Görüş Bildir
Haberler
Bülent Korkmaz: 2000 Ruhu Bitti !

Bülent Korkmaz: 2000 Ruhu Bitti !

Bülent Korkmaz: 2000 Ruhu Bitti !

Galatasaray’ın “Cesur Yürekli” oyuncusu o, kaptanı, efsane “3” numarası. 14 yıl boyunca Galatasaray’ın A takımında oynadı. Saha içinde, futbolun gerektirdiği kadar hırçın, ama saha dışında tam bir beyefendi. Tahmin ettiğiniz gibi, Bülent Korkmaz’dan bahsediyoruz. Yazılı basına demeç vermeyen ‘’Cesur Yürek”, Roportajlik.com’a konuştu. Galatasaray’ın içinde bulunduğu durumdan, çıkış yoluna; Galatasaray Teknik Direktörlüğü’nden ayrılmasından, kariyer planlamasına kadar her şeyi lakabında olduğu gibi “Cesur Yürekliliği” ile anlattı Kaptan. 17 Mayıs 2000’de Parken Stadı’nda UEFA Kupası’nın kaldıracağına ne zaman inandığını, çıkan omzuna rağmen oyunu nasıl bitirdiğini anlatırken, o günleri tekrardan yaşıyordu. Galatasaray’ın, belki de gelmiş geçmiş en iyi defans oyuncusu Bülent Korkmaz ile yaptığımız röportaja buyurun…

Röportaj: Uğur Temel – Enis Derdimentoğlu

Fotoğraf: Müge Yücetürk

UĞUR TEMEL (UT): Galatasaray’ın durumu malum. Son 3 maçta 2 mağlubiyet ve zoraki bir tempoyla kazanılan bir galibiyet ama futbol olarak vasattan daha fazla değil. Bunun sebebi nedir? Futbolcular arası uyumsuzluk mu? 

BÜLENT KORKMAZ (BK): Bu sonuçları almalarının birçok sebebi olabilir. Hemen oluşacak bir başarısızlık durumunda anında teknik direktörlere kabahat bulmamak gerek. Ortada bir başarısızlık durumu varsa bunun sorumlusu herkestir. Bursa karşısında alınan sonuca gelirsek ki Bursa çok iyi bir takım, alınan net bir sonuç vardı. Takımlar inişli çıkışlı grafikler sergileyebilir. Fenerbahçe buna en iyi örnek ligin başında çok kötü bir futbol oynarken, yükselen grafikleriyle son 6 maçını kazanmış durumda. Dolayısıyla bu inişler çıkışlar normal. Ama bu inişlerin çok uzun sürmemesi gerekir. Galatasaray’da Bursa maçı ile itibaren grafiğini yükseltmiş durumda, çok daha iyi olacaklarını düşünüyorum. Büyük takımsınız diye her maçı kazanacaksanız diye bir futbol dünyası yok. Dünyanın en iyi takımı Barcelona bile kendi evinde berabere kalabiliyor hatta yenilebiliyor. Bu bazen takımı genel düşüşü, bazen de bir oyuncunun form düşüklüğü olabilir bu gayet olağan bir durum.

UT: Peki bu düşüşleri neye bağlayabiliriz?

BK: Birçok nedeni olabilirBazı oyuncular zihinsel olarak iyi hissetmeyebilir, fiziksel olarak yeterli düzeyde olmayabilir. Bazen de rakip takım çok iyi oynar. Yani siz ne kadar iyi oynarsanız oynayın, rakip sizden daha iyi oynayıp üstün olduğu an kaybedersiniz. Tabii ki içerdeki kargaşayı bilemem. Çünkü antrenmanlarını izlemiyorum ve içeride olan olayları duymadığım için net bir şey söyleyemem size. “Medyadan duyuyor musunuz?” Derseniz, açıkça söylemeyelim ki spor gazetesi okumuyorum. 20 sene önce spor gazetesi okumayı bıraktım. Futbolu sadece maç izleyerek takip ederim, ama tüm dünyada ki maçları. Dediğim gibi içeriyi ve antrenmanları bilmek, görmek lazım.

UT: Peki iyi bir futbol izleyicisi olduğunuzu sizden duyduğumuza göre, bir seyirci olarak sizce Galatasaray’da bir teknik direktör değişikliği şart mı?

BK: Vallahi ne kadar gazete okumasanız da bu tarz duyumlar kulağınıza geliyor. Bunu hep söylerler. Ne kadar iyi sonuç alırsanız o kadar iyi, ne kadar tökezlerseniz o kadar kötü teknik direktörsünüz, her şey sonuca bağlı. Türkiye’de bu maalesef hep böyle. Çok kariyerli hocalar da geldi mesela. Onlar dahi başarılı olamadı ona bakacak olursak. Dolayısıyla “bir teknik direktör değişikliği gerekli mi?” diye sorarsanız, onu ben bilemem tabii ki. Alınan sonuçlara bağlı. Futbol sonuç endekslidir. Ben sahada her zaman taktiksel varyasyonlara bakarım ve hiçbir zaman sonuca göre yorum yapmam. Teknik direktör ya da futbolcuyu eleştirmem.

UT: Galatasaray’ın kendi sahasında kaybettiği Trabzonspor ve Başakşehir maçları var. Teknik adam gözü ile bakıldığında, bu maçlar için Galatasaray’ın bu sezon oynadığı en iyi iki maç diyebilir miyiz?

BK: Başakşehir maçına kesinlikle katılmıyorum. Başakşehir’in pozisyonlarına bakalım, bir de Galatasaray’ın pozisyonlarına bakalım. Kesinlikle bunlara bakmak lazım. Bazen oyunu kontrol edebilirsiniz ama sonucu belirleyemezsiniz. Önemli olan hem oyunu kontrol edebilmek hem de sonucu belirleyebilmektir. Başakşehir şu an lider yani hem oyunu kontrol edebiliyor hem de sonucu. Rakibiniz ne oynamak istiyor ve nasıl oynuyor bilmeniz gerek. Başakşehir, hiçbir zaman baskıyla oynayan bir takım değildi. Oyunu belli bir bölgede karşılayan, pozisyonunu çok iyi koruyan, bloklar arasını çok iyi kapatan ve takım savunması ile hücum çıkışlarını çok iyi yapan bir takımdı. Bunu yaptı ve başardı. Galatasaray topla daha çok oynadı ama sonuca etki edemedi. Bazen çok baskılı oynadığınız bir maçta sizin beceriniz değil, rakibinizin oyun anlayışının becerisidir bu. Trabzonspor takımı ise zaten şampiyonluğa oynayacak bir takım değil. Takım olarak öyle bir potansiyelleri yok. Trabzon’un Galatasaray’ı yenmesi beni açıkça şaşırttı. Başakşehir’in yenmesi beni şaşırtmaz ama Trabzon’un İstanbul’da Galatasaray’ı yenmesi beni şaşırttı. Baskılı oynadı mı Galatasaray? Oynadı. Bana göre üstün taraf mıydı? Evet. Ama zaten Galatasaray’ın Trabzon’a üstün olması gayet normal. Antalyaspor Trabzon’u Avni Aker’de 1-0 yendi siz düşünün. Yani Trabzon eski Trabzon değil. Şenol Güneş’in Trabzon’u değil. Bu gidişle de olması biraz zor.

2000 Ruhu Neden Yakalanamadı?

UT: 2013’de Terim’in ayrılmasından sonra Mancini, Prandelli, Hamza Hamzaoğlu, Mustafa Denizli ve Riekerink’in Galatasaray’ın başına geçtiklerini biliyoruz. Ama hiçbirisi sizin de kadrosunda olduğunuz 2000 yılında ki takım kadar olamadılar. 2000 ruhu yakalanamadı. Sizce neden?

BK: Ya ben artık bu tür söylemlere çok gülüyorum! Ne bitmek bilmez 2000 ruhuymuş arkadaş. Bana çok komik geliyor artık. Nesil farkı var, jenerasyon farkı var, oyuncu farkı var. Bizim yakaladığımız başarı evet büyük bir başarı, futbol tarihimizin en büyük başarısı. Ama bu başarıyı sürekli başka birileriyle, başka bir takımla mukayese etmeyi uygun bulmuyorum. Nesil, oyun yapısı, oyun taktikleri değişti. Dolayısı ile herkes aynı şeyi söylüyor. 5 maç üst üste kazanıldığında hemen manşetlerde ‘’2000 ruhu geri geldi.’’ Yazılarını görüyoruz. Ama o nesil hiçbir zaman gelmeyecek, o defter kapandı, bitti. Sürekli biten defteri tekrar tekrar açmanın onu taklit etmenin manası yok. Kulüp bazında söylemiyorum. Kamuoyu bazında söylüyorum sürekli konuşulmasını doğru bulmuyorum. O geçti gitti şimdiki oyuna bakacaksınız.

ENİS DERDİMENTOĞLU (ED) :  Futbol artık yıldız oyuncuların, defans oyuncularını teker teker geçtiği ve geniş alanlar bulabildiği bir oyun değil. Defans oyuncuları daha fazla teknik bilgiye sahip ve oyun kurma sorumluluğunu üstlerine alıyorlar. Modern futbol ve modern defanslar için ne düşünüyorsunuz?

BK: Yıldız oyuncu dediğiniz de kim mesela? Ronaldo mu? Günümüzde Birkaç maç iyi oynayan herkese, yıldız ya da efsane deniliyor. Kelimeleri kamuoyu olarak çok basite indirgiyoruz. Efsane futbolcu ayrı yıldız futbolcu ayrıdır. Messi ya da Ronaldo bunlar çok ayrı futbolcular. Ama dediğinize katılıyorum, bir futbolcuyu iki defa geçtiğinizde çok farklı bir göz ile size bakılıyor. Hele Türkiye’de çok daha farklı bir yere koyuluyorsunuz. Bu tabii ki yetenekli oyuncuların sayısının azalmasından kaynaklanıyor, bu en önemli sebebi. Özellikle Türkiye’de bu sorun var. Ben dediğim gibi her maçı izliyorum, biraz da kendi mesleğim ile alakalı olduğu için. Ama istediğim kalitede oyuncu bulamıyorum. Diğer bir yandan artık oyunda da bireysel yetenekten ziyade taktiksel varyasyonlar çok daha ön planda. Avrupa’da taktiğe dayalı futbol uzun zamandır oynanmakta fakat Türkiye’de bu hala böyle değil. Konyaspor ve Başakşehir’i çıkardığımız anda bunu yapan takım Türkiye’de kalmıyor diyebiliriz. Bu iki takım belirledikleri sistemleri her maç oynuyorlar ama diğerleri zaman zaman deneseler de sürekli olarak yapamıyorlar. Oyuncu olarak da iki çalım üst üste atabilen oyuncuya çok yetenekli diyoruz. Bruma mesela çok yetenekli, ama Avrupa’da bulduğu rahatlığı burada yakalayamıyor. Bunu Fenerbahçe maçında hepimiz gördük. Advocaat direkt olarak Bruma üzerine oynadı ve Galatasaray’ın fişini çekti. Yine de son maça bakacak olursak Galatasaray doğru oyun oynadı ama yanlışları da oldu. Bruma solda başladı fakat her zaman söylediğim ama dinlenmediğim olay şu: Sneijder soldan başka hiçbir yerde oynayamıyor. Ne zaman Bruma sağa Yasin sola geçtiğinde işler Galatasaray için kolaylaşıyor. Rakibi iyi analiz etmek lazım. Modern defans oyuncularına gelecek olursak; Ben aslında neyin modern olduğunu anlamış değilim. Saha mı daha modern, tesisler mi yoksa formalar mı? Avrupa futbolu uzun yıllar önce bireysellikten uzaklaşıp takım oyununa döndü. Bizim modern futbol dediğimiz algı uzun yıllardır Avrupa’da oynanıyor zaten. Alt liglerde bile bu oyun oynanıyor ama bu biraz da oyuncunun potansiyeline bağlı. Defans oyuncuları da sisteme göre çok değişiyor. Conte mesela. Juventus’da 3-5-2 oynarken, Chealse’de 3-4-3’e döndü ve son 7 maçı gol yemeden kazandı. Yani sizin, aldığınız takım hangi oyun sistemine yatkın onu bilmeniz lazım. Her takım 4-4-1-1 ya da klasik 4-4-2’yi oynayamaz. Conte, benim çok beğendiğim bir teknik direktör. Juventus’ta 3-5-2 oynarken Chealse’de 4-4-1-1 denedi olmayınca 3-4-3’e döndü ve çok daha başarılı oldu.

UT: Peki Galatasaray hangi sistemle oynamalı?

BK: Elinizdeki oyuncuya bağlı. Elinizde Sneijder gibi bir oyuncu varsa hiçbir zaman 4-4-2 oynayamazsınız.

UT: Gelecek hafta Galatasaray Kasımpaşa ile oynayacak. Siz Takımın başında olsaydınız Galatasaray’ı hangi düzenle çıkartırdınız? (Röportaj Galatasaray’ın Bursa maçından sonra yapılmıştır.)

BK: Onu ben bilemem. Siz tamamen isimlere odaklı bir soru soruyorsunuz ama benim oyuncuların antrenman verimliliğini de bilmem lazım. Antrenmanlar o haftanın kadrosunu belirlemedeki en önemli faktördür. Bazı futbolcular kendini çok ön plana çıkartır, oynatmayı düşünmediğiniz halde oynatırsınız. Ama siz, elinizdeki kadro ile devam etmek zorundasınızdır. Hani sürekli kullanılır ‘’rotasyon yapılıyor’’ falan diye ben anlamadım neyin rotasyonu bu. Sen kendine futbolcuyum diyorsan, üstüne büyük takımda oynuyorsan 4 günde bir maç oynamaya kendini hazırlayacaksın. Bana tuhaf geliyor bir bakıyorsunuz 9 oyuncu değişmiş. Yani biz herşeyi basite indirgemeye kalktık. Kelimeleri de düşünceleri de.

Galatasaray, Kadıköy’de Neden Kazanamıyor?

UT: Kaptan, 22 Aralık 1999’da yani Galatasaray’ın Kadıköy’de en yendiği maçta takımdaydınız ve yedek olarak başlamıştınız. Galatasaray o günden beri neden Kadıköy’de kazanamıyor?

BK: Ya herkes aynı soruyu soruyor. İstatistiklere baktığımız zaman zaten takımlar kendi evinde hep kazanır. Deplasmanda en çok kaybeder ya da berabere kalırlar. 17 senedir Galatasaray kazanamıyor. E bu hoş bir şey mi? Değil tabii ki. Galatasaray gibi büyük bir takımdan beklenmiyor. Hani en son maçta Fenerbahçe de iyi değildi. Taktiksel yönüyle kazandı Fenerbahçe. Orada teknik direktör becerisi vardı. Her şeyi defansif olarak Bruma’nın üzerine kuran, hücum olarak da belli varyasyonlarını iyi uygulayıp kazanan bir Fenerbahçe gördük. 17 yıl boyunca Galatasaray hep yenilmedi, berabere de kaldı ve hatta kupa bile kaldırdı. Kendi evinde bir takımın üstelik büyük bir takımın kazanması gayet normal. Büyük bir takım kendi evinde senede 17 maç oynuyorsa, 1 maç kaybeder, 2 maç berabere kalır ama 14 maç kazanır. Ben bu Saraçoğlu’nda kazanamama durumundan sadece oyuncuların değil, hakemlerin de etkilendiğini düşünüyorum.

UT: Peki o dönem gazetelerde çok okumuştuk. Mondragon’un Saraçoğlu için soyunma odası totemleri var mıydı?

BK: Totem değildi. Herkesin kendine göre bir inancı vardır, onun da kendine göre bir inancı vardı. Maneviyatı vardı demek daha doğru sanırım. Ama totem gibi yok canım. Belki de ben öyle şeylere inanmadığım için olabilir ben Mondragon’nun öyle bir şeyini görmedim.

Galatasaray’ın Geleceği Çocuklar..

ED: Ülke futbolunda bulunan yabancı oyuncu tutkusu için ne düşünüyorsunuz? Altyapılardan oyuncu çıkarılsa bile bir zaman sonra ikinci plana atılıyor. Yabancı oyunculara harcanan paralar altyapıya harcansa bizim için daha yararlı olmaz mı?

BK: O zaman ben kendimden örnek vereyim. Ben Galatasaray’da altyapıda oynarken bizde bir tane toprak saha vardı. Soyunma odası ya da malzeme yoktu. Ama oyuncu vardı. Alt liglerde, amatörlerde birçok yetenekli oyuncu vardı. Çünkü biz sokaklarda büyüdük, futbolun her çeşidini oynadık, futbolu sokakta öğrendik. Biz hiçbir zaman evde internet ya da bilgisayar başında değildik. Ki zaten öyle bir şey yoktu. Sonra nesil değişmeye başladı. Çevreden çok etkileniyoruz. İstanbul’da yaşadığım için söylüyorum, sokak futbolu oynayacak alan kalmadı bir kere. Oyun alanları kayboldu. Altyapıdan oyuncu yetiştirmek için önce tesisiniz olması lazım. Tamam, özellikle büyük takımlarda çok güzel tesisler var. Malzeme, yemek, yatakhane veriyorlar. Ama çocuklara profesyonel eğitimler vermeniz lazım, saha eğitimleri vermeniz lazım. Her şeyden önce okulunu ihmal etmemeli çocuk. Yani asıl olarak bu iki eğitimi vermeniz lazım. Biz burada taktiklerden, varyasyonlardan bahsediyoruz. Altyapılarda ben bu eğitimlerin çok doğru verildiğini düşünmüyorum. Gittiğimiz her takımda, idmanlarda pozisyon almayı öğretiyoruz. Profesyonel olmuş kocaman adama pozisyon almayı öğretiyorsam, o zaman altyapıda o adam doğru eğitimi almamıştır. Kırsal kesimlere doğru oyuncu bulma çalışmaları yapılmalı. Galatasaray’da 2000 doğumlu neslin hepsini benim de hocam olan Ahmet Keskinkılıç Hoca bulmuştur. Düşünün yılların hocası ve kaç tane hoca daha var takımda. Ama yine Ahmet Hoca el atmış bu işe. O çalıştırmıyor şimdi ama keşfeden o. Galatasaray’ın geleceği o çocuklar. Hani diyoruz ya 2000 ruhu diye işte 2000 ruhu bu. Arayınca yetenekli oyuncuyu bulursunuz ama onu işlemek de önemli. İyi işlerseniz yabancı oyunculara gerek kalmaz. Yabancı oyuncu transferleri, oyuncu arayıp bulma politikası yanlış.  Ben olsam,Trabzon’a son 5 yılda gelmiş bütün yabancı oyuncuları 1 dakika daha orada tutmam. Kulübe ve oradaki diğer oyunculara yarardan çok zararları var.

UT: Yıllarca; Yusuf, Erhan, Semih Yuvakuran, Stumpf, FalcoGötz, Popescu, Song, Tomas gibi üst düzey oyuncularla oynadınız. En rahat ettiğiniz partneriniz kimdi?

BK: Ben hepsiyle rahat ettim açıkçası. Bu genelde sizinle alakalı. Ya ben öğrenmeye çok hevesliydim. Profesyonelliği de altyapıda öğrenmedim. Ben profesyonelliği oyunculardan öğrendim. Ne yiyor, nasıl yaşıyor? Zaten uyku düzeni olan ve çalışmayı seven bir insandım. Dolayısıyla ben kimseyle uyumsuzluk yaşamadım. Bunun haricinde zaten yanınızda, önünüzde ya da arkanızda oynayacak oyuncunun özelliklerinin bilmeniz lazım. Ben hepsiyle iyiydim ama tabi ki büyük başarılar Popescu ile geldi. Popescu’ya sorsanız Bülent der, ben de Popescu derim.

ED: Peki baktığımız zaman yıllarca üst düzey takımlar ve forvetlerle mücadele ettiniz. Raul, Henry gibi. Sizi en çok zorlayan forvet hangisiydi?

BK: Ya o sizin performansınızla alakalı aslında. Eğer performansınız üst seviyedeyse hiçbir problem yok. Ama form düşüklüğünüz varsa hangi santraforla oynarsanız oynayın zorlanırsınız. Ama oynadığınız rakibi bilmek zorundasınız. Çalışmayı sadece sahada ve fiziksel olarak değil zihinsel ve görsel olarak da yapmanız gerekiyor.

Galatasaray’dan Ayrılışı

UT: Kaptan 24 Şubat 2009’da Skibbe’nin yerine Galatasaray’ın başına geldiniz. 2 gün sonra Bordeaux maçında Arda’nın harika golleriyle ve şahane bir futbolla 4-3 galip geldiniz. O sene takım 5. Bitirdi ligi ve siz 1yıl opsiyonlu 2,5 yıllık sözleşmeniz olmasına rağmen ayrıldınız neden? Olmayan neydi?

BK: Ben geldiğim an bu takımın kaçıncı bitirebileceğini söylemiştim. Hele Meira gibi önemli bir oyuncuyu Rusya’ya gönderdikten sonra ben Adnan Başkana neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiğini söylemiştim. Şansızlıklar tabi ki oldu. Benim aldığımda zihinsel olarak bitik bir takımdı. Ben açıkça ligdeki yerimizi söylemiştim. Kabul etmediler. Ben geldikten 1 hafta sonra açık tarihli istifa mektubumu verdim. Onlar da istifa mektubumu kabul ettiler. Eğer kabul etmeselerdi ben devam ederdim ama ettikleri an bırakacağım belliydi.

UT: Şu an sonuç olarak da oyun olarak da Galatasaray beklentilerin altında. Teknik Direktör değişikliği gündemde. Size gelen bir teklif var mı?

BK: Hayır. Kesinlikle öyle bir teklif gelmedi.

UT: Peki gelse?

BK: Vallahi ben varsayımlarla hareket etmeyi istemiyorum. Gelse, yapsak, etsek. Bunlara cevap verenleri de anlamıyorum. Bence bir teknik direktör daha gitmemişken onun üstünden konuşmak spor ahlakına uygun değil.

UT: Peki taraftarların deyimiyle ‘’Sabri Reyis’’ yerine ne kadar adam alınırsa alınsın her zaman oynamaya devam ediyor. Sabri bu istikrarını nasıl koruyor?

BK: Ben size şöyle söyleyeyim; Galatasaray’ın borcunun beşte biri Sabri yüzündendir. 25 milyon Euro sadece sağ bek için harcanmıştır. Sabri kötü bir sağ bek değil. Bizde maalesef oluşan bir algı var ‘’Sabri kötü oyuncu’’ diye. Demek ki o transferleri yapanın beceriksizliği ve Sabri’nin becerisi. Burada herkes Sabri’ye yükleniyor, ben buna çok gülüyorum. 25 milyon Euro harcanmış Sabri’nin yerine adam alabilmek için düşünebiliyor musunuz? Benim başıma da geldiği için biliyorum. Üzerime çok oyuncu alındı ama hep ben oynadım maalesef. Bu olanlar Sabri’nin aslında iyi bir oyuncu olduğunu gösterir. Benim için altyapıdan gelen bütün oyuncular değerlidir. Inter’de ‘’Icardi’’ vardı Zanetti’nin yerine alınmıştı. Taraftar Zanetti’ye sahip çıkıp “Zanetti bizim efsanemiz Icardi kim?” dedi. Anlayışları çok farklı. Biz Türkiye’de bu anlayışı yakalayamadığımız sürece başarılı olamayız. Efsane oyuncu-yıldız oyuncu farkını şimdi anlatabiliyor muyum? Efsane Icardi değil Zanetti’dir. 2 yıl oynayıp efsane olunmaz.

UT: Peki sizce Türkiye’de efsane kim?

BK: Beşiktaş’ta da, Fenerbahçe’de de, Galatasaray’da da efsaneler var.

UT: Peki siz şu anda efsanelerden bir 11 oluştursanız kimlere forma verirsiniz?

BK: İnanın şu anda çok zor düşünmem lazım. Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği yönetim kurulu üyesiyim ben. Biz bu tarz konularda ödüller dağıtıyoruz. 8 kişiyiz. Her birimiz farklı 11 kurmuştu efsanelerden. Düşünmek lazım ben şimdi kalkıp şu, şu, şu diyemem.

UT: Teknik Direktörlük döneminizde en üzüldüğünüz olay Kayserispor’un ligin son haftalarına kadar ümidini koruduktan sonra küme düşmesi midir?

BK: O seneyi kaybetmek gerçekten üzücüydü. İyi de oyun oynuyorduk üzüldük çünkü hepimizin emeği vardı. Ama beni en çok üzen olay Galatasaray’da Hamburg’da 2-0 öndeyken 2-2 berabere kalıp turu geçememektir. Bunlar oluyor ama hiçbir zaman futbolu çok iyi biliyoruz diyemeyiz. Antrenör olduğunuzda mağlubiyetler, galibiyetler, sevinçler ve üzüntüler hepsi size tecrübe oluyor. Kendimizi geliştiriyoruz ve daha tecrübeli farklı bir teknik direktör oluyoruz. Türkiye şartlarında nasıl olur bilemeyiz tabii ki.

Gelecek Planları Neler?

ED: Peki Bülent Korkmaz’ın gelecek planları ne? Kariyeriniz için neler planlıyorsunuz?

BK: Türkiye’de kariyer planlaması yapmak hiç kolay değil. Ben hep başlarken bir takımda 3 seneden fazla kalmak istedim, ama olmadı. Kulüplerin iç yapısından kaynaklı. Bir Anadolu kulübü 50-60 milyon lira borçlanıyorsa o kulüp doğru yönetilmiyor demektir. Dolayısıyla zor ya, çok zor. Hedeflerim var mı? Tabii ki var, deneyerek öğreniyorum. Farklı insanları, farklı yöneticileri tanıyorum. Kafamdaki hedefe ulaşana kadar deneyeceğim. Hiç sormayın nedir diye. O bende.

UT: Mustafa Denizli sizi Viyana’da ilk sahaya sürdüğünde Galatasaray’da hiç ilk 11’de başlamamıştınız. Ne hissettiniz?

BK: Ben o sene kampa da katılmamıştım. Sonra geldim takıma. Hazırlık maçları, jübile maçları oldu. Ferdinand vardı, Beşiktaş’ın Premier lig’den gelen forveti ona karşı oynamıştım, belki orada etkilenmiştir. Ben kendime de çok güveniyordum. Çok acemilik yaşamadım. Sonra ilk orada oynayınca Avrupalı Bülent oldum. Ben her zaman genç bir oyuncu oynattığımda hep Mustafa Hoca’dan feyz aldım. Benim de düşüncemde hep altyapıdan oyuncu çıkarıp yetiştirmek vardı. Bir takımda 3 sene kalabilirseniz farklı bir yapılanmaya gidebilecek zamanınızda oluyor.

UT: Teknik Direktör olarak idolünüz kim?

BK: Öyle bir idolüm yok. Kendim olmayı savunuyorum.

UT: Birazcık geriye gidelim 17 Mayıs 2000. Soyunma odasındasınız, Fatih Terim takımı topladı. Orada nasıl bir hava vardı.

BK: Yani normal bir maç havasıydı. Tabi ki final oynamanın verdiği bir heyecan var. Oyuncu eğer heyecanlanmıyorsa sıkıntı vardır. Gerginlik, heyecan var ama maça çıktığınızda heyecan falan kalmıyor. 16 sene geçmiş ya inanın hatırlamak zor ama tabi ki finalin gerginliği hepimizin üstündedir. Biz gerçekten farklı oynuyorduk ve farklılık yaratıyorduk. Rakipler de bunun farkındaydı. Oynadığımız takım Arsenal: Overmans, Henry, Vierra. O sene bence o takım Şampiyonlar liginde final oynayacak kalitede bir takımdı. Dolayısıyla o takımı yenmek tabi ki çok zordu.

‘’Omzu çıkan bir adam vardı

UT: Hagi atıldığında ne hissettiniz?

BK: Vallahi bir şey hissedemedik. Benim omzum da çıkmıştı. Tabi maçın kırılma anlarından biriydi açık söylemek gerekirse. Hele Henry’nin kafasını Taffarel kurtardıktan sonra ben dedim ‘’Tamam biz bu maçı aldık.’’ O pozisyondan sonra hissettim kazanacağımızı. Bazen oyuncularla beraber taraftar da galibiyeti hisseder. Orada o anlardan biri yaşanmıştı. Sinerji ya da enerji ne hissederseniz hissedin orada o vardı. Ben inanırım, gerçekten hissetmek bazı olayların gelişimini etkiler. Biz onu hissettik, eminim televizyon başındakiler de bunu hissetti. Omzuma gelecek olursak 2 defa çıktı omzum. Uzatmanın ilk yarısının sonlarında ilk kez çıktı, bir de ikinci uzatma devresinde tekrar çıktı. 2. çıktığında sarmak zorunda kaldık. Başka oyuncu da değiştiremedik devam etmek zorundaydık ve ettik. Her zaferi temsil eden bir olay vardır ya bu da o zaferi temsil eden olay oldu. Belki isimler unutulur ama olaylar unutulmaz. 50 sene sonra 100 sene sonra, biz olmayız ama diyecekler ki ‘’Omzu çıkan bir adam vardı.’’

Röportajlık

İçeriğin Devamı Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
0
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın