onedio
42 Bin Yıllık Mamut Yavrusu Londra'da Sergileniyor
Karnında halen anne sütü bulunan ve bir aylık yavruyken ölen mamut 'Lyuba', İngiltere'nin başkenti Londra'da sergileniyor.'Buzul çağı devleri: Mamutlar' adlı serginin basına tanıtımı başkent Londra'daki Doğal Tarih Müzesi'nde yapıldı. Soyları tükenen mamutlara ilişkin bilgilerin yer aldığı sergide, 42 bin yıl önce sadece bir aylıkken öldüğü düşünülen dişi bir mamut yavrusu dikkati çekiyor. Sergi yetkililerinin Anadolu Ajansı muhabirine verdiği bilgiye göre, 2007 yılında Rusya'nın Sibirya bölgesinde yaşayan ren geyiği çobanı Yuri Khudi tarafından bulunan mamut, 85 santimetre boyunda ve 50 kilogram ağırlında. 'Lyuba' ismi ise, yavru mamutu bulan çobanın eşinin adı ve Rusça'da 'sevgi' anlamına geliyor. Lyuba'nın bulunmasından sonra yapılan incelemelerde karnında halen anne sütü kalıntılarının tespit edildiğini belirten araştırmacılar, yavru mamutun bütün halde bulunan cansız bedeninin günümüze kadar mükemmel bir şekilde korunarak gelmesini ise hava ve toprak koşullarına bağlıyor. Araştırmacılar, mamutun annesinin peşinde ilerlerken, eriyen buzul sularını geçmeye çalışırken öldüğünü, hortumunda toprak parçaları bulunması sebebiyle yavrunun boğulduğunu tahmin ediyor. Lyuba'nın kuyruğunun ise başka canlılar tarafından yendiği düşünülüyor. Doğal Tarih Müzesi mamut araştırmacısı Profesör Adrian Lister sergiye ilişkin yaptığı açıklamada, 40 bin yıldan eski bir hayvanı görmenin hayatta birkez yakalanacak bir fırsat olduğunu söyledi. Lister ayrıca, buzul çağı hayvanlarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olması için Lyuba'nın büyük önem taşıdığını belirtti. İklim değişikliği, avcılar ve doğada yaşanan değişikler mamutların neslinin tükenmesine neden olan etkenler arasında sayılıyor. Lyuba ile mamutlara ait fildişi, fosil, kemikler ve gerçek boyutlarda yapılmış mamutlardan oluşan sergi, 23 Mayıs-7 Eylül tarihleri arasında Doğal Tarih Müzesi'nde ziyaretçilere açık olacak.AA
Tarihin Gördüğü En Acımasız 11 Diktatör
Bu adamlar gerçekten katliam konusunda master yapmış acımasız kişiler. Öldürmek, yok etmek bu insanların kanında var. İşte tarihin gördüğü içlerinde insanlık namına his bulunmayan binlerce insanın kanı eline bulaşmış 11 diktatör.
Avrupa Hakkında En Garip 10 Gerçek
Dünya'nın gözü Avrupa'nın üstünde. Bir çok tarihsel olaya sahne olan bu kıta hakkında ne kadar bilgiye sahipsiniz? Konumu, tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel yapısındaki renklilikler bu kıtayı daha da ilginç kılıyor. Avrupa kıtası hakkında daha önce hiç duymadığınız En Garip 10 Gerçek.
Latife Hanım'ın Boşanma Mektubu Satılacak
Latife Hanım'ın Atatürk'ten boşanırken taleplerini de içeren 7 sayfalık mektubu, müzayede ile satışa sunulacak. Levant Antika tarafından 17 Mayıs'ta Rixos Pera Otel'de düzenlenecek müzayedede satışa sunulacaklar arasında, Cumhuriyet'in ilk dönemlerine ışık tutacak bir belge niteliğindeki Latife Hanım'ın Atatürk 'ten boşanırken taleplerini içeren 7 sayfalık mektubu da bulunuyor. AA muhabirine açıklamalarda bulunan Levant Antika sahibi Kemal Can Süleymaniye, özel bir koleksiyoner aracılığıyla kendilerine ulaşan mektubu incelediklerinde çok heyecanlandıklarını söyledi. Mektupta, Latife Hanım'ın taleplerinin yanı sıra cumhuriyetin ilk dönemiyle ilgili çarpıcı bilgiler yer aldığını anlatan Süleymaniye, 'Latife Hanım mektubuna, 'dikte edilen' diye başlamış. 7 sayfadan oluşan notlar, kurşun kalemle kaydedilmiş' dedi. Latife Hanım'ın, notlarında ilk önce İsmet Paşa ile aralarındaki konuşmaya yer verdiğini belirten Süleymaniye, 'Ben evden temelli olarak çıkmadım. Ne eşya aldım, ne de almak maksadıyla eşyadan bahsettim. Yalnız bu çıkışın şeklini beğenmediğimden İsmet Paşa hazretlerine, 'Paşam temelli çıkıyorsam ona göre çıkayım. Paşa hazretlerinin hesapları, parası ve bütün evi bana teslim edilmişti' şeklinde ifadeler yer aldığını anlattı. Latife Hanım'ın, mektupta kendisine ait eşyaların hatıra niteliği ve maddi kıymet taşıyan bazılarının listesine yer verdiğini bildiren Süleymaniye, bunların mektupta, 'Üç adet şal merhum büyük validemden hatıra kalmıştır, bir de altın sedef saplı bir tabanca' şeklinde yazıldığını ifade etti. Aile içi yaşananlarla ilgili detaylı bilgiler de yer alıyor Latife Hanım'ın mektubun sonunda 'Ben bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da leh ve aleyhte hiçbir kelime sarf etmeyeceğim' şeklinde ifadeye yer verdiğini vurgulayan Süleymaniye, şunları kaydetti: 'Mektupta dikkat çekici detay, Latife Hanım'ın evden ayrılırken sadece ailesi tarafından verilen özel eşyaları talep etmesidir. Mektubun geneli incelendiğinde cumhuriyetin ilk dönemine ait gerçekten çok çarpıcı bilgiler yer alıyor. Mektupta aile içi yaşananlarla ilgili geniş ve detaylı bilgilerin yer alıyor. Mektubun gizeminin bozulmaması ve alacak kişinin hakkına saygı amacıyla bu konularda fazla bilgi veremeyeceğim.' Kanuni'nin fermanı da satışa sunuluyor Süleymaniye, müzayedede satılacaklar arasında Atatürk'ün imzası bulunan bir fotoğraf , 1891'de Osmanlı topraklarında ilk kez kurulan bir sigorta firmasının tabelası, Kanuni Sultan Süleyman'ın Erzurum Beyler Beyine gönderdiği fermanın da dikkat çekici diğer eserler olduğunu belirterek, fotoğraf, harita, cep saati, Osmanlı madalya ve nişanları ile hat levhalarının arasında bulunduğu bin 500 civarında eserin koleksiyonerlerin ilgisine sunulacağını sözlerine ekledi.CNN Türk | AA
Holokost İle İlgili Çekilmiş En Akılda Kalan 13 Film
Yakın tarihin en büyük katliamı Holokost, ya da felaket manasına gelen İbranice adı ile Şoa.II. Dünya Savaşı’nda Avrupa Yahudilerinin Alman savaş makinesi tarafından kitlesel olarak imha edilmesi...6 milyon insanın Yahudi oldukları için gaz odalarında katledildikleri 20. yüzyılın bu en büyük katliamı onlarca filme konu oldu.Kimi yönetmen belgelemek, kimisi ortaya çıkarmak, kimisi ise kafasındaki sorulara yanıt alabilmek için yaptı filmlerini. Yönetmenlerinin çoğunu filmini çekerken bile etkileyen Holokost ve sonrasını anlatan bu hikayeler beyazperdeye yansıtıldıkları ilk günden yıllar geçse bile unutulmayacak filmlerdir.İşte çoğunluğu yakın geçmişte yapılmış Holokost’la ilgili en çarpıcı akılda kalan filmler.
Belgrad'ta Görmeniz Gereken 5 Yer
Sava ve Danube nehirlerinin birleştiği alandaki tepede bulunan Belgrad kalesi şehrin en önemli kültürel ve tarihi yapısı olmanın yanında Belgrad’ın en güzel ve büyük parkına da evsahipliği yapar.
Reklam
Balkanlarda Kaç Osmanlı Eseri Bulunuyor?
Trakya Üniversitesi, İslami İlimler Araştırma Vakfı ile İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezi'nce Başbakanlık Tanıtma Fonu desteğiyle 'Osmanlı İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar' başlıklı sempozyum düzenlendi.Sempozyumda konuşan Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, vakıf kayıtlarında, Balkanlar'da 5 asır hüküm süren Osmanlı'ya ait 15 bin yapı bulunduğunu ve eserlerin yüzde 90'ının arazide tespit edildiğini söyledi. Balkanlarda, cami, han, hamam, tekke, köprü, şifahane gibi yapıların da aralarında bulunduğu 4 bin ile 5 bin yapının ayakta olduğunu ifade eden İbrahimgil, Makedonya, Macaristan, Kosova, Hırvatistan'da Osmanlı eserlerinin ihyası çalışmalarının devam ettiğini örneklerle anlattı.Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman'ın kalbi ve iç organlarının, Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin bahçesinde bir yere gömülü olduğunun belirlendiğini ifade ederek, 'Bu henüz çok yeni bir bilgi, basın toplantısıyla detayları aktarılacak. Daha sonra ekip giderek, kazı yapacak' dedi. Sempozyumu, Hırvatistan Başmüftüsü Aziz Hasanoviç, Bulgaristan Başmüftüsü Hacı Aliş, Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif ile İskeçe Müftüsü Ahmet Mete de dinledi.Sempozyumda Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Necip Yılmaz 'Filibeli Ahmet Hilmi ve materyalizme yönelik eleştirileri', Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Coşkun 'Filibeli Ahmet Hilmi'nin Allah tasavvuru', Makedonya Teteva Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kani Nesimi 'Osmanlı dönemi ve sonrasında yaşayan önemli şahsiyet Arnavut Ekrem Bey Vlora' başlıklı tebliğlerini sundu.Katılımcılara belgelerini, Hırvatistan Başmüftüsü Aziz Hasanoviç ve oturum başkanı Prof. Dr. Bayram Dalkılıç tarafından verildi. 'Osmanlı İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar' başlıklı sempozyum yarın sona erecek. teknolojioku
Kanuni'nin 450 Yıllık Sırrı Çözülüyor mu?
GAZİ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Başbakanlık ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki Sokullu Mehmet Paşa belgelerine dayanarak Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin bahçesinde gömülü olduğunun tespit edildiğini söyledi. Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Trakya Üniversitesi, İslami İlimler Araştırma Vakfı ile İstanbul Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezi'nce Başbakanlık Tanıtma Fonu desteğiyle ‘Osmanlı İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar’ sempozyumuna katılmak için Edirne’'ye geldi. Sempozyumun ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman'ın iç organlarının nereye gömüldüğü konusunda net bilgilere ulaştıklarını söyledi. Yaklaşık 1.5 yıldır Balkanlardaki Türk eserlerinin değerlendirilmesi konusunda bir çalışma yürüttüklerini ifade eden Prof. Dr. İbrahimgil, şunları söyledi: 'Balkanlardaki Türk eserlerinin değerlendirmesi üzerine bir çalışmamız var. Yaklaşık 1.5 yıldır Ankara’da Başbakanlık ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki belgeler inceleniyor. Bunlar yapılırken, hiç beklemediğimiz bir şeyle karşılaştık. Belgelerin vakfiyeleri okunurken, Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının Zigetvar da defnedildiği yer olarak tespit ettik. Bunu Sokullu Paşa’nın vakfiyesinde belgelere dayanarak söyleyebiliriz. Macaristan'ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi'nin yanındaki hanikahta gömüldüğü tespit edildi. Ancak detaylı açıklama daha sonra üst resmi makamlardan gelecek. Sokullu Mehmet Paşa’nın vakfiyesiyle Selaniki tarihinde çok net olarak belirtiyor. Zigetvar kazı çalışması yapılacak ve ardından türbe haline geleceğini düşünüyorum' dedi. İÇ ORGANLARIN AKEBİTİ BİLİNMİYORDU Kanuni Sultan Süleyman 1526'da, yani tahta çıkışının henüz 6'ncı yılında Mohaç zaferiyle Macaristan kapılarını açarak Avrupa'da ‘Muhteşem’ diye anılmaya başlamış, 40 yıl sonra döndüğü bu ülkede Zigetvar kalesinin fethinden bir gün önce, 7 Eylül 1566'da hayata gözlerini yummuştu. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Şehzade Selim gelip tahtı devralana kadar padişahın ölümünü vezirlerden bile gizledi. Kanuni'nin naaşı, İstanbul'a bozulmadan taşınabilmesi amacıyla tahnit edildi (mumyalandı). Bunun için kalbi ve iç organları çıkarıldı, misk ve amberle yıkanıp gömüldü. Rivayetlere rağmen iç organların kesin olarak nerede olduğu bir türlü ortaya çıkarılamamıştı. Ali Can ZERAY/ EDİRNE, (DHA)
Reklam
İlber Ortaylı Londra'da Konuştu: 'Türkler Tarih Bilmiyor'
LONDRA - Turkish Forum UK adlı vakfın konuğu olarak, 'Birinci Dünya Savaşı'nın 100'üncü Yıldönümünde İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyet'in Kuruluş Öyküsüne' başlıklı konferansta konuşan Prof.Dr. Ortaylı, hiçbir ülkenin aslında savaşa hazır olmadığını vurgularken, Türkler'in tarihi okumayı sevmediğini ve tarih bilmediğini belirtti. Prof.Dr. İlber Ortaylı, Türkiye'nin yeni sanayi dallarına girmek zorunda olduğununun, eğitime yeni impetus verilmesi gerekliliğini vurguladı. Prof.Dr. İlber Ortaylı, 'Her yere üniversite açıp, kandırmakla olmaz. Bugünkü liseler olsa ne Süleyman Demirel Başbakan, ne de Necmettin Erbekan Profesör olurdu' dedi. Londran merkezindeki Hyatt Regency The Churchill Hotel'de düzenlenen geceye sefire Emel Çeviköz, Başkonsolos Emirhan Yorulmazlar, Elçi Müsteşar Fatih Ulusoy'un da aralarında bulunduğu 200'e yakın konuk katıldı. Prof. Ortaylı yeni Osmanlıcılık konusunda Dışişleri Bakanının ciddi bir bilgi birikimi olmadığını kaydetti. Osmanlı'nın 1'inci Dünya Savaşı'na girmemesi halinde, en büyük zenginliği olan nüfusunun kendisine kalacağını, Kudüs, Hicaz 'ın Türklerin elinde bulunacağını söyledi. Konukların büyük ilgi gösterdiği ve fotoğraf çektirmek, kitap imzalatmak için kuyruk oluşturduğu gecede, Prof.Dr. Ortaylı iki saat süren konuşmasında, Birinci Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkeleri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun durumunu irdeledi. Esprili konuşmaları ile sıcak bir ortamda gerçekleşen konferansta, konuklar tarih profesörüne yakın ilgi gösterdi. Turkish Forum UK Başkanı Zeren Safa, Prof.Dr. İlber Ortaylı'yı 3 yıl sonra yeniden ağırlamaktan büyük gurur ve mutluluk duyduklarını söyledi. Birinci Dünya Savaşı sonunda, Britanya, Avusturya-Macaristan imparatorlukları, Rusya, Fransa'nn durumunu ele alan Prof. Ortaylı, savaşların bazı ülke ordularının, donanmalarının işe yaramadığını ortaya koyduğunu, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın bağımsızlık isteğini ortaya çıkarttığını söyledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ordularının muhteşem şeyler yarattığını, Kurtuluş Savaşı başarılarının onlardan çıktığını kaydeden Prof.Dr. Ortaylı, şöyle konuştu: 'Türk Ordusu, İngiliz Ordusu'nu 4 yıl tuttu. İngiliz ordusunu 4 yıl tutan başka ordu yok. İngilizler bunu beklemiyordu. Savaş sonunda , daha önce kaybedilen Kars, Ardahan, Artvin bize kalsa da, ham hayallerimizin hiçbiri gerçekleşmedi. Çiftçilerimiz, askerlerimizi, zanaatkarlarımızı tamamen kaybetti ve Türkiye bunu ancak 50 yılda telafi edebildi. Birden bir kalite düşüşü oldu. Türkiye bu yavanlığından kurtulmak için çok uğraştı, Atatürk'ü de bu yavanlığımız hasta etti.' 'MİKRO MİLLİYETÇİLİKLERİN SONU YOK' Birinci Dünya Savaşı sonunda dünyanın küçüldüğünü, etnik parçalanmaların olduğunu ve bugün hala devam ettiğini belirten Prof.Dr. İlber Ortaylı, şöyle dedi: 'Dünyada 5 bin dil konuşuluyor. Mikro milliyetçiliklerin sonu yok. Bunların üzerinde durulması gerekiyor. Avusturya-Macaristan imparatorluğu kalmadı, Britanta İmparatorluğu eskisi gibi olmadı. Kuvvetli demokrasi, özgün parlamenter sistemi kuvvetli olduğu için devam etti. Ancak birçok müttefiği bu vasfını koruyamadı. Osmanlı imparatorluğunun gücü tükendi. Para sistemi çöktü. Kadınlar çalışma hayatına girdi, Osmanlı imparatorluğu kadın memur almaya başladı. Feminist hareketçilik, sosyalist harekete eskisi gibi kötülük yapamadılar. Arap dünyası 3 günde dağıldı, manda idareleri kuruldu. Osmanlı 15-20 sene dayanabilse, coğrafyaları bugünkü gibi zayıf olmazdı.' 'ALMANYA'NIN POLİTİKASI DİKKATLE İZLENMELİ' Konuşmasında Birinci Dünya Savaşına niye girildiğinin muamma olduğunu, 2.Dünya Savaşına girişin ise ortada olduğunu belirten Prof.Dr. İlber Ortaylı, şöyle konuştu: “ Bu gibi ülkelerin tekrar tekrar dünya idaresine el atmaları tehlikelidir. Şimdi ortaya Çin çıktı. Almanya'nın politikası dikkatle izlenmesi gereken bir politikadır. Avrupa'Nın iktisadi entegrasyonunu kendi politikaları ile engelliyorlar' dedi. İlgiyle dinlenen konuşması bitiminde soru ve cevap bölümünde ise Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunun savaşa hazırlığın olduğunu, hem Galiçya, hem Afrika, Mezopotamya, hem Suriye, Kafkaslarda imparatorluğu ordunun savunduğunu söyledi. “Ancak hiçbir devlet aslında savaşa hazır değildir. Savaşların sonunda para el değiştirdi, ülkeler tarihi bilmiyorlardı.. Maalesef Türkler tarih okumuyor, tarih okumayı da sevmiyor. Osmanlı düşmanlığı deyimi boş şeyler, gülünç' diye devam etti. 'EN BÜYÜK ZENGİNLİĞİMİZ NÜFUSUMUZ BİLE KALIRDI' Bir başka soruda ise Prof.Dr. İlber Ortaylı, Osmanlı'nın savaşa girmese veya geç girsmesi halinde kolay kolay rahatsız edilemeyecek konumda bulunacağını savunurken, 'En büyük zenginliğimiz nüfusumuz bize kalırdı Arap dünyası daha iyi olurdu, Kudüs, Hicaz Türklerin elinde kalırdı' yanıtını verdi. Son yıllarda Yeni Osmanlıcılık akımının çıktığına ilişkin soruya ise, “Dışişleri bakanının ciddi bir tarih bilgisi birikimi olduğunu zannetmiyorum' diye yanıt verdi. Son dönemde birçok yemeğe davet edildiğini ve en taze konuşma konusunun 'Muhteşem Yüzyıl' dizisi olduğunu kaydeden Prof.Dr. Ortaylı, dizide çok tarihsel hata yapıldığını, Venedik'te prenses, kontların olmadığını belirterek, ölçüsüzlükler görüldüğünü söyledi. Osmanlı'nın sıtma ve frengi ile savaşı becerdiğini, Rumeli'den gelen göçlerle de ırkların güzelleştiğine dikkati çeken Ortaylı, dinleyicilere Şevket Süreyya Aydemir'in 'Suyu Arayan Adam' kitabını mutlaka okumalarını önerdi. Türkiye'nin sanayi rotasını değiştirmesi halinde gelişebileceğini kaydeden Prof.Dr. İlber Ortaylı, 'Türkiye, işleyen bir makinadır, buna böyle bakılmalıdır. Sanayi rotamızı değiştirirsen Türkiye gelişebilir. Yeni sanayi dallarına girmek zorundasınız. Eğitime yeni impetus vermek zorundasınız. Her yere üniversite açıp, çocukları kandırmakla olmaz. Doğru dürüst insan yetiştireceksiniz. Toplantılarla bunlar olmaz. Bugünkü liselerle ne Süleyman Demirel başbakan, ne de Necmettin Erbekan Profesör olurdu' diyerek konuşmasını alkışlarla bitirdi. İki saat sonunda izleyiciler Prof.Dr. İlber Ortaylı'yı kutlayarak, en son kitabı 'İmparatorluğun Son Nefesi' ve diğer eserlerini imzalatmak ve fotoğraf çektirmek için uzun kuyruklar oluşturdular. Ortaylı da gördüğü ilgiden memnunluğunu dile getirdi. Turkish Forum UK Başkanı Zeren Safa, ikinci defa davetlerine katılan Prof. İlber Ortaylı'ya teşekkür ederek, kendisini yeniden aralarında görmekten büyük mutluluk duyduklarını söyledi.Yurt
Ortaçağ’da Cadılar
Günümüzde fantastik edebiyat oldukça popüler. Harry Potter, ya da Yüzüklerin Efendisi gibi yapıtlarda karşımıza çıkan büyü ve büyücüler bizi eğlendiriyor. Bugün büyü denen şeyin aslında var olmayan, yalnızca masallarda kendine yer bulabilecek bir uğraşı olduğunu biliyoruz. Ne var ki, tarihin her döneminde durum böyle değildi. Bugün bizi güldüren, eğlendiren büyücüler ya da cadılar, geçmişte insanların korkuyla sakındıkları insanlar olmuştu. Şeytanla işbirliği yaptıkları ve havada uçtukları, kötülüklerini dünyaya yaydıkları söyleniyordu. Bunlar çoğunlukla halkın cahilliğinden kaynaklanan hurafelerdi. Ne var ki, ortaçağ Avrupa’sında cehalet o kadar yaygındı ki, açıklanamayan her şey büyüye yoruluyordu. Kilisenin çeşitli amaçlarla yürüttüğü cadı avları da kısa sürede toplumsal bir histeriye neden oldu. Ortaçağda Avrupa’da cadılık ve büyücülük suçlamasıyla yüzlerce kişi canlı canlı yakıldı. Peki bütün bu histerinin ardında yatan şey neydi? Yüzyıllar boyunca ortada görülmeyen cadılar ne olmuştu da ortaçağ Avrupa’sında böylesine ortaya çıkmıştı? Kilise birdenbire cadılara neden düşman kesilmişti?Büyücü avına ilişkin yaygın kuramlardan ikisi, ağırlıklı olarak tıbbi gerekçelere dayandırılmış ve kitlesel bir çılgınlık varsayılmıştır. Savlardan ilkine göre köylü halk aklını kaçırmıştır. Yani büyücü fenomenine, elinde yanan bir meşale ile simgelenen, kana susamış köylü lümpeninin kitlesel öfkesi ve kitlesel paniğinin yarattığı bir salgın hastalık olarak bakılmalıdır. Bir diğer psikiyatrik açıklamaysa daha da inanılmayacak bir savla, bizzat büyücülerin kendilerinin, ruhsal bir bunalım içinde dünyayı tımarhaneye çevirdiği yolunda. Oysa gerçekler ne illegal bir lümpen hareketi ne de histeriye kapılmış kişilerin hezeyanları olarak açıklanabilir.Hemen hemen dünyanın her toplumunda bir çeşit cadı kavramı vardır. Ama Avrupa’nın cadı çılgınlığı, başka yerde patlak veren herhangi bir benzerinden daha canavarca, daha uzun süreli olmuş ve çok daha fazla sayıda kurban ortaya çıkmıştır. İlkel toplumlarda suçu ya da suçsuzluğu belirlemenin bir parçası olarak acı veren çok çetin deneyler kullanılmış olabilir. Ama hiçbirinde cadı olduğu düşünülen kişilere, diğer cadıların adını vermeleri için işkence yapılmamıştır. Hatta Avrupa’da bile işkence, ancak 1480 tarihinden sonra bu amaçla kullanılmıştır. MS 1000 yılından önce komşu-su tarafından sözde şeytanla görüldüğü için öldürülen hiç kimse yoktur. İnsanlar birbirini sihirbaz ya da cadı olmakla ve kötülük yapmak için kullandıkları doğaüstü güçlere başvurmakla suçlamışlardı. Havada uçabilen ve korkunç hızlarla büyük mesafeler geçen bazı kadınlar hakkında çeşitli şeyler anlatılıyordu. Ama yetkililer sözde cadıları yakalayıncaya kadar bunları kovalamak, bulmak için araştırma yapmak ve suçlarını itiraf ettirmek için işkence yapmak benzeri eylemlerle ilgilenmiyorlardı. Aslında, Katolik kilisesi başlangıçta havada uçan cadı gibi şeylerin varolmadığını ısrarla belirtmiştir. MS 1000 yılında böyle uçuşların gerçekten yapıldığına inanmak yasaklanmıştır; sonraları, 1480 yılındaysa bu uçuşların yapılmadığına inanılması yasaklanmıştır. MS 1000 yılında kilise, cadıların süpürgeye binme eylemlerini şeytanın ürettiği bir simge olarak görüyordu. Beşyüz yıl sonra kilise süpürge sopasına binme olayının yalnızca bir simge olduğunu savunanların, şeytanla birlik olduğunu resmen öne sürdü.Daha önceki görüş, Canon Episcopi denilen bir belgede düzenlenmiştir. Cadı çetelerinin geceleri uçtuklarına inanan Canon, şöyle uyarır:“Aklı imansız olan kişi bu şeylerin ruhta değil, vücutta olup bittiğini sanır. Başka deyişle, şeytan sizi ya da başkalarını geceleri uçtuğunuza inandırır, ama ne siz ne de başkaları gerçekten uçuyor olamazsınız.”“Gerçekten” sözcüğünün ne anlama geldiğinin ve gerçek sözcüğünün daha sonraki tanımlarından farkının kesin ölçüsü şu olmuştur: Sizin ya da düşçü arkadaşlarınızın, başkalarıyla havada uçtuğuna inandığınız bir kişi günah işlemiş olmakla suçlanamaz. Başkalarının orada bulunmuş olmaları yalnızca bir düştür, başkaları sizin düşlerinizde yaptıklarınızdan sorumlu tutulamazlar. Ancak, düş gören burada kötü düşünceler taşıyordur ve bu nedenle cezalandırılmalıdır. Bu ceza şekli sonradan olacağı gibi yakılmak değil, aforoz edilmekti.Devamı için..:http://mevzune.com/ortacagda-cadilar/
Tablet Bilgisayarın Atası Yenikapı'dan Çıktı
Yenikapı’daki Marmaray kazısı sırasında ortaya çıkan eserler, İstanbul’un tarihi mirasını 8 bin 500 yıl öncesine götürdü. İstanbul Üniversitesi (İÜ) tarafından yürütülen projede, replikası yapılarak yüzdürülmesi düşünülen batık gemiden çıkan ahşap defter, günümüzde tablet bilgisayarın atası kabul ediliyor. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğunun hayvan kültürüne ilişkin çok çarpıcı bilgilere ulaşan uzmanlar, at etinden yaban eşeğine kadar pek çok hayvanın etinin tüketildiği bilgisine de kazılar sonrası ulaştı.İ.Ü tarafından yürütülen ve kazılar sonrası ortaya çıkan kalıntılar, Türkiye’deki uzmanlar kadar bütün dünyada ses getirdi. Kalıntıların organik ürünler olarak günümüze ulaşması bilim camiasında büyük yankı uyandırdı.Üniversite tarafından AB fonu desteğiyle hazırlanan proje, Yenikapı 12 isimli batığın yeniden yüzdürülmesini amaçlıyor. Batık, 2015 yılı ortalarında yeniden yüzer hale getirilecek. Replika için hazırlıklar sürerken, bölgedeki kazıları yapan ekipten Doç. Dr. Ufuk Kocabaş kalıntılara ilişkin çarpıcı bilgiler verdi. Bizans’ta Teheodasius Limanı olarak bilinen şimdiki Yenikapı bölgesinde organik ürünlere ulaşıldığını, bunun kara kazılarına oranla nadir karşılaşılan bir durum olduğunu söyledi. Bulunan bir batığın yüzde 60 oranında korunmuş olarak günümüze ulaştığını anlatan Kocabaş, “Bu batık bizim için doktora tezi anlamında incelenen ilk eser oldu. Artık yapının eksik olan bölümlerinin inşası için gereken bilgilere sahip bulunuyoruz. Gemi yaş tespiti ve içinde bulundurduğu anforalar dikkate alındığında rotası olarak Karadeniz bölgesini işaret ediyor. M.S 9. yüzyıla ait olduğu düşünülen geminin Kırım’daki Kersonesos Kentinden ticaret yaptığı ve ürünleri buradan İstanbul’a taşıdığı düşünülüyor. Gemi içinden özel bir bölüm dikkatimizi çekti. Bu bölümden kaptan ya da mürettebata ait olduğu düşünülen çok ilginç eşyalara ulaşıldı.” dedi. TABLET BİLGİSAYARIN ATASI GEMİDEN ÇIKTI Kocabaş, “Ben buna 'Yenikapı’nın mucizesi' diyorum. Batıklardan birinde bizim dipdik dediğimiz, yani not defteri gibi, bugünün belki notebooku gibi bir şey çıktı. Ahşaptan ve defter gibi açılabiliyor. Birkaç sayfası var ve bunlara balmumu sürülerek üzerine notlar almak mümkün. Tablet bilgisayar gibi düşünün. Ayrıca sürgülü olan bölümünü çektiğiniz zaman da küçük ağırlıklar, kuyumcuların hassas terazi olarak kullandığı taşlar var. Küçücük bir terazi var. Yenikapı batıkları her yönüyle bir fenomen. Çıkan 37 batık gemisiyle ve bulunan organik malzemeleriyle. Çünkü organik malzemeleri diğer kazılarda bulmanız pek mümkün olmaz. Bence Yenikapı kazılarının en önemli özelliği organik malzemelerdir.” şeklinde konuştu. Kocabaş, Marmaray Sirkeci İstasyonu kazısı sırasında deniz seviyesinden 28 metre aşağıda bile arkeolojik kalıntılara ulaşıldığını belirterek, “Bu inanılmaz bir şey. Orada bir kaymanın olduğu anlamına geliyor. Rıhtımın normal su seviyesinden biraz da ha altta olduğunu söylediler. İhtimal deprem sonucu denize doğru kayma olduğunu gösteriyor. Yine lastikli araçların geçişi için planlanan güzergahın Bukaleon Sarayı’nın önünden çıkması düşünülüyor. Oradan da önemli eserler çıkabilir.” ifadelerini kullandı. EN BÜYÜK AT KOLEKSİYONU TAMAMLANDI Yenikapı’daki kazılarda hayvan kalıntılarını inceleyen ekibin başında bulunan İ.Ü’den Prof. Dr. Vedat Onar da, Bizans’a ait bugüne kadar ulaşılan en büyük at koleksiyonunun tamamladıklarını belirtti. Bölgenin tüketimi yapılan hayvan kalıtlarının atıl bölgesi olarak kullanıldığını açıklayan Onar, “Atların tüketim amaçlı olarak kesildiğini görüyoruz. Atların kesildiğini ilk kez biz bu kazı çalışmasında gördük. Roma döneminde bu et türü çok tercih edilen bir tür değildi. Ama Bizans'ta bunu gördük. Atların kullanımının çok farklı olduğunu, acıdamak gemi denilen yöntemlerle atların zarar gördüğünü gördük. 10 yaşın üzerinde ata rastlamak zor. Ömürleri kısalıyordu. 57 hayvan türünden kalıntılara ulaşıldı. Yunus ve kaplumbağa avcılığı bile vardı.” dedi. 'SANKİ BİZANS'IN HAYVANAT BAHÇESİNE GİRDİK' Prof. Dr. Onar, hayvan zenginliğinin kendilerini şaşırttığını belirterek, “Sanki Bizans’ın hayvanat bahçesine kazı yapılmış bu sonuçlar elde edilmiş gibi. Lykos Deresi boyunca alüvyonların taşıdığı bulgular da bu alana taşınmış. Sanki Bizans'ın hayvanat bahçesine kazı yapılmış bu sonuçlar elde edilmiş gibi. Tespit edilen ilginç yöntemlerden biri beyin çıkarma olayıydı. Hayvanlardan tek parça halinde beyinleri çıkarılıp tüketiliyordu. Aynı zamanda da ekonomik değeri artıyordu. Beyin tüketiminin olduğunu, sakatat tüketiminin yapıldığını gördük. Atların tüketildiği, yaban eşeklerinin, yunusların, karettaların tüketildiğini görüyoruz.” diye konuştu. Fil, kesilmiş ayı ve hatta son olarak bizon kalıntısına ulaşıldığını anlatan Onar, DNA testi ile bunun kanıtlanması durumunda bulgunun kendileri için önemli olacağının da altını çizdi. Cihan
Reklam
Piramitler Su Yardımı İle İnşa Edilmiş
Bilim insanları, Giza piramitlerinin nasıl inşa edildiğine dair en çok merak edilen sorulardan bir tanesinin cevabını buldu. Araştırmalar, antik Mısırlıların su yardımıyla taş blokları taşıdığını gösterdi. Piramitlerin inşasında kullanılan devasa kayaların, taş ocağından inşaat alanına nasıl taşındığı sonunda anlaşıldı. Araştırmacılar, antik Mısırlıların ağır nesneleri taşımak için kullanılan mekanizmanın önündeki kumları ıslatarak taşımayı kolaylaştırdığını belirtti. Amsterdam Üniversitesi araştırmacıları, çöl kumu üzerinde kurulacak bir kızakta ağır nesneleri çekmek için gerekli olan kuvveti hesapladı. Araştırmada, kızağın önündeki kumun ıslatılmasının, ilkel kızaktaki sürtünmeyi azaltarak taşımayı kolaylaştıracağı anlaşıldı. Physical Review Letters dergisinde yayımlanan araştırma, yüzyıllardır bilim dünyasını meşgul eden en önemli sorulardan birine açıklık getirmiş olabilir. Araştırmacılar, M.Ö 2589 ile 2504 yılları arasında inşa edilen ve dönemin teknolojisiyle ortaya çıkarılması neredeyse imkansız gözüken piramitler hakkında sayısız teori öne sürmüştü. Hollandalı araştırmacılar, savlarını desteklemek için antik Mısır duvar resimlerinden de ipucu çıkartmaya çalıştı. M.Ö 1900 yılına ait, dönemin bölge hükümdarlarından Djehutihotep'e ait mezarda, aranan delile ulaşıldı. Mezardaki duvar resminde, 172 işçi devasa bir heykeli iplerle bir kızak üzerinde çekerken tasvir edilmişti. Tasvirdeki erkeklerden bir tanesi, kızağın önüne su dökerken görülüyordu. Denemeler teoriyi doğruladı Araştırmada yer alan fizik profesörü Daniel Bonn, meslektaşlarıyla minyatür kızaklar inşa ederek, çöl kumu üzerinde antik duvar resimlerindeki yöntemin gerçekliğini sınadı. Kızağın ilerleyeceği kum üzerine su dökülmeden yapılan ilk denemelerde, kayalar ön tarafta birikerek kızağı çekmeyi iyice güçleştirdi. Kuma su döküldüğünde ise zemin sertleşti ve kızak çok daha rahat bir şekilde çekilebildi. Araştırmacılar, su damlalarının kum taneleri arasında köprü görevi görerek birbirlerine yapışmasını sağladığını belirtti. Bu mantık, çocukların kumsalda kuru kum yerine ıslak kumdan daha sert kaleler yapılabilmesini de açıklıyor. Bonn, kızağın dengesinin sağlanması için kullanılacak su miktarının çok önemli olduğuna dikkat çekerek, kumun hacminin yüzde 2-5'i kadar suyun optimum miktar olduğunu belirtti. Araştırmacılar, elde edilen yeni bilgilerin günümüzde de kullanılabileceğini ifade ediyor. Yeni yöntem, asfalt, kömür veya beton gibi tanecikli materyallerin taşınmasında yeni yöntemler sunabilir. aljazeera.com.tr
Mısır'da 50 Mumya Bulundu
Mısır’da daha önceden yağmalanan bir antik mezarda 50 mumya bulunduMısır’da daha önceden yağmalanan bir antik mezarda 50 mumya bulundu. Mısır’da daha önceden yağmalanmış bir yer altı mezarında bulunan ve M.Ö. 1400’lü yıllarda yaşamış aristokratlar olduğu düşünülen 50 mumyanın içinde kraliyet ailesine mensup bir prens ve prenses de yer alıyor.ÇALIŞMALAR TAMAMLANDIKrallar Vadisi’nde bulunan KV 40 bölümündeki ufak bir çöküntünün araştırılması sonucu 3 yıl önce tespit edilen anıt mezardaki arkeolojik çalışmalar kalın kurum tabakası yüzünden güçlükle tamamlanabildi. Rusya'nın Sesi'nin The Daily Mail'den aktardığı haberde, yerin 5 metre altında bulunan ve 4 odadan oluşan mezarın yasadışı define avcıları tarafından 19. yüzyılda yakıldığı, söz konusu kurum tabakasının bu yüzden oluştuğu bildirildi. İlk olarak antik dönemde yağmalanan mezarda bulunan değerli eşyaları çalan hırsızlar, o dönemde mumyalara zarar vermemişti.PRENS DE BULUNDUMezarda çalışmalar yürüten arkeologlar ve Mısır tarihi uzmanları, buradaki vazoların üzerinde bulunan yazıtlardan mumyaların 30’unun kimliğini belirlemeyi başardı. Söz konusu mumyaların içinde IV. Thutmose ve III. Amenhotep’in akrabaları olan ve M.Ö. 14. yüzyılda hüküm sürmüş 18. kraliyet soyundan gelen bir prens ve bir de prenses bulunuyor. Arkeologlar, varlıkları hakkında herhangi bir bilgi olmayan 8 prenses, 4 prens ve birkaç yabancı hizmetçinin de söz konusu mezarda yattıklarını düşünüyor.Birgün
Reklam
Bursa Surları'ndaki Kule Kazısından Bazilika Çıktı
Tarihi M.Ö 2200'e kadar (Bithynia dönemi) uzanan surların Tophane yamaçlarındaki kazıda, yaklaşık bin 600 yıllık erken Roma dönemine ait bazilika ortaya çıkarıldı Tarihi M.Ö 2200'e kadar (Bithynia dönemi) uzanan Bursa Surları'nın Tophane yamaçlarındaki kule kazısı sırasında, yaklaşık bin 600 yıllık erken Roma dönemine ait bazilika ortaya çıktı. Bazilikanın, surlardan sonra Bursa'da izi ortaya çıkmış, görünürdeki en eski yapı olmasının muhtemel olduğu bildirildi. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünde dersler veren ve Bursa surlarının restorasyon projelerini hazırlayan Mimar Dr. İbrahim Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 'Tophane Ön Yamaç Surları Restorasyon Çalışması'nın 'Saltanat Kapısı'nın kuzeyinden başlayarak 'Kaplıca Kapı'ya kadar uzanan kadar yaklaşık bin 200 metrelik bölümü kapsadığını belirtti. Yılmaz, bu kısma ait tüm restorasyon projelerinin Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığını ancak mesafenin uzun olması nedeniyle restorasyon uygulama çalışmalarının iki etaba ayrıldığını kaydederek, birinci etap restorasyon uygulama çalışmasının, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü önünden askeri garnizona kadar olan yaklaşık 500 metrelik mesafeyi içerdiğini, etap kapsamında 'A' ve 'B' olmak üzere iki büyük kule, bu kuleler arasında ise uzun sur beden duvarlarının bulunduğunu anlattı. 'Bursa'da izi ortaya çıkmış görünürdeki en eski yapı' Kulelerin restorasyon çalışması çerçevesinde, öncelikli olarak 'A Kulesi'nin ön ve yan duvarlarının iç kısımlarında güçlendirme amacıyla kazı çalışmaları yapıldığını hatırlatan Yılmaz, şunları kaydetti: 'Yapılan kazı çalışmalarında, kulenin alt kotlarında eski çağlara ait bazı duvar kalıntıları bulunmuştur. Bulunan kalıntıların erken Roma dönemi bazilikasına ait olduğu ve Bursa'nın mimarlık tarihinde yeni ufuklar açacağı düşünülerek kazının daha da genişletilmesi kararı alınmıştır. Bu amaçla kalıntıların üzerinde bulunan tek katlı yapı kamulaştırılarak yıkılmış ve kazıya geniş alanda ve derinlemesine devam edilmiştir. Kazı sonucunda beklendiği gibi doğu-batı ekseni üzerinde uzanan dikdörtgen bir plan şemasına sahip, mermer sütunları ve duvar süslemeleri olan, Hristiyanlığa geçişte ve ilk Roma devrinde kullanıldığı tahmin edilen bir bazilika yapısı ortaya çıkartılmıştır. Mimarlık tarihinde plan biçimini en uzun süre koruyan, Roma çağında ortaya çıkmış, ilk Roma döneminde de kullanılmış, hem mahkeme hem de dini yapı olma özelliği taşıyan bu bazilikanın, surlardan sonra Bursa'da izi ortaya çıkmış görünürdeki en eski yapı olması muhtemeldir.' Yılmaz, Bazilikanın teknik özelliklerine de değinerek, bu bilgileri verdi: 'Bazilikanın doğu kısmında yuvarlak bir apsis (ayin yapılan yer), apsisin önünde de aydınlatma amaçlı mazgal türü bir pencere boşluğu bulunmaktadır. Bursa bazilikasında ortada bir nef, nefin sağ ve sol yanlarında ise pastophorium türü iki adet hücre bulunmaktadır. Bu hücrelerin bir tanesi apsisin kuzey doğusunda, diğeri ise güney doğusunda yer almaktadır. Birinci hücrenin (oda) adı diokonikon, ikinci hücrenin adı ise prothesisdir. Diokonikon hücresi kutsal eşyaların bulunduğu yerdir. Bu hücre, dini eşya ve metinlerin saklandığı, din adamlarının ayin için hazırlık yaptığı odadır. Prothesis hücresi ise hediyelerin saklandığı ve kabul edildiği odadır. Bazilikada apsisin kuzey batısında neften girilen içinde rahip iskeletinin de bulunduğu bir mezar odası vardır.' 'Bursa'nın kültür tarihindeki önemini daha da artıracaktır' Burada halen devam eden kazı çalışmasında bazilikanın 'narteks' denilen giriş kısmı ile 'atrium' olarak adlandırılan avlunun ortaya çıkartılmasına çalışıldığını belirten Yılmaz, 'Özgün ve şu ana kadar bilinmeyen Bursa bazilikasının ortaya çıkması, Bursa'nın kültür tarihindeki önemini daha da artıracağı muhakkaktır. Burada, kazı sonra yapılacak korumaya yönelik restorasyon çalışmaları, turizm açısından da Bursa'ya önemli kazançlar sağlayacaktır' değerlendirmesinde bulundu. Yılmaz, 'B Kulesi' kısmında restorasyon öncesi yapılan temizlik çalışmalarında ise kuleye ait kazamat (yerin altına kazılmış siper) kalıntılarının ortaya çıktığına işaret ederek, 'Kalıntıların incelenmesi sonucu, 'B Kulesi'nin İç Kale'de bulunan Bey Sarayı'nı koruyan ilk kule olduğu anlaşılmıştır. Bu kule, kalıntılarının üzerinde geleneksel malzeme ve yöntemler kullanılarak özgün haliyle tamamlanmış ve eski ihtişamlı haline getirilmiştir. Kule iki katlı olmasına rağmen Tophane Parkı'nın ön görünüşünü etkilememesi amacıyla bir katı yapılmıştır. Diğer katının zemini seyir terası olarak bırakılmıştır' dedi.Milliyet
Reklam
Hitler'in Hizmetçisinden Nazi Lideri Hakkında Bilinmeyenler...
Milyonlarca masum insanın ölümünden sorumlu, tüm dünyada kötülüğün sembolü haline gelmiş ve hakkında tarihçiler tarafından sayısız kitap yazılmış olan Nazi lideri Adolf Hitler’in karakteri ile ilgili detaylar hala gizemini koruyor. Eşi Eva Braun ile özel hayatını Alman toplumundan gizli yaşayan Hitler, 2. Dünya Savaşının sonunda eşi Eva Braun ile intihar ederek hayatına son vermişti. Eve Braun ile Adolf Hitler’in son günleri hakkında pek az bilgi bulunurken, geçtiğimiz günlerde Hitler’in hizmetçilerinden Elisabeth Kalhammer yıllar sonra suskunluğunu bozdu. 81 yaşındaki Elisabeth Kalhammer, Hitler’in son günlerini geçirdiği Bavarya’daki Berghof maliknesinde hizmetçi olarak çalışıyordu. 1943 yılında yayınlanan bir iş ilanına, kimin için çalışacağını bilmeden başvuran Elisabeth Kalhammer, işin Hitler için olduğunu öğrendikten sonra annesinin itirazlarına rağmen işe başladı. Salzburger Nachrichten gazetesine konuşan Kalhammer “Malikaneye geldiğim ilk gün çok gergindim. Düşünmek serbest olsa bile, Hitler’in bulunduğu ortamda konuşmak kesinlikle yasaktı” dedi. O zamanlar henüz 18 yaşından bile küçük olan Kalhammer’ın Hitler’le konuşması yasaktı ancak Nazi liderinin davranışlarını izleyebiliyordu. Kalhammer, Hitlerin sağlık problemleri nedeni ile çok sıkı bir diyeti olduğunu buna rağmen şekerli yiyeceklere karşı koyamadığını anlattı. Kalhammer’ın görevlerinden biri hergün Hitler için özel bir pasta hazırlamaktı. Hitler uyuduktan sonra hazırlanan pasta, evde herkes yatarken Hitler’in gizlice kalkıp yemesi için bir kenarda bırakılıyordu. Elma, fındık fıstık, ve kuru üzümden yapılan bu pastanın adı ise “Führer Pastası” idi. Kalhammer’in anlattıklarına göre Hitler’in ayrıca çikolatalı bisküvi ve tatlı çöreklere de zaafı vardı. Çay saatinde Nymphenburg porseleni fincan seti ile çay içerdi. Bir gün bu özel porselen setten bir fincanı kıran Kalhammer, tatilinden bir kaç gün kesilerek cezalandırılmıştı. Hitler’in hizmetçisi Kalhammer’ın anlatıklarına göre, Nazi lideri bir sinema tutkunuydu ve evinde özel bir sinema gösterim salonu vardı. Kendisi bu salonda sinema filmeri izlerken, çalışanların sadece Nazi propaganda filmleri izlemesine izin veriliyordu. Hitler geç saatlere kadar uyumaz ve öğlen 14:00 sularında yataktan kalkardı. Eva Braun’un ise çalışanlarla ilişkileri çok iyiydi. Bir moda tutkunu olan Eva Braun, Kalhammer’ın anlattığına göre her daim çok ‘elegan’ kıyafetler giyerdi. Kalhammer, Eva Braun’u ”Eva bizim arakdaşımızdı. Bize çok iyi davranırdı. Evli olmasa bile, evin hanımı gibi hareket ederdi. Noel zamanı bir gün bana bir top yün getirdi ve cephedeki askerlere çorap örmemi istedi” şeklinde anlatıyor. Hitler’in son günlerine kadar Eva Braun ile birlikte yaşadığı, ve Elisabeth Kalhammer’in de hizmetçi olarak çalıştığı Bergof malikanesi Nisan 1945 yılında müttefikler tarafından bombalanıp, ardından tamamen istimlak edildi. Dipnot Tv
5 Dakikada Türkiye Tarihi
1000 yıllık Türk tarihini 5 dakikalık güzel bir animasyonla anlatmış.  Güzel ve etkileyici!
Reklam