onedio
Görüş Bildir
article/comments
article/share
Haberler
17 Maddede Türk İnsanının Giderek Yabancılaştığı Bir Kavram Olarak "Aydınlanma" Nedir?

17 Maddede Türk İnsanının Giderek Yabancılaştığı Bir Kavram Olarak "Aydınlanma" Nedir?

Arslan Ural Karabağlı
17.02.2015 - 15:40 Son Güncelleme: 12.10.2021 - 13:29

Bugünlerde en çok konuşulan konuların başında 'Gericilik' geliyor. 'Gericilik nedir' diye sorulduğunda, hemen herkesin aklında dipsiz karanlık bir çukur imajının belirmesi, elbette boşuna değildir. 'Aydınlanma nedir?' ya da 'Aydınlanma döneminin önemi nedir?' diye sormadan önce, öncelikle 'gericilik nedir' diye sorgulamamız bu sebeptendir. Gericilik en kısa tanımıyla: insanlığın tarihsel süreçte elde ettiği çeşitli kazanımları geriye götürmek ya da durdurmak çabasıdır. Örneğin, bir ülkede belirli bir zümre, kadınları ekonomik ve sosyal hayattan soyutlamaya çalışıyorsa ya da kadın-erkek eşitliğine karşı çıkıyorsa; bu eyleme gericilik denir. Eylemi gerçekleştirmeye çalışanlar da haliyle 'Gericidir.' 

Günümüz Türkiye'sini anlamaya çalışmadan önce kimi yönleriyle kendimize örnek aldığımız Avrupa'yı daha iyi tanımamız gerekir. Çoğu insanımızın içinden 'ahh bir kapağı atsam' diye geçirdiği Avrupa ülkeleri tamamen olmasa da, önemli ölçüde Aydınlanma'nın yani Aydınlanma Çağı'nın bir ürünüdür. O halde öncelikle bu çağı ve Aydınlanma olgusunu inceleyelim..

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

1. Aydınlanma Çağı

1. Aydınlanma Çağı

Aydınlanma çağı ya da kısaca Aydınlanma, Batı toplumlarında düşünce tarzında büyük değişmelerin yaşandığı, toplumsal yaşamla ilgili o döneme kadar süregelmiş birçok düşünce ve değerin yerine yeni düşüncelerin ve değerlerin konduğu, bilimsel gelişmelerin ardındaki akılcılığın toplumsal ve siyasal yaşama taşındığı döneme verilen addır. Aydınlanma çağında geleneksel düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimleri sorgulanmış, yeni düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimleri geliştirilmiştir.

2. Aydınlanma Çağı Nedir, Hangi Tarihte Başlar?

2. Aydınlanma Çağı Nedir, Hangi Tarihte Başlar?

Aydınlanma, insan, toplum ve doğa hakkında geleneksel dünya görüşüne karşı çıkan yeni düşünme biçimlerinin yaratılmasıdır. Daha geniş bir ifadeyle Aydınlanma, 1600’lerin sonlarında başlayan, 1789’daki Fransız Devrimi ile doruk noktasına ulaşan ve 18. yüzyılın son çeyreğine kadar süren bir dönem içinde Batı dünyasında bilimsel, felsefi, sosyal ve siyasal alanda yaşanan süreçlerin ve üretilen düşüncelerin bir toplamı olarak ifade edilebilir.

3. Aydınlanma Çağı Öncesi İnsan ve Toplum

3. Aydınlanma Çağı Öncesi İnsan ve Toplum

Aydınlanma hareketinden önce insan, toplum ve doğa hakkındaki düşüncelere Kilisenin otoritesine dayalı olan geleneksel bakış açısı egemendir. Bilginin kaynağı dinsel metinler ve Kilise’dir. Bu dönemde iletişim araçları ruhban sınıfının tekelinde olduğu için bilginin iletilmesi de bu sınıfın kontrolündedir. 

Bu döneme kadar laik aydınlar, ruhban sınıfının bilgi üzerindeki kontrolüne meydan okuyabilecek kadar kalabalık ve güçlü hale gelememişlerdir. Laik aydınların bu güce sahip olabildiği ilk dönem Aydınlanma olarak kabul edilir. Aydınlanma düşüncesi büyük ölçüde İngiltere, Fransa ve İskoçya’da şekillenmeye başlamış, daha sonra Almanya, italya, Avusturya-Macar imparatorluğu, Rusya, Belçika, Hollanda ve Amerika’ya kadar yayılmıştır

4. Kilisenin Gücü ve Önemini Anlamak

4. Kilisenin Gücü ve Önemini Anlamak

Avrupa’da 18. yüzyıla dek dünyanın yaratılışı, insanın dünyadaki yeri, doğa, toplum, insanların görevleri gibi konulardaki bütün bilgiler Hıristiyan Kiliselerinin hakimiyeti altındaydı. Bu geleneksel anlayışa göre evrenin merkezinde dünya, dünyanın merkezinde de Hıristiyanlık bulunmaktadır. 

Bu geleneksel bakış açısına göre örneğin, dünya ve cennet birbirine fiziksel olarak bitişikti. Bir başka örnek verecek olursak, Bossuet’nin 1681 yılında yayınlanan ünlü Evrensel Tarih kitabına göre insanlık tarihi, 6000 yıl önce Adem ve Havva’nın Cennet’ten kovulması ile başlıyordu. Tüm evrenin tarihini anlattığını iddia eden bu kitapta örneğin, Çin uygarlığından bir kez bile bahsedilmiyordu

5. Aydınlanma Düşüncesi Nedir?

5. Aydınlanma Düşüncesi Nedir?

Aydınlanma düşüncesi tek bir fikir değildir, birbiriyle ilişkili bir dizi fikir, değer ve ilkenin bileşiminden oluşur. Diğer bir deyişle Aydınlanma düşüncesi belirli bir düşünceden çok hem fiziksel hem de toplumsal dünyayı anlamanın yeni bir biçimi, yani yeni bir bakış açısıdır.

Aydınlanma Çağı içinde yer alan düşünürler, çok çeşitli fikirlere sahip olsalar ve ayrıntılarda birbirlerinden farklılaşsalar da bazı ortak noktalarda birleşmişlerdir. Bu ortak noktalar en açık şekilde bu düşünürlerin üzerinde uzlaştıkları bazı temel kavramlarda görülebilir. Bu kavramlardan en ön plana çıkanları; akıl, ampirizm, bilim, ilerleme, evrensellik, bireycilik, hoşgörü, özgürlük, insan doğasının birliği (aynılığı) ve laikliktir.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

6. Kavramlar Toplumu Değiştiriyor!

6. Kavramlar Toplumu Değiştiriyor!

Aydınlanma döneminde ortaya çıkan bu yeni kavramlar, toplumsal yaşama da yansımıştır. Artan bilgi edinme çabası, 1635’te kurulan Fransız Akademisi (Académi- e Française) ve 1645’te kurulan Londra Kraliyet Topluluğu (Royal Society of London) gibi bilimsel ve sanatsal çalışmalara adanmış ilk modern akademilerin kurulmasına yol açmıştır. 

Yine bu dönemde okuma salonları, okuma kulüpleri ve kafeler gibi mekânlar ortaya çıkarak yaygınlaşmıştır. Bu mekânlar insanların bir araya gelerek düşüncelerini paylaştıkları, çeşitli konuları tartıştıkları entelektüel alanlardır

7. Laiklik Kavramı Nasıl Ortaya Çıktı?

7. Laiklik Kavramı Nasıl Ortaya Çıktı?

Kavramın ortaya çıkışını daha iyi anlamak için Aydınlanma Çağı öncesine yani Reformasyon dönemine bakmak gerekir. Reformasyon'dan çıkan Tanrı kavramı, dünyanın Kendi'sine karşı yeni bir ilgi göstermesine yol açmıştır. Şöyle ki: Şayet Yaratıcı bu dünya ile bizzat ilgileniyorsa, Kendi suretinde yarattıklarının ilgisine de layık olmalıdır.

Dünya hakkındaki bu merak zaten Rönesans dönemi ile başlamıştı. Ancak Reformasyon dönemi bunun artmasına sebep olmuştur. Reformasyon dönemi bilim insanlarının birçoğu sarsılmaz inanca sahiptiler. Yani adanmış Hristiyanlardı. 

Fakat dünyanın daha bilimsel bir bakış açısıyla incelenmesi, birçok yeni felsefi sorgulamaların da ortaya çıkmasına yol açtı. Bilim sayesinde daha fazla doğal olay açıklığa kavuştukça, açıklanamaz varsayılanların anahtarı olarak görülen doğaüstü bir varlığa olan gereksinim azaldı. Ve bu olgu da Aydınlanma düşünürlerinin Tanrı kavramını sorgulamasına yol açtı.

8. Dönemin Ruhu

8. Dönemin Ruhu

Aydınlanma dönemi düşünürleri, evrendeki her şeyin belirli doğal kurallara göre işlediğini savundular.Bu kurallara ise ancak inceleme, deney ve aklın kullanımı aracılığıyla ulaşılabilineceğini kabul ettiler. Haliyle bu dönemde matematik, fizik, kimya, astronomi bilimler büyük gelişim gösterdiler.

Galileo'nun cisimlerin devinimi kanunu ve İsaac Newton'un yerçekimi ve hareket kanunu gibi buluşları, matematiğin kullanımıyla açıklandı ve sonucunda düşünürler sadece matematik aracılığıyla mutlak doğru sonuçlara varılabileceğine inandılar.

9. Cehalet, Adaletsizliğe, Dinsel Otoriteye Karşı Oluşan Tepki

9. Cehalet, Adaletsizliğe, Dinsel Otoriteye Karşı Oluşan Tepki

Dönemin düşünürleri, toplumları baskı altına tutan cehalet, zorbalık ve adaletsizlik gibi kavramlara karşı çıktılar. İnsanlığın aşama kaydetmesi için, duygulara ve batıl inanışlara değil, aklın ve mantığın rehberliğine ihtiyacı olduğu görüşünü ortaya koydular. 

Pierre de Lacros'un Tehlikeli İşler'i ve Marquis de Sade'ın Yatakodasında Felsefe gibi dönemin önemli kitapları yukarıda bahsettiğimiz tutumun sonucunda geleneksel düşünceye meydan okuyuşun birer kanıtıdır.

Aydınlanma düşüncesi, bu zemine dayanarak dinsel otoriteye bağlı olan yerleşik geleneksel bilgi biçimlerini yıkıp bunların yerine deneyime ve akla, yani bilime dayanan yeni bilgi biçimleri koymak istemişlerdir.

10. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Rene Descartes, Evrenin Mekaniği

10. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Rene Descartes, Evrenin Mekaniği

René Descartes modern felsefenin babası olarak da bilinir. Felsefesinde bütün fiziksel değişimleri yönlendiren basit, evrensel madde ve hareket yasalarının çözümlenmesine ön ayak olmuştur. 

Descates Tanrının varlığını, hatta mükemmel bir varlık olduğunu kabul etse de dindar kesimlerin suçlamalarının hedefi olmaktan kaçınamamıştır. 

Bu kadar çok suçlamaya maruz kalmasının nedeni Descartes’in açıkça İncil’e aykırı birçok şey öğretmesiydi. İncil’deki yaratılış hikâyesini tamamen kabul etmiyordu, dünyanın bir kaostan yaratıldığını kabul etmesine rağmen Tanrı’nın ışığın kendisini, ışık saçan gökcisimlerini yaratmadan önce yarattığına inanmakta güçlük çekiyordu.

Ayrıca, yaratılışta hiçbir gelişim aşaması olmadığına, yani her şeyin yaratıldıkları anda tam, tamamlanmış, gerçek ve mükemmel olduklarına da inanamıyordu.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

11. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Baruch Spinoza, Felsefenin Teolojiden Ayrılması

11. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Baruch Spinoza, Felsefenin Teolojiden Ayrılması

Tarihte çok az düşünüre Baruch Spinoza kadar iftira atılmıştır. Fakat bu bile Spinoza'nın Aydınlanma'nın en önemli isimlerinden biri olmasını engelleyemedi. Spinoza'nın İncil eleştirileri, dini törenleri reddetmesi, aklın temel alınması konusundaki ısrarı ve panteizmi 18. yy düşünürlerini büyük ölçüde etkiledi. 

Spinoza felsefe ve teolojiyi birbirinden ayırdı ya da Tanrı’yı felsefeye tabi tuttu. O zamana kadar gerçekte felsefe teolojinin bir alt dalı iken¸ Spinoza ile teoloji felsefenin bir alt dalı oldu. Spinoza’ya göre teolojinin ilgi alanı kişisel dindarlıkla sınırlıyken, felsefe ve bilim doğrulara ulaşmamızı sağlardı

12. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Voltaire, Deizm

12. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: Voltaire, Deizm

Voltaire ‘herşeyi kendi özgür isteğiyle düzenleyen, her şeyi yaratan bir Tanrı’ya’ inanıyordu, fakat bununla birlikte Hristiyanlığı kabul etmedi. Genel olarak dinin, özellikle de Katolik Kilisesi’nin yanlış taraflarını açığa vurmak Voltaire için bir tutku haline gelmişti. Spinoza gibi, o da Kutsal Kitap’ın yetkisine dayansa bile akla ters düşen her türlü doktrinin yanlış olduğunu savunuyordu. 

Eğer Voltaire bir Hristiyan ya da bir ateist değilse, o halde neydi? Voltaire bir deistti. Deistler doğayı akıllı bir varlığın (Tanrı) tasarladığını savunurlar. Bu, doğanın düzenli işleyişini etkilemeyen bir tasarımdı ve bir yaratıcının varlığını kanıtlıyordu. 

Voltaire açıkça savunduğu anti-Hristiyan görüşlerinin yanında aynı zamanda açıkça ateizmi de eleştiriyordu. Ateizm kötü bir şeydi fakat, Voltaire dinsel fanatizmin ‘yüz kez daha fazla korkulması gereken’ bir şey olduğunu düşündü. 

Aşırı dincilik, Voltaire’in öfkesini en etkili biçimlerde anlattığı şeylerin başında geldi. Ona göre ateistler en azından kendi akıllarını kullanıyorlardı ve barış içinde yaşıyorlardı. Diğer yandan fanatik dinciler, hayal güçlerinin ve tutkularının onları çeşitli belalara sürüklemesine izin veriyorlardı.

13. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: D. John Toland, Mucizelerden Arındırılan Din

13. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: D. John Toland, Mucizelerden Arındırılan Din

En önde gelen deistlerden biri oldukça eleştiri alan Gizemli Olmayan Hristiyanlık’ın (“Christianity not Mysterious”) yazarı John Toland’dı. Fransız deizmi gibi İngiliz radikal deizmi de tamamen akla dayalı bir öğretiler bütünlüğü oluşturmayı amaçladı. Muhafazakâr Hristiyan çevrelerin öfkesini uyandıran Toland’ın bu kitabı, sadece savunduğu özgün fikirler açısından değil ama karşı çıktığı fikirlere olan sertliğiyle de oldukça önemli bir yapıttır.

Hristiyanlığa putperest ayinlerini, gizemlerini katarak ve kendilerini Tanrı ile insan arasında bir ara bulucu konumunda göstererek bu inancı yozlaştırdıklarını iddia etti. Üyeliğe kabul törenleri, çarmıh işareti, tasvirler, sunaklar, müzik, oruç, kilise içindeki hiyerarşi, zenginlik ve ihtişam, başlangıçta saf ve basit olan Hristiyan dininin yerini aldı. Bu gibi uygulamalarla Hristiyanlık putperestliğe doğru yozlaştığı söyledi.

14. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: E. Julian Offray de La Mettrie ve Materyalizm

14. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: E. Julian Offray de La Mettrie ve Materyalizm

Julien Offray de La Mettrie Hollanda’da Leyden Üniversitesinde tıp eğitimi almış Fransız bir doktordu. 1747’de Hollanda’da, kendi ismini kullanmadan İnsan Makinası (“L’Homme Machine”) adlı kitabını yayınladı.

De La Mettrie muazzam bir tepki fırtınası yarattı çünkü ilk kez bu kitapta birileri insanın bir makinadan farksız olduğunu açıkça ifade etmişti.Bu, Descartes’in mekanizmini şaşırtıcı ve kaçınılmaz bir şekilde, zihinsel olgunun da içinde bulunduğu evrendeki her şeyin, maddesel kaynaklardan geldiğini savunan Materyalizm’e doğru götürmüştür.

Maddeciler’e (Materyalistler’e) göre insan ruhunu ya da ruhsal olarak düşünebilme yetisini açıklamaya gerek yoktu. İnsan sadece bir beden ve bir beyinden oluşurdu, zihni bile mekanik olarak işlerdi. Düşünme, hissetme, insanların doğru ya da yanlış yargıları, müzikten zevk alması, renkleri ayırdedebilme yeteneği–kısacası bütün deneyimi–madde ve hareket özellikleri ile açıklanabilirdi. 

De La Mettrie ruhsal bir varlığı ve planlanmış bir yaratılışı reddetti. Geleneksel olarak, insan doğa ile ilgili şeyleri anlayamadığında açıklamak için Tanrı’ya sığınırdı. Sonraki kitabı Systeme d’Epicure’de (1750), insanoğlunu da kapsayan yaşamın kaynağının havadaki tohumlardan gelebileceği varsayımını ileri sürdü.

15. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: F. Baron d’Holbach, Materyalizm'den Ateizme Geçiş

15. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: F. Baron d’Holbach, Materyalizm'den Ateizme Geçiş

Alman Baron d’Holbach tarafından kaleme alınan Doğa Sistemi “Systeme de La Nature” adlı eser, diğer Aydınlanma dönemi eserlerinde olduğu gibi tüm yargıların akla dayandırılması gerektiğini savunuyordu. Ve önyargılar gerçeğin düşmanıydı. 

Diğer filozoflar gibi o da dini, insanları aklın yolundan saptırarak batıl inançların ve hayal gücünün labirentine yönlendirmekle suçladı. Bir şeyin doğal nedeni bilinmese bile, d’Holbach doğaüstü nedenlerin öne sürülmemesi gerektiğini savundu, çünkü bu, bilimin ilerlemesini engellerdi.

D’Holbach bütün doğal olayların; her sonucunun, kendisinden önce gelen belirli nedeninin de içinde bulunduğu katı bir deterministik (belirlenimci) düzenin parçası olduğunu savundu. Doğa, hareket halindeki maddeyi idare eden değişmez kurallara göre işleyen nedenler ve sonuçlar zincirinden başka birşey değildi. Yaratılış inancının akla ters düştüğünü savundu çünkü ‘hiçlikten bir hiçlik yaratılabilirdi’. Madde sonsuzdu. Başlangıcı yoktu. 

Bu nedenle d’Holbach’ın ateizmi Tanrı ve doğanın tamamen birbirinden ayrılmasından ibaretti. Aralarında hiçbir etkileşim yoktu, insan sadece doğanın bir parçasıydı. İnsan ile Tanrı’nın ortak hiçbir şeyi olmadığına göre, Tanrı’nın var olup olmadığı da önemli değildi.

İçeriğin Devamı Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

16. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: G. Jean-Jacques Rousseau ve Romatizm Dini

16. Kilisenin Gölgesinden Sıyrılan Avrupa Düşünürleri: G. Jean-Jacques Rousseau ve Romatizm Dini

Jean-Jacques Rousseau birçok yönden yetenekli, bilmece gibi biriydi. Kendisi sırasıyla önce Protestan iken daha sonra Katolik, en sonunda ise deistti.

Bazı radikal Aydınlanma düşünürlerinden farklı olarak Rousseau inanca karşı değildi; sadece geleneksel Hristiyanlığı gereksinmiyordu. Akla dayanan doğal tanrıbilimini, doğuştan gelen özgün günah öğretisiyle beraber reddetti ve bunun yerine duygulara dayanan doğal bir inancı kabul etti. Ona göre Tanrı tartışmaya açık bir konu değildi, insanın kendi iç varlığının derinliğinde

tanıyabileceği birisiydi.

17. Son Söz

17. Son Söz

Şüphesiz Aydınlanma dönemi düşünürleri sadece yukarıdaki isimlerden ibaret değildir. Immanuel Kant, David Hume, John Locke,  Montesquieu, Giambattista Vico, Diderot, Jean d’Alembert, Adam Smith gibi isimler de Aydınlanma Çağı'nın öncüleridir. Ve elbette daha niceleri...

Görüldüğü üzere günümüzde kadın-erkek ilişkilerinin eşitlik temelinde ele alındığı batı toplumlarının, bu noktaya gelebilmesinde Aydınlanma'nın önemi büyüktür. Kilise egemenliğinin kırılması, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar demokrasinin gelişimi tetiklemiş ve beraberinde de toplumsal yaşayışın normlarını da belirlemiştir. Laiklik ve kadın hakları, aydınlanma süreciyle başlayan değişimin bugün imrenerek baktığımız Avrupa toplumlarına kattığı evrensel değerlerden yalnızca iki tanesidir. Ne var ki, hakkında en çok bilgi sahibi olmamız gereken değerler de, yine onlardır. 

Not: Galerimizde Kilise egemenliğinin kırılması, farklı inançlar  ve laikliğin gelişimi gibi konuları işlemeye çalıştığımız için yukarıdaki düşünürlerden ve eserlerinden faydalandık. Oldukça geniş ve kapsamlı bir dönemi incelemeye çalıştığımız için eksiklerimiz mutlaka vardır. Çünkü burada aktarmaya çalıştığımız değerlerin ve kişiliklerin her biri hakkında onlarca kitap yazılmıştır ve gelecekte de yazılacaktır. Ancak dönem, kavramlar, kişiler hakkında bir nebze olsun ilgi oluşturabildiysek ne mutlu bizlere..         

Kaynaklar:

http://sosyolojisi.com/sosyolojinin-dogusunda-etkili-olan-gelismeler-aydinlanma-dusuncesi/394.html

'Hristiyan Batı' Efsanesi, Batı'da Din, Bilim Felsefe Tartışmaları Dr. P. Pikkert

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda chevron-right-grey
Reklam

Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!

category/test-white Test
category/gundem-white Gündem
category/magazin-white Magazin
category/video-white Video
category/eglence BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
35
8
1
0
0
0
0
Yorumlar Aşağıda chevron-right-grey
Reklam
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın