onedio
Görüş Bildir

YÖK Haberleri

YÖK ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. YÖK ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

trend-arrow

Popüler İçerikler

Sabah Yazarı Ekrem İmamoğlu’nun Diplomasını Yazdı: “YÖK’ten Ekrem İmamoğlu’na Diploma Sürprizi!”
Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, Ekrem İmamoğlu’nun 90’lı yıllarda aldığı üniversite diplomasını köşesine taşıdı. “Girne Amerikan Üniversitesi İşletme Bölümü'nden, İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü'ne 1990 yılında nasıl yatay geçiş yaptı?” diye soran Mahmut Övür, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının geçerli olup olmayacağına Danıştay’ın karar vereceğini belirtti. İşte Mahmut Övür’ün köşe yazısından bir bölüm: 
Marmara İletişim'de İki Asistan Okuldan Atıldı
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki iki araştırma görevlisi, Gezi eylemleri sırasında yasal sendikal haklarını kullanarak iş bırakma eylemine katıldıkları için açılan soruşturma sonrasında okuldan atıldı. 8 araştırma görevlisine de kıdem durdurma cezası verildi. Fakültenin dekanı Yusuf Devran, daha önce de öğrencilerin fişlenmesi, öğretim üyelerinin tehdit edilmesi ile gündeme gelmişti. Geçtiğimiz Haziran ayında KESK'in iş bırakma kararına uyarak Gezi Protestolarına destek veren Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden 2 Araştırma Görevlisi okuldan atıldı. Marmara Üniversitesi'nde haftalardır öğretim görevlileri ve öğrenciler Dekan Prof. Yusuf Devran'ın keyfi uygulamalar içinde olduğunu iddia ederek protesto eylemleri düzenliyorlardı. Marmara İletişim Fakültesi Dekanlığı, Gezi olaylarına katılan 8 asistana 2 yıl kıdem durdurma cezası verdirmişti. Son olarak dün çıkan karara göre Dr. Figen Algül ve Araştırma Görevlisi Can Özbaşaran okuldan atıldılar. Yasal sendikal eylemi 'cumhuriyeti ortadan kaldırmak' olarak gösterdi İki hocanın okuldan atılma gerekçeleri dilekçede şöyle ifade edildi. 'Cumhuriyetin niteliklerinden herhangi birini değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya yönelik eylem yapmak; ideolojik, siyasi, yıkıcı, bölücü amaçlarla eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak; boykot işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak ya da bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek, yardımda bulunmak.' Kararı YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya verecek Şimdi Gözler YÖK'e çevrildi. Araştırma Görevlileri bir hafta içinde YÖK'e itiraz edebilecek. Son kararı YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya verecek. Son yıllarda hep fişleme ve tehditler ile gündeme geldi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, son yıllarda, dekanı Yusuf Devran'ın öğrenci fişlemeleri, bazı öğretim üyelerine yönelik tehdit ve baskı uygulamalarıyla da sürekli gündemde olan bir okul. Devran daha önce de yüksek lisans mülakatına girecek olan öğrencilere yönelik yaptığı fişleme ile gündeme gelmişti. Yüksek lisans mülakatına giren bir öğrenci listesinde Kürt kökenli öğrencilerin isimlerinin yanına 'PKK'lı' anlamına gelen 'P' harfi ile işaretlenmişti. Devran, fişleme listesiyle ilgili 'bu resmi bir evrak değil' diyerek daha önce suçlamaları reddetmişti. Yusuf Devran daha sonra Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ın savcılığa yaptığı başvuru ile yeniden gündeme geldi. Okula alınacak yüksek lisans ve doktora öğrencileri için verdiği listeyi jüri üyesi olarak kabul etmeyen Doç. Dr. Gözde Yılmaz'ı tehdit eden Devran, Yılmaz'ı hedef de göstermişti. Doç. Dr. Yılmaz, bu tehditler üzerine savcılığa suç duyurusu yaparak, koruma talep etmişti. Doktora jürisi üyesi doçenti tehdit etmişti Dekan Devran'ın hedef tahtasına oturttuğu hocalar ve araştırma görevlileri sosyal medya üzerinden bazı öğrencilerin tehditlerine maruz kalmışlardı. Doç. Dr. Yılmaz'ı da koruma talep etmeye yönelten bu durumdu. Sosyal medyada ve çeşitli mecralarda Devran'ın 'ülkücü' öğrenciler ile sıcak ilişkiler içinde olduğu ve onun hedef haline getirdiği kişilerin bu kesimlerin tehditlerine maruz kaldığı da sıkça yer aldı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde son yıllarda sıklaşan ülkücü öğrenciler ile solcu ve Kürt öğrencilerin örgütlenmeleri arasında çıkan kavgaların sonrasında da dekanın, öğrencilerin bir kesimine yönelik bu yakınlığı dile getirilmiş ve eleştirilmişti. Fakültesini dünyanın gündemine taşıdı ama nasıl? Gezi Parkı eylemleri sonrasında da hızını kesmeyip sendikalı araştırma görevlilerinin hakkında yasal sendikal haklarını hiçe sayıp soruşturma başlatan ve cezalar yağdıran Devran, bu uygulamaları ile TBMM gündemine de dünya akadami çevrelerinin en saygın isimlerinin de aralarında yer aldığı karşı imza kampanyalarına da neden olmuştu. 24 ülkede yüzlerce üniversitede görev yapan 1431 akademisyenin imza attığı 'Akademinin özgürlüğü, bizim özgürlüğümüz' adlı protesto metninde Noam Chomsky, Judith Butler ve Nancy Fraser gibi dünyanın tanıdığı isimler de vardı. Akademik alanda her hangi bir başarı yerine, bir dönemin 'kışla' eleştirilerini hatırlara getiren uygulamaları ile fakültesini sürekli gündemde tutan Yusuf Devran'a yönelik bu protesto metninde imzası bulunan Chomsky, Butler gibi isimlerin araştırmaları ve kimi teorileri İletişim Fakültelerinde verilen derslerde okutuluyor. CNN Türk
Dershanelerden Sonra Üniversite Sınavı da Kalkıyor
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), dershanelerin kapatılarak özel okullara dönüştürülmesini öngören düzenlemenin ardından üniversiteye giriş sistemini de değiştirmek için kolları sıvadı. Sabah’tan Yaşar Özay’ın haberine göre yeni düzenlemede Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) kalkacak. Yerine bu yıl ilk uygulaması yapılan temel eğitimden orta öğretime geçiş sınavı benzeri bir model gelecek. Lisans Yerleştirme Sınavı'nın (LYS) da formatı da değiştirilecek. 2 FORMÜL ÇALIŞMASI TÜBİTAK, YÖK ve ÖSYM ile birlikte yürütülen çalışmanın 2016 yılında tamamlanması hedefleniyor. Üzerinde çalışılan ilk model, bu yıl SBS yerine ilk uygulaması yapılan temel eğitimden orta öğretime geçiş sınavı benzeri bir modeli öngörüyor. Lise son sınıf öğrencileri 2 ay aralıklarla 5 dersten sınava girecek ve öğrenci en yüksek notu aldığı sınavla üniversiteye başvurusunu yapabilecek. Üzerinde çalışılan diğer modelde öğrencinin lise birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar olan tüm sınavları esas alınacak. Merkezi sınavlara girecek lise öğrencilerinin ders durumları da ölçülecek ve çıkan puana göre üniversite tercihi yapılabilecek. Sınavlarda testin yanı sıra kısa açık uçlu soruların sorulması da gündemde. TEK DERS KURSLARI DEVAM EDECEK MiliEğitim Bakanlığı (MEB) Müsteşarı Yusuf Tekin, ek ders ihtiyacı bulunan öğrencilere yönelik okullarda ve halk eğitim merkezlerinde açılacak takviye kurslara ilişkin düzenlemenin hazır olduğunu bildirdi. Milli Eğitim müfredatına uygun olduğu takdirde tek bir derse yönelik kurslara itirazları olmadığına işaret eden Tekin, 'Çocuğunuz matematiğe eğilimli, İngilizce'ye eğilimli buna yönelik kurs aldırabilirsiniz. Bizim derdimiz sadece bir sınava yönelik hazırlık mahiyetinde çocukları ısrarla test çözmeye zorlayan analitik düşünmesine engel olan farklı bir eğitim uygulayan yapıları ortadan kaldırmak' diye konuştu. Tekin 'Mesela çocuğun fizik dersinden takviyeye ihtiyacı var. Bizim fizik öğretmenimiz takviye kursu açacak. Bunlar için öğretmenlere ek ders ücreti vereceğiz ama vatandaşlardan bunun için ücret almayacağız' açıklamasını yaptı. Dershanelerin 2015 Eylül ayına kadar faaliyetlerine mevcut şekliyle devam edeceğini belirten Tekin, sektör temsilcilerinin bu yöndeki talepleri doğrultusunda bu kararı aldıklarını söyledi. Tekin, 2015 Eylül ayına kadar dönüşüm için başvuran dershanelere arsa, kredi, vergi indirimi, okul kiralama gibi destekler vereceklerini vurguladı. Dünya Bülteni/ Haber Merkezi
İşte Türkiye'nin En İyi Üniversiteleri
2013 yılı Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) verilerine göre ülkemizde 170 üniversite bulunuyor. Bu sayıya da her yıl yenileri eklenmeye devam ediyor.Ancak eğitimde kalite arayanlar Türkiye’nin en iyi üniversitelerine girebilmek için yoğun çalışma temposu içine giriyor. Dünyada üniversitelerde verilen eğitimin kalitesi farklı kriterlere göre ölçülerek sıralamalar yapılıyor. Peki Türkiye’de en iyi üniversite sıralamasında durum nasıl? Farklı kriterlere dayalı belirlenen farklı sonuçlar bulunuyor.Türkiye’nin en iyi üniversitelerini belirlemek için ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulan URAP (University Ranking by Academic Performance) Laboratuvarı tarafından bir çalışma yapılarak ”Üniversitelerin Akademik Performansa Dayalı Genel Sıralaması” saptandı.Bu çalışmada Türkiye’deki 125 üniversitenin, ”Makale sayısı, öğretim üyesi başına düşen makale sayısı, atıf sayısı, öğretim üyesi başına düşen atıf sayısı, toplam bilimsel doküman sayısı, öğretim üyesi başına düşen toplam bilimsel doküman sayısı, doktora öğrenci sayısı, doktoraöğrenci oranı, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı” olmak üzere toplam 9 kritere göre belirlendi.Tüm Üniversitelerin Genel Puan Tablosu’nda 9 kritere göre en yüksek puanı Hacettepe Üniversitesi aldı. Hacettepe’nin ardından ODTÜ 2.,İstanbul Üniversitesi de 3. oldu. Ankara Üniversitesi 4., Gazi Üniversitesi 5., Ege Üniversitesi 6., Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü 7., İstanbul Teknik Üniversitesi 8., Atatürk Üniversitesi 9., Erciyes Üniversitesi 10. sırada yer aldı. Alana göre sıralamada ise, ”makale sayısı, atıf sayısı, toplam bilimsel doküman sayısı” olmak üzere toplam 4 kriterden elde edilen puanlar kullanıldı.
Yurtdışında Üniversite Okumak Türkiye'den Ucuz!
Çoğu insan gibi hâlâ yurtdışında üniversite okumanın çok zengin olmayı gerektirdiğini mi düşünüyorsun? Bu yazıyı artık böyle düşünme diye, düşündüğün gibi olmadığını göstermek için hazırladık.Her bütçeye ve kritere uygun olarak yurtdışında üniversite eğitimi sınav zorunluluğu olmaksızın, YÖK onaylı, İngilizce eğitim alabilirsiniz. Üstelik alacak olduğunuz bu diplomalar size Türkiye’de eğitim alan birçok öğrenciye kıyasla önemli avantajları da yanında getirecektir.Yurtdışında üniversite fiyatları aşağıdaki tabloda görülebilir.
Sorular Neden Açıklanmıyor?
23 Mart’ta 2 milyon 7 bin 685 aday sınava girecek. Artık kimin hangi salonda sınava gireceği belli. Soru kitapçıkları basıldı, sonuncusu da çarşamba günü bitiyor. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir , bu yıl sınav sorularının tamamının yayınlanmayacak olmasına gerekçe olarak, 'Ölçme kabiliyeti yüksek olan sorular bazı düzenlemelerle yeniden kullanılabilir. Bu hedef doğrultusunda sınavlarda sorulan soruların sadece yüzde 10’unun paylaşamının yeterli olacağını düşünüyoruz' dedi. 2014’te bazı sınavların 'Yazılı Sınav' olarak yapılacağını açıklayan Demir,' Açık uçlu diye bilinen yazılı sınav için çok yoğun ve yaygın bir gayretimiz var. Bu gayret içinde bugüne kadar bir deneme, iki de gerçek sınav yaptık' ifadesini kullandı. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir'in Hürriyet'ten Nuran Çakmakçı 'ya verdiği söyleşi şöyle: Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı sistemin değişeceğini söyledi. Size bu konuda bir bilgi geldi mi, hazırlık yapılıyor mu? Somut olan tek bir şey var. O da geçtiğimiz yıl Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nda alınan karar. Oradaki karar şu: üniversite giriş sistemi yeniden tasarlansın. O zamandan söylüyorum 2013’ten 2015 sonu idi. Ama o günden bugüne ne tür bir açık faaliyet yapıldığı konusunda ben bilgi sahibi değilim. Çünkü kanun böyle bir sorumluluğu YÖK’e veriyor. Yüksek Kurul’da bunu YÖK’e vermişti. Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, TÜBİTAK, ÖSYM ortak bir çalışmayla hepsini konuşuyordur. Açıklanan modelle ilgili bilginiz var mı? Türkiye’de üniversiteye giriş koşullarını belirleme yetkisi YÖK’e verilmiştir. ÖSYM olarak biz üzerimize düşen her türlü desteği veriyoruz. Ülkemiz için en uygun olan sistem belirlenecektir. ÖSYM de bu kapsamda olabildiğince aktif olacaktır. Sizin kafanızdaki model nedir? Bizim söyleyeceğimiz aslında çok bir şey yok. Bize ne söyleniyorsa onu yapmak durumundayız. Kamuoyunda konuşulan YGS’nin çoklu yapılması bence en hızlı adapte edilebilecek bir işlemdi. 'Soru havuzu oluşturuyoruz' Çoklu sınava geçme hedefiniz var mı? Tabii çok iyi düşünülmesi gerekir. Çünkü YGS, LYS ile birlikte değerlendirilerek yerleştirme puanları oluşturuluyor. Eylülde, ocak, şubatta, martta, haziranda yapılacak YGS’lerin olası kadroları bunlar. Bunlarda en yüksek puanı almak mı söz konusu olacak? Yoksa bir başarı çıtası belirleyip “Başarılmıştır” deyip ona göre mi işlem yapılacak? Bütün bunların iyi tartışılması gerekir. Ciddi bir sistem var. Bunları kaldırıp yerine şöyle ya da böyle olsun demek ayaküstü yapılacak bir şey değil. Sadece lise sonlar mı girecek? Ben bir model söylemiyorum. Bir tek önerimiz vardı bizim çoklu YGS onu söylüyorum. Bu Milli Eğitim’i yakından ilgilendiren bir konu olur. Eğer siz, “sene içerisinde sınav yapacağım” derseniz tamamen Milli Eğitim’in konusu olmaya başlar. Çünkü, eğitimi etkiler. Bu yıl soruların tamamını yayınlamayacaksınız? Neden? ÖSYM çok yoğun bir biçimde soru havuzunu genişletme gayreti içinde. Bunun için bir “Soru Havuzu Yazılımı” kullanımına başladık. Tüm sınavlarımız için “Soru Hazırlama Çalıştayları” yaptık. Türkiye’deki akademisyenlerin birikimlerini değerlendiren soru hazırlama çalışmalarına başladık. Ölçme kabiliyeti yüksek olan sorular bazı düzenlemelerle yeniden kullanılabilir. Soruları tekrar kullanmanız mümkün o halde? Yoğun bir soru havuzu oluşturma gayretimiz var. Özellikle sınavlarda denenmiş ve ölçme niteliği yüksek soruların bazı değişikliklerle yeniden kullanımını hedefliyoruz. Bu hedef doğrultusunda sınavlarda sorulan soruların sadece yüzde 10’unun paylaşamının yeterli olacağını düşünüyoruz. Yüzde 10’luk uygulamayı da sınava hazırlanan adayların bilgi edinmeleri ve sınava girmeleri halinde kendi sınavlarını cevap kâğıtları ile birlikte fiili olarak değerlendirebilmeleri için uygun gördük. Ama sadece bu YGS’ye 2 milyondan fazla aday katılacağı için yönetim kurulu soruların yüzde 20’sini açıklama kararı aldı. Bir soru birkaç yıl sonra sorulabilir mi? Sınav yapan bir kurum olarak bizim çok zengin bir soru havuzumuz var. Çünkü her geçen gün sınav yükümüz artıyor. Çok hızlı reaksiyon vermemiz gerek durumlar söz konusu olabiliyor. Soru havuzumuzu genişletmenin yollarından biri de sorularımızı sokağa dökmemek, tüm dünyada da bunun böyle olduğunu görüyoruz. Dünyada benzeri sınav yapan kurumların hiçbiri geçmişte yaptığımız gibi sınav sorularını açıklamıyorlar. Belli bir kısmını açıklıyorlar, bilgi veriyorlar. Soruları tekrar tekrar kullanmak amacıyla muhafaza ediyorlar. Bir sorunun gerçekten kullanışlı bir hale gelebilmesi için 2-3 sene gerekiyor. Gerçek sınavda soruların denenmesi çok önemli. Eğer siz sorularınızı sınavdan sonra açıklarsanız deneme şansınız olmuyor. O zaman ölçme yeteneği belirsiz olan sorularla sınav yapmak durumunda kalıyorsunuz. ÖSYM havuzu genişletme, ölçme niteliğini iyileştirme gayreti içerisinde çalışırken önümüzdeki tek zorlayan konu bilgi edinme yayasıydı. Meclis’ten sorularımızın bilgi edinme yasası kapsamı dışında olmasını sağladık. 'İsteyen aday sınav kağıdını görebilir' Adaylar ne yaptıklarını bilemeyecek mi? Bu durum, adayların bireysel olarak sınavda kendi kullandıkları soru kitapçıklarını ve cevap kâğıtlarını kendilerinin incelemesine engel değil. Adaylar ÖSYM’den randevu alarak kendi kitapçıklarının asıllarını inceleyebilirler. Kişisel bilgi edinmeye bir itirazımız yok. Her yıl tartışılan soruları şimdi kimse bilemeyecek. Bu hataların hepsini matbaa analizi dediğimiz analiz gösteriyor aslında. Matbaa analizi şu: adayların çoğunluğu hangi soruya hangi seçeneğe gitmiş. Başarılı adaylar yani soruların yüzde 100’üne yakınına doğru cevap verenler, o soruda nasıl cevap vermiş. Bu analizlerle eğer 5 seçenekli bir soru, doğru seçenek “D” ama adayların tamamı “C”ye gitmişse burada bir sorun var demektir. Bunu tekrar uzmanına gösterip, incelettirip burada bir hata varsa direkt iptal ederiz. Sonrasında siz mi analiz yapacaksınız? Tabii. Sınav bittiği an bütün sınavlarımızda bunu yapıyoruz. Cevap kâğıtları okunduğu an bakıyoruz hangi sorularımızda sorun var diye inceliyoruz. Doğru cevap “D” ise adayların yüzde 95’i “C” ye gitmişse o zaman bariz bir hata var demektir. O konunun uzmanlarına tekrar gösteriyoruz. Benzer şekilde siz doğru cevaba “B” demişsiniz. Ama adayların yüzde 20’si “A”ya yüzde 20’si “B”ye yüzde 20’si “C”ye yüzde 20’si “D”ye böyle bir şey de olamaz, sıkıntı olur. Bütün bu analizler bize hatalarımızı da gösteriyor. Bunlara bağlı olarak biz de gerekiyorsa sorularımızı iptal ederiz. Bu yıl sınav müfredatında bir değişiklik olacak mı? Geçen yıldan bu yana ortaöğretim müfredatında bir değişme olmadığından soruların kapsamında bir değişiklik söz konusu değil. 'Sonuçları açıklamada her an sürpriz yapabiliriz' Sınava giren öğrenci sayısı her yıl daha da artıyor? Sınav devam ederken, başvuru sayısı artarken dershanelerin kapanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yürürlükte olan zorunlu eğitim süreci 4+4+4 sistemi ile daha fazla sayıda öğrenci ortaöğretim kurumlarından mezun olacak ve üniversiteye girmek için talepte bulunacak. Bu yıl 2 milyon 7 bin 685 aday sınava girecek. 2015’te bu sayının daha da yükseleceğini öngörüyoruz. Zorunlu ortaöğretimi tamamlayan öğrencilerimizi mesleki eğitime yönlendirmediğimiz sürece bu talep devam edecek. Geçen yıl sınav sonuçları 1 hafta içinde açıklanmıştı. Bu yılki sınav açıklanma öngörünüz nedir? 2013 yılında yaptığımız tüm sınavları mümkün olan en kısa sürede açıklamak için gayret ettik ve büyük oranda da bunu başardık. Bu gayretimiz 2014 yılı sınavları için de devam edecek. Hedefimiz, sınav bittiği anda sonuçları açıklamak. Her an sürpriz yapabiliriz. Tuvalete gitme yasağı sürecek mi? Olmazsa olmazlarımızdan bir tanesi. Bu konuda çok hassasım. Sınav salonuna giren birisinin sınav salonundan çıkmaması gerekir. Buna çok önem veririm. Çünkü nereye gittiği konusunda hiçbir bilgiye sahip olamıyorsunuz. Belki ben olurum. Ama o salonda oturan diğer adaylar o ciddi bir endişe kaynağı. Ona fırsat vermek istemiyoruz. Sınav salonundan çıkan bir daha geri dönemez. Sınavın üçte ikilik kısmı zorunludur çıkılamaz. Sonrasında isteyen çıkabilir ama geri gelemez. '140 puan için artık adaylar da 4 testten 4'er net yapsın' 'LYS’ye girmek için 140 barajının ne olduğunu söyleyeyim. YGS’de dört testimiz var. Temel Matematik, Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler ve Türkçe. Bu testlerin her birinden 4’er doğru yapan 140 puan alır. Bunu da yapsın adaylar artık. O kadar berbat durumda değiliz. Ancak çok kitle olunca, çok alakasız insanlar sınava giriyor. Sadece matematik testini doğru yapanlar var. Biz onların puanlarını hesaplamıyoruz. Arkadaşıyla iddiaya giriyor ve diyor ki, “matematikte 40’ta 40 doğru yaparım.” Sınava giriyor ve sadece bunu yapmak istiyor. Hepsini 40’ta 40 yanlış yapacağım diye sınava giren de var.' 'Tüm adaylar bütün soruları okuyarak cevaplama gayreti içerisinde değil. Aslında o sıfır dediğimiz şeyler bunlar yüzünden oluyor. Giriyor hiçbir soruya doğru cevap vermeden çıkıyor. 2 tane soruyu işaretliyor çıkıyor. Böyle insanlar var, kitleyi bunlar oluşturuyor. ÖSYM’de puan hesabı yapmak için mutlaka en az iki testte soru işaretlemiş olmak gerekiyor. Soruların 4 tanesinin doğru olması gerekiyor 140 alması için. Hepsi yanlış olursa o da olmuyor. Bunu da yapsın artık adaylar.' 'Yazılı sınavlara geçebiliriz' 'Açık uçlu diye bilinen yazılı sınav için çok yoğun ve yaygın bir gayretimiz var. Bu gayret içinde bugüne kadar bir deneme, iki de gerçek sınav yaptık. 2014’te bazı sınavlarımızı “Yazılı Sınav” olarak yapacağız. Yazılı sınav, günümüz bilişim teknolojileri sayesinde objektif (nesnel) olarak yürütülebilir bir sınav sistemidir. Yazılı sınavların üniversiteye girişte kısa bir zaman zarfında uygulanması ise öngörülmüyor. Yeterli deneyim ve altyapı oluştuktan sonra değerlendireceğimiz bir konudur.'T24
Bir Taşla İki Kuş Vuracaklardı
Geçtiğimiz ay yaklaşık beş yüz bin kişi, Fenerbahçe ve herkes için adalet istemiyle büyük bir yürüyüş düzenledi. Başkan Aziz Yıldırım’da, bu yürüyüşten bir kaç gün önce Ahmet Hakan'ın yönettiği bir televizyon programında, adil yargılanma hakkı istediğini haykırdı. Yürüyüşte ve televizyon programında tek bir talep öne çıktı: Adalet. Ne yazık ki son beş altı yıldır ülkemizde adalet, iktidar ve Fethullah Gülen Cemaati tarafından elbirliği ile yok edilmiştir. HSYK başkan vekili İbrahim Okur'a göre, yargıya güven %27 seviyesine düşmüştür. Neredeyse herkesin şikâyetçi olduğu yargı, bu yetmezmiş gibi son günlerde ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyen bir canavara dönüşmüştür. Yargıç bağımsızlığı, yargıç sorumsuzluğuna, yargıç tarafsızlığı ise, bir masala dönüşmüştür.AZİZ YILDIRIM BAŞARABİLİR Mİ?Geçtiğimiz ay yapılan Fenerbahçe ve herkes için adalet yürüyüşü, Aziz Yıldırım’ın sadece bir kulüp başkanı olmadığını, O'nun aynı zamanda bir halk kahramanı olduğunu göstermiştir. Bugüne kadar hiçbir siyaset adamı, beş yüz bin kişiyi tek bir amaç uğruna etrafında toplamayı başaramamıştır. Aziz Yıldırım'ın adalet isteyen haykırışı karşılık bulmuş ve beş yüz bin kişi tarafından aynı kararlılıkla dile getirilmiştir. Beş yüz bin kişinin bu adalet istemlerinin sadece Aziz Yıldırım ile sınırlı olduğuna inanmıyorum. Cumhuriyet tarihimizin en karanlık döneminde, hukuksuzluğa uğramış tüm mazlumların sesi olmuştur. Ben Aziz Yıldırım'ın adalet talebinin duyulacağına ve mutlaka karşılık bulacağına inanıyorum. Herkes şunu unutmamalıdır; adaletin sadece gözleri bağlıdır, ama kulakları çok keskindir. Aziz Yıldırım kesinlikle başaracaktır.MEMLEKETİN GENEL DURUMUÜlkemizde son beş altı yılda yaşanan olayları incelediğimizde, çocuklarımıza umuttan çok utanç dolu bir gelecek bırakacağımız açıkça görülmektedir. Bu utanç sürecinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya olduğu en büyük tehlikeler yaşanmıştır. Devlet kurumları, adına paralel yapı denilen Cemaatin işgali altına girmiştir. Bu işgal öylesine bir hal almıştı ki, ülkenin Başbakanı yeni bir Kurtuluş Savaşı'ndan bahsetmektedir. Ülkemizi parçalanmanın, uşaklığın eşiğine getirmiş olan Cumhuriyet düşmanlarının iflah olmaz kin ve nefretleri göz önüne alındığında da, bu sürecin bir süre daha devam edeceği anlaşılmaktadır.Bugüne kadar milli ordu, yargı, üniversiteler gibi Türkiye'nin temel taşları olan kurumları hedef alan Cumhuriyet düşmanları, son zamanlarda ise, Türkiye Cumhuriyeti tarihi kadar eski olan spor kulüplerimize arsızca saldırmaktadırlar.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın çok sayın özel görevli savcılarınca, başta Fenerbahçe ve Beşiktaş olmak üzere birçok güzide spor kulübümüz hakkında başlattıkları sözde şike soruşturması, Cumhuriyetimize ve onun değerlerine yapılan yeni bir saldırıdır. Kurtuluş Savaşı'nda mücadele eden bir kültürün temsilcileri olan Fenerbahçe ve Beşiktaş camiasına karşı yürütülen bu soruşturma, bir linç kampanyasına dönüştürülmüştür.Böylece, Cumhuriyetimizin en güzide mirasları olan kulüplerimiz üzerinden, yeni bir saldırının ve bölme operasyonunun daha fitili ateşlenmiştir.Yeni başlatılan bu saldırı ile özellikle Fenerbahçe kulübü başkanı sayın Aziz Yıldırım hakkında yürütülen yok etme soruşturması da paralel götürülerek bir taşla iki kuş vurulması hedeflenmiştir. Aslında başkaca kuşların vurulması da hedeflenmekte olup onları daha sonra açıklamak üzere bir kenara bırakıp kuruluş tüzüğünde vatana ve orduya hizmet etmek yazan Fenerbahçe'ye ve sayın Aziz Yıldırım'a yapılanların amacını açıklamaya çalışalım.Basın yayın kuruluşlarında şike soruşturması olarak yer alan bu soruşturmanın en önemli nedenlerinden birincisi biat ettirmektir. Bu yapılanlar, toplumda hala hükümet ve Gülen Cemaati gibi etkin güçlere boyun eğmeyen kurumları diz çöktürme ve ele geçirme operasyonudur. Hepimizin malumu olduğu üzere, medya organlarının neredeyse tamamı kontrol altına alınmış, hatta bir telefon ile yayın akışları değiştirtebilir hale gelmiştir. TÜBİTAK, Adli Tıp, YÖK, TSK, Emniyet ve HSYK operasyonları ile tüm bağımsız kamu kurumları teslim alınmış, adeta hükümetin ve Fethullah Gülen Cemaatinin arka bahçesi haline getirilmişlerdir.Ergenekon, Balyoz, Casusluk adı altında başlatılan cadı avı ile tüm muhalif güçleri yok etme ya da dönüştürme süreci zirve yapmıştır. Bu soruşturmalar bahanesiyle başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, Cumhuriyetin tüm yılmaz savunucuları hakkında linç ve yok etme operasyonları başlatılmış, yüzlerce komutan, bilim insanı, gazeteci, siyaset adamı asılsız suçlamalarla hapse atılmışlardır. Bugün çeşitli baskılar ile TSK'nın en üst kademesi asli görevleri olan vatan savunmasını yapamaz, gazeteciler, bilim insanları ve siyaset adamları özgürce düşüncelerini dile getiremez hale getirilmişlerdir. Sıranın spor kulüplerine ve özellikle Fenerbahçe'ye gelmesinin nedeni ise, toplumun en özgür, en kontrol edilemez potansiyel gücü olan futbol kulüplerini ele geçirmenin dayanılmaz hafifliğidir. Bir rivayete göre, Fethullah Gülen stadyumdan çıkan coşkulu Fenerbahçe taraftarlarını görünce 'Bir gün bizde bu taraftarlar gibi aynı amaç etrafında birlik olabilirsek o zaman bu memleketi ele geçirebiliriz.' dediği söylenmektedir. Görünen o ki, Gülen onlar gibi olmayı amaçladığı kulüp taraftarlarını kendisine rakip görerek, yargıdaki uzantıları vasıtasıyla yok etme mücadelesine başlamıştır. Özellikle de Fenerbahçe'yi hedef tahtasına koyarak, en büyüğü deviren bize neler yapmaz dedirtmeyi amaçlamıştır. Böylece Aziz Yıldırım'ı bile tutukladılar bize neler yapmazlar korkusu tüm spor camiası mensuplarının yüreklerine ekilmiştir. Bundan sonrası kolaydır. Türk toplumunun günlük hayatının en önemli varlıkları olan spor kulüpleri de ele geçirilerek, büyük taraftar kitlelerini kontrol etmek, onları yönlendirmek daha da kolay olacaktır. Kendi yandaşları da bu güzide kulüplerimiz sayesinde hak etmedikleri toplumsal prestij ve etkinlik sağlayacaklardır.Fenerbahçe başkanı Azizi Yıldırım, bilindiği üzere Türkiye'nin en büyük işadamlarından birisi olup, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başta NATO ihaleleri olmak üzere TACAN, TAFİCS gibi stratejik önemi büyük askeri projeleri gerçekleştirmiş bir kişidir. Netice olarak, gerek NATO; gerekse TSK’nın en önemli müteahhitlerinden birisi olup milyar dolarlık projelerde yer almaktadır. Bu alanlarda etkin olarak iş yapabilmek dışarıdan görüldüğü kadar kolay değildir. Benimde param var, bende teklif veririm, işi alırım, diyerek bu alanda iş yapamazsınız. Öncelikle uluslararası firmalar ile yıllardır yürütülen işbirliğinin oluşturduğu tecrübe, bilgi birikimi, süreklilik, ortak akıl ve güven ortamının bir anda yaratılması mümkün değildir. Ayrıca silah sanayi her parası olanın at koşturabildiği serbest bir alan olmayıp, belirli oyuncular ile sürdürülen bir mücadele ortamıdır. İşte bu nedenle, bu ortamın Türkiye bağlamında önemli oyuncularından birisi olan Aziz Yıldırım'ın ekarte edilmesi çok önemlidir. Aziz Yıldırım'ın yerine hükümete ya da cemaate yakın yandaş bir oyuncunu sürülmesi, şike operasyonu aldatmacasının ikinci ve en kazançlı ayağı olup, atılan taşın vurmayı amaçladığı ikinci kuştur.AZİZ YILDIRIM’A İLK KUMPASAslına bakarsanız 03 Temmuz 2011 tarihindeki şike operasyonu Aziz Yıldırm'a yapılan ilk komplo değildir. Aziz Yıldırım ile ilgili ilk yok etme operasyonu yaklaşık altı yıl kadar önce 2008 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Askeri Savcılığı'nca uygulamaya konulmuştur. KKK Askeri Savcılığı kendisine yapılan bir ihbarı(!) değerlendirerek emekli bir binbaşının iş yerinde ve evinde aramalar yapmıştır. Bu aramalarda emekli binbaşı ile Aziz Yıldırım arasında yapılmış bulunan yasal danışmanlık sözleşmesi adeta suç unsuru sayılarak Aziz Yıldırım şüpheli yapılmış ve telefonları aylarca dinlenmiştir. Ancak, bu aramalarda Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ait altı adet belgenin de ele geçirilmiş olması nedeniyle benim sorumluluğumda Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı'nca da ikinci bir soruşturma başlatılmıştır. Hatta Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı olarak biz soruşturmayı daha da derinleştirmiş ve muvazzaf bir hava albayının evinde yaptığımız aramada binlerce sayfa askeri doküman ele geçirmiş, birçok tutuklama yapmıştık. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak yürüttüğüm soruşturmayı derinleştirdikçe, Aziz Yıldırım'ın yaptığı danışmalık sözleşmesinin tamamen yasal olduğu ve ihaleye fesat karıştırmak ile bir ilgisi olmadığı kanaatine vardım. Buna karşın, KKK Askeri Savcılığı'nın, yasal bir danışmanlık sözleşmesini suç unsuru sayıp Aziz Yıldırım'ı şüpheli yapması, aylarca dinlemesi ve soruşturmanın başka mecralara çekilmeye çalışması Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı olarak beni son derce rahatsız etmişti. Bu nedenle Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olarak, soruşturmanın çok başlılıktan kurtarılması ve usul ekonomisi gerekçelerini ileriye sürerek KKK Askeri Savcılığı'nca yürütülmekte olan soruşturmanın da Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı’nda birleştirilmesini talep ettim ve KKK’lığı Askeri Savcılığı'nda ki dosyanın da yetkisizlik ile bize gönderilmesini sağladım. Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı'nın bu hareketi o günlerde Türkiye gündeminin en önemli ihalelerinden birisi olan Sikorsky helikopter ihalesinin en güçlü taraflarından birisi olan Aziz Yıldırım'ın dahil olduğu grubu devre dışı bırakma çabalarının önünü kesmiştir. Eğer soruşturmaya KKK’lığı Askeri Savcılığı'nca yürütülmeye devam edilseydi, Aziz Yıldırım ihale sürecine gayri yasal yollar kullanarak müdahale ediyor diyerek Kamu İhale Kurumu'na şikayet edilecek ve altı ay ile iki yıl arasında bir süre ihalelerden yasaklı kılınacaktı. Ardından da hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçlaması ile açılacak dava sonucu cezalandırılarak Fenerbahçe başkanlığından uzaklaştırılacaktı. Böylece hem Sikorsky ihalesinden, hem de bundan sonra girebileceği milyon dolarlık diğer muhtemel ihaleler için devre dışı bırakılacak, hem de Fenerbahçe Kulübü’nün gelmiş geçmiş en güçlü ve muhalif başkanının mahkum edilmesi sonucu meydana gelen kaostan yararlanılarak ele geçirilecekti. Fakat Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak bu kanunsuz durumu görüp soruşturmayı KKK Askeri Savcılığı'nın elinden almamız o zamanlarda bu oyunu kurgulayanların planlarını bozmuş ve Aziz Yıldırım'ın yaklaşık altı yıl önce bugün başına gelenlerin meydana gelmesine engel olunmuştur.Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olarak benim bu müdahalem sonucu, Sikorsky ihalesi hakim güçlerin istemleri dışında ve Aziz Yıldırım devre dışı bırakılamadan yasal prosedür içerisinde sonuçlandırılmıştır. Daha da önemlisi Aziz Yıldırım'a karşı malum güçler tarafından uygulamaya konulan ilk komplo engellenmiştir. Sayın Aziz Yıldırım'a karşı tertiplenen bu komplonun en yakın tanıklarından biriside.,bugün halen Aziz Yıldırım'ın avukatlığını bana göre başarı ile sürdüren Abdullah Kaya'dır.AZİZ YILDIRIM’A İLK KOMPLOYA ENGEL OLMANIN BEDELİFethullah Gülen, Cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirme Aziz Yıldırım'ı yok etme komplosuna engel olan Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı'ndan intikamı gerçekten korkunç olmuştur. Ben Hava Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, adeta ironi yaparcasına Aziz Yıldırım’a yağma yapmak suçundan, Cemaat’in yandaş hakimleri tarafından tutuklanarak yaklaşık iki yıl ceza evine kapatıldım. Bana öylesine kızgındılar ki kendisine yağma yapıldığı iddia edilen sayın Yıldırım'ı ben tutuklandıktan tam sekiz ay sonra ilk olarak ifadeye çağırıp size yağma yapıldı mı diye sordular. Yağma iddialarını, Aziz Yıldırım hem savcılık hem de on üç ay sonra çıktığım mahkeme huzurunda yalanlamasına ve bu olayı ilk olarak medyadan duyduğunu beyan etmesine karşın, adeta sana yağma yapılıyor ama senin haberin yok diyerek, mağduru olduğu iddia edilen Aziz Yıldırım’ın beyanlarına itibar edilmemiş ve aleyhime olabilecek tek bir somut ve hukuki delil olmamasına rağmen dolandırıcılık gibi aşağılık suçlamalar ile 9,5 yıl hapis cezası ile cezalandırıldım. Tam olarak, yirmi bir ay tutuklu kaldığım Aziz Yıldırım'a yağma yapmak suçundan ise, beraat ettim.Belki merak etmişsinizdir, benim tutuklanmam üzerine Aziz Yıldırım hakkında, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın 2009/52.Esas numarası ile kayıtlı olan bu soruşturma dosyası ne oldu. Benim yerime atanan askeri savcı tarafından soruşturma dosyası hakkında görevsizlik kararı verilerek, fakat Aziz Yıldırım sanık yapılarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilmiştir. Aziz Yıldırım’a yüklenen ihaleye fesat karıştırmak suçuna delil olarak gösterilen tüm belgeler Savunma Sanayi Müsteşarlığı resmi sitesinden elde edilebilen ve silah dergilerinde yer alan bilgileri olup, hiç bir gizlilik içermemektedir. Buna rağmen, benim yerime atanan askeri savcı tarafından askeri sır gibi gösterilmiştir. Gerçi bu savcı arkadaşımız, kamuoyunu uzun süre basında meşgul eden ve sert tartışmalara neden olan İHA (İnsansız Hava Aracı) görüntüleri ile ilgili olarak Zaman gazetesine röportaj vererek, son günlerin ünlü savcıları ile nasıl bir paralellik sağladığını açık olarak ortaya koymuştur. Son söz olarak şunu diyorum, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yöneltilen bu acımasız saldırılara karşı dimdik ayakta duran insanlara sahip çıkın. Aziz Yıldırım bu süreçte en dik duran kişidir. Sadece Fenerbahçelilere değil ülkesini seven herkese sesleniyorum başka Aziz Yıldırım yok.Dr. Ahmet Zeki ÜçokBeşiktaş taraftarıOdatv.com
THY Başkanı'na Başbakanlık Aracı mı Verildi?
MİT’in Nijerya’ya silah taşımasında araç olduğu iddia edilen THY’nin Yönetim Kurulu Başkanı’nın “Başbakanlık resmi aracı” ile gezmesi, Başkent kulislerini hareketlendirdi. Rizeli THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, Başbakan Erdoğan’ın hemşerisi ve yakın çalışma arkadaşı. THY grevinde çalışanlara dönük olumsuz tutumu, Erdoğan-Gülen kavgasında cemaate dönük sert çıkışları, cemaate yakın milletvekillerine uçaklarda koltuk vermemesi, AKP’den yana olmayan yayın organlarını uçaklara almaması gibi uygulamalarıyla tanınıyor. İnternete düşen bir ses kaydındaki iddiaya göre Erdoğan adına ‘yolsuzluk’ operasyonunu durdurması için Zekeriya Öz’le görüşerek aracılık bile yapmış. Topçu’nun Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile samimiyetini bilmeyen yok. Bir başka iddiaya göre ise Topçu, YÖK Üyesi ve Maliye Bakanlığı Müsteşarı Naci Ağbal’ı arayarak Dubai’den geçiş yapacak kızı için İTÜ’de kontenjan artırımı istemiş. İDDİALARIN ODAĞINDAKİ ADAM Karşı gazetesinden Göksel Bozkurt ve Rifat Başaran’ın haberine göre , Topçu’yla ilgili son günlerde Ankara’da bazı söylentiler dolaşıyor. Bunlardan biri de kendisine “Başbakanlık” tarafından THY dışında özel bir görev verilip verilmediği… Sorunun nedeni ise Topçu’ya tahsisli sivil plakalı makam aracındaki “çok özel” bir tanımla ilgili. Topçu’nun “34 VN 7XX6″ plakalı Mercedes marka makam aracında “T.C Başbakanlık resmi araç” yazıyor. Kulislerdeki sorular şöyle: Topçu neden “T.C Başbakanlık resmi araç” yazılı otomobile biniyor? Araç THY mi yoksa Başbakanlığa mı ait? Erdoğan daha önce Zekeriya Öz’e gönderdiği gibi Topçu’ya da zırhlı bir araç mı gönderdi? Gönderdi ise hangi amaçla? Topçu’nun Başbakanlık’ta kamuoyunun bilmediği özel bir görevi mi var? ARAÇ KARTININ GİZEMİ Topçu’nun başında olduğu THY Anonim Ortaklığı hisselerinin yüzde 53,57′lik kısmın İMKB’de işlem görüyor. Geri kalan yüzde 46,43′lük kamu payı T.C. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda. Bu durumda Topçu hangi yetki ve görev ile sivil plakalı makam aracında “Başbakanlık” kartını taşıyabiliyor? THY, Özelleştirme İdaresi’ne bağlı olduğu için kullanıyor ise neden araç kartında açıkça bu ad yazılmıyor ve resmi plaka kullanmıyor. SİLAH TAŞIMA İDDİASI “Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” çerçevesinde internete düşen bir ses kaydında MİT’in, THY aracılığıyla Nijerya’ya kime gittiği belli olmayan bir miktar silah gönderdiği iddia edilmişti. THY bunu yalanladı ama kulislerde Topçu’nun bu ve buna benzer gerekçelerle özel görevli olup olmadığı sorusu kafaları kurcalamaya devam ediyor. Özel görevi yoksa, THY gibi bir kuruluşun Yönetim Kurulu Başkanı neden “T.C. Başbakanlık” yazılı bir araçla İstanbul sokaklarında dolaşıyor? Trafikte rahat edip, aracını rahatça park etmek için olabilir mi? Vagus tv
CHP Yüzde 32 İle Gençler Arasında Birinci Parti
Umut Oran: Türkiye’nin umudu gençler, gençlerin umudu CHP CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, 30 büyükşehirde 18-25 yaş arasındaki 5600 gençle yaptırılan bir araştırma sonucunda CHP'nin yüzde 32 ile birinci parti olduğunu AKP'nin ise yüzde 22,7'de, MHP'nin de yüzde 16,9'da kaldığını bildirdi. Gençlerin yüzde 55’inin yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının AKP tarafından engellendiğini düşündüğünü, AKP’li gençlerde dahi bu oranın yüzde 26,4 olduğunu vurgulayan Umut Oran, 'Türkiye'nin umudu gençlerimiz, gençlerin umudu ise CHP'dir. İnanıyoruz ki 7 milyon dolayındaki gencimiz bu seçimlerde kendilerinin ve ülkelerinin geleceğine sahip çıkacak' dedi. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın konuyla ilgili olarak bugün yaptığı yazılı açıklama şöyle: Türkiye çapında 30 büyükşehirde 18-25 yaş arası 5 bin 600 gencimizle yaptığımız geniş katılımla araştırmadaCHP yüzde 32 ile birinci parti çıktı. Gençlerin yüzde 22,7’si AKP’ye, yüzde 16,9’u MHP’ye oy vereceğini söylüyor. Bu Pazar bir milletvekili seçimi olsa gençlerin yüzde 32,8’i CHP’ye, yüzde 23,4’ü AKP’ye, yüzde 18,6’sı MHP’ye oy verecek. Gençler ülkesine duyarlı ve yüzde 56’sı Türkiye’nin kötüye gittiğini görüyor, “iyiye gidiyor” diyenlerin oranı sadece yüzde 22… Gençlerin yüzde 55’i yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının AKP tarafından engellendiğini düşünüyor; AKP’li gençlerin bile yüzde 26,4’ü de bu görüşte... Gençlerimiz yerel yönetimlerden gençlere, kadınlara yönelik projeler bekliyor; çevreye duyarlı yönetim istiyor, gençler internet sansürüne tepkili... Gençler çağı kavrıyor, dünyayı tanıyor, olup biteni görüyor,  ülkesine sahip çıkıyor. Yarınlarımız olan gençler ülkemizin umudu; gençlerin umudu ise CHP... Gençlerimizin duyarlılığını, taleplerini paylaşıyoruz. Gençler bize ışık tutuyor. Bu baskıcı iktidarı alaşağı etmek, yolsuzluklara son vermek için hafta sonu yapılacak yerel seçimler tarihi bir fırsattır… İnanıyoruz ki 7 milyon dolayındaki gencimiz bu seçimlerde kendilerinin ve ülkelerinin geleceğine sahip çıkacak.  Demokratik, ileri, çağdaş, güçlü ve özgürlükçü yeni Türkiye’yi gençlerimizle birlikte gerçekleştireceğiz. Tüm gençlerimizi hafta sonu sandığa gitmeye ve ülkenin geleceği için son derece önemli olan oylarını hiçbir etki altında kalmadan özgürce kullanmaya çağırıyoruz. On bir yılı aşkın süredir Türkiye’nin üzerine kâbus gibi çöken AKP iktidarının zulmünden en fazla nasibini alan kesimlerin başında gençlik geliyor. İktidar imkânlarını kullanarak kendi kişisel servetini büyüten Tayyip Erdoğan, bir yandan da 80 yıllık hukuk devleti ve demokrasi sürecini altüst etti. Tüm toplum kesimlerine eşi görülmemiş baskı, sansür, zulüm ve devlet şiddeti uygulandı. Bu kesimlerin de başında gençler geldi. AKP iktidarı, gençlerin eğitim ve istihdam başta olmak üzere birçok alandaki sorunlarını büyütürken,  düşünen, sorgulayan, eleştiren, talep eden ve iktidarın yanlış politikalarını protesto eden gençlere yönelik baskı ve sindirmenin dozunu her geçen gün artırdı. Başbakan gençleri “Ya dindar olacaksınız ya da tinerci” diye kutuplara ayırdı. Tüm dünyada siyasal ve sosyal ilerlemenin lokomotifi olan gençlikten korkan AKP,  yarattığı düzene ses çıkarmayacak, sorgulamayacak, sadece kendisinin istediği web sitelerine girecek tepkisiz, konuşmaz, düşünmez bir gençlik yaratmaya çalıştı. İktidarın dayatma ve baskılarına karşın gençlerimiz çağı kavrıyor, dünyayı tanıyor, ülkede olup biteni iyi analiz ediyor, sağlıklı çözümler üretiyor, ülkesine sahip çıkıyor. Gençler, siyasetten, yerel yönetimlerden ve merkezi yönetimden beklentileri, ülke meselelerine yönelik duyarlılığı ve bilinçli yaklaşımı ile ülkemizin kurtuluşu ve geleceği için umut veriyor, bize ışık tutuyor. ÜLKENİN UMUDU GENÇLER, GENÇLERİN UMUDU CHP… AKP iktidarında elinden ekmeği, geleceğinden aydınlığı çalınan gençlerimiz, umudu ve çıkışı ise CHP’de görüyor. 30 büyük şehirde 18-25 yaş arasındaki 5.600 gencimizle yaptırdığımız bir araştırmada CHP yüzde 32 oranı ile birinci parti çıktı. Yarınlarımız olan gençler ülkemizin umudu; gençlerin umudu ise CHP… Araştırmadan çıkan sonuçlar özetle şöyle: Gençlerin yüzde 56’sı Türkiye’nin kötüye gittiğini düşünüyor. İyiye gidiyor diyenleri oranı sadece yüzde 22... Gençlerin yüzde 32’si önümüzdeki yerel seçimlerde CHP’ye, yüzde 22,7’si AKP’ye, yüzde 16,9’u MHP’ye oy vereceğini söylüyor. Kararsız ve cevap yok diyen gençlerin oranı yüzde 14,2. Bu Pazar bir milletvekili seçimi olsa gençlerin yüzde 32,8’i CHP’ye, yüzde 23,4’ü AKP’ye, yüzde 18,6’sı MHP’ye oy vereceğini söylüyor. Gençlerin yüzde 50’si 17 Aralık Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’nu bir “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” olarak kabul ediyor. AKP’li gençlerin yüzde 17,5’i 17 Aralık operasyonunu rüşvet ve yolsuzluk soruşturması olarak görürken, yüzde 18,7’si hem rüşvet ve yolsuzluk soruşturması hem de hükümete yönelik bir darbe girişimi olduğu kanaatinde. Gençlerin yüzde 54,8’i yolsuzluk soruşturmasının hükümet tarafından engellendiği görüşünde, AKP’li gençlerin bile yüzde 26,4’ü de bu kanaatte. Gençlerin yüzde 56’sı yolsuzluk operasyonu sonrası yaşanan gelişmeler nedeniyle hükümete güvenini kaybettiğini söylerken, AKP’li gençlerin yüzde 22’si de bu kanaate katılıyor. Gençlerin yüzde 46,8’i Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün azaldığı kanaatinde. Gençlerin yüzde 80,7’si Cumhurbaşkanı’nın internet ile ilgili yasayı onaylamasına karşı olduğunu ifade ederken,AKP’li gençlerin de yüzde 55’i bu konuda Cumhurbaşkanı’nı desteklemiyor. Gençlerin yüzde 85,4’ü internette ziyaret ettikleri sitelerin ve aradıkları tüm bilgilerin devlet tarafından arşivlenmesine karşı çıkıyor. Bu oran, AKP’li gençlerde de yüzde 66,7 ile oldukça yüksek. Gençlerin yüzde 21’i Büyükşehir Belediye yönetimlerinden iş imkanı, yüzde 13’ü meslek edindirme kursu ve yüzde 11,2’si kültür sanat faaliyetlerine yönelik projeler bekliyor. Gençlerin yüzde 56,2’si Büyükşehir Belediyesinin topluma dönük çalışmalarında iş bulma imkanı yaratacak yardımları bir öncelik olarak kabul etmesini istiyor. Yerel seçimlerde gençlerin yüzde 34’ü adayın daha önemli olduğunu söylüyor. Gençlerin yüzde 35’i hem aday hem parti önemlidir derken, yüzde 28,4’ü sadece parti önemlidir diyor. Gençlerin yüzde 94,3’ü oy verecekleri partinin kadın haklarına, kadın erkek eşitliğine bakışının oy verme davranışlarında etkili olacağını söylerken, yüzde 94,2’si özgürlüklere, yüzde 93,4’ü engelli haklarına, yüzde 83,3’ü etnik sorunlara bakış açısının oylarını etkileyeceğini ifade ediyor. Gençlerin yüzde 95’i yerel seçimlerde oy verecekleri adayın gençlere yönelik projelerinin oylarının yönünü etkileyeceğini ifade ederken, yüzde 93’ü kadınlara yönelik projelerin oy verme hareketlerini etkileyeceğini söylüyor, yüzde 92,7’si adayın çevre duyarlılığı sahibi olmasını önemsiyor. Gençlerin yüzde 82,4’ü 30 Mart’ta yapılacak olan seçimlerde desteklediği parti veya adaya oy verecek. ERDOĞAN GENÇLİĞİ PERİŞAN ETTİ… 76 milyonu aşan nüfusun 12 milyona yakınını 15-24 yaş grubundakiler oluşturuyor. Bu gençlerin 3.7 milyonu istihdamda gözüküyor, ama bunların 1 milyona yakını “ücretsiz aile işçisi”, yani okuma ya da çalışma imkanı olmadığı için ailesine yardım eden kişiler. Sosyal güvencesi bulunmayan bu kişiler açısından gerçek bir istihdam söz konusu değil. Zaten bir işte çalışan gençlerin toplamda yarıya yakınının sosyal güvencesi bulunmuyor. Gençler kayıt dışı, ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Aynı yaş aralığındaki gençlerin 1 milyona yakını ise iş arıyor. Gençlerin 4.6 milyonu öğrenci olmak üzere toplam 7 milyonu aşkın bölümü ise iş gücü dışında yer alıyor. 2.4 milyon genç ise ne çalışıyor, ne de okuyor. Gençlerde işgücüne katılım oranı yüzde 39, işsizlik oranı ise yüzde 20 dolayında bulunuyor. Ancak bu sadece aktif olarak iş arayanların oranını gösteriyor. Üniversiteye girmek bir dert, bitirip iş bulmak ayrı dert… AKP döneminde YÖK aracılığıyla tüm yükseköğrenimde baskıcı zihniyet egemen kılındı, bilim zayıflatıldı, bilim dallarının, mesleklerin içi boşaltıldı, üniversite eğitiminin kalitesi iyice aşağılara indi. Gerekli akademik, fiziksel ve bilimsel alt yapıya sahip olmadığı halde daha çok ticari amaçla ya da belli bir dünya görüşü doğrultusunda, çoğu da vakıflar tarafından art arda açılanlarla üniversite sayısı üçe katlanarak 200’e yaklaştı, 1.5 milyon olan üniversite öğrencisi sayısı 5 milyonu aştı. Ancak bu gelişmeye rağmen; liseyi bitirip üniversite sınavına giren gençlerin küçük bir bölümü üniversitelere yerleşme imkanı buluyor, yüksek öğretimde okullaşma oranı yüzde 35.5’te kalıyor. Yani üniversite çağındaki (18-22 yaş) her 3 gençten sadece 1’i üniversiteli olabiliyor. Dört işsizden biri üniversite diplomalı…   Pıtrak gibi çoğalan “tabela üniversiteleri” ilk yıllarda genç işsizliğini gizlerken, mezun vermeye başladıkça tersine, diplomalı işsizlikte hızlı bir artış yaşandı. Umudunu yitirdiği için iş aramayanların dahil edilmediği resmi verilere göre bile üniversite mezunlarında işsizlik oranı yüzde 12’lerde. Ülke genelindeki tüm işsizlerin dörtte birini üniversite diplomalılar oluşturuyor. 2004 yılında her 10 işsizden biri üniversite diploması taşıyordu. Gelinen aşamada ise artık yaklaşık her 4 işsizden biri üniversite mezunu. AKP’nin dershane çelişkisi… Aileler, gelecekte iyi yaşam koşullarına sahip olacağı düşüncesiyle çocuklarını üniversite eğitimi aldırmak için yıllarca tüm imkanlarını seferber ettiler. Üniversite öncesi hazırlık kursları için ve üniversite eğitimi süresince aileler tarafından her yıl milyarlarca lira harcandı. Üniversiteye hazırlama hizmeti veren devasa bir dershanesektörü yaratıldı. AKP, kendi iktidarı döneminde aşırı büyüttüğü bu sektörü bir hamlede yok etme kararı aldı. Erdoğan’ın talimatıyla çıkarılan dershaneleri kapatan yasa yürürlüğe girdi, dershaneler tarih oldu. Üniversiteler bilimden uzaklaştı, gençlere bir şey vermiyor… AKP döneminde üniversite sayısı kağıt üzerinde katlandı. Ülkemizde adeta üniversite enflasyonu yaşanıyor. AKP’nin atadığı özel görevli rektörler eliyle giderek bilimden, özerklikten, araştırmacılık ve özgür düşünceden de uzaklaşan üniversiteler, artık ülkenin gelişimi ve kalkınmasına hizmet edemiyor, daha çok işsizler ordusunun eğitim düzeyini kağıt üzerinde yükseltmeye yarıyor.  Üniversiteler gençlerimizi, çalışma yaşamına ve genel olarak hayata hazırlamaktan yoksunlar. Çünkü üniversitelerimiz ne yazık ki yeterli donanımda akademik kadrolara sahip değiller. Çoğunlukla üniversiteler, gerçek birer araştırma kurumu ve bilim yuvası olmaktan uzakta bulunuyor. Bu yüzden de mezuniyet sonrası gençlerin kolayca iş bulup çalışma yaşamına katılabilmesi, ekonomik özgürlüğünü kazanması, üretime katkı sağlaması giderek zorlaşıyor. AKP’nin izlediği çarpık ekonomik model, istihdam yaratmadı. Sıcak para ve borca dayalı büyüme modelinde yerli sanayi sektörlerinin gelişimi yavaş kaldı, ithal girdi bağımlılığı ve montaj sanayi olgusu büyüdü, bunun sonucunda sanayi-üniversite işbirliği de verimli olamadı. Üniversite diplomalılar artarken, bunların ekonomideki üretim süreçlerinde yer alabilme oranı geriledi. GENÇLER, GELECEĞİMİZDİR…   AKP, gençlerin geleceğini çaldı, ülkenin geleceğini kararttı!...   AKP zihniyeti, gençleri anlama, onların beklenti ve tercihlerine saygı gösterme yerine, onlara yaşam tarzı dayattı…   21. Yüzyılın değerleri ile baskıcı AKP zihniyetinin çatışması, GEZİ ruhunu doğurdu… Düşünen, sorgulayan, araştıran, çağını yakalamış, dünyayı kavramış, özgür düşünceli, ülkesini, toplumunu, insanlığı düşünen, akılcı ve sorumlu bir gençlik var…   İnanıyoruz ki 7 milyon dolayındaki gencimiz bu seçimlerde kendilerinin ve ülkelerinin geleceğine sahip çıkacak. Gençler; kamu kaynaklarını kendi ailesine, eş, dost ve yakınlarına peşkeş çeken, yargı ve medyayı zapturapta alıp suçlarının üstünü örtmeye çalışan “BAŞÇALAN”ın yolsuzluklarına, adaletsizliklerine ve ülkeyi bataklığa sürüklemesine “DUR!” diyecek…   Hafta sonu yapılacak yerel seçimler; Erdoğan iktidarına ve onun “yolsuzluk ve talan” düzenine son vermek için tarihi bir fırsattır… Tüm gençlerimizi sandığa gitmeye ve ülkenin geleceği için son derece önemli olan oylarını etki altında kalmadan özgürce kullanmaya çağırıyoruz. Demokratik, çağdaş, güçlü ve özgürlükçü yeni Türkiye’yi gençlerimizle birlikte dizayn edeceğiz.   Haydi gençler; ülkenize ve geleceğinize sahip çıkın!..   Umut sizde, yarın sizsiniz...
CHP Milletvekili Binnaz Toprak: 'Erdoğan Halkın Adamı'
Seçim sonuçlarını ve CHP'yi değerlendiren CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Binnaz Toprak, Habertürk’ten Kübra Par’a konuştu. CHP milletvekili Toprak şunları söyledi: Yerel seçimlerin ardından 3 hafta geçti ama tartışmalar bitmiyor. Muhalefetin beklentisi; yolsuzluk iddiaları, tapeler, Twitter ve Youtube yasakları gibi yıpratıcı etkenlerle AK Parti’nin oylarının düşmesi yönündeydi ama beklenen olmadı. MHP ve BDP oylarını artırsa da CHP’nin yüzde 30’ları aşamaması çok eleştirildi. Peki Türkiye’nin kurucu partisi olmasına rağmen CHP kabuğunu neden kıramıyor, seçim haritasını neden değiştiremiyor? Muhafazakâr kesimle niye temas kuramıyor? Ne olacak bu Beyaz Türklerin hali? Prof. Binnaz Toprak’la buluştum, CHP Milletvekili gömleğini çıkarıp siyaset bilimci kimliğiyle seçim sonuçlarını değerlendirmesini istedim. Çuvaldızını iktidara batırsa da özeleştiri yapmaktan, CHP’nin eksiklerini sıralamaktan kaçınmadı… Seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiniz? Bu rakamları bekliyor muydunuz? CHP’nin çok büyük bir sıçrama yapacağını düşünmüyordum. 1950’den beri seçmen hep sağ partilere oy veriyor. Yüzde 30 psikolojik eşikti, aşarız diye düşünüyordum, olmadı. Türkiye’de iki kesim var. 3’te bir daha kentli, eğitimli, modern, laik ve sola yakın. Kalan 3’te ikisi ise daha az eğitimli, dar gelirli, taşralı, kendini sağ çizgiye yakın görüyor. Böyle bir sosyolojik tablo varken CHP’nin yüzde 40’lar alması çok zor. Dünya konjonktürü de buna uygun değil. Ecevit’in yüzde 40’lar aldığı dönemde tüm dünyada sol yükselişteydi. Sovyetlerin dağılmasıyla sol bütün dünyada bocaladı. 80 Darbesi Türkiye’de solun belini kırdı. 79 İran devriminden sonra İslamcı söylem kentlerin çeperlerinde yaşayanlara devrimci bir alternatif olarak göründü. Zamanında solun olduğu yerlere İslamcılar yerleşti. Bunda kendi çabalarının büyük olduğunu da kabul etmek lazım. Bu konjonktürü göz önüne almadan CHP’yi eleştirmek haksızlık. “DİNDAR KESİM AK PARTİ DÖNEMİNDE KENDİNİ ONURLU VE EŞİT VATANDAŞLAR OLARAK GÖRDÜ”  AK Parti başarısında muhafazakâr söylem mi yoksa ekonomik nedenler mi daha baskın? Dindarlık da önemli ekonomik çıkarlar da. Mitinglerde Başbakan için çıldıran başörtülü kadınların olması tesadüf değil. AKP onlara ilk defa bu ülkenin onurlu eşit vatandaşları olduklarını hissettirdi. Başbakan’ın onların anlam dünyasına hitap eden bir tarafı var. Hayat boyu Türkiye’nin elitleri tarafından aşağılanmış küçük görülmüşseniz, sizi üste taşıyan bir iktidarı tabii ki desteklersiniz. Refah Partisi döneminden itibaren o güne kadar kendi halinde yaşamış mütedeyyin kesimin başörtülü kadınları mobilize oldu, kapı kapı dolaştı. Bu çok oy getirdi. Sünni ve Müslüman olmanın da büyük payı var tabi. İnsanlar bir arkası varsa iş bulabileceğini düşünüyor. Bugün devlet dairelerindeki temizlik işlerine kadar “yandaş” değilseniz iş bulmanız çok zor. Ekonominin payı olmuştur ama asıl etmen toplumun kutuplaşmasıydı. “Aman sıkı duralım, Başbakan’a sahip çıkalım” dediler. Yolsuzluk iddialarını görmemiş olmaları mümkün değil. “Bal tutan parmağını yalar” hesabı; “çalıyor ama iş de yapıyor” diye düşündüler sanırım. Partilere bağlılığın tek bir nedeni yok. Fakirseniz bulgur makarna getiren partiye elbette oy verebilirsiniz. Biz aile sigortası önerdik, hayali bir şey gibi geldi. İnsanlar sağlık sigortasından ya da bize çirkin görünen TOKİ’lerden çok memnun. Hayatında ev sahibi olamamış insanlar için hoş herhalde. Tayyip Erdoğan karizmatik bir lider. Halk adamı olmasının payı var. Yaptıkları iyi şeyleri göz ardı etmek gerekmez. Fakat kutuplaşma siyaseti güdüyorlar ve her seferinde mağduru oynuyorlar. Bu sefer de mağdurlar çünkü “paralel yapı” var. Siyasi strateji açısından zekice değil mi? Oy için bunu yapmak doğru değil. Türkiye bu söylemlerle çok kutuplaşıyor, insanlarda nefret birikiyor. Daha öne “AKP ekonomiyi iyi yönetti” demiştiniz… Türkiye ekonomisi tabii ki büyüdü ama AKP olmasaydı da büyüyecekti. Ecevit hükümetinde Kemal Derviş’in başlattığı politikaları devam ettirdiler. Geçen zamanda gelir dağılımı bozuldu, uçurum açıldı. Önümüzdeki süreçte giderek otoriterleşen politik ortam yabancı sermayeyi kaçırabilir ve ekonomik kriz çıkabilir. Fakat AKP’nin en önemli başarısı nedir diye sorarsanız, orduyu siyasetin dışına çekmesidir. Türkiye’de bugün siyaset sıkışmışsa bunun nedeni 1980 darbesi ve ordunun siyasete müdahalesidir. “CHP DEĞİŞİYOR AMA HEMEN SONUÇ ALMAK ZOR” CHP’nin uzun süredir birinci parti olamamasını neye bağlıyorsunuz? Tek Parti döneminden kalmış, “CHP vesayetçi ve darbe yanlısıdır, din düşmanıdır” diye önyargılar var. CHP’nin muhafazakâr kesimle temas kuramadığı doğru değil mi? Doğru ama temas kurmak için çaba sarf ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu “Bizim kılık kıyafetle işimiz yok, isteyen istediği gibi giyinir” sözünün ertesi günü YÖK Başkanı üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olduğunu açıkladı. CHP içinde farklı görüşler var ama partinin gidişatına bakmak lazım. Başörtüsü meselesine ses etmedik. Memurlara ve milletvekillerine serbest bırakılmasıyla kıyamet kopacak sandılar ama kopmadı. Laik hukuk, laik eğitim Türkiye’nin kazanımlarıdır, bunlardan elbette vazgeçemeyiz. Ama bu mütedeyyin kitlenin dışlanması anlamına gelmez. Başörtüsüne ses çıkarmamak, muhafazakâr kesimi ikna etmek için yeterli mi? Laiklik konusunu uzun yıllar siyasetinin merkezine koymuş bir parti şimdi farklı bir tutum almaya çalışıyor. Bunun parti içinde ve halk tarafından bugünden yarına kabul görmesi, hemen oya dönüşmesi mümkün değil. Muhafazakâr kesim, CHP iktidara gelirse eski ayrımcı reflekslerin geri gelmesinden ve bu dönemde kazandıkları hakları kaybetmekten mi korkuyor? Bilmiyorum, olabilir. “Kindar nesil” lafını Başbakan kullandı. Sosyal medyaya baktığınızda büyük bir nefret söylemi var. CHP’nin oturup Güneydoğu’da, Orta Anadolu’da, Karadeniz’de neden oy alamadığına kafa yorması lazım. CHP için “halka yakın değil” eleştirisi de yapılıyor. Parti örgütlerine gitseniz, elitist diyebileceğiniz bir iki kişiyi zor bulursunuz. Aksine çok halktan insanlar. Bu önyargıları kırmak zaman alacak. CHP’nin bundan önceki kadrolarının blucin giyip Gezi’de dolaşmalarını, LGBTİ bireyleri hakkında önerge vereceklerini, mahkeme mahkeme dolaşıp davaları takip edeceklerini, hapishane raporları yazacaklarını düşünebilir miydik? CHP değişiyor, kimse farkında değil. Ama bu neredeyse 100 yıllık bir parti ve değişim kolay olmuyor. “OY VE ÖTESİ”VEYA “OCUPY CHP” GİBİ OLUŞUMLAR ÇOK ÖNEMLİ” Aziz Kocaoğlu da “CHP’nin eksiği mutfakta. Dünyayı bilen danışmanlara ihtiyaç var” dedi. Daha genç insanların partiye entegre olması gerektiğine katılıyorum. “Oy ve Ötesi”ve “Ocupy CHP” gibi oluşumlar çok önemli. Gezi sürecinde gençler CHP dahil tüm partilerden nefret ediyorlardı ama zaman içinde siyasi partiler içinde hareket etmek gerektiğini anladılar. Bu gençleri bağrımıza basmamız lazım. Tamirhanelerde, merdiven altı atölyelerinde çalışan, çok az parayla geçinmeye çalışan başka bir gençlik de var. Onlara da ulaşabilmemiz lazım. “CEMAAT BENİMLE DE ÇOK UĞRAŞTI” 30 Mart öncesi CHP’nin yolsuzluk iddiaları ve tapeler üzerinden siyaset gütmesinin stratejik bir hata olduğunu düşünenler var. CHP 17 Aralık sürecinde yanlış tutum mu aldı? Yolsuzluklar konusunda hiç ses etmemek mümkün değildi. Fakat tüm seçim kampanyası buna indirgenmek yerine acaba bunların yanında başka temalar da işlenmeli miydi diye düşünmek lazım. Ya Cemaat tartışması? 2008’deki “Türkiye’de Farklı Olmak” araştırmasından sonra Cemaat benimle de çok uğraştı. Araştırmayı birlikte yaptığımız Nedim Şener kitap yazdığı için hapis yattı. Türkiye’de farklı kimliklere karşı baskı var mı diye yola çıkmıştık. Anadolu kentlerinde sorduğumuz herkes Cemaat’i işaret etmişti. O dönem AKP ile birlikte hareket ettikleri için çok güçlülerdi. Anadolu kentlerinde işinizde ilerlemek için Cemaat-AKP koalisyonunun bir parçası olmanız gerektiğini söylüyorlardı. Cemaat’in yargı ve poliste çok güçlü olduğu yıllardır söyleniyor. Bunun ipuçlarını da gördük. Ahmet Şık, Hanefi Avcı vakaları tesadüf değil. Bunlar AKP’nin gözü önünde oluyordu. Kandırıldık iddiasına inanmıyorum, birlikte hareket ediyorlardı ama ortaklık bozuldu. Şimdi AKP, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sındaki hayali düşman gibi “paralel yapı”yı gösterip kendini mağdur olarak konumlandırıyor. Seçimlerde Cemaat’in CHP’yi destekleyeceği iddia edildi, yakınlaşma eleştirildi… Belli ki CHP’ye oy vermediler. Genel Başkanımız defalarca Cemaat’le formel bir temasımız olmadığını söyledi. Biz kitle partisiyiz, “Cemaat neden bize oy veriyor” diyemezdik. Kemal Derviş’in “muhalefet kendi gücünü yeniden keşfetmeli, kasetlere odaklanmaktan kaçınmalı, ekonomiye yoğunlaşmalı” yorumuna ne diyorsunuz? Daha yapıcı bir siyaset üzerinden kendi proje ve politikalarımızı açıklayan bir yol seçmemiz gerektiğine katılıyorum. Kutuplaşma siyaseti kimseye yaramıyor. AKP bir dönem yüzde 60’larda oy almayı bekliyordu, onların da oyları düştü. “CHP AVRUPA’DAKİ SOSYAL DEMOKRAT PARTİLER GİBİ OLMALI” CHP’yi bundan sonra nasıl bir yol bekliyor? Eski ulusalcı çizgi mi baskın çıkar yoksa sağa açılımla merkez parti olma adımları devam eder mi? Bekleyip göreceğiz. Tercihim CHP’nin Avrupa’daki sosyal demokrat partiler gibi olması. Ama Avrupa’da da sosyal demokrat partiler düşüşte, sağ yükselişte… Evet, dünya gerçeği böyle. Marksist ütopya öldü, sınıflar yerine kimlikler öne çıktı. Sosyal demokrat partilerin kendilerini yeniden kurgulayabilmeleri kolay değil. Kılıçdaroğlu’nun bozkurt işareti yapması eleştirildi. Sağa açılım sosyal demokrat değerlerle çelişir mi? Hayır, adaya bağlı. Örneğin Mansur Yavaş sola yatkın olan, kapitalizmi eleştiren seçmen tarafından da çok sevildi. Türkiye’de bu sağ sol kategorilerini nasıl tanımlayacağımız çok karıştı zaten… “BEYAZ TÜRKLER APTAL DEĞİL” Beyaz Türklerin çok yalnız ve mutsuz oldukları söyleniyor. Siz daha önce “Marksist ve Weberian tanımlar getirmiş, Beyaz Türkler tüm iktidar araçlarını kaybetti” demiştiniz. Bu seçim sonuçları onları daha da mı yalnızlaştırdı? Beyaz Türkler tedirginler ama ümitsiz değiller. Gezi olayları umut yarattı. Gezi romantizmi biraz fazla abartılmıyor mu? Sandığa yansıyan bir sonuç çıkmadı… Romantizm meselesi değil. Türkiye’de hiç beklemediğimiz bir anda susturulmuş korkutulmuş insanlar, “Bu ülke diktatörlüğü kabul edemez” dediler. Beyaz Türk olmak küçümsenen bir değer değil mi aynı zamanda? Bugünün Beyaz Türkleri iktidarı ve parayı elinde tutanlar değil ama Türkiye’yi Türkiye yapan değerlere sahip çıkan insanlar. Diğer kesimden kaç tane sanatçı çıkıyor? Gusto, yaşam tarzı, yemek kültürü, eğlence hayatı Beyaz Türklerle bağlantılı... İnsan haklarına sahip çıkanlar da Beyaz Türkler. Küçümsemeyi doğru bulmuyorum. KÜBRA PAR-HT GAZETE