'Kadına Yönelik Şiddette Sorun Mevzuat Değil Uygulamada'
Özgecan Aslan'ın öldürülmesinin ardından, kadına yönelik şiddette yasaların caydırıcı olmadığı görüşü yine ağırlık kazandı. Ancak hukukçular mevzuata değil uygulamaya dikkat çekiyor.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer, 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Hukuku reformunun altında imzası bulunan hukukçulardan biri. Prof. Sözüer’e göre, suçlu bulunmaları durumunda, Özgecan'ın katil zanlılarının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması kaçınılmaz. Ağırlaştırılmış müebbet cezası şu an mevzuatta bu tip suçlarda verilen en ağır ceza. Bu da cezaevindeki infaz koşullarının ağırlaştırılarak uygulanması anlamına geliyor. Bu cezayı alan kişiler uzun bir süre hücrede tutuluyor ve diğer mahkûmlara göre daha ağır koşullar uygulanıyor.
Ceza indirimleri
Mahkemelerin verdiği ve çoğu kez tepki çeken kararlardan biri ceza indirimleri. Ancak “Haksız tahrik” gibi çeşitli nedenler ile uygulanan bu indirimlerin bu olayda uygulanması zor. Sözüer bu durumu, “Suçun işleniş şekli göz önüne alındığında, TCK’daki indirimlerin uygulanmaması gerekiyor. İndirimler ile ilgili bazen yanlış uygulamalar oluyor. Fakat artık Yargıtay da daha titiz davranıyor, gerekçe göstermeksizin yapılan indirimleri uygun bulmuyor” diye anlatıyor.
Bir diğer ceza hukukçusu Doç. Dr. Yılmaz Yazıcıoğlu da, “Bizim ceza kanunumuzda belirli suçların dereceleri var. Bu eylemlerin karşılığında da belirli cezalar verilmiştir. Sebepsiz yere ya da bir suçun delillerini ortadan kaldırmak için adam öldürme fiilleri TCK’daki en ağır cezayla cezalandırılmış, nitelikli ömür boyu hapis cezası yani ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörülmüştür” diyor.
Hakimin Özgecan Aslan cinayetinin toplumda yarattığı tepkiye, cinayeti işlerken kullanılan aletlere bakarak ceza artırımına gidebileceğini söyleyen Yazıcıoğlu, “Bahsettiğimiz suç adam öldürme suçu olduğu ve işleniş şekli itibarıyla delilleri ortadan kaldırma amacıyla tecavüz, yakma gibi olaylar da olduğu için bizim ceza kanunumuzdaki en ağır ceza verilecek. Daha sonra ceza kişiye tatbik edilirken bireyselleştirmesi gerekecek hakimin. O zaman da sanığın kişiliğine, sonraki haline bakıp takdir hakkını uygulayabilecektir” diyor.
Özgecan Aslan’ın faillerini Türk Ceza Kanunu’ndaki en üst sınırdaki cezalar beklediğini, muhtemelen indirime gidilmeyeceğini belirten Yazıcıoğlu, faillerin ağırlaştırılmış müebbet almaları halinde 30 yıldan evvel hapisten çıkamayacaklarını, bunun ilk bir ya da iki yılını tek başına hücrede geçirmeleri gerektiğini belirtiyor:
“Zaten verilecek ceza daha sonra Yargıtay denetiminden geçecektir. Bu olayda suçun gerek işlenişi, gerek öldürülenin kişiliği, gerekse suçun toplumda uyandırdığı infialden dolayı ben bu kişilerin en ağır ceza ile cezalandırılacağına inanıyorum.”
Sorun uygulamada
Her iki hukukçu da mevcut kanunların değişmesinin değil, etkin bir biçimde uygulanmasının yeterli caydırıcılığı sağlayacağını belirtiyor. Sözüer, bu tür olayların bir an önce, hızlı bir şekilde aydınlatılması, yargılamanın adil bir şekilde yapılması ve infazın da etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini, asıl caydırıcı olanın cezanın ağırlığından ziyade nasıl uygulandığı olduğunu ifade ediyor:
“Suç işleyenler TCK’da hangi suçun ne ağırlıkta cezalandırıldığına bakmaz. Suç işleyeni caydıran yakalanma korkusudur. Siz suçları etkin bir şekilde aydınlatırsanız bu caydırıcı olur. Eğer yargılama sonucunda verilen cezayı etkin bir şekilde uyguluyorsanız ‘Yapanın yanına kar kalmıyor’ düşüncesini toplumda yerleştirirsiniz. Ancak bizde cumhuriyet kurulalı beri neredeyse her yıla bir af düşer. Bu da cezalandırmada caydırıcılığı ortadan kaldırıyor. Nasıl olsa bir afla kurtarırız mantığı devreye giriyor. Yapanın yanına kar kalabiliyor.”
Doç. Dr. Yazıcıoğlu’na göre mesele hukuk sisteminin işleyip işlememesinden ziyade, hukukçuların hukuku nasıl işlettikleri:
“Hukuk sisteminin caydırıcılık açısından yeterli olduğunu düşünüyorum. Mesele hukuk sisteminin caydırıcılığından ziyade hukuku uygulayacak hukukçuların olmasıdır. Mevzuatta bir problem yok, sistemin işleyişinde bir problem var.”
İdam tartışması gereksiz
Hukukçular, Özgecan Aslan’ın öldürülmesinin ardından bir kez daha gündeme gelen idam tartışmalarının ise fuzuli olduğunda hemfikir. Sözüer, üzücü olaylar neticesinde ölüm cezasını gündeme getirmenin anlamsız olduğunu, ölüm cezasının caydırıcı olmadığının bilimsel olarak kanıtlandığını söylüyor.
Sözüer iddiasını, “Ölüm cezasıyla ilgili geçmişte Türkiye’de hem de dışarıda sık sık yanlışlıklar yapılmıştır, telafisi olmayan bir cezadır. İdam cezasının yürürlükte olduğu 1970’ten bu yana istatistiklere bakıldığında, siyasi cinayetler, namus ve töre cinayetlerine ve kan davası vakalarına baktığımızda 10 binlerce öldürme eylemi var. İdam bunların önünü almıyor” diye gerekçelendiriyor. Ona göre idam tartışmaları popülist bir söylem ve bunu yeniden hararetlendirmek yerine sosyolojik olarak suçların toplumsal arka planının araştırılması gerek. Sözüer şöyle devam ediyor:
“Kadına yönelik şiddetle ilgili merkezler açılsın, bunlar kanunda var. Kanundaki tedbirler etkili olarak uygulansın. Bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili önemli maddeler kaldırılmak isteniyor. Mesela kadına yönelik şiddete müdahale şikayete bağlı değil şu anda. Onu şikayete bağlı hale getirmeye çalışıyorlar. Bunu bir arabuluculuk meselesi haline getirmek istiyorlar. Kadınlar bugün mevcut kanunların değişmesini değil, altını çizerek söylüyorum, etkin bir biçimde uygulanmasını istiyor.”
Doç. Yılmaz Yazıcıoğlu da idamın geri getirilmesinin tartışılmasına itiraz edip, bu cezanın caydırıcı olmadığını şöyle anlatıyor:
“Çok tuhaf bir şekilde bugünlerde idam cezası tekrar gündeme getiriliyor. Sanırım bu toplumun öfkesini yansıtıyor. Bizim sistemimizde daha önceden de idam cezası vardı. İdam cezasının varlığı bir suçun işlenmesinde caydırıcı, engelleyici değildir. Bu türden suçlar sadece Türkiye’de değil, dünyadaki bütün toplumlarda işlenmektedir. Esas mesele cezanın orantılılığıdır.”
- Kaynak: Al Jazeera