DUR! ÖLÜMÜN İMPARATORLUĞU BURASI!
Beyazperde'de bir "Derin Kabus" - As Above So Below
Pssst! Korku severler yaklaşın. Sizleri Paris'in aşk kokan sokaklarına değil, kan kokan yeraltı mezarlıklarına davet ediyorum!
Paris…
Nazım Hikmet’in “Hangi şehir şaraba
benzer? Hangi şehir kırk yağmurlarda bile güzeldir? “ dizeleriyle
övdüğü şehir, ihtirasın başkenti. Ne var ki Paris yalnızca aşkın, tutkunun
değil, derinliklerinde gizemin ve korkunun da başkenti. Evet, mecazen değil, gerçek
anlamda derinliklerinde. Girişinde, Jacques Delille’nin “Dur! Ölümün
İmparatorluğu Burası” satırları ile ziyaretçilerini ağırlayan, içine girdiğiniz
an ölümün soğuk nefesini ensenizde hissettirecek, altı milyon cesedin bulunduğu
yeraltı mezarlığında, Catacombes de Paris…
Yakup
Kadri’nin 1922 yılında yayınlanan romanı Kiralık Konak’ın karakterlerinden
Seniha için Paris’e gitmek “öteden beri bütün hülyalarını, bütün arzularını çevreleyen
emel, yegâne emel” olduğu gibi benim için de Paris’e gidip buradaki “kemikten
gizemi” kendi gözlerimle görmek, o sır
dünyasının içinde kendi ayaklarımla yürüyüp kaybolmak büyük bir hayal. Benim
gibi arkeolojinin, simyanın, yunan mitolojisinin ve tarihi gizemlerin meraklısı
olanlara “Derin Kabus”, orijinal ismi ile “As Above So Below” adlı 2014 yılında
John Erick Dowdle tarafından yazılıp yönetilen korku gerilim türündeki filmi
şiddetle tavsiye ediyorum. Film, yazımın başında bahsettiğim Paris’in yeraltı
mezarlıklarındaki tünellerde geçmekte. Heyecanın tek saniye bile kaybolmadığı
filmin en çok hoşuma giden yanı tüm sahnelerin el kamerası ile kaydedilmiş
olması. Bu sayede kendinizi aylar önceden çekilmiş ve vizyona giren bir film
izler gibi değil, orada bulunan gezginlerden biriymiş ve kamera sizin
elinizdeymiş gibi hissediyorsunuz. Haliyle korku ve gerilimi doyasıya yaşıyor,
karakterlerle birlikte sizde o rutubetli, soğuk ölüm diyarında yürüyor hatta
kaçıyorsunuz.. Ancak
uyarmakta fayda var, klostrofobisi olanların izlemesini hiç ama hiç tavsiye
etmiyorum.
Filmin
her ne kadar muazzam olduğunu düşünsem de gözüme çarpan ufak tefek eksiklerden
de bahsetmeden geçmek istemiyorum.
Karakterlerin
geçmişle yüzleşme hikayeleri fazlasıyla havada kalan pek de anlaşılmayan
hikayelerden oluşuyor. Senaryo, sorduğunuz her sorunun cevabını almanız için
yeterli bilgi vermiyor. Değinmek istediğim bir diğer nokta ise, film adının
Türkçeye çevirisindeki başarısızlık. Filmin orijinal ismini, “Yukarıda olan
aşağıda, aşağıda olan yukardadır.” şeklinde çevirebiliriz, ki bu cümle filmde
sıkça geçmekte. Bu deyişe göre filmi izlediğimizde verdiği mesaj daha anlamlı
hale geliyor. İçeriğe filmin ayrıntılı bir özeti ile son vermek istiyorum. Bilginiz
olsun, bolca spoiler içermekte!
Baş kahramanımız Scarlett’in kendisi gibi
arkeolog ve dünya tarihinin önde gelen simyacılarından biri olan babası,
felsefe taşının varlığını kanıtlamaya çalışırken herkes tarafından aklını
yitirmiş muamelesi görüyor, kimse ona inanmıyor ve sonunda intihar ediyor.
Bunun üzerine cesur arkeoloğumuz babasının çalışmalarını tamamlamak ve
delirmediğini ispatlamak için felsefe taşının peşine düşüyor. Film, Scarlett’in
İran’da patlatılmak üzere olan bir mağaraya gizlice girerek, felsefe taşının
bulunduğu yerin bilgisini barındıran gül anahtarını (antik dönemden kalma bir
tablet) çalmasıyla başlıyor. -Bu kısımda İran’daki ağır idam cezalarına da
gönderme yapılması dikkatimi çeken bir unsur oldu.- Scarlett, Aramice olan gül
anahtarını tercüme ettirmek için Fransa’ya, George’nin yanına gidiyor. Tableti
çözümlediklerinde felsefe taşının yeraltı mezarlıklarında gizli olduğunu
öğreniyorlar. Gizli tünelleri çok iyi bilen üç kişilik gezgin grubu, tünellerde
gizli bir hazine olduğunu söyleyerek kandırıyorlar ve macera burada başlıyor.
Tüneller cehennemin kapılarına kadar uzanıyor ve felsefe taşı da tam olarak
burada gizli. Taşı bulduktan sonra işin rengi değişiyor. Herkes pişmanlıkları
ile yüzleşmek zorunda kalıyor ve başarılı olamazsa ölüyor. Kimisi iki yıl önce
o tünellerde terk ettiği arkadaşı tarafından, kimisi yanan arabada terk ettiği
ağabeyi tarafından, kimisi ise kim olduğu bilgisi filmde bize verilmeyen
bebekli bir kadın tarafından öldürülüyor. -Burada belirtmek gerekirse yukarıda
bahsettiğim senaryodaki eksiklikleri bu ölümlerin ardındaki sırlar oluşturuyor.
Ölen kişiler ile öldüren ruhların arasındaki bağ ve bu kişilerin kimlikleri
hakkında yeterli bilgi verilmemesi anlamsız soru işaretleri oluşturuyor
kafamızda. Bu da izleyicinin belli noktalarda filmden kopmasına sebep oluyor.
Felsefe taşı, mitolojiye göre edebi hayatın
anahtarıdır. Ancak ölüyü diriltme gücüne sahip değildir. Bundan dolayı ölen
arkadaşlarını kurtaramıyorlar. Yaralılar üzerinde etki edeceğini düşünüyorlar
ancak atladıkları bir şey var, felsefe taşını bulmalarını sağlayan mitrion (gül
tabletindeki metin) tam olarak şöyle söylüyor: “Dünyanın iç kısımlarını ziyaret
et, doğru yaparsan gizli taşı bulursun.” Ve gerçeğin farkına varıyorlar. Taşı
çalmaları yanlış olduğu için her biri teker teker avlandılar. Scarlett bunu
fark ettiğinde taşı geri götürüyor, doğru olanı yaptığı için felsefe taşının
tüm gücünü elde ediyor ancak bu sırada onun sınavı başlıyor. Kendisini asan
babasıyla karşılaşıyor ancak günahları ile yüzleşmeyi başarıyor ve babasının
ruhunu huzura kavuşturuyor. Geri döndüğünde yaralı arkadaşını iyileştiriyor ve
tünellerden çıkmayı başarıyorlar.
“Dibe indikçe, daha derinlere indikçe, içimizde
sakladığımız bizi yaralayan gerçekler dışarı çıkar. Günahlarımızla yüzleştikçe
ruhumuzu tutsaklıktan kurtarırız.” -As
Above So Below
Yorum Yazın