Türkiye’nin İçine Çekildiği Ürkütücü Dehliz: 'Vasatlık'
Hayır, bu yazıda size “orta gelir tuzağı” gibi ekonomik terimlerle dolu bir yazı yazmayacağım. Bu yazı, Türkiye’nin, Türk insanının bile isteye içine çekildiği “vasatlık” çukuru ile ilgili. Eğitimde, bilimde, sanatta, teknolojide, siyasette, vs. uzunca bir süredir hakim olan vasatlık, yavaş yavaş ülkenin gerçeği olmaya başlıyor.
Mesela İnönü Üniversiteli gençler çıkıp, 'ODTÜ kapatılsın, yerine üniversite kurulsun' diyebiliyor. Neden? Çünkü İnönü Üniversitesi bu ülkenin yeni gerçeği, vasatlık temsilcisi onlar. Seviyeyi herhangi bir şekilde yükselteni aralarında istemiyorlar. İstiyorlar ki vasatlık bu ülkenin normali olsun, kimse daha iyisinin olabileceğini bilmesin.
Bu durum, yıllardır bilinçli bir şekilde yürütülen politikaların ürünü. E “Bizden mucit çıkmaz, Türkiye bir ara eleman ülkesidir” diyen bakanın sizi götüreceği yer vasatlıktan başka neresi olabilir ki? Vasatın en sevdiği alandır eğitim, eğitimde bilimselliğe karşı çıkar, ister ki herkes din öğrensin, pozitif bilimlerden uzak dursun, evrim deyince herkes kaçışsın. Mesela zorunlu din dersine karşı çıkıyorsanız, zorunlu kimya dersine de karşı çıkın der vasat, sonra kimya dalında Nobel ödülü alan bilim adamını yere göğe sığdıramaz, çünkü vasat “istifade etmeyi” sever. Eğitimsiz kitleleri etkileyecek her şeyin yanında durur. “Eğitim düzeyi arttıkça aldığı oy düşen” bir topluluğun, vasatlıktan başka çıkar yolu yoktur. Onun için eğitim sistemiyle oynamak, kendine oy verebilecek, kendine inanabilecek vasatlıkta insanlar yetiştirmenin bir yoludur. Bu seviyeyi tutturana kadar deneme yanılma yoluyla ilerler vasat.
Mesela vasat; binayla, köprüyle, yolla övünmeyi çok sever. Parasını verip, Japona, Fransız’a, Amerikan’a yaptırdığı şeyleri başarı gibi sunmaya bayılır. Mesela asgari ücretle kıt kanaat geçinen birini duble yollara sevinecek noktaya getirmesini iyi bilir vasat. Gözünün açılmasını istemez, yola, köprüye, tünele, vs. sevinsin, idare etsin ister. Bu yüzden eğitim seviyesi arttıkça oy oranı düşer vasatın, çünkü vasat olmayanın, vasata kendini yakın hissetmesi mümkün değildir. Onun içindir ki uzun zamandır Türkiye’de vasatların çoğunluk olması için çaba gösteriliyor. Vasatların en çok sevdiği şey olan din konusu üzerinden yaratılan düşmanlarla vasatlar bir araya getiriliyor, saflar sıkılaştırılıyor. Ülkede ne Türk-Kürt, ne sağ-sol, ne sünni-alevi, vs. çatışması var, Türkiye vasat ile vasat olmayan arasındaki savaşa sahne oluyor. Vasatların sayısı her gün arttığı içindir ki, vasat olmayanlar, düşünenler, boş hayaller peşinde sürüklenmeyenler, Osmanlı geliyor gibi acayip takıntıları olmayanlar uzun zamandır kaybediyor. Çünkü vasat kazandığını düşündükçe vasatlığına aşık oluyor, vasatları gördükçe seviniyor.
Vasat, normal insan gördü mü onu elit, seçkinci, kaymak tabaka olarak görüyor. ODTÜ’ye saldırmaları, sinemaya, tiyatroya, baleye, operaya gidenlere bu gözle bakmaları hep bundan. Tiyatroların başına güreş hakemi, Tübitak gibi bir bilim kuruluna hayvanat bahçesi müdürü atamaları hep bu yüzden. Elitlerden intikam aldığını, yıllardır onları ezen elitlerin hak ettiğini bulduğunu düşünüyor vasat. Kendi kısır döngüsü içinde yer almayan kimseyi sevmiyor. Bu yüzdendir ki hiçbir vasata laf anlatamazsınız, bir vasat kendinden olmayanı dinlemez, her söylediğini kendi kötülüğü için söylediğini düşünür. Bir vasat, ancak ve ancak başka bir vasattan etkilenir ki o vasatlar yıllardır ülkenin başında duruyorlar. Boş hayaller, gerçekleşmesi imkansız fikirler, bor ve toryum madenleri, uydurma feyizli hikayeler ile vasatları etkilemesini biliyorlar. Vasatı, olmayacak şeylere inandırmak kolaydır, çünkü başka bir vasatın dünya lideri olduğuna inanmak işine gelir, tüm dünyanın Türkiye’den, yani vasatlardan ürktüğüne inanmak hoşlarına gider, bu hayalin, bu saçmalığın peşinden sürüklenmeye gönüllüdürler.
Vasatlar, ülkenin her kurumunda, her organında var olmayı isterler. Yeni söylemler geliştirerek vasatlıklarını başka bir düzleme oturtmak isterler. Mesela “Yeni Türkiye” söylemi, vasat diyemeyenlerin, vasatlığı süsleme çabasından başka bir şey değildir. Daha geçen 3 aylık bir bebek, daha dün 5 yalında bir çocuk, daha yakında bir kız evinde öldürülmüşken vasat; “Ülkede kaos varmış gibi göstermek istiyorlar” diyebilir ve diğer vasatlar da buna biat eder. Çünkü vasatların kurtuluşu buradadır. Vasat olmayan birinin iş başında olması onların vasatlığına bir ayna olacağı için bunu görmek istemezler. YÖK, yani yüksek öğrenim kurulu, üniversitelerde yapılacak olan mescitler için komisyon kurar. Vasatların yüksek öğrenimidir din çünkü. Dedik ya, vasat bilimi sevmez, vasat gerçeğin peşinde olmaz, vasatın tek isteği kendi iktidarını sürdürebilmektir.
Bunu yapabilmek için vasatın elinde tuttuğu algı organları her gün yalanlar sıralamaktan çekinmez. Bu vasat organlara göre Türkiye’den herkes çekiniyordur, Putin gizlice arayıp özür dilemiştir, daha dün düşman olan, ağız dolusu küfürler edilen İsrail aslında o kadar da kötü değildir, hatta Rus uçağını düşürenler “paralellerdir”… Hazır paralel demişken burada bir parantez açalım, vasatlar hayali düşmanlara, onunla savaşmalara bayılır. Bu düşmanların temel özelliği “din düşmanı” olmalarıdır. Hepsi dine düşmandır ve halkı dinden etmek istemektedir. Bunu duyan vasat, “bilmiyorum ama bence kesin paralel yapmıştır” demekten kendini alamaz. Çünkü ona öğretilen, ona dayatılan, ona aşılanan budur. Şimdi aynı propaganda ODTÜ için sahnededir, ülkenin en prestijli üniversitesi, kaymak tabaka çocuklarının gittiği, ibadet edenlere saldıran bir kurum olarak lanse edilmektedir. Vasatların en nefret ettiği iki şey, “kaymak tabaka” ve “din düşmanı” argümanlarıyla vasatlar konsolide edilmektedir. Artık ODTÜ’nün söyleyeceği her şeye kulaklar tıkanabilir, çünkü onlar zengin ve din düşmanı, vasat onları neden dinlesin ki?
Bin tane şey yazabilirim ülkenin içinde debelendiği “vasatlık” bataklığı ile ilgili, ama fark ettiyseniz olay genişledikçe söyleyeceklerimiz azalmak zorunda kalıyor. Çünkü vasat kendinden olmayana, kendini sevmeyene tahammül edemez. Bir yolunu bulup ondan kurtulur, sonra bunun demokrasinin zaferi olarak sunabilir. Yani yarın bir gün beni dövüp öldürseler, arkamdan “ama bak o da ne yazmış” diyebilir vasat, 3 aylık çocuğun öldürülmesine “…ama hendek” diyenler bu vasatlardır, Hrant Dink cinayetinin perde arkasında bu vasatlar vardır… Ülke tamamen bir vasatlık hezeyanı içerisinde kıvranıyor ve maalesef vasatlar bu kadar hızla büyümeye devam ettikçe bu bataklıktan çıkış yok. Ya vasat olup unutacaksın, ya reddedip kıvranacaksın.
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!