderya olan kardeşinin görevden alınmaması için büyük çaba gösteriyor. Bu mevkiden kardeşini alsa bile yerine çok güvendiği başka birini koyacak. Zira Mustafa’nın tahta çıkmasını engellemek için bir donanma ile onun yolunu kesmekten daha iyi bir şey yok.Sultan Selim, İstanbul’a çok yakın. Hayatta kalmayı başarırsa, annesi de ölmezse, paşa da hazinenin ve sultanın paralarının sahibi olarak, kaza eseri bir ölüm ile Sultan Selim’i tahta oturtmak onlar için pek de zor olmaz. Herşeyi elde eden para aracılığı ile insanların kalbindeki Sultan Mustafa sevgisini kısa sürede silip atabilir. Bu şekilde kendisi de tahtı elinde tutmaya devam etmiş olacaktır. Ancak Mustafa’nın öldürülememesi durumunda ise Mustafa, hakettiği tahta çıkmak ve çıktıktan sonra da kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır. Sultandan sonra tahta çıkan kim olursa olsun, herkesin bir korkusu var. Bunu Türkler de söylüyor: Bu taht meselesi oldukça kanlı olacağa benziyor ve bunun felaketlerin başı olduğunu düşünüyorlar. Bu konu ile ilgili olarak sultanın taht için kimi tercih ettiğini anlamak kolay değil çünkü hepsi onun oğlu ama yanında her zaman Rus karısı var ve bu kadın kendi oğullarını hep ön plana çıkarıp, sürekli Mustafa’yı kötülüyor. Ama Mustafa’nın tahta çıkması konusunda pek bir şey değiştiremeyeceğini de biliyor. Sultan da bu konuda bir şey yapamaz zira kendi ağzıyla Mustafa’nın tahta çıkacağını söyledi.”„—Bernardo NavageroDiğer bir veri ise Guillaume Postel’in Osmanlı gelenek-göreneklerini ve Osmanlı’nın siyasi durumunu anlattığı kitapta bulunmaktadır. 1536′da, Fransız kralı I. François, Kanuni Sultan Süleyman’la bir sözleşme imzaladı ve ardından resmi tercümanı ve tarihçisi Guillaume Postel’i yardımcı olarak Fransız elçisi olan Jean de La Forêt’in yanına, İstanbul’a gönderdi. Fransız tarihçi Guillaume Postel,”De la République des Turcs”(Türklerin Cumhuriyeti) adlı kitabında Şehzade Mustafa’nın iktidarı devralabilecek yaşa ve olgunluğa ulaştığını, tedbirli, ve son derece iyi eğitimli bir şehzade olduğunu yazmaktadır.KişiliğiMustafa, şairdir (Mahlası Muhlisî[5]), hattattır (Elyazısı: Viyana, Şark yazmaları, No:998 de nesh ile yazılmış Süleyman-name). Manisa Bozdağ da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Irakeyn ve Korfu seferinde (1534, 1536, 1537) ve Boğdan seferinde Anadolu muhafızı, 9. seferde (1541) İstanbul muhafızı oldu. Manisa Bozdağ da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Görüntüsü ve tavırlarıyla dedesi Yavuz Sultan Selim’e çok benziyordu.[6]Şehzade Mustafa’nın bilhassa Amasya’dayken ilim meclislerinde bolca bulunduğu, devrin önemli müderrislerinden dersler aldığı ifade edilir. Celalzade Salih çelebi, Manisalı Senai Mehmed çelebi, Hayreddin Hızır efendi, Şems efendi, şair Lali çelebi, Karaçelebizade Hicri Mehmed Muhyiddin efendi, İstanbul kadısı, şair Muhyiddin Mehmed Hüseyni efendi gibi alimlerden dersler aldı. Şehzadenin hocalarından olan Mustafa Sürûrî Efendi, Bahrü’l- Maarif ve Zahiretü’l Müluk yazıp şehzadeye sunmuştur. Şehzadenin katli üzerine de Kanuni ile alakasını kesip bir daha görüşmemiş ve kendisine verilmek istenen bütün resmi vazifeleri de reddetmiştir.[7] Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektupta şu ifadeler geçmektedir.“ Cihan padişahı babası gibi adil, atası Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz, büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki.Devlet-i Aliye’nin gördüğü en parlak şehzade.„AilesiZevcesinin adı bilinmemektedir. 1525, Kırım doğumludur. Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra 1555 de, Pertev Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir.Çocukları:Nergisşah Sultan: 1536 yılında Manisa’da doğdu. Damat Cenabi Ahmet Paşa (şair, tarihçi, Enderuni ve çeşnigirbaşı, 20 yıl kadar Anadolu Beylerbeyi) ile evlenmiştir.Şehzade Mehmed: 1546′da Amasya’da doğdu. Ölümü; 1553, Bursa.Şehzade Orhan: Ölümü; 1552, Konya.Şah Sultan: 1547 yılında Konya’da doğdu. 2 Ekim 1577′de öldü. Zevci Damat Abdülkerim Ağa.Ölümü ve SonrasıTaht yarışında Şehzade Mustafa’yı bertaraf edebilmek için Sadrazam Damat Rüstem Paşa tarafından sahte mektuplar ürettiği düşünülür. Bu mektuplar, Şehzade Mustafa’nın babası hayatta iken onun tahtına göz diktiğini ve isyan hareketlerine destekte bulunduğunu gösterir niteliktedir. Başlangıçta iddialara inanmayan Kanuni, güvendiği din alimlerinden tavsiye istedi. Güvenilen bir kölenin efendisinin parasını irtikap ettiğine ve ona karşı bir tuzak kurduğuna ilişkin hayali bir hikayeyle buna karşı ne yapılması gerektiğini sordu.[10] Aslında bu, Mustafa’nın isyan hareketlerine başvurduğuna ve babasının tahtına göz diktiğine dair endişelerinin çok uzağındadır. O dönemin alimlerinden olan Mehmet Ebussuud Efendi Süleyman’a şu cevabı vermiştir; “bu durumda köleye ölünceye kadar işkence yapılması uygundur.” Bu ifade, şeraite göre kendisine bir cinayet izninin verilmesi demektir, ancak bir fetva niteliği taşımamaktadır. Çünkü Şehzade Mustafa’nın yaşadıkları Süleyman’ın danıştığı hikayeden çok farklıdır.1553 yılında Veziriazam Damat Rüstem Paşa İran seferi için hareketinden sonra Aksaray taraflarına gelince, orduyu durdurdu ve yeniçerilerin Şehzade Mustafa’ya yatkınlığı olduğunu ve askerin, ihtiyarlığı sebebiyle sefere çıkamayan padişahın Dimetoka da oturmasını, Mustafa’yı hükümdar olmasını istedikleri dedikodusunun yayılmakta olduğunu bildirmek için, sipahiler ağası olan, Kızıl Ahmedliler den Şemsi Ağa’yı (Şemsi Paşa) İstanbul’a yolladı ve padişahın bizzat askerin başında sefere çıkmasını arz ederek, Aksaray’dan ileri gitmeyip bekledi.Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa’yı geri çağırdı ve 1553 ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı. Kütahya sancakbeyi Şehzade Bayezid’i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne’ye gönderdi. Bolvadin’e gelince Saruhan sancakbeyi Şehzade Selim orduya gelerek el öptü. Bundan sonra padişah Aktepe konağına geldiği vakit, sefere çağrılan Şehzade Mustafa orduya iltihak ederek çadırı kuruldu. Ertesi gün şehzade babasının elini öpmek için otağ-ı hümayuna yürüdü. Çadıra girdiği zaman babasını göremedi, yedi dilsiz onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak istedilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, saray hademelerinden Zal Mahmud ağa arkadan yetişip şehzadeyi boğdu.Cesedi çadırın önüne bir İran halısı üzerinde bırakılmak suretiyle ölümü ilan edildi. Bu, aynı zamanda İran ile iş birliği yaptığı iddia edilen Şehzade Mustafa’nın durumunda bir mesaj niteliği taşıyordu. Cenazesi daha sonra Bursa’ya gönderilerek II. Murat türbesi yakınına defnedilmiştir.OSMANLI TARİHİNİN EN ACI OLAYIKanunî’nin oğlu Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi Osmanlı tarihinin bugüne kadar unutulmayan en acı hadiselerinden biridirŞehzâde Mustafa, 1515’te babasının Manisa Sancakbeyliği sırasında doğdu. Annesi Mahidevran Hatun’du. 1520’de babasının tahta çıkması üzerine İstanbul’a geldi. 1533’te Manisa Sancakbeyliği’ne tayin edildi.Yeniçerilerin sevgisiŞehzâde Mustafa, Manisa Sancakbeyliği sırasında şairleri ve âlimleri himayesi altına aldı. Halka, ulemaya ve askerlere karşı cömert oldu. Şehzâde hemen herkes tarafından sevilerek saltanatın varisi olarak görüldü.Şehzâdenin bu şekilde geniş bir nüfuza sahip olması ve değişik halk kesimlerinden destek görmesi, Hürrem Sultan’ı huzursuz ediyordu. Hürrem Sultan’ın da etkisiyle Veziriazam Makbul İbrahim Paşa öldürüldü. Böylece Şehzâde Mustafa İstanbul’daki en büyük destekçisini kaybetti. Hürrem Sultan ise kızı Mihrimah Sultan’ı evlendirdiği Rüstem Paşa’yı ikbal merdivenlerinden çıkararak, Şehzâde Mustafa’ya karşı önemli bir müttefik buldu.Valilere mektup yazdıKanunî, Hürrem Sultan’ın da tesiriyle Şehzâde Mustafa’yı saltanat merkezine daha yakın olan Manisa Sancakbeyliği’nden alarak yerine Şehzâde Mehmed’i tayin etti. Şehzâde Mustafa’yı da Amasya’ya gönderdi. Ancak Şehzâde Mehmed’in 1 yıl sonra 1543’teki beklenmedik ölümü Şehzâde Mustafa’yı tekrar şanslı duruma getirdi.Şehzâde Mustafa da bu arada valilere mektuplar yazarak çevresini genişletmeye çalışıyordu. Mahidevran Sultan, Amasya’da Şehzâde Mustafa’ya yol gösteriyor, oğlunu korumak için çabalıyordu.Venedik Elçisi Navagero, Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa’nın Şehzâde Mustafa’yı engellemek için neler yaptıklarını da şöyle anlatır:Sahte mektuplarGelişmelerin günden güne kendi aleyhlerine gittiğini gören Rüstem Paşa, gizlice şehzâdenin mührünü kazıttı. Şehzâde Mustafa’nın ağzıyla İran Şahı Tahmasb’a bir mektup yazdı. Sahte mektupta, şehzâde “padişah olması halinde Şah Tahmasb ile yakın bir dostluk kuracağını bildiriyor ve Şah’ın güzel kızı Feride ile evlenmek istediğini” söylüyordu. Rüstem Paşa, şehzâde adına yazdığı sahte mektubu Zeynel Bey vasıtasıyla İran şahına gönderdi. Şahın cevaben şehzâdeye yazmış olduğu mektubu da aynı yolla ele geçirdi. Rüstem Paşa çok büyük bir koz yakalamıştı. Gerektiğinde bu sahte mektupları padişaha gösterecek ve şehzâdenin sonunu hazırlayacaktı.Kanunî’ye iletti1552’de Veziriazam Rüstem Paşa, İran seferine çıktı. Ancak Anadolu’daki asker ve halkın Şehzâde Mustafa’ya büyük muhabbet beslediklerine şahit oldu. Padişahın yaşlandığı ve Rüstem Paşa’nın da ortadan kaldırılması gerektiği yönünde dedikodular üzerine veziriazam, hemen bir adamını İstanbul’a göndererek meydana gelen olayları Kanunî’ye iletti. Bu arada daha önce Şah Tahmasb’a yazdığı sahte mektupları da Şehzâde Mustafa’nın aleyhine delil olarak gönderdi. Artık, Kanunî Sultan Süleyman tamamen oğlunun aleyhine dönmüştü. Özellikle, “Padişahın kalan ömrünü Dimetoka saraylarında ibadetle geçirmesi gerektiği” şayiası kendisini çok üzmüştü. Dedesi İkinci Bâyezid tahttan indirilerek Dimetoka Sarayı’na gönderilmiş ancak yolda aniden ölmüştü.Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesiSultan Süleyman, Rüstem Paşa’yı geri çağırarak seferin ertesi yıl bizzat kendi komutasında yapılacağını bildirdi. Kanunî, 28 Ağustos 1553’te ordusuyla Üsküdar’dan hareket etti. Ordu 5 Ekim’de Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe denilen mevkide konakladı. Orduya katılması talimatı verilen Şehzâde Mustafa, babasının kendisiyle ilgili düşüncelerinden habersiz, birlikleriyle babasının otağının 2 mil uzağına otağını kurdu.Uyarıları dinlemediŞehzâde Mustafa, akşama doğru babasının otağından kendisine doğru üzerinde kâğıt bulunan bir ok atıldı. Kâğıtta babasının otağına kesinlikle gitmemesi, babasının onu öldüreceği yazılıydı. Şehzâde Mustafa bunu Rüstem Paşa’nın kendisine karşı bir hilesi olarak düşündü. Şehzâde Mustafa, çevresinin bütün uyarılarına rağmen babasının kendisini öldürteceğine inanmıyordu.Şehzâde Mustafa, padişahın çadırına girdiğinde elinde bir yayla tahtta oturan babasını hürmetle selamladı. Kanunî bu selama, “Ah köpek! Sende hâlâ beni selamlayacak cesaret var mı” diyerek arkasını döndü. Bu işaret üzerine iri cüsseli dilsiz yedi cellat şehzâdenin üzerine atıldılar.Şehzâde Mustafa böyle ani bir saldırı karşısında bile cellatlardan kurtulup, onları yere sermeyi başardı. Bu sırada karşısına çıkan Zal Mahmud Ağa, şehzâdeye çelme takarak onu yere düşürdü ve hemen kemendi boynuna geçirdi. Birkaç dakika sonra şehzâdenin cesedi çadırın dışına çıkarılarak bir İran halısının üzerinde teşhir edildi.Rüstem Paşa azledildiOlup bitenler Şehzâde Cihangir’i derinden yaraladı. Şehzâde Cihangir, kısa bir süre sonra vefat etti. Şehzâde Mustafa’nın ölümü ordu arasında derin bir üzüntü ve hoşnutsuzluk meydana getirdi. Rüstem Paşa azledilip, Şehzâde Mustafa’ya yakınlığı ile bilinen Kara Ahmed Paşa veziriazamlığa getirildi. Şehzâdenin cenazesi Bursa’ya gönderilerek defnedildi. Hürrem Sultan’ın kışkırtmasıyla, babasının intikamını alır gerekçesiyle Şehzâde Mustafa’nın 7-8 yaşlarındaki oğlu Şehzâde Mehmed de öldürüldü.Düzmece MustafaŞehzâde Mustafa öldü ama arkasından en az 5 kişi ben Şehzâde Mustafa’yım diye isyan çıkardı. Şehzâdenin katlinden kısa bir süre sonra Dobruca’da ortaya çıkan bir kişi Şehzâde Mustafa olduğunu iddia etti. Şehzâdeye benzerliği ve cesareti ile etrafına Rumeli eyaletlerinden binlerce sipahiyi topladı. Düzme Mustafa bir müddet devlet güçlerini uğraştırdıktan sonra yakalanıp, İstanbul’da çengele geçirilerek öldürüldü.Arka arkaya isyanlarDüz­me­ce Mus­ta­fa is­yan­la­rı dur­ma­dı. 1557’de Ana­do­lu­’da Sa­fe­vi­le­r’­in de des­tek­le­di­ği bir is­yan çık­tı. Sul­tan Sü­ley­ma­n’­ın taht ko­nu­sun­da­ki en­di­şe­le­ri­ni sa­de­ce 1566 yı­lı­na ka­dar ye­ni­den or­ta­ya çı­kan Düz­me­ce Mus­ta­fa­lar can­lı tut­tu. 1564’te fark­lı böl­ge­ler­de iki Düz­me­ce Mus­ta­faor­ta­ya çık­tı. Bir Düz­me­ce Mus­ta­fa ise 1565 Ha­zi­ra­nı­’n­da idam edil­di.Hürrem Sultan’a suçlamaŞehzâde Mustafa ile ilgili birçok mersiye yazıldı. Kadın şair Nisâyî yazdığı mersiyede Hürrem Sultan’ı açıkça suçlamıştır:Bir Urus câdısınun sözin kulağuna koyupMekr ü âle aldanuban ol acûzeye uyubBâğ-ı ömrün hâsılı ol serv-i âzâda kıyupBi-terahhum şâh-ı alem n’itdi Sultan MustafâŞâh-ı âlemsin veli halk tutdı senden nefretiKimsenün kalmadı hergiz sana meyl-i şefkatiBâis olan müftiye irmesün Hak rahmetiMerhametsüz şâh-ı âlem n’itdi Sultan MustafâNisâyiUnutulmayan MERSiYEŞehzâde Mustafa adına birçok mersiye yazıldı. Bunların en meşhuru Taşlıcalı Yahya’nınkidir:Meded, meded bu cihânın yıkıldı bir yanıEcel celâlîleri aldı Mustafa Hân’ı.Dolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı,Vebâle koydular âl ile Âl-i Osmân’ı.………….Enîsi gâib erenler, celîsi ehl-i sefâ,Ziyâde ide yaşım gibi rahmetin mevlâ.İlâhi! Cennet-i firdevs ana durağ olsun,Nizâm-ı âlem olan Pâdişah sağ olsun!
Reklam
Şehzade Cihangir ve Şehzade Beyazıt Nasıl Ölmüştür ?
Hürrem Sultan dan olma diğer şehzade Cihangir (1531-1553) kamburluğu ve başka fiziksel hastalıkları yüzünden öz kardeşleri tarafından alay konusu olsa da, Şehzade Mustafa onu her zaman korumuştu. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra kendisini öldürmüş olduğu veya üzüntüden öldüğü söylenir. Kanuni zaten Mustafa'yı öldürtmesinden pişman olmuşken bir de Cihangir'i yitirmiştir. Kanuni kaybettiği oğlu adına Cihangir semtini kurdurur. Şehzade Cihangir yaşasaydı da hastalıkları yüzünden tahta çıkamayacaktı. Hürrem’in aslında taht için başından beri şehzade Beyazıt’ı düşündüğü söylenir. Beyazıt çocukların içinde karakter olarak Kanuni’ye en çok benzeyendir.Ancak şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra çıkan Düzmece Mustafa isyanında rolü olduğu düşünülür ve İran’a sığınmak zorunda kalır. Hürrem’in Kanuni’ye oğlunu affetmesi için yazdığı mektuplar Kanuni’yi yumuşatsa ve oğlu için İran’la pazarlığa başlasa da, şehzade Beyazıt kendisini teslim almak için gelen Osmanlı heyetince öldürülür.
Reklam
Çin Seddi'nin Sonunu Hiç Merak Ettiniz mi?
Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanır. Dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.
Kadın Hakları Tarihi
8 Mart, yani ‘Dünya Kadınlar Günü’. Peki, dünya kadınları günümüze gelene kadar ne mücadeleler verdiler? Dünden bugüne kadın hakları! Sizler için 157 yıl öncesinden başlayan bir kadınlar günü dosyası hazırladık. Dünden Bugüne “Kadınlar Günü” Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı 8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapması olarak kabul edilmektedir. Bu olaylardan 53 yıl sonra Danimarka’nın Kopenhag şehrinde düzenlenen Sosyalist Enternasyonel toplantısında 8 Mart 1857’de New York’ta başlayan, kadınların haklarının kazanılması ve kadınların birlikteliği mücadelesinin her yıl Kadın Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdılar. Kadın hakları mücadelesinde 1975 yılı büyük özellik taşıyordu. Uluslararası Kadınlar Yılı olarak kutlandı. Bu yıl etkinlikleri içerisinde Birleşmiş Milletler 8 Mart gününü Dünya Kadın Günü olarak kutlamaya başladı. İki yıl sonra 1977 de, Birleşmiş Milletler genel toplantısında Kadın hakları, uluslararası barış günü olarak kabul edildi. Bu kabulün altında iki temel neden açıklandı, Dünya barışının korunması, sosyal gelişim için ve temel insan haklarının kullanılması için kadınlarında eşitlik ve kendilerini geliştirmelerine olmak gereksinimi idi. Kadınlara eşit hakların verilmesinin Dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Bazı tarihi adımlar 19- yüzyılın sonlarında kadınların oy verme hakkına kavuşabilmesi konusu kadın hakları hareketi için önemli bir aşama temsil etmiştir. Yeni Zelanda’da kadınlara seçme hakkı 1893 yılında, seçilme hakkı 1918′de verilmiştir. Bu yasa tüm kadınları kapsar. 1902′de Avustralya’da kadınlar seçme hakkı kazanmıştır. 1906 yılında Finlandiya kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. O yıllarda Rusya büyük çarlığına bağlı bir düklük olan Finlandiya, dünyada ilk kadın milletvekillerinin meclise girdigi ülke ünvanını da taşir. 1907 yılında 19 kadın milletvekili meclise girmeyi başarmıştır. Norveç 1913′te, Danimarka ve o zaman Danimarka’ya bağlı olan Izlanda da 1915′de kadınlara oy hakkı vermiştir. Kanada’da Quebec bölgesi hariç, kadınlar 1917′de seçme ve 1920′de seçilme hakkı elde ederken, Quebec’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1940 yılında verilmiştir. 1917′de Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden bir kısmında da kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. Bu hak 1918 yılı genel seçimlerinde ilk defa kullanılmıştır. 12 Kasım 1918′de Avusturya kadınlarına oy hakkı vermiş, onu takip eden günlerde 30 Kasım 1918′de Almanya’da kadınların seçme ve seçilme hakkı yasayla garantilenmiş ve 19 Ocak 1919seçimlerinde kadınlar ilk defa oy kullanmıştir.Amerika Birleşik Devletleri’nde 1920 yılında yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile ülke genelinde kadınlara oy verme hakkı tanınmış, Kasım 1920′de kadınlar ilk parlemento seçimlerine katılmışlardır.[9] 1918 yılında 30 yaşının üstünde olup, bazı özel durumlarda oy kullanabilme hakkını elde etmiş olan, Birleşik Krallık kadınları için tam oy hakkı 1928 yılında sağlanmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti ırklarlarına göre kadınlara 1930′da beyaz ırka, 1984′de Hint ırkına , 1994′de de siyah ırka, oy hakkı tanımıştır. Türkiye’de kadınlar 20 Mart 1930′da belediye seçimlerinde seçme hakkı kazandılar. 1933′te Köy Kanunu’nda muhtar seçme ve köy heyetine seçilme hakkı düzenlendi. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık 1934′te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuştular. 8 Şubat 1935′de ilk defa meclis seçimlerine katılan türk kadınları mecliste 18 sandalye elde ettiler. Fransa’da 4 Ekim 1944′de yapılan yasa değişikliğiyle kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 29 Nisan 1945′te ilk defa belediye seçimlerine katılan kadınlar 21 Ekim 1945′te de ilk defa parlemento seçimlerinde oy kullandılar. 1925′de belediye seçimlerinde oy kullanmaya başlayan İtalyan kadınları 1946′da ilk genel seçimlere katıldılar. Brezilya’da 1934′de, Filipinler’de 1937′de, Arjantin ve Meksika’da 1946′da, Japonya’da 1945′te, Çin’de 1947′de, Liberya’da 1947′de, Uganda’da 1958′de ve Nijerya’da 1960′da kadınlar oy verme hakkına sahip oldular. İsviçre’de kadınların seçme ve seçilme hakkıni elde etmesi 7 Şubat 1971′de gerçekleşirken İsviçre’ye bağlı Appenzell kantonunda ise 1990′ı bulmuştur.
Antik Kent Üstüne TOKİ Evleri!
İstanbul'da Hitit izlerinin bulunduğu Bathonea Antik Kenti'ni bakanlık ören yerine dönüştürmeyi hedeflerken TOKİ konut yapmak için başvurdu. TOKİ, 1. derece SİT olan bölgeyi de istiyor. Radikal gazetesinden Ömer Erbil’in haberine göre, İstanbul ’da ilk defa Hitit izlerinin bulunduğu Küçükçekmece Gölü kenarındaki Bathonea Antik Kenti kazılarının yapıldığı araziye TOKİ’nin konut yapmak istediği ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılındaki Bathonea kazı sonuçlarını görünce araziyi kamulaştırarak ören yeri statüsüne almak istedi. Bu yönde raporlar hazırlandı, bilimsel gerekçeler belirlendi. Bakanlık, İstanbul’un ilk ören yeri için İstanbul Üniversitesi’ne de görüşünü sordu. Üniversite arazinin elinden çıkacağını anlayınca apar topar TOKİ ile anlaşma yolunu seçti. 9 Ocak’ta yapılan protokole göre, TOKİ üniversitenin Çapa ve Cerrahpaşa’daki binalarını yenileyecek, Avcılar’daki kampüste sosyal tesisler yapacak, bunun karşılığında da üniversiteye ait 7 parsele konut inşa edecek. TOKİ, 1. derece arkeolojik SİT alanında konut yapmak için İstanbul 1 Nolu Koruma Kurulu’na geçen hafta resmen başvurdu. Şimdi kurulun kararı merakla bekleniyor. Neolitik çağ izleri Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün , 2006 yılında Küçükçekmece Gölü havzası içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile 2 yıl yüzey araştırması yaptı. Buluntular oldukça ilginçti. Neolitik Dönem hatta Paleolitik Dönem buluntularına bile rastlayınca 2009 yılında bilimsel arkeolojik kazı için bakanlıktan izin aldı. Bu sırada da arazinin SİT dereceleri belirlendi. İlk iki yılık kazılarda önemli buluntular elde edildi. Bölgede sürdürülen yüzey araştırmaları ve kazı çalışmalarında 800.000 yıl öncesinden itibaren tarımın başladığı Neolitik Dönem, Tunç, Demir ve Antik Çağları (Helen, Roma ve Bizans) kapsayıp Osmanlı Dönemi sonlarına ulaşan kesintisiz bir zaman dilimine ait önemli arkeolojik verilerle karşılaşıldı. Bunlar arasında M.Ö. 7000’lerde Avrupa ’ya tarımın İstanbul üzerinden ulaştığını kanıtlayan çakmak taşından tarım aletleri, günümüzden 2700-2600 yıl öncesine ait iki antik liman ve dünyada keşfi yapılan üçüncü antik fener, Hititlere ait olduğu düşünülen 2 adet yapı adak heykelciği ile yine Hitit dönemi pişmiş toprak eserler, antik Roma yolları, Bizans sarnıcı, bazilika kalıntıları, yeraltı su kanalları bölgenin önemini ortaya çıkardı. Kazı, her geçen yıl daha da iyi sonuçlar vermeye başladı. Dünyanın en önemli 10 kazısı arasına giren Bathonea kazıları özellikle 2013 yılı kazı sezonunda arkeoloji dünyasının tüm dikkatlerini üzerine çekmeyi başardı.Öte yandan, Arazide İstanbul Üniversitesi bilimsel tarım uygulamaları yapıyordu. Üniversite kendisine ait 3. derece arkeolojik SİT alanında tekno-park yapmak istedi. Bu nedenle 1 No’lu Koruma Kurulu’na müracaat edilerek yaklaşık 200 hektarlık 4434, 4435, 5955, 5951 numaralı parseller 2010 yılında SİT’ten çıkarıldı. Çünkü arazinin bir tarafı 3. derece SİT alanıyken diğer tarafı 1. derece SİT alanıydı. Şimdi bu araziler konut yapımı için TOKİ’ye devredildi. İstanbul tarihine ayna 2013 yılı kazılarında ortaya çıkan bilimsel veriler Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Valiliği’ni de heyecanlandırdı. Bakanlık bölgenin ören yeri olması için uzmanlara rapor hazırlattı. İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası olarak yeni bir turizm çekim merkezi olması planlandı. Efes, Troya, Bergama gibi ören yeri statüsü kazandırılarak bir yandan turistlerin bu bölgeyi ziyaret etmesi düşünülürken diğer yandan İstanbul’un karanlıkta kalmış dönemlerini açığa çıkarmak amacıyla bilimsel arkeolojik kazıların sürdürülmesi hedeflendi. İÜ apar topar devretti Bakanlık kamulaştırma yapmak için İstanbul Üniversitesi’ne geçen yıl sonunda görüşünü sordu. İstanbul Üniversitesi arazinin elinden çıkacağını anlayınca görüş bildirmek yerine apar topar TOKİ ile anlaşma yoluna gitti. 9 Ocak 2014’te üniversite ile TOKİ arasında protokol imzalandı. Bu protokole göre ‘‘İstanbul Üniversitesi’nin faaliyetlerini yürüttüğü Cerrahpaşa, Çapa ve Avcılar yerleşkelerindeki eğitim-öğretim ve hizmet binaları ile tescilli yapıların olası deprem risklerinin ortadan kaldırılması, modern tesislerde eğitim-öğretim hizmetleri ile diğer hizmetlerini sürdürebilmesinin temini için bu alanlarda eğitim-öğretim, sağlık, araştırma ve çevre düzenlemesinin yapılması ve inşa edilecek bu tesislerin finansmanının da üniversitenin atıl durumda olan Halkalı ve Avcılar’daki taşınmazları üzerinde proje gerçekleştirilmesi suretiyle mahsuplaşılmıştır.’’ Yerleşime uygun değil Yüzyıllardır göl kıyısı ve havza içinde yerleşen birçok medeniyete ait yapıların, yaklaşık 300 yılda bir depremlerle birçok kere yıkıldığı ve bölgenin bu nedenle terk edildiği arkeolojik kazı çalışmalarında bilimsel olarak ortaya konmuştu. Jeolojik açıdan yerleşmeye uygun olmayan bu alanın TOKİ tarafından yerleşime açılmak istenmesi de başka bir tezat oluşturdu. Diğer yandan TOKİ’nin konut yapmak istediği 4440, 4441 ve 4450 numaralı parseller ise 1. derece arkeolojik SİT alanı içinde kalıyor. 2863 sayılı yasa SİT alanlarında inşaat izni vermiyor. Aynı zamanda bu parsellerde Bathonea bilimsel kazıları devam ediyor. Ancak TOKİ tüm bunlar yokmuşçasına bu parsellerde konut yapmak için İstanbul 1 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na müracaat etti. Aynı zamanda da Küçükçekmece ve Avcılar Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yazı gönderip görüşlerini sordu. Üniversite ile yapılan protokolün hatırlatıldığı yazıda şöyle denildi: ‘‘İstanbul Üniversitesi mülkiyetinde bulunan Avcılar ilçesi Tahtakale Mahallesi 4434, 4435, 4440, 4441, 4450, 5951 ve 5955 nolu parseller ile Küçükçekmece Halkalı Mahallesi 4651 nolu parselleri kapsayan alanlara yönelik hazırlanacak imar planı çalışmalarına altlık teşkil etmek üzere meri imar planları ile görüşlerinizi, projelerinizi, ileriye dönük planlarımızı idaremize bildirin.” Ömer Erbil | Radikal Kaynak: T24
Reklam