Görüş Bildir
Haberler
Minnet ve Saygıyla: Darüşşafakalı Merhum Oyuncu İhsan Devrim'in Vefatından Kısa Bir Süre Önce Verdiği Röportaj

Minnet ve Saygıyla: Darüşşafakalı Merhum Oyuncu İhsan Devrim'in Vefatından Kısa Bir Süre Önce Verdiği Röportaj

Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nın hayatını değiştirdiği binlerce çocuktan sadece biri Türk tiyatrosunun ve sinemasının emektar sanatçılarından İhsan Devrim... 2010 yılında kaybettiğimiz İhsan Devrim, pek çoğumuz için 90’lı yıllarda milyonları televizyon başına kilitleyen “Süper Baba” adlı televizyon dizisinin Sürmeneli Yakup dedesi… Merhum İhsan Devrim'in vefatından kısa bir süre önce Darüşşafaka Dergisi'ne verdiği röportajla saygı ve minnetle anıyoruz.

İçeriğin Devamı Aşağıda

918 İhsan... “Burada”

918 İhsan... “Burada”

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yaşayan en eski sanatçısı olma unvanını elinde bulunduran İhsan Devrim’in İstanbul Etiler’deki evinin kapısını çaldığımızda 69 yıllık hayat arkadaşı İlhan Hanım ile birlikte bizi karşıladı. Onun için önemli olan tek şey, bizim Darüşşafaka için evine gidişimizdi. İlk sorusu “Darüşşafakalı mısınız?” oldu. Salonunun duvarında bir Darüşşafaka flaması asılıydı, televizyonun üzerinde de Darüşşafaka’nın verdiği bir plaket duruyordu. Üzerinden geçen 73 yıla karşın hiç yitmemiş bir Darüşşafakalı ruhuydu karşımızda duran… Hikâyesini dinlemeden önce bu bağlılığın nedenini sormadan alamıyoruz kendimizi. Tek bir cümle kuruyor Devrim: “Darüşşafaka sayesinde hayatım değişti, sokak çocuğu olmak yerine, okumuş insan oldum.” İhsan Devrim ile sohbetimizde söz sözü açtı, anılar başka anıları getirdi, her hikâyenin içinden yeni hikâyeler çıktı. Darüşşafaka’da 1926-1936 yılları arasında eğitim görmüş İhsan Devrim. Okul numarası 918. “Darüşşafaka’da Kazaska İhsan’ım” diyor ve açıklıyor: “O yıllarda okullarda kazaska oynama merakı vardı. Ben de herkesi sıyırıp, atmıştım.”

1914’te Üsküdar’da doğan Devrim, hikâyesini şöyle anlatıyor: “Babam, Osmanlı ordusunda binbaşılığa kadar yükselmiş. Babamın subaylık dönemini değil, emekliliğini hatırlıyorum. Üsküdar, İnadiye Mahallesi’nde Bakkal Sokak’ta oturuyorduk. Bu sokağın adı, daha sonra Musahipzade Celal Sokak olarak değişti.” Bu noktada Devrim, Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından Musahipzade Celal ile aynı sokakta oturduklarını ve kendisinden çok büyük yakınlık gördüğünü söylüyor: “Musahipzade Celal amcadan çok yakınlık gördüm. Darüşşafaka’da bir devir perşembe-cuma, bir devir de cumartesi-pazar hafta tatili vardı. Annem bir zaman Ankara’da yaşadığı için ben daimi -Darüşşafaka’da “bekâr” derlerdi-  kalıyordum. Musahipzade Celal amca dedi ki: ‘Bekârlıktan çıkacaksın, hafta tatillerinde bize geleceksin.’ Böylece bir dönem hafta tatillerinde Musahipzade Celal amcanın evine çıktım.” İhsan Devrim, Musahipzade Celal’e dair bir başka anısını ise şöyle dile getiriyor: “Musahipzade Celal amca, o kadar beyefendi bir insandı ki… Ben resme de meraklıydım. Darüşşafaka’da da resim kâğıdı veriyorlardı. Her hafta bir tane Celal amcaya götürürsem, bana 25 kuruş veriyordu. Ben sevinçten uçuyordum tabii. Düşünün, o günlerde on beş günde bir bekâr aylığı 20 kuruştu.”

Bakkal çıraklığına giden yoldan dönüş

Darüşşafaka ile tanışma hikâyesini anlatmasını istiyoruz usta sanatçı Devrim’den: “İptidai mektebi yani ilkokulu Üsküdar Toptaşı’ndaki Sokullu Mehmet Paşa’da okudum. Üsküdar, Paşa Kapısı’nda sultani yani orta ve lise adını alan okul var. Ancak babam yok, ölmüş. Annem bekâr çamaşırı dikiyor. Öyle geçiniyoruz. Sultani mektebine nasıl gideceğiz? Oranın kitaplarına, defterlerine paramız yetecek gibi değil. O dönem çocuklar için ayakkabı tamirciliği ile bakkal çıraklığı makbul işler. Çünkü ikisinde de bahşiş var. Benim de bunlardan birinde çalışmam gerekiyordu. İnadiye’de iki kahve vardı. Biri Arnavut’un Kahvesi, diğeri de Bekçinin Kahvesi… Bekçinin Kahvesi’nden babacan bir komşu bana, ‘Oğlum sana yazık oluyor, sen niye Darüşşafaka’nın imtihanına girmiyorsun?’ diye sordu. ‘Darüşşafaka ne?’ dedim. ‘Bilmiyor musun?’ dedi ve Darüşşafaka’yı bana anlattı. Yıl 1926…  ‘Şimdi Darüşşafaka’nın imtihanı var. Girmek istersen, ben seni götürürüm’ dedi. 1926’da Darüşşafaka’nın imtihanına girdim ve kazandım.”

Ancak sınavı kazanmakla her şey bitmemiş. Çünkü 1926 senesinde Darüşşafaka seksen çocuk alacakmış ve bunların kırkı sınavsız olarak Darüleytan’dan yani Yetimler Mektebi’nden gelecekmiş. Oysa o yıl sınavı yetmiş çocuk kazanmış. Hikâyenin devamını yine İhsan Devrim’den dinleyelim: “O devirde ‘Darüleytan’ diye yetimlerin bir mektebi vardı. Onlar anasız babasız, tamamen fakir çocuklar. İmtihanla kazanan yetmiş öğrenci için kura çekilişi yapılacağı bize bildirildi. Kurada üç seçenek var: Mektep, ihtiyat ve boş. Kura heyetinin başında ise Darüşşafaka’nın yetiştirdiği büyük müzisyen Kazım Us var. Çektim, boş… Ana oğul başladık ağlamaya… Fatih’teki Darüşşafaka’nın binasından demir kapıya gelmek için bir yokuş vardı. İşte o yokuşu ağlaya ağlaya çıktık. Yapacak bir şey yok. Bakkal çıraklığı ya da benzer bir iş şart artık. Okumama imkân yok. Eve gittik. Bakkal komşumuz var, annem beni yanına çırak olarak alması için onunla konuştu. Bakkal, ‘Alırım ama para veremem. Yalnızca öğleleri benimle beraber yemek yer’ demiş. Annem bunu da kabul etti.”

914 Rıdvan: Türkiye’nin ilk çocuk psikiyatrı

914 Rıdvan: Türkiye’nin ilk çocuk psikiyatrı

Bakkal çırağı olmayı beklerken, Darüşşafaka’dan gelen bir mektupla hayatının değiştiğini o günün heyecanıyla anlatıyor İhsan Devrim: “Kuranın üzerinden yedi sekiz gün geçti. Selim Paşa Tekkesi’nin yanındaki bir evde oturuyoruz. Henüz bakkal çıraklığına başlamamışım. Kapımız çalındı, ardından da  ‘Posta’ diyen bir ses… Bizim de postayla falan hiç alakamız yok. Kahverengi sarı arası bir zarf… Sağ tarafında Darüşşafaka yazıyor. Zarfı açtım, anneme hitaben yazılmış: ‘Şu tarihte, şu saatte, çocuğunuzla beraber Darüşşafaka Müdürü Ali Kami Akyüz’ü görmeniz icap ediyor.’ Mahalledeki amcalara gösterdik, ‘Hayırlı bir iş bu, gidin, boşuna çağırmazlar’ dediler. Annemle birlikte Darüşşafaka’ya gittik. Ali Kami Bey’in huzuruna çıktık. Ali Kami Akyüz, Darüşşafakalı şair İsmail Safa’nın kardeşi. O da Darüşşafaka’da okumuş ve Darüşşafaka’ya müdür olmuş. Senelerce de Darüşşafaka’nın unutulmaz müdürlerinden birisi oldu. İstanbul mebusu seçilince müdürlüğü bıraktı. Çok değerli bir insandı. İsmail Safa, Vefa ve Ali Kamil kardeşler… Üçü de Darüşşafaka’da okumuş. Ali Kami Bey dedi ki: ‘İhsan’ın kurasında bir yanlışlık olmuş. Çektiği kâğıdın bir tarafında boş, diğer tarafında ise dördüncü ihtiyat yazıyormuş. İmtihanı kazananların kimi sağlık durumu müsait olmadığı kimi ise tahkik sonucu babasının olduğu ortaya çıktığı için kayıt yaptıramadı ve böylece sıra dördüncü ihtiyata geldi. Bu vaziyette İhsan’ı alıyoruz.’ Çok mutlu olduk tabii… Ben ilkokulu bitirdiğim hâlde, dördüncü sınıftan yani iki sene geriden başlamaya ‘eyvallah’ dedim. Eğer biraz Fransızca bilseydim, yıl kaybım da olmayacaktı. O yıl Darüleytan’dan kırk çocuk geldi, iki şube olduk. İmtihanla kazanlar ve Darüleytan’dan gelenler...  Onlardan biri de İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Kürsüsü kurucusu ve Türkiye’nin ilk çocuk psikiyatrlarından Prof. Dr. Rıdvan Cebiroğlu, yani 914 Rıdvan idi.”

İhsan Devrim’in Darüşşafaka yıllarına dair anılarında yer alan ilginç isimlerden biri de edebiyatımızın tartışılmaz kalemi Aziz Nesin kuşkusuz: “Ortaokul ikinci sınıftayım. Benim numaram 918 İhsan, yanımda 917 Nusret var yani Aziz Nesin… Nusret, kendi hâlinde, pısırık bir oğlan... Yedinci sınıfta Nusret okuldan ayrıldı, çünkü öldü sanılan babası geri gelmişti.”

İçeriğin Devamı Aşağıda

Yazar İhsan Devrim

Yazar İhsan Devrim

Bir dönem edebiyata merak salan, 'Evimiz', 'Hatıralar' ve 'Yemen Türküsü' adlı yayımlanmış üç kitabı bulunan Devrim’in yazın dünyasındaki yolculuğu da Darüşşafaka’daki yıllarında başlıyor: “1930’lu yıllarda edebiyata merak saldım. O yıllarda Resimli Ay diye bir mecmua çıkıyordu. Bir de Küçük Hikâyeler Koleksiyonu adlı yine bir ilave mecmua yayımlanıyordu. Bunlar, bir hikâye müsabakası açtı. Yedinci sınıftayım. Benim Darüşşafaka’daki numaram 918, bir de yanımda arkadaşım var: 919 Rüştü… İki hikâye yazmışım, ikisini de müsabakaya sokmak istiyorum. Bir hikâyemi Rüştü’nün adına soktum ve o hikâye müsabakayı kazandı. Resimli Ay Matbaası Rüştü’ye on, on beş cilt kitap ve mecmua hediye etti. Yarışmayı kazandıktan sonra Varlık dergisine abone oldum, hikâyelerim Varlık’ta çıkmaya başladı. 1934 senesinde imzam iyice meşhur olmuştu, Sait Faik, İhsan Devrim ve Ümran Nazif…”

Lise birinci sınıftayken Gündüz adlı dergiyi çıkarmaya başlayan Devrim, hayatının bu dönemine dair ise şu bilgileri veriyor: “Robert Koleji’nden arkadaşlarla tanıştık. Onlar bir mecmua çıkarmak istiyordu. Beni de aralarına aldılar. Yücel mecmuası… Bu mecmua senelerce çıktı. Sonra ‘Neden kendim bir mecmua çıkarmıyorum?’ dedim ve lise birinci sınıftayken Gündüz’ü çıkardım. Beş sene de sürdü. 1938’de hukuk fakültesindeyim. Eşim de hukukta okuyor. Yeni tanışmışız. O ikinci, ben birinci sınıftayım. Gündüz’ü devam ettirmek için çırpınıyorum. ‘Çok yoruluyorsun, bırak artık’ dedi. Onun sözünü dinledim, bir sene daha devam ettikten sonra mecmuacılığı bıraktım. Ardından da üç arkadaş, ABC Kitapevi’ni açtık: Hikâyeci ve gazeteci Burhan Arpad, şair Salah Birsel ve ben… Ankara Caddesi’nden Cağaloğlu Yokuşu’na girince sol kolda Maarif Kitapevi vardı. Onun üstünde bir dükkân kiraladık. İş taksimi de yaptık. Her gün birimiz dükkânı açacak, temizliğini yapacağız… Allah rahmet eylesin Salah Birsel su koyuvermeye başladı. ‘Ben şairim, dükkân süpüremem’ falan diye. Böyle bir huzursuzluk çıkınca Burhan da, ben de ayrıldık. ABC Kitapevi’nin karşısında bir kasap vardı. O dükkânı kiraladım ve Devrim Kitapevi’ni açtım. Devrim Kitapevi uzun yıllar devam ederdi fakat Rıfat Ilgaz’ın ‘Sınıf’ kitabını ben bastım. Allah rahmet eylesin Rıfat Ilgaz, sol eğilimli bir arkadaştı, resmî olmayan bir sol partiye de azaymış. ‘Sınıf’ı basınca Tophane’deki Örfi İdare Mahkemesi’ne yani Sıkıyönetim Mahkemesi’ne gittik. Bunun üzerine Devrim Kitapevi’ni satmaya mecbur kaldım. Çünkü avukat tutacak param yoktu. O devirde böyle solcu davalara avukatlar büyük paralar alırdı. Nitekim dükkânı 3 bin liraya sattım, tamamını da avukata verdim.”

İhsan Devrim sahnelerde…

İhsan Devrim sahnelerde…

Tiyatroyla tanışması da Darüşşafaka yıllarına rastlıyor Devrim’in: “Daha okuldayken, Üsküdar Gençler Mahfeli diye amatör bir tiyatro topluluğu kurduk. Böylelikle Darüşşafakalı ve Üsküdarlı arkadaşlarımla beraber piyesler hazırlamaya başladık. Üsküdar parkının karşısında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) binası vardı ve CHP salonunu bize verdi. Cumartesi-pazar günleri o salonda temsiller vermeye başladık. Üsküdar halkı bizi kucakladı. Musahipzade Celal amca zaten elimden tutuyor, bize yardım ediyordu, Üsküdarlı ressam Cevat Bey, dekorlarımızı boyuyordu. Böyle psikolojik bir anlaşma var, sanat anlaşması… Ama amatör tiyatro topluluğumuzun dört beş üyesi Darüşşafakalı… Darüşşafakalılar oyundan sonra bizim evde yatıyor. Zavallı annem, evin büyük bir sofası vardı, oraya şilteler sermeye başladı. Yatakhane gibi yapmıştık. Böyle bir hayatımız oldu.”

Perde açılıyor

Perde açılıyor

Devrim birinci yılın sonunda hukuk eğitimini bıraksa da, okulda tanıştığı bir üst sınıftan İlhan Hanım ile ilişkisini sürdürmüş ve 1940 senesinde hayatını birleştirmiş: “Evlendim, Bakırköy’e yerleştim. Bakırköy Halkevi’nde çalışmaya başladım. Tam amatör bir tiyatroculuk hayatımız vardı. İyi bir oyuncu olan Turhan Göker de halkevinde bizimle çalışıyordu. Aynı zamanda Şehir Tiyatrosu’nda da vazifeliydi. Israrla benim Şehir Tiyatroları’na müracaat etmemi istiyordu: ‘Suflör olarak başla, sonra oyunculuğa geçersin, senin kabiliyetin var.’ Şehir Tiyatroları’nda Darüşşafaka’dan bir arkadaşım da vardı. Bir sınıf üstümdeydi, sonradan Darüşşafaka’yı bıraktı ve tiyatroya girdi: Sami Ayanoğlu… 1950 veya 1951 yıllarında Şehir Tiyatroları’ndan bir mektup aldım. Tepebaşı’ndaki Şehir Tiyatroları’nda Yönetmen Mahmut Moralı’yı görmem isteniyordu. Meğer Turhan Göker benim adıma Şehir Tiyatroları’na müracaatta bulunmuş.”

Davete icabet eden Devrim, o günü şöyle anlatıyor: “Demokrat Parti (DP) iktidarı, Halk Partisi’nden almıştı. Şehir Tiyatroları’nda bir heyet, CHP dönemindeki talimatnameyi yenilemek için toplanmış. Heyetin içinde de arkadaşlarım var. Çünkü ben de bir ara politikaya bulaşmıştım. Bakırköy’de DP’nin ilçe başkanlığını üstlenmiştim. Gittiğim gün talimatnameyi yapacak heyet toplantıdaydı. Heyetin içinde sonradan Trabzon milletvekili olan bir arkadaşım, Selahattin Karayavuz da var. Selahattin beni görüce, ‘Ne arıyorsun burada?’ diye sordu. Mahmut Moralı da ‘İhsan’ı suflör olarak alıyoruz ama rol de vereceğiz’ dedi. Selahattin ‘Öyleyse hemen kaydını yapalım’ dedi ve benim kaydımı hemen yaptılar. Böylece Şehir Tiyatroları’nda suflör olarak çalışmaya başladım. Derken küçük rollerde oynadım. Sonra Vasfi Rıza (Zobu) Bey beni komedi kısmına aldı. O yıllarda komedi ve dram ayrı binalardaydı. Şimdi ikisi de yok. Şehir Tiyatroları’na böyle girdim, yükseldim ve 1973’te kıdemli sanatçı olarak emekli oldum.”

İçeriğin Devamı Aşağıda

Bir diziyle gelen şöhret

Bir diziyle gelen şöhret

1993-1997 yıllara arasında bir özel kanalda yayına giren “Süper Baba” adlı dizi emektar oyuncunun geniş kitlelerce tanınmasına vesile olmuş. Belki de bu nedenle o dizide oynadığı Sürmeneli Yakup dede rolünün kendisini en fazla heyecanlandıran rol olduğunu söylüyor: “Dizi beş sene devam etti, onun arkasından ‘Baba Evi’ geldi. Seyirci beni beğendi. Ben de o beğeniye layık olmaya çalıştım. ‘Süper Baba’da seslendirmeyi Müşfik Kenter yaptı. Fevkalade konuştu, rolün büyümesinde Müşfik’in de çok katkısı oldu. Daha sonra doğru dürüst senaryo gelmedi. Birtakım şirketler, senaryoları yolladı ama bazısı gayri ahlaki bazıları da yobaz propagandası yapıyordu. Ben bunların ikisini de oynamam. Daha fazla para vereceklerini söylediler ama her şey para değil. O yüzden o kötü teklifleri kabul etmedim.”

Bir martı gibi…

Bir martı gibi…

Bir şiirinin tango olarak bestelendiğini öğreniyoruz İhsan Devrim’den: “Şiir yazdığım iddiasında değilim ama Varlık, Yücel gibi mecmualarda manzumelerim basıldı. Hatta “Bir martı gibi” adlı manzumem tango olarak bestelendi. 1940 senesiydi, eşimle henüz flört ediyoruz, niyetimiz ciddi, aileler de biliyor. İlhan Hanım, kardeşi Fahri ve ben pikniğe gitmişiz. Bir müzik sesi geliyor. Şarkının sözlerine dikkat ediyorum, ‘Çocuklar, bu sözler benim’ diyorum. Fahri müziğin geldiği yere gitti, yeniden çaldırdı. O yıllar ‘Sahibinin Sesi’ adlı bir plak şirketi vardı. Plak oradan çıkmış. Dayımın avukatlarıyla görüştüm. Telif hakkı alabileceğimi söylediler ve onlar meşgul oldular. O plak muazzam satmış, ben de muazzam para aldım. Evlenirken evimizin eşyasını o telif hakkıyla aldık.”

Bir asra yaklaşan ömründe unutamadığı bir anısını sorduğumuzda da en büyük anının Darüşşafakalı olmak olduğunu söylüyor Devrim ve ekliyor: “O harika bir anı… Allah’tan Darüşşafakalıyım ben…”

İhsan Devrim’in tango olarak bestelenen şiiri: Bir martı gibi

Uzakları özleyen bir martı gibi kaçtın,

Sevgimin sahilinden, gözlerimin ufkundan

Bir yaz bulutu gibi geldin ve uzaklaştın

Bir yağışın sesidir içimde senden kalan

Fakat bulutlar yine toplanırlar bir akşam

Ve bir sabah martılar, döner sahillerine

Sen de bir martı gibi dönsen sana kavuşsam

Bir yaz yağmuru gibi içime yağsan yeniden.

Darüşşafaka Dergisi (Kasım 2009)

İhsan Devrim gibi daha nice çocuğun eğitimle yaşamının değişmesi için siz de bu bayram Darüşşafaka bağış yapabilirsiniz.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
6
2
1
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın