Çiğdem Taşkent Yazio: Merhumu Nasıl Bilirdiniz?
Hiç günlük tuttunuz mu? Hayatınızın herhangi bir döneminde içinizi döktüğünüz, kimseye anlatmadıklarınızı yazdığınız, “Benle mezara kadar” diye düşünüp kimseye söyleyemeyip ama yazarak en azından sisteminizden atmaya çalıştığınız günlük ve ya türevi bir şeyler karaladınız mı?
Heh işte ne oluyorsa o mezara girdikten sonra oluyor işte!
Bir örnek üzerinden gidelim; Kafka…
Ölümünden sonra dostu(!) Max Brod, Kafka’nın günlüklerini kitaplaştırmış. Bildiğimiz kadarıyla yayınlanma amacıyla yazmadığı günlüklerde hayatının belki de o dönem olan en mahrem düşüncelerini yazmış. Ve yine belki de sadece kağıda döküp deşarj olma ihtiyacını gideren Kafka, tüm bu yazdıklarının okuyucuya servis edildiğini bilse ne hissederdi? Burada Max’a şu soruyu yöneltiyorum; “Ey Max, dostun ölünce okuduğun günlükleri sağken de okur muydun?”
Jung’a Freud’un ölümünden sonra kendisi ile paylaştığı bir özeli sorulur ve Jung şöyle der; “Bundan bahsetmek istemiyorum, saygı yaşamdan daha uzun sürer”.
Max, utan utan!
Bu edebi örneklerden geliyorum bu günlüklerin okunmasına neden olan şeye; Merak. Öyle bir merak ki, milletin özeli falan dinlemeden günlüğünü okumamıza neden oluyor. Şimdi düşününce, Bülent Ersoy gibi hayatında çok radikal karar almış, ve bu kararı alış süreci ve yaşadığı zorlukları hiç bir yerde anlatmamış bir insanın günlüğü olduğu ortaya çıksa? Sedat Peker’in her Pazar aslında filtreleyip anlattığı şeyleri çatır çatır ayan beyan yazdığı bir günlüğü olduğunu bilsek? Şeyma Subaşı’nın “Çatlayın patlayın; ben harika bir insan olduğum için bunlar başıma geliyor” diye betimlediği kutu yarışmasından Ibiza Miami’ye uzanan sürecini ASLINDA nasıl elde ettiğini anlattığı bir günlük? Bizi çok ta haklı çıkaracağından emin olacağımız şeyler… Bu insanlar Hakk’ın rahmetine kavuştuğunda bu günlükler servis edilse okumayacak mıyız? (Şeyma bu dopingli hayatında hepimizi gömeceği için onunkini okuyamayabiliriz).
Bu örnekler üzerinden kendime dönüyorum. Ortaokuldan üniversite ortalarına kadar yazdığım “iç dökme” defterlerimi birisinin okuduğunu düşünmek istemiyorum. Kaldı ki yazdıklarım kıtipiyoz “şuna çok kızdım, onu çok seviyorum keşke o da beni sevse, çok kilo aldım nolcak bu halim, bıktım bu hayattan” gibi ergen edebiyatından öte olmamasına rağmen öldüğümde dahi okunması fikri acayip canımı sıkıyor.
İçinde yazan şeylerin yüzde Doksan dokuzunu bilen dostuma bile, ondan önce ölürsem günlüklerimi alıp, kapağını bile açmadan imha etsin diye tembih ettim. Çünkü göçüp gittiğimde de o kalan yüzde Bir yine bende kalsın isterim… Bırakın bazı şeyler gidenle gitsin…
Merhumu iyi bilin…
Çiğdem Taşkent
Yorum Yazın
20li yaşların başına kadar günlük tutardım ben, severdim. Yazmayı oldum olası sevdim. Hatta ortaokul çağında, yazdıklarımı kimse okuyamasın diye (sanki devle... Devamını Gör