Her şey doğa yasaları dahilindeki gelişimlerdir. Zaten bir amaç olması demek, doğa yasalarının bu amaca yönelik önceden yazılmış bir senaryoyu takip etmesi demektir. Ki, bilim haklı olarak bir amacı kabul etmez ve de etmiyor.
Ancak gelin görün ki aynı bilim, insanın içinde yaşadığı dünya gezegeninin kendisi ve canlılığın gelişimindeki imkânsız rastlantıları da matematiksel olarak verir. Çok uzak olasılıktaki sayısız tesadüfleri de bildirir. Şimdi size bu konuyu çok anlaşılır bir örnekle tanımlayan National Georafic yapımı Dünyamız ve canlılığın hikâyesini anlatan bir belgeselden aktarma yapayım:
“Uzayda başka bir gezegenin, Dünya’da olduğu gibi evrilmesi için zar atıp, art arda bir milyar kere aynı zarın gelmesi lazım.” (National Geografic. “Sıra Dışı Kaya” bölüm 8 Uzaylı Dk. 44)
Kısaca bilim insanları, canlıların yuvası dünyamızın çok ama çok nadir bir gezegen olduğunu belirtiyor. Ne kadar nadir olduğunu belirtmek için de, benzer bir gezegenin var olma olasılığı, arka arkaya bir milyar kere aynı zarın gelme olasılığıyla eşittir, diyorlar. Daha anlaşılır şekilde söylersek; inanması zor, pek mümkün görülmeyen milyarlarca doğru şartlar, mucizevi doğru tesadüfler bir araya gelerek dünyamızı ve canlılık sistemi oluşmuştur. Hele bir de evrenin en karmaşık yapısı olarak bilinen insanın beynini ve evrimini ele alırsak ister Tanrı’ya, ister doğaya inanın sanki insanı oluşturmak için müthiş ısrar etmiş gibi izlenim oluşuyor. Bu gerçeklerden yola çıkılınca, insanın kendi yaratılışında bir amaç olduğunu düşünmesi ve sorgulaması çok doğaldır. Zaten insan türü öz farkındalığı geliştikten itibaren bu amacı ve kendisine ne olacağını hep sormuştur. Bu sorulara felsefede doğal olarak, “olsa olsa…” şeklinde mantık yürüterek verilmiş cevaplar vardır. Ancak ölüm ve sonrası için tatmin olacağı cevapları yalnızca dinler, inanç şekilleri vermiştir.
Yukarıda, “Bilim, insanın var edilişinde bir amaç olduğu ve ölüm sonrası ne olacağıyla ilgilenmez.” dedim. Ne var ki, aynı bilim literatüründe enteresan bir şekilde “Antropik ilke” (İnsancıl ilke) adında teori vardır. Bu teoriye göre Evrenin insan yaşamı için özel bir dizayna ve 'ince bir ayara' sahip olduğunu iddia eden bilim insanları var. Şimdi merhum fizik profesörü Stephen Hawking’in bu konuyu değerlendirdiği kitabından özet aktarayım:
“Zayıf insancı ilkenin kullanımına ilişkin bir örnek, büyük patlamanın neden 10 milyar yıl önce gerçekleştiğini açıklıyor olmasıdır. Zira akıllı varlıkların evrilmesi de bir o kadar zaman almıştır. Bunun için ilkin yıldızların ilk neslinin oluşması gerekir. Bu yıldızlar, temel hidrojen ve helyum gibi elementlerin bir kısmını kendisinde meydana geldiğimiz karbon ve oksijen gibi elementlere dönüştürür. Ardından söz konusu yıldızlar süpernova patlamaları yaşar ve enkazları arasında yaklaşık 5 milyar yaşında olan güneş sistemimizin de bulunduğu başka yıldızları ve gezegenleri oluşturmak üzere etrafa saçılır.
Bilimin yasaları hâlihazırda kendilerini bildiğimiz şekliyle elektronun elektrik yükünün büyüklüğü ve proton ile elektronun kütlelerinin oranı gibi çok sayıda temel nicelik içerir.
Burada kayda değer olan gerçek, bu niceliklerin değerlerinin yaşamın gelişmesini olanaklı kılacak şekilde oldukça iyi bir biçimde ayarlanmış olmasıdır. Nitekim sözgelimi elektronun elektrik yükü yalnızca küçük bir oranda bile farklı olsaydı yıldızlar ya hidrojen ve helyumu yakmayı başaramazdı ya da hiçbir şekilde patlamazlardı.” Stephen Hawking Zamanın Kısa Tarihi S 164-165