Arada kariyer planlamaları, flört durumları, yapılacak seyahatler falan olmaz mı? Olur elbet! İşte bu da “kopyala yapıştır”ın kendini pazarlama tekniğidir. Tuzağa düşürür insanı.
“Hiçbir şey yaşayamadım.” der insan zaman tükenmeye başlarken. Gözlerinde hüzün, geç kalmışlığın çaresizliği ile bir arada “Oysa… Söylenecek bir şarkım vardı. Yaşanacak yıllarım vardı. Zaman beni benden çaldı..” diye mırıldanır Sertab Erener şarkısını.
A Şahsı : Peki ne zaman hissederiz daha çok yaşadığımızı?
B Şahsı: Daha çok yaşadığımızda! Hayatı farklılaştırarak bereketlendirdiğimizde…
Tek bir hobi yerine, farklı zamanlarda farklı hobiler deneyimlemeniz, bu hobiler arasında yeni bağlantı yolları kurarak özgün eserler üretmeniz…Necip Mahfuz okuduğunuzda Mısır’daki Midak Sokağı’nı görmek için bilet almanız, Poldark seyrettiğinizde Cornwall Turları’na katılmanız…
İşinizi yaparken “Bu işi benden sonra gelen daha iyi yaparsa kendime kızarım. Peki ben bunu daha iyi nasıl yapabilirim?” diye sorgulamanız…Ve başka akışlara kapılmanız…
İşyerine farklı yollardan gitmeniz, geçtiğiniz sokakların isimlerini araştırmanız, yoldaki ağaçların yapraklarını gözlemlemeniz, “hangi ağacın yaprakları sonbaharda kırmızı olur” bilmeniz…
Yeteneğin her şey olmadığını, çalışarak da kazanılan ustalıklar olduğuna inanmanız; bir şövale, birkaç fırça ile hayatın hiç görmediğiniz renklerini yaratmanız ya da x’li,y’li denklemlere meydan okumanız ve aslında korkutucu olmaktan ziyade eğlenceli olduklarını keşfetmeniz…
“Atatürk’ün izinden gitmeye farklı bir bakış açısı ile bakarak; Selanik, Makedonya, Libya, Suriye, Çanakkale, Samsun güzergahı yapmanız… Hayata farklı açılardan bakmayı, kimsenin görmediğini görmeyi denemeniz…
Oysa… Sonra geçmişe bakarak, “Ah ne günlerdi…” diyerek anıların içinden anı, deneyimlerin içinden deneyim seçmekte zorlanmalarınız da vardı. Biriktirdiğiniz onca bilgi ve beceriyle geçmiş günleri yad etmek yerine; yarım kalan planlar, hayaller ve idealler uğruna umutla, inançla geleceğe bakmak da vardı… Oysa hayatı dolu dolu yaşamanın zirvesine çıkmak, yelkovan ve akrebi peşinden sürüklemek vardı.
Oysa hepimizin farklı melodilerle, farklı kelimelerle oluşturulacak yepyeni şarkıları, yaşanacak anları vardı…
Bırakalım bu olumsuz oysa’yı!
Oysa, hayat sen onu anlamlandırdığında güzel. Kahve fincanı içindeki çizgilerin anlamını, kahveden önce niçin su içmek gerektiğini ve niçin 40 yıl hatırı olduğunu bildiğinde… Sade kahvenin pek bir sade geldiğinde… O bildiklerinle, bak o zaman lokum gibi olur hayat. Ve sen acı kahve ile güllü lokumun ne kadar yakıştığını anlarsın. Acı kahvenin yanına renkler koyarsın, aromalar, kokular… Ve bilirsin iyi lokumun dişe yapışmadığını. Bir gastroentolog bilinciyle yaşarsın hayatı. Seçeneklerin çoğalır. “Yok!” dersin. “Ben güllü sevmem, ayvalı alayım.”, “Ben lokum sevmem, çikolata alayım.” Hatta ben kahve sevmem, çay alayım.” dersin.
Hayatını renklendirdikçe, seçeneklerinin çoğaldığını görürsün.
“Kopyala yapıştır”ın pratikliğini ve konforunu bilirsin ama demini almamış bir çay, telvesi olmayan bir kahve olduğunu da bilirsin.
Ve açarsın yeni bir Word… Salına salına keyifle yazmaya başlarsın.
Saliha Güner BAYRAKDAR
Yorum Yazın