Öncelikle teşekkür ederim. Bu, benim spontane kullanmış olduğum bir ifadeydi ama gerçekten böyle hissediyorum, çünkü her kitapta yeni bir konuyu ele alıyorum ve her defasında da yeni bir Pınar ortaya çıkıyor, yani kendimden de bir şeyler buluyorum. Ölümle Dans kitabımda mesela gerçekten insanların ölüm döşeğinde iken veya ölüme her gün bir adım daha yaklaşırken gelecek nesillere yeni o dönemde yaşadıklarını anlatıp bırakabilme, gerek kadın-erkek ilişkileri olsun gerek salgın hastalık sırasında yaşadıkları travmalar olsun, yani her konuyla ilgili gelecek nesillere bir şeyler bırakabilmeye dair sorumluluk hissederek ve bunu da sanatla birleştirerek yapmaları beni çok etkilemişti. Her bir kitap ben de yeni bir Pınar’ı ortaya çıkarıyor.
Örneğin, Kadınlar ve Cadılar kitabımı yazarken içimde sakladığım ve her daim var olan özgürlük ve feminizm duygusunun tekrar çıkması gerektiği ve artık bir şeyleri yapmak için zamanın geldiğini bana göstermişti. Son kitabımda ise duygularımı daha rahat ifade edebildiğimi keşfettim. Normalde ben daha ketum biriyimdir. Biraz da yay burcu olmamın da etkisi olabilir diye düşünüyorum. Yani 3 saat depresyon yaşayıp ondan sonra gözyaşımı silip makyaj yapıp toplantıya giren biriyim. Böyle ani çıkışların ve düşüşlerim olabiliyor ama duygularımı artık kağıda dökebildiğimi öğrendim. Ben bunu yapabiliyormuşum dedim kendi kendime. Çok sevdiğim bir öğrencim bana son kitabımın sonuç kısmını okuduğunda dedi ki; “Hocam, sadece sonuç kısmıyla bile kitabı yazabilirdiniz çünkü duygularınızı çok güzel ifade etmeye başlamışsınız”. Belki de hayatımda her şeyin bir zamanının geldiğini bana ifade ediyordu tüm bunlar. Şöyle bir ifade kullanabilirim ki, her bir kitabım bir çalar saat gibi… Her şey tik tak tik tak işliyor… Her defasında evet artık bunun zamanı geldi diyerek beni uyarıyor, yani yeni Pınarları ortaya çıkarıyor ve ben kitaplarımda kendimi keşfediyorum.
- Orta Çağ Avrupa'sında Aşk: Tutku, Entrika ve Romantizm isimli yeni kitabınızda Orta Çağ Avrupa'sındaki aşkı ele aldınız. Bu dönemin aşk anlayışı ve romantizmi modern zamanlardan nasıl farklıydı?
Evet, aşk... Gerçekten neydi aşk? Orta Çağ Avrupa’sında 'Aşk' kitabım, seri halinde yazdığım kitapların sonuncusu gibi geldi bir an… Tabii ki bu bir şaka çünkü daha Allah sağlık verdiği sürece yapılacak çok iş var, çok projem var... Ama şunu söylemeliyim ki, ben bu kitabı yazarken çok eğlendim, yeni şeyler öğrendim, ama bazen de duygusal olarak demoralize oldum. Çünkü aşk, her daim aşk; yani bunun yeri ve zamanı yok. Ortaçağ’da da aynı yaşanıyordu, günümüzde de aynı yaşanıyor. Dolu dolu bir romantizm var, ama o dönemde özellikle şövalyelerin leydileriyle olan ilişkileri, onlara duydukları aşk beni çok etkiledi.
Ayrıca kadınların aşka bakış açısı; yani aşkı uğruna ölümü göze almayacaksa hiçbir anlamı yok, diyorlardı. Yine kavuşamayan aşıklar da vardı; bu aşklar tabii ki bizi etkiliyor, ama aşkın kendisi neydi, yani bu kitaptan sonra sorgulamaya başladım. Aşk, gerçekten neydi; yani Orta Çağ’da yaşanan mücadeleci yönü müydü, ya da kadınların o kadar acı çekerken bir yandan da duygularını kontrol edemeyecek kadar aşık olmaları, sonra kral ve kraliçeler arasındaki ilişkiler, sadakat var mıydı; gerçekten bunlar tartışılır. Günümüzdeki aşkla benzer yönü sadece duygular, yani malum tarihin konusu insan olduğu için hisler ve duygular, bunlar hepsi aynı ama yaşantı şekilleri farklı, ve o dönemde çok daha tutkulu yaşanmış olduğunu söyleyebilirim.
Çünkü belli yerlerde kadınlar da erkekler de kendilerine sınır koymamışlar, belki de bazı noktalarda günümüzdekinden çok daha özgür ve keyifli yaşadıklarını söyleyebilirim, o kadar acıya rağmen. Çünkü bu kadar güzel aşk şiirleri yazılabilmişse, burada gerçekten yaşanmış, özel, tutkulu aşklar var demektir.
- Kitabınızdaki metinleri, Orta Çağ Avrupa'sındaki gerçek olaylara veya hikayelere dayandırdınız mı? Hangi kaynaklar size en fazla ilham verdi?
Orta Çağ Avrupa’sında Aşk kitabımda gerçek olaylara ve hikayelere de yer verdim. Burada gerçek olaylardan kastımız sadece kadın-erkek arasındaki ilişkiyi anlatmak değildi, aynı zamanda o dönemde kilisenin aşka ve evliliğe olan bakış açısını ve ilişkileri de anlatabilmekti. Kitaplarımı yazarken, malum Batı tarihi çalıştığım için yabancı kaynaklardan; yani Latince, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve bazılarında da kısmen Almanca kaynaklardan yararlanıyorum. Doğu dillerini ilk zamanlarda karşılaştırmalı tarih çalışırken kullanıyordum, ama son zamanlarda genelde Batı dillerinde yazılmış kaynakları kullanıyorum.
- Kitabınızdaki Orta Çağ Avrupa'sındaki aşk hikayeleri, bu dönemin toplumsal, kültürel veya siyasi bağlamlarına nasıl entegre ediliyor?
'Aşkım, senin gerçek aşk diye çağıracağın bir aşk yok…” deniyordu her aldatılışın ve tutkunun ardından. Doğru muydu bu? Akan gözyaşlarımı kim silecekti… Yine ben mi? O zaman aşkın ne anlamı vardı? Bazen ağladık aşk acısından, bazen güldük. Bazense Orta Çağ’ın romantizminden etkilendik… Ah, keşke günümüzde de aşkı böyle yaşayabilseydik dediğimiz anlar da oldu, kadınların aşkın kölesi hâline getirilmesine öfkeyle karşılık verdiğimiz anlar da… Ama işin garip tarafı, her şey aşktanmış, onu öğrendik. Gerçekten neydi aşk? Bu hâllere rağmen aşk, yaşayamadıklarımızdan duyduğumuz pişmanlık mıydı yoksa? Héloïse, aşk acısını Abélard’ı kalbinde taşıyarak yaşadı. Şövalyeler, leydilerine duydukları aşk uğruna öldüler.
Peki, ya kadınlar? Ahhh kadınlar… Hiçbir zaman hissettikleri ve duyguları önemsenmedi. İşte Orta Çağ’da da kadınlara aşkın yanında yaşatılan bu duygusal yoksunluk sonucundaysa harcandılar, ya satıldılar, ya birilerine köle oldular, ya da acı çekerek mücadele ederek belki de kadın olduklarını anlamadan duygularını yaşayamadan öldüler ya da öldürüldüler. Ve sonradan kahraman ilan edildiler. Peki, aşk, sadece kadınlar açısından acının ta kendisi miydi acaba? Aslında maalesef diyorum ki cevabı “evet” ve aşk, kadınlar için acıydı. Çünkü zamanı ve mekanı fark etmez kadınların aşkı yaşarken bile korkuları vardı. Baskı altında idiler. Kadın gibi hissetmeleri hatta varlıkları bile suçtu. Bu karmaşada kendi kimliklerini arıyorlardı. Peki, öyleyse insanlar, neyi yaşıyordu? Acaba deneyimliyorlar mıydı aşkın çeşitlerini? Hangisi daha güzeldi? Aşkın kölesi olmak mı, yoksa Aşkın efendisi olmak mı? Cevapları bizde, içimizde saklı…