Görüş Bildir
Haberler
Türk Edebiyatının "Mavi Gözlü Devi" Nâzım Hikmet'in Mutlaka Okumanız Gereken 17 Şiiri

Türk Edebiyatının "Mavi Gözlü Devi" Nâzım Hikmet'in Mutlaka Okumanız Gereken 17 Şiiri

Taner Bayram
03.06.2016 - 16:39 Son Güncelleme: 16.01.2021 - 14:05

Türk şiirinin kilometre taşlarından 'Mavi Gözlü Dev' Nâzım Hikmet, bugün 119 yaşında. Hâlâ delikanlı ve hâlâ rüzgâra karşı yürüyor... Sizler için 17 şiirini bir araya getirdik. Her durumda eksik kalacak bir liste bu. Dolayısıyla Lütfen siz de kendi Nâzım Hikmet şiirinizi yorumlarda paylaşın!

İçeriğin Devamı Aşağıda

1. Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

1. Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor 

Onlardan kalbime sevda geçmiyor 

Ben yordum ruhumu biraz da sen yor 

Çünkü bence şimdi herkes gibisin 

Yolunu beklerken daha dün gece 

Kaçıyorum bugün senden gizlice 

Kalbime baktım da işte iyice 

Anladım ki sen de herkes gibisin 

Büsbütün unuttum seni eminim 

Maziye karıştı şimdi yeminim 

Kalbimde senin için yok bile kinim 

Bence sen de şimdi herkes gibisin

2. Salkımsöğüt

2. Salkımsöğüt

Akıyordu su 

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. 

Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! 

Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere 

koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! 

Birden 

bire kuş gibi 

vurulmuş gibi 

kanadından 

yaralı bir atlı yuvarlandı atından! 

Bağırmadı, 

gidenleri geri çağırmadı, 

baktı yalnız dolu gözlerle 

uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! 

Ah ne yazık! 

Ne yazık ki ona 

dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! 

Nal sesleri sönüyor perde perde, 

atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! 

Atlılar atlılar kızıl atlılar, 

atları rüzgâr kanatlılar! 

Atları rüzgâr kanat... 

Atları rüzgâr... 

Atları... 

At... 

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! 

Akar suyun sesi dindi. 

Gölgeler gölgelendi 

renkler silindi. 

Siyah örtüler indi 

mavi gözlerine, 

sarktı salkımsöğütler 

sarı saçlarının 

üzerine! 

Ağlama salkımsöğüt, 

ağlama, 

Kara suyun aynasında el bağlama! 

el bağlama! 

ağlama!

3. Ben Senden Önce Ölmek İsterim

3. Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben 

senden önce ölmek isterim. 

Gidenin arkasından gelen 

gideni bulacak mı zannediyorsun? 

Ben zannetmiyorum bunu. 

Iyisi mi,beni yaktırırsın, 

odanda ocağın üstüne korsun 

içinde bir kavanozun. 

Kavanoz camdan olsun, 

şeffaf, beyaz camdan olsun 

ki içinde beni gorebilesin 

Fedakarliğimi anlıyorsun 

vazgeçtim toprak olmaktan, 

vazgeçtim çiçek olmaktan 

senin yanında kalabilmek için. 

Ve toz oluyorum 

yaşiyorum yanında senin. 

Sonra, sen de ölünce 

kavanozuma gelirsin. 

Ve orada beraber yaşarız 

külümün içinde külün 

ta ki bir savruk gelin 

yahut vefasız bir torun 

bizi ordan atana kadar... 

Ama biz 

o zamana kadar 

o kadar 

karışacağız 

ki birbirimize, 

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz 

yan yana düşecek. 

Toprağa beraber dalacagız. 

Ve bir gün yabani bir çiçek 

bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse 

sapında muhakkak 

iki çiçek açacak : 

biri sen 

biri de ben. 

Ben 

daha ölümü düşünmüyorum. 

Ben daha bir çocuk doğuracağım 

Hayat taşıyor içimden. 

Kaynıyor kanım. 

Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, 

ama sen de beraber. 

Ama ölüm de korkutmuyor beni. 

Yalnız pek sevimsiz buluyorum 

bizim cenaze şeklini. 

Ben ölünceye kadar da 

Bu düzelir herhalde. 

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? 

Içimden bir şey : 

belki diyor.

4. Hasret

4. Hasret

Denize dönmek istiyorum! 

Mavi aynasında suların: 

boy verip görünmek istiyorum! 

Denize dönmek istiyorum! 

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! 

Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. 

Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. 

Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; 

Ben sularda batan bir ışık gibi 

sularda sönmek istiyorum! 

Denize dönmek istiyorum! 

Denize dönmek istiyorum!

5. Sevgilim

5. Sevgilim

Sevgilim, 

başlar önde, gözler alabildiğine açık, 

yanan şehirlerin kızıltısı, 

çiğnenen ekinler 

ve bitmez tükenmez ayak sesleri : 

gidiliyor. 

Ve insanlar katlediliyor : 

ağaçlardan ve danalardan 

daha rahat 

daha kolay 

daha çok. 

Sevgilim, 

bu ayak sesleri, bu katliâmda 

hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu, 

fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden 

güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan 

gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

İçeriğin Devamı Aşağıda

6. Açlık Ordusu Yürüyor

6. Açlık Ordusu Yürüyor

Açlık ordusu yürüyor 

yürüyor ekmeğe doymak için 

ete doymak için 

kitaba doymak için 

hürriyete doymak için. 

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin 

yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak 

yürüyor ayakları kan içinde. 

Açlık ordusu yürüyor 

adımları gök gürültüsü 

türküleri ateşten 

bayrağında umut 

umutların umudu bayrağında. 

Açlık ordusu yürüyor 

şehirleri omuzlarında taşıyıp 

daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri 

fabrika bacalarını 

paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak. 

Açlık ordusu yürüyor 

ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp 

ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta. 

Açlık ordusu yürüyor 

yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için 

hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor 

yürüyor ayakları kan içinde.

7. Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri

7. Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri

O mavi gözlü bir devdi. 

Minnacık bir kadın sevdi. 

Kadının hayali minnacık bir evdi, 

bahçesinde ebruli 

hanımeli 

açan bir ev. 

Bir dev gibi seviyordu dev. 

Ve elleri öyle büyük işler için 

hazırlanmıştı ki devin, 

yapamazdı yapısını, 

çalamazdı kapısını 

bahçesinde ebruli 

hanımeli 

açan evin. 

O mavi gözlü bir devdi. 

Minnacık bir kadın sevdi. 

Mini minnacıktı kadın. 

Rahata acıktı kadın 

yoruldu devin büyük yolunda. 

Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, 

girdi zengin bir cücenin kolunda 

bahçesinde ebruli 

hanımeli 

açan eve. 

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, 

dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: 

bahçesinde ebruli 

hanımeli 

açan ev..

8. Tahirle Zühre Meselesi

8. Tahirle Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, 

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte 

yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek 

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken 

meselâ denerken damarlarında bir serumu 

                                          ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin 

ama o bunun farkında değildir 

ayrılmak istemezsin dünyadan 

ama o senden ayrılacak 

yani sen elmayı seviyorsun diye 

elmanın da seni sevmesi şart mı? 

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık 

yahut hiç sevmeseydi 

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

9. Gözlerin

9. Gözlerin

Gözlerin gözlerin gözlerin, 

ister hapisaneme, ister hastaneme gel, 

gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, 

şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte 

Antalya tarafında ekinler seher vakti. 

Gözlerin gözlerin gözlerin, 

kaç defa karşımda ağladılar 

çırılçıplak kaldı gözlerin 

altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, 

fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. 

Gözlerin gözlerin gözlerin, 

gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün 

sevinçli bahtiyar 

alabildiğine akıllı ve mükemmel 

dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. 

Gözlerin gözlerin gözlerin, 

sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın 

ve yaz yağmurundan sonra yapraklar 

ve her mevsim ve her saat İstanbul

Gözlerin gözlerin gözlerin, 

gün gelecek gülüm, gün gelecek, 

kardeş insanlar birbirine 

senin gözlerinle bakacaklar gülüm, 

senin gözlerinle bakacaklar.

10. Severmişim Meğer

10. Severmişim Meğer

Severmişim Meğer

Yıl 62 mart 28

Pırağ-Berlin tireninde pencerenin yanındayım

Akşam oluyor

Dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini

severmişim meğer

Akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim

Toprağı severmişim meğer

Toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen

Ben sürmedim

Pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer

Meğer ırmağı severmişim

İster böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin

eteğinde

Doruklarına şatolar kondurulmuş avrupa tepelerinin

İster uzasın göz alabildiğine dümdüz

Bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin

Bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden

alabildiğine kısa

Bilirim benden önce duyulmuş bu keder

Benden sonra da duyulacak

Benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere

Benden sonra da söylenecek

Gökyüzünü severmişim meğer

Kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği

gökkubbe

Hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın

Kulağıma sesler geliyor

Gökkubbeden değil meydan yerinden

Gardiyanlar birini dövüyor yine

Ağaçları severmişim meğer

Çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Predelkino’da

kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

Kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi

İzmir’in kavakları

Dökülür yaprakları

Bize de çakıcı derler

Yar fidan boylum

Yakarız konakları

Ilgaz Ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam

dalına

Ucu işlemeli

Yolları severmişim meğer

Asfaltını da

Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e

Asıl adı Göktepe ili

Bir kapalı kutuda ikimiz

Dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak

Hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım

Eşkıyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken gerede’ye kırmızı

yolda ve yaşım on sekiz

Yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok

Ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır

Bunu bir kere daha yazdımdı

Çamurlu karanlık sokakta bata çıka karagöze gidiyorum

ramazan gecesi

Önde körüklü kaat fener

Belki böyle bir şey olmadı

Belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın karagöze

gidişini ramazan gecesi istanbul’da dedesinin elinden tutup

Dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünü

giymiş

Ve harem ağasının elinde fener

Ve benim içim içime sığmıyor sevinçten

Çiçekler geldi aklıma her nedense

Gelincikler kaktüsler fulyalar

İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı

Ağzı acıbadem kokuyor

Yaşım on yedi

Kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı

Çiçekleri severmişim meğer

Üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948

Yıldızları hatırladım

Severmişim meğer

İster aşağıdan yukarıya seyredip onları şaşıp kalayım

İster uçayım yanıbaşlarında

Kosmos adamlarına sorularım var

Çok daha iri iri mi gördüler yıldızları

Kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler

Turuncuda kayısılar mı

Kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca

Renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun ogonyok dergisinde

Kızmayın ama dostlar non figüratif mi desek soyut mu desek

işte o soydan yağlı boyalara benziyordu kimisi yani dehşetli figüratif ve somut

İnsanın yüreği ağzına geliyor karşılarında

Sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin

Onlara bakıp düşünebildim ölümü bile şu kadarcık keder

duymadan

Kosmosu severmişim meğer

Gözümün önüne kar yağışı geliyor

Ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de

Meğer kar yağışını severmişim

Güneşi severmişim meğer

Şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile

Güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi

batar

Ama onun resmini sen öyle yapmıyacaksın

Meğer denizi severmişim

Hem de nasıl

Ama Ayvazofski’nin denizleri bir yana

Bulutları severmişim meğer

İster altlarında olayım ister üstlerinde

İster devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

Ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı en

küçük burjuvası

Severmişim

Yağmuru severmişim meğer

Ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda

yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve

Çıkar yolculuğa haritada çizilmemiş bir memlekete gider

Yağmuru severmişim meğer

Ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Pırağ-Berlin

tireninde yanında pencerenin

altıncı cıgaramı yaktığımdan mı

Bir teki ölümdür benim için

Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye

Saçları saman sarısı kirpikleri mavi

Zifiri karanlıkta gidiyor tiren

Zifiri karanlığı severmişim meğer

Kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften

Kıvılcımları severmişim meğer

Meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardım

bunun

Pırağ-Berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez

bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

İçeriğin Devamı Aşağıda

11. Bir Acayip Duygu

11. Bir Acayip Duygu

«Mürdüm eriği 

çiçek açmıştır. 

-- ilkönce zerdali çiçek açar 

mürdüm en sonra -- 

Sevgilim, 

çimenin üzerine 

diz üstü oturalım 

karşı-be-karşı. 

Hava lezzetli ve aydınlık 

' fakat iyice ısınmadı daha ' 

çağlanın kabuğu 

yemyeşil tüylüdür 

henüz yumuşacık... 

Bahtiyarız 

yaşayabildiğimiz için. 

Herhalde çoktan öldürülmüştük 

sen Londra'da olsaydın 

ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut... 

Sevgilim, 

ellerini koy dizlerine 

' bileklerin kalın ve beyaz ' 

sol avucunu çevir : 

gün ışığı avucunun içindedir 

kayısı gibi... 

Dünkü hava akınında ölenlerin 

yüz kadarı beş yaşından aşağı, 

yirmi dördü emzikte... 

Sevgilim, 

nar tanesinin rengine bayılırım 

' nar tanesi, nur tanesi ' 

kavunda ıtrı severim 

mayhoşluğu erikte ..........» 

.......... yağmurlu bir gün 

yemişlerden ve senden uzak 

' daha bir tek ağaç bahar açmadı 

kar yağması ihtimali bile var ' 

Bursa cezaevinde 

acayip bir duyguya kapılarak 

ve kahredici bir öfke içinde 

inadıma yazıyorum bunları, 

kendime ve sevgili insanlarıma inat.

12. Karlı Kayın Ormanında

12. Karlı Kayın Ormanında

Karlı kayın ormanında 

yürüyorum geceleyin. 

Efkârlıyım, efkârlıyım, 

elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar, 

keçe çizmelerim ağır. 

İçimde çalınan ıslık 

beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı, 

gençliğim mi daha uzak? 

Kayınların arasında 

bir pencere, sarı, sıcak.

Ben ordan geçerken biri : 

'Amca, dese, gir içeri.' 

Girip yerden selâmlasam 

hane içindekileri.

Eski takvim hesabıyle 

bu sabah başladı bahar. 

Geri geldi Memed'ime 

yolladığım oyuncaklar.

Kurulmamış zembereği 

küskün duruyor kamyonet, 

yüzdüremedi leğende 

beyaz kotrasını Memet.

Kar tertemiz, kar kabarık, 

yürüyorum yumuşacık. 

Dün gece on bir buçukta 

ölmüş Berut, tanışırdık.

Bende boz bir halısı var 

bir de kitabı, imzalı. 

Elden ele geçer kitap, 

daha yüz yıl yaşar halı.

Yedi tepeli şehrimde 

bıraktım gonca gülümü. 

Ne ölümden korkmak ayıp, 

ne de düşünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür, 

kahramanlıktır yaşamak : 

Öleceğimizi bilip 

öleceğimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak, 

gençliğim mi, yıldızlar mı? 

Bayramoğlu, Bayramoğlu, 

ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın 

ormanında yürüyorum. 

Karanlıkta etrafımı 

gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı, 

şose, tirenyolu, ova. 

Yirmi beş kilometreden 

pırıl pırıldır Moskova...

13. Sen

13. Sen

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye

en güzel günlerimin bu üç mel' un adamını 

yer yer tırnaklarımla kazıdım

hatıralarımın camını..

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Biri sensin,

biri o,

biri ötekisi..

Düşmanımdır ikisi..

Sana gelince...

Yazıyorsun..

Okuyorum..

Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,

insanın

bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..

Ne yazık!..

Ne kadar

beraber geçmiş günlerimiz var;

senin

ve benim

en güzel günlerimiz..

Kalbimin kanıyla götüreceğim

ebediyete

ben o günleri..

Sana gelince, sen o günleri -

kendi oğluyla yatan,

kızlarının körpe etini satan

bir ana gibi satıyorsun!.

Satıyorsun:

günde on kaat,

bir çift rugan pabuç,

sıcak bir döşek

ve üç yüz papellik rahat

için...

En güzel günlerimin

üç mel'un adamı var:

Biri sensin,

Biri o,

biri ötekisi...

Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...

Sana gelince...

Ne ben Sezarım,

Ne de sen Brütüssün...

Ne ben sana kızarım

ne de zatın zahmet edip bana küssün..

Artık seninle biz,

düşman bile değiliz..

14. Kız Çocuğu

14. Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim 

kapıları birer birer. 

Gözünüze görünemem 

göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli 

oluyor bir on yıl kadar. 

Yedi yaşında bir kızım, 

büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce, 

gözlerim yandı kavruldu. 

Bir avuç kül oluverdim, 

külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için 

hiçbir şey istediğim yok. 

Şeker bile yiyemez ki 

kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı, 

teyze, amca, bir imza ver. 

Çocuklar öldürülmesin 

şeker de yiyebilsinler.

15. Güneşi İçenlerin Türküsü

15. Güneşi İçenlerin Türküsü

Bu bir türkü:- 

toprak çanaklarda 

güneşi içenlerin türküsü! 

Bu bir örgü:- 

alev bir saç örgüsü! 

kıvranıyor; 

kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor 

esmer alınlarında 

bakır ayakları çıplak kahramanların! 

Ben de gördüm o kahramanları, 

ben de sardım o örgüyü, 

ben de onlarla 

güneşe giden 

köprüden 

geçtim! 

Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. 

Ben de söyledim o türküyü! 

Yüreğimiz topraktan aldı hızını; 

altın yeleli aslanların ağzını 

yırtarak 

gerindik! 

Sıçradık; 

şimşekli rüzgâra bindik!. 

Kayalardan 

kayalarla kopan kartallar 

çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. 

Alev bilekli süvariler kamçılıyor 

şaha kalkan atlarını! 

Akın var 

güneşe akın! 

Güneşi zaptedeceğiz 

güneşin zaptı yakın! 

Düşmesin bizimle yola: 

evinde ağlayanların 

göz yaşlarını 

boynunda ağır bir 

zincir 

gibi taşıyanlar! 

Bıraksın peşimizi 

kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! 

İşte: 

şu güneşten 

düşen 

ateşte 

milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! 

Sen de çıkar 

göğsünün kafesinden yüreğini; 

şu güneşten 

düşen 

ateşe fırlat; 

yüreğini yüreklerimizin yanına at! 

Akın var 

güneşe akın! 

Güneşi zaptedeceğiz 

güneşin zaptı yakın! 

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! 

Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, 

toprak kokuyor bakır sakallarımız! 

Neş'emiz sıcak

kan kadar sıcak, 

delikanlıların rüyalarında yanan 

' o an' 

kadar sıcak! 

Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, 

ölülerimizin başlarına basarak 

yükseliyoruz 

güneşe doğru! 

Ölenler 

döğüşerek öldüler; 

güneşe gömüldüler. 

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! 

Akın var 

güneşe akın! 

Güneşi zaaaptedeceğiz 

güneşin zaptı yakın! 

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! 

Kalın tuğla bacalar 

kıvranarak 

ötüyor! 

Haykırdı en önde giden, 

emreden! 

Bu ses! 

Bu sesin kuvveti, 

bu kuvvet 

yaralı aç kurtların gözlerine perde 

vuran, 

onları oldukları yerde 

durduran 

kuvvet! 

Emret ki ölelim 

emret! 

Güneşi içiyoruz sesinde! 

Coşuyoruz, 

coşuyor!.. 

Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde 

mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! 

Akın var 

güneşe akın! 

Güneşi zaaaaptedeceğiz 

güneşin zaptı yakın! 

Toprak bakır 

gök bakır. 

Haykır güneşi içenlerin türküsünü, 

Hay-kır 

Haykıralım!

İçeriğin Devamı Aşağıda

16. Vatan Haini

16. Vatan Haini

'Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.' 

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, 

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 

'Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.'

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 

           hainiyim, ben vatan hainiyim. 

Vatan çiftliklerinizse, 

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 

                            ben vatan hainiyim. 

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

17. Vasiyet

17. Vasiyet

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, 

ölürsem kurtuluştan önce yani, 

alıp götürün 

Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu 

            ırgat Osman yatsın bir yanımda 

ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp 

kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, 

seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, 

tarlalar orta malı, kanallarda su, 

ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, 

toprağın altında yatar upuzun, 

            çürür kara dallar gibi ölüler, 

toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben 

                     daha onlar düzülmeden, 

duymuşum yanık benzin kokusunu 

traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince, 

şehit Ayşe'yle ırgat Osman 

çektiler büyük hasreti sağlıklarında 

belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, 

- öyle gibi de görünüyor - 

Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni 

ve de uyarına gelirse, 

tepemde bir de çınar olursa 

taş maş da istemez hani...

Her durumda eksik kalacak bir liste bu. Lütfen siz de kendi Nâzım şiirinizi yorumlarda paylaşın!

Sizleri büyük şâirin şiirlerinden bestelenmiş şarkılarla baş başa bırakıyoruz... 

Bonus 1: Karlı Kayın Ormanı - Zülfü Livaneli

Bonus 2: Şeyh Bedrettin (Ahmet Kaya)

İçeriğin Devamı Aşağıda

Bonus 3: Tahir ile Zühre - Volkan Konak

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
282
201
28
19
10
7
7
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?