Buket Harıkçı Yazio: Tanrı’nın Ses Belleği (Sahya)
Kanıtlanmış ve baya heyecan verici sonuçlarla bilebildiğimiz kadarıyla kainat sesten yaratılmıştır. Işık ve ses dalgalarıyla parçalara bölünmüş ve bugüne ulaşmıştır.
Konu derin… Tanrı’nın ses ile ilgili hedefleri, projeleri ve yarattıkları üzerine etkileri neydi? Veya ney? Konumuzu açısal farklılıklarla ele almaya çalışacağız…
Ve eğer kainatı anlamak istiyorsak frekans, ses, titreşim açısından düşünmek ve düşündüğümüzü yorumlamak zorundayız. Bedenimiz farklı frekanslarda titreşiyor. Öyleyse bu frekans ve sesler bizleri etkiler mi?
Kesinlikle…
Önce ‘HERTZ’ nedir ona bir bakalım…
Gelelim bir diğer konumuza: İnsanlık sesini keşfetmeden önce sezgiselliği ile iletişime geçmiştir.
İlk insanlar beden dili okuması yapabilmiş, korkması veya yaklaşması gerektiğini bu beden dili taramalarını idrak edebildiği için ortamda barınabilmiş veya bir tepeye çıkıp sezgiselliği sayesinde önümüzdeki mevsimlerin nasıl geçeceğini yorumlayabilmiş… Yani bizler seslerimiz olmadan da iletişime geçebiliyor ve kararlar alabiliyorduk. Ve evet konuşmak, konuşmamaktan daha büyük bir beceri değildir. Bazen ses yeteneğimizi ve konuşmamızı kullanarak iletişime geçemediğimiz insanlar, konular vardır. Bu da duygularımızın sessiz ifadeleriyle anlam kazanabiliyor. Bir atasözüyle örnekleyelim…
‘’Söz gümüş ise sükut altındır’’ sözü ile aslında anlatılmak istenen tam olarak budur. Burada ‘’susmak, konuşmamak, eleştirmemek, kendini ifade etmemek’’ eylemleri gibi hissedilse de artık anladık ki bazen konuşurken varoluşumuzun derinliğini ve hakikatini ıskalıyoruz.
Ses bazen derin anlamları ifade etmeye yetmiyor ki bildiğinizi varsaydığım bir konu vardır ki bu söze daha bir anlam katmış olacak… Altın doğada en iyi iletken maddedir. ‘’Altın = iletkenlik’’ tesadüfen kurulmadığını düşündüğüm cümlelerden biridir işte.
Biz insanlar sesleri cümlelere döktükçe o anın duygusunu sesimizle sıyırıp geçebiliyoruz. Yani bazen duygularımızı sesimizle ifade etmesek de olabilmeli. Bu nedenle ki artık ‘’sessizlik meditasyonları’’ konuşulmaya başlandı. Bu bireyin kendiyle kendini masanın üstüne yatırma sürecidir ve sessizlikle buluşup, sessizlikle sohbet etmek halidir. Sessiz kalındığında beyne gelen o uğultular sebebiyle çoğu şeyin ve olgunun derinliğini kaçırıp, hırsız, bize ait olmayan seslerimizin esiri oluyoruz. Kendimizi oyalıyor, meşgul ediyoruz. Elbette belli başlı terapilerde birtakım sesler kullanılıyor… Örneğin bazı akıl hastanelerinde bulunan su sesi… Bu tip doğa sesleri tedavi edicidir fakat bizim konumuz insan seslerindeki cümlelerin aksiyonları…
Ve asıl konu geliyor; arkadaşlar dinleniyoruz!
Araştırmalar gösteriyor ki evrendeki hiçbir ses kaybolmuyor, kaydoluyor. Uzayda seslerin (ses dalgalarının) kaybolmadığı ve bu sesler -eğer elde edilebilirse- evrenin oluşumundaki patlama seslerinin de duyulabileceği yönünde. Söylenen, kurulan her bir cümle, harf, söz kayıt altına alınıyor. Ama bu ortalığı karıştıracak türden de bir şey de olabilir, mükemmel de bir şey olabilir.
Çünkü her şeyi ilk ağızdan duyduğumuzu düşünelim, mesela Tesla’nın elektrik akımları hakkında bulduğu icadın sevinç çığlıklarını veya Atatürk’ün bir askerine kurduğu cümleyi duyduğumuzu… Çok heyecan verici gerçekten… Ama bir de arkadaşlarımızın dedikodularını duymak da var işin ucunda. O kötü bir kayıt olacaktır bizim için saklanan. Biz en iyisi bunu bilim kurgu filmlerine veya gelecekteki nesillerimize bırakalım. Nasılsa bizden daha duygusuz olacaklar, sorun yok.
Mesela Mozart dinletilen ineklerin neden daha verimli süt elde ettiklerine değinmeyelim ki? Kainatın gizemlerini araştırsak buradan köyümüze yol olur zaten… Bakın sesin, frekansların ve titreşimlerin açamayacağı kapı yok. Süte bile mucizevi katkılar sunan sesler, insanlara neler yapmaz?
Ses demişken Mevlana’nın Mesnevi’sindeki ‘’duy’’ kelimesine değinmeden geçemeyiz. Neden ‘’duy’’, neyi ‘’duy’’? 13. yyda yaşayan Mevlana’nınn ‘duy’ dediği neydi? Muazzam bir yönlendirme. Hayatımızdaki her şeyi gerçekten duyuyor muyuz? İnsanlar birbirlerini duymadıkları için aynı cümleleri kurduklarının bile farkında değil… Ben kuyuya bir taş atmış çekilmiş olayım buradan…
Şimdi bir deniz kenarındasın, yürüyorsun… Ayaklarının ıslaklığına yapışan kumlar ve az ilerde parlayan bir şey var, taş gibi. Hayır taş değilmiş… Kıyıya vuran el kadar bir deniz kabuğu… Eğilip alıp kulağına tutuyorsun… Ve evet onun içindeki okyanus sesi… Sen kulağına tutmasaydın dahi o ses onun içerisinde dönmeye devam edecekti.
Ses ile terapiler, satın almalar, sanat yapmalar, ilahi olana yönelmeler ve dahaları gerçekleşiyor.
Seslerimize, frekanslarımıza sahip çıkalım veya sahip olalım.
Yazımıza veda etmeden; Shelly 1792'de doğdu, bu şiiri otuz yaşında ölmeden evvel yazıp bize bıraktı. Nermine Memmedova 1970 yılında Azerbeycan’da bir tv programında söyledi.
"Ay Işığında" adlı bu eser şöyle:
'Ben seni gördüm ay ışığında
Gönlümü verdim ay ışığında
Tez geldi hicran ayrıldık heman
Ay ışığında, ay ışığında,
Olmazsa hasret
Gülsün muhabbet, ay ışığında…
Gene gel bize, duralım yüz yüze…
Ay ışığında, ay ışığında…'
Yöreme ait bu türküyü dinlemenizi arzular, insan türünün bu dünya için yaptığı bütün zorbalıklara ve kaosuna rağmen hala var olamasına izin verilmesinin sebebi belki de buna bağlarız.
Kitaplar, resimler, şarkılar… Tanrı’nın belki de en büyüleyici yeteneği… Ses… Ve bir efsaneye göre müzisyenler hayatlarının her boyutunda yaradanın ses esmasını taşıyan insanlar olmaya devam edecekler. Görev mühim… Şarkılar söyleyelim… Sevgiyle…
Yorum Yazın