Görüş Bildir

Bu haber taslak halindedir!

Haberler
Karakter: N'Golo Kante

Karakter: N'Golo Kante

Onedio Spor
20.04.2020 - 11:36

Karakter

Kante 26 yaşında ve şimdiden koleksiyonunda iki Premier Lig zaferi var. Ama mikrofonu ona uzattığımızda geçmiş kadar geleceğe de değer verdiğini gösteriyor.

Hâlihazırda dünyanın en iyi box- to-box orta saha oyuncularından biri olarak görülüyorsunuz. Esinlendiğiniz, oyunundan örnek aldığınız isimler var mı?

Birçok oyuncudan esinlendim. Şu an forma giydiğim Chelsea’de de bir şeyler öğrenebileceğim çok sayıda oyuncu mevcut. Mesela Cesc Fabregas… Oyunu okuyabilme yeteneğiyle, oyun zekâsıyla ve rakibin baskısı altındayken atabildiği ölümcül paslarla beni gerçekten büyülüyor. Manchester United’da oynayan Nemanja Matic’in ikili mücadelelerde gösterdiği kararlılık ve dayanıklılık da hayranlık verici. Çocukken Ronaldinho’nun, Brezilyalı Ronaldo’nun ve Diego Maradona’nın videolarını izlerdim. Düşününce hiçbiri benim pozisyonumdan örnekler değil. (Gülüyor) Jean Tigana’yı ve maç boyunca asla durmayacağını düşündüğüm Claude Makelele’yi de izlerdim. Başka spor dallarında da örnek alınacak çok isim var. Mesela Roger Federer, bir fenomen. İnanılmaz yetenekli ve maç ne kadar kritik olursa olsun soğukkanlılığını koruyor.

İlginç bir hikâyeniz var ve size güç veren çok sayıda figür olmuş. Futboldaki ilk adımlarınızı anlatabilir misiniz?

Başlarda futbolcu olmak gibi bir hayalim yoktu. Araştırmacı olmak istiyordum ve coğrafyayla çok ilgiliydim. Asya’daki, Afrika’daki, Güney Amerika’daki yaşam tarzını, insanların birbirlerine nasıl davrandıklarını ve düşünce yapılarını merak ediyordum. Fakat çok da iyi bir öğrenci değildim zira aklım futboldaydı. Bağımlılık gibi bir şey olmuştu benim için. Bir süre muhasebeci olarak çalıştım, ta ki futbola yönelmem gerektiğini anlayana kadar…

Atletik bir yapınız var, başka sporları da denediniz mi?

Basketbol ve ragbi oynardım. İki spor dalında da turnuvalara katıldım. Ragbide mücadeleye girmekten hiç korkmuyordum. Çok koşardım ve gereken yerde kendimi sakınmazdım. Hatta bir ragbi kulübü benimle anlaşma yapmak istedi. Fakat yıllarca futbol oynamıştım ve futbolun en sevdiğim spor olduğunu biliyordum. Bu yüzden, vazgeçmek zor olmadı. Boulogne’un rezerv takımına geçene kadar, aynı zamanda memleketim olan Suresnes’in (Paris’in varoşlarında bir yer) altyapısında forma giydim.

Boulogne takımı o zamanlarda da alt liglerdeydi.

2010’da Boulogne’a geçtiğimde hayatımın en zor zamanlarını yaşadım. Kendimi kanıtlamam gerekiyordu. Oyun bir kaleden öbürüne hızlıca seyrediyordu ve benden çok fazla şeyi önceden görmem bekleniyordu. Oyunun büyük kısmı merkezde geçiyordu. Antrenörümüzün talebi ise topa en fazla iki kere değerek oynayabilmekti. Anlayacağınız, bildiğimin dışında bir futboldu. Bir yandan yatılı okulda okuyordum. Sabah ders, öğleden sonra antrenman şeklinde bir tempo vardı. Daha önce hiç deneyimlemediğim bu yeni çalışma yöntemine alışmam gerekiyordu.

Ne kadar uyum sağlayabildiniz?

Boulogne’da antrenörümün ilk taktik konuşmasını duyduğumda “Bu iş hiç kolay olmayacak” dedim. Farklı bir futboldu oradaki. İlk gittiğimde sakattım. Takım arkadaşlarımın geçtiği yolları takip ettikçe bu işin kolay kolay kapılamayacağını ve zamana ihtiyacım olduğunu anlamıştım. O dönem Avrupa’nın zirvesine giden yolda önümdeki en büyük engeldi. Ama çok şey öğrendim. Kendimi en iyi şekilde geliştirdim; faydalarını da hâlâ görüyorum.

O döneme kadar da birtakım hayal kırıklıkları yaşamıştınız…

Suresnes’deyken benden yaşça büyük oyuncularla oynuyordum ve yaşıtlarımdan daha iyi olduğum düşünülüyordu. Maçlarımızı takip eden çok sayıda scout vardı. Sochaux, Rennes, Lorient, Amiens takımları ve Clairefontaine gençlik merkezleriyle denemelere katılmak için iletişime geçtik. Ama başarısızlığa uğradım. Hiçbir kulüp benimle anlaşma sağlamak istemedi. Acıydı. Ama bu aynı zamanda, bana çok daha fazla çalışmam gerektiğini, yaşıtlarım arasında benden daha iyileri olduğunu göstermişti. Derken Boulogne’dan teklif geldi.

Üçüncü ligde oynadığınız dönemde takımın as oyuncularından biri hâline gelmeniz çok uzun sürmemişti…

Özünde inanılmaz bir hikâyeden bahsediyoruz. O kadar fazla engelle boğuştum ki sonunda her anın tadını çıkarmayı öğrenecek noktaya geldim. İnsan nereden geldiğini asla unutmamalı. Temelde yatan da bu. Profesyonel bir futbolcu olma yolunda hayatıma giren bütün değerli, güvenilir insanlar ve onlardan aldığım büyük yardımların yanı sıra, doğru zamanda keşfedilmek de en büyük şansım oldu. Çok fazla çalışmam ve erken yaşta ailemden ayrı kalmak gibi hiç kolay olmayan bir fedakârlıkta bulunmam gerekti.

Sizce bu bir karakter meselesi mi?

Neredeyse hiçbir şey beni yıkamadı. Güçlü bir karaktere sahip olmamın kesinlikle etkisi var. Suresnes gibi Paris’in varoşları sayılan bir yerde büyüdüm ve orada oynarken hayalim, daha iyi noktalara gelebilmekti. Potansiyelli olduğumu biliyordum. Fakat Chelsea’nin as oyuncularından birine dönüşeceğimi ya da Fransa formasını taşıyacak kadar yüksek bir noktaya geleceğimi hayal bile edemezdim…

Leicester City ile şampiyonluk yaşamanın hayalinden bahsetmeyelim bile o zaman…

Leicester’da geçirdiğim zamanları keyifle hatırlıyorum. Müthiş bir maceraydı ve kimsenin beklemediği, olağanüstü bir şampiyonlukla taçlandı. Başlarda tek isteğimiz, ligde kalmayı olabildiğince erken garantiye almaktı. Leicester’la şampiyon olduğum sezon kariyerimin özel bir parçası olarak yerini koruyacak. Takımdaki ilk dönemimde birtakım sıkıntılar yaşamıştım çünkü ilk yurt dışı deneyimimdi ve o zamanlar neredeyse hiç İngilizce konuşamıyordum. Yepyeni topraklardaydım.

O dönem size kimler yardımcı oldu?

Monaco’nun başında olduğu dönem Ligue 2’yi kazanan Claudio Ranieri’nin büyük yardımı dokunmuştu. Bana inanmayı bırakmadı ve hep yanımda durdu. Saha içinde de inanılmaz bir değişim vardı benim adıma. Premier Lig; futbolun hızlı oynandığı, ikili mücadelelerin sert olduğu ve her hafta sonu dünya yıldızlarıyla karşı karşıya geldiğiniz bir yer. Biz ise ligin çok şans verilmeyen takımlarındandık. Bu, profesyonel seviyede kazandığım ilk şampiyonluktu. O kadar beklenmedikti ki… Leicester’da hem insan olarak hem de profesyonel anlamda özel dostluklar edindim. Geriye dönüp baktığımda, Caen’den Leicester’a geçme kararında şansımın yaver gittiğini görüyorum; çünkü büyük bir risk almıştım ve işler rahatlıkla ters yönde de ilerleyebilirdi.

İşlerin ters gitmemesinin Ada futboluna yakışan agresif oyun tarzınızla da alakası olsa gerek…

Temel görevim; topu geri kazanmak, ikili mücadelelerde galip gelmek ve takımın defans ile hücum arasındaki dengesini korumak. Sürekli koşmayı seviyorum. Koşu benim güçlü yanım. Her maçı uzun mesafeler kat ederek bitiriyorum. Bunu başarabilmek için de formumun yüksek olması gerekiyor. Genel olarak benimsediğim basit bir ilke var…

Nedir ?

Her maçta varımı yoğumu ortaya koymak. Rakibin kim olduğuna, Şampiyonlar Ligi veya hazırlık maçı olup olmamasına bakmadan… Profesyonel futbolcu olmak büyük bir şans; bunun bir ayrıcalık olduğunu asla gözden kaçırmamak gerek. Tabii ki bu oyunda daha fazla gole ve asiste her zaman yer var. Bu konuda kendimi geliştirip rakip ceza sahasında daha büyük tehdit oluşturabilirim. En büyük önceliğim bu olmasa da oyunun gidişatı el verdikçe rakip kaleye uzanan 30 metrelik alanda daha verimli olabilirim. Umarım yakın gelecekte istatistiklerim de gelişir.

Antrenörleriniz bu konuda size ne kadar yardımcı oluyor?

Milli takımdaki antrenörüm Didier Deschamps ve kulüpteki antrenörüm Antonio Conte futbolcuyken benimle bire bir aynı pozisyonda oynuyordu. Benden neler alabileceklerini biliyorlar, ben de onların bilgisinden inanılmaz faydalanıyorum. Üst düzey iki antrenörle birden çalışmaktan bahsediyoruz sonuçta… İkisi de oyunculuk ve antrenörlük kariyerleri boyunca çok fazla deneyim edindi. Hatta ikisi de Juventus’ta hem oyuncu hem teknik adam olarak görev aldı. Takımla veya benle baş başa konuştuklarında söyledikleri her şeyi sünger gibi emmek gerekiyor, zira böyle üst sınıf antrenörlerle çalışmak, oyuncuyu otomatik olarak geliştirir.

Aslında birbirlerine benziyorlar fakat sanırım bir noktada ayrılıyorlar: Conte duygularını gösteriyor, Deschamps ise daha pragmatist. Claudio Ranieri’yle çalışmak da bana çok şey kattı. Oyunculara nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Odasının kapıları her zaman açıktı. Hem baba, hem antrenör, hem de arkadaş gibiydi. Bunun dengesini çok iyi kurdu ve bu da başarımızın teminatı oldu.

Geçmişi masal gibi anlatıyorsunuz, peki ya önünüzde ne gibi hedefler var?

Chelsea’de oynayan, Fransa Milli Takımı’nda forma giyen birinin hedefi hep en yüksek noktadır. Premier Lig’de iki farklı takımla art arda iki şampiyonluk yaşadım ve artık uluslararası başarı istiyorum. Somutlaştırayım; Chelsea ile Şampiyonlar Ligi kupası kaldırmak, Fransa ile Dünya Kupası’nı kazanmak istiyorum.

Kulağa hayli iddialı geliyor…

Neden olmasın? Fransa Milli Takımı’nı ele alalım; Avrupa’nın en iyi takımlarında oynayan yeteneklerden oluşan geniş bir oyuncu havuzumuz var. Sadece bir örnek vereyim; Kylian Mbappe… Erken yaşta olağanüstü işler çıkarıyor! İnanılmaz hızlı, bol bol çalım atıyor. Sahada rahat ve kale önünde soğukkanlı bir duruşu var. Gelecekte müthiş bir kariyeri olacak.

Evinizde oynanan Euro 2016’da zafere çok yakındınız…

Kıl payı kaçırdık. Fakat sıkça unutulan bir şey var. Finalde Portekiz’in uzatmalarda attığı golden önce, Andre-Pierre Gignac’ın maçın duraklama dakikalarındaki şutunda top direğe takılmıştı. Birkaç santimetreyle her şey değişebilirdi. Gerçekten acıydı. Sonrasında elemelerde grubu birinci bitirerek 2018 Dünya Kupası’na katılmaya hak kazandık. Orada da birtakım zorluklar yaşadık; İsveç’e 2-1 yenildik, içinde Hollanda ve Bulgaristan gibi rakipler olan zor bir gruptan çıktık. İsveç’in play-off turunda İtalya karşısında son sözü söylemesi de tesadüf olmadı.

Sizce hangi ülkeler Dünya Kupası’nı kaldırmaya aday?

Bizimle birlikte Brezilya, Almanya, Arjantin ve İspanya’yı Dünya Kupası’nın en büyük adayları olarak görüyorum…

Röportaj: Alexis Menuge

Kaynak: https://www.socratesdergi.com/karakter/
İçeriğin Devamı Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın